BTC - $86,926.00 -0.91%
ETH - $2,927.46 -1.55%
USDT - $1.00 0.01%
BNB - $837.77 -1.77%
XRP - $1.85 -1.88%
USDC - $1.00 0.02%
SOL - $121.36 -2.91%
TRX - $0.28 -0.25%
STETH - $2,927.11 -1.55%
DOGE - $0.13 -2.96%
FIGR_HELOC - $1.04 -0.07%
ADA - $0.36 -2.63%
WBT - $56.32 -1.36%
BCH - $572.73 -1.31%
WSTETH - $3,576.92 -1.55%
WBTC - $86,874.00 -0.66%
WBETH - $3,181.82 -1.51%
USDS - $1.00 0.01%
WEETH - $3,173.21 -1.57%
BSC-USD - $1.00 0.02%

Anlam Kaybı ve Benlik Dağılması

ANLAM KAYBI VE BENLİK DAĞILMASI Kimliğimiz, doğuştan hazır gelen sabit bir gerçeklik değildir; yaşam boyunca deneyimlerle, ilişkilerle ve toplumsal etkileşimlerle şekillenen bir yapıdır. Çevremizde dolaşan bilgi, değer ve beklenti akışını anlamlandırarak benlik duygumuzu tutarlı hâle getirmeye çalışırız. Kimlik bütünlüğümüz korunduğunda, varoluşumuzun bir amacı ve değeri olduğuna inanır; içsel benliğimiz ile...

admin
admin tarafından
8 Kasım 2025 yayınlandı / 08 Kasım 2025 09:56 güncellendi
3 dk 47 sn 3 dk 47 sn okuma süresi
Anlam Kaybı ve Benlik Dağılması
Google News Google News ile Abone Ol 2 Yorum

ANLAM KAYBI VE BENLİK DAĞILMASI

Kimliğimiz, doğuştan hazır gelen sabit bir gerçeklik değildir; yaşam boyunca deneyimlerle, ilişkilerle ve toplumsal etkileşimlerle şekillenen bir yapıdır. Çevremizde dolaşan bilgi, değer ve beklenti akışını anlamlandırarak benlik duygumuzu tutarlı hâle getirmeye çalışırız. Kimlik bütünlüğümüz korunduğunda, varoluşumuzun bir amacı ve değeri olduğuna inanır; içsel benliğimiz ile dış dünya arasında dengeli bir bağ kurarız. Bütünlük zayıfladığında ise benlik algımız bulanıklaşır, yön duygumuz kaybolur, anlam dünyamız parçalanır. Böyle dönemlerde kaygı, mutsuzluk, tükenmişlik ya da fiziksel belirtiler ortaya çıkabilir; çünkü anlam kaybı, yaşamla kurduğumuz bağı zayıflatır. Altta yatan kimlik sorunu fark edilmediğinde ise bu belirtiler çoğu zaman yalnızca ilaçlarla bastırılmaya çalışılır.

Psikanalist yazar Allen Wheelis, kimlik krizini bu bütünlüğün kırıldığı dönemleri tanımlamak için kullanır. Kriz, “Ben kimim?” sorusuna tutarlı bir yanıt veremediğimizde; kendi değerlerimizle toplumun beklentileri arasında kararsızlık yaşadığımızda; seçimlerimizin dayanağından emin olamadığımızda ortaya çıkar. Wheelis’e göre kimlik krizinin belirgin özellikleri şunlardır:
• Benlik duygusunda belirsizlik bulunur; kişi, kendini tanımlarken tutarlı bir “ben” kuramaz.
• Toplumsal roller ile içsel ihtiyaçlar arasında çatışma yaşanır; kişi, başkalarının onayladığı kimlikle kendi hissettiği benlik arasında sıkışır.
• Seçim yapmak güçleşir; çünkü neyin gerçekten kendisine ait olduğunu ayırt edemez.
• Anlam arayışı yoğunlaşır; yaşamın yönü, amacı ve nedeni ısrarlı biçimde sorgulanır.
• Kaygı, kararsızlık ve duygusal dağınıklık artar; süreç depresif çökkünlükten kontrolsüz taşkınlığa kadar farklı biçimlerde yaşanabilir.

Wheelis, kimlik krizini bir bozukluk değil, gelişimsel bir eşik olarak değerlendirir. Krizle kurduğumuz ilişki belirleyicidir; bu süreç ya daha sahici bir benlik duygusu kazandırır ya da parçalanmışlık hissini derinleştirir.

Kimliği yalnızca bireysel düzeyde kurmayız. Durkheim’ın “anomi” kavramı, kimliğin toplumsal yönünü anlamamız için önemli bir çerçeve işlevi görür. Anomi, toplum olarak ortak değerlerimizi yitirdiğimizde, normların yön tayin etme gücünü kaybettiğinde ve anlamı belirleyen ortak referanslarımız çözüldüğünde ortaya çıkar. Böyle bir ortamda kimlik inşamız da güçleşir; çünkü benliği yalnızca iç dünyamızla değil, içinde yaşadığımız toplumsal anlam ağlarıyla birlikte kurarız. Bu nedenle bireysel kimlik krizlerimiz, çoğu zaman toplumsal anlam kaybının içimizdeki yansımasıdır.

Bugünün Türkiye’sinde hem bireysel hem kolektif düzeyde bir kimlik gerilimi yaşıyoruz. Geleneksel değerlerle küresel kültür kodları arasında sıkışıyoruz; kuşaklar arası aktarım zayıflıyor, ekonomik güvencesizlik artıyor, liyakat aşınıyor, kutuplaşma derinleşiyor ve ortak hakikat zeminlerimiz çözülüyor. Eğitim, aile, din, medya ve çalışma hayatı gibi temel kurumların sunduğu kimlik modelleri arasında uyum değil, çatışma bulunuyor. Böyle bir ortamda yalnızca “kim olacağımızı” değil, “hangi dünyaya ait olacağımızı” da seçmek zorunda kalıyoruz. Bu nedenle kimlik krizi, kişisel bir ruhsal durumun ötesine geçerek toplumsal çözülmenin göstergesine dönüşüyor. Gerçek duruma ve nedenlerine odaklanmadığımız için de gerçek çözümler üretemiyoruz. Artan kadın ve aile cinayetleri, çocuk çeteleri, milyonlarca kutu antidepresan kullanımı, uyuşturucu tüketiminin çocuk yaşlara inmesi, sudan sebeplerle patlayan ve akıl almaz boyutlara ulaşan sokak şiddeti, bu çözülmenin görünür sonuçları hâline geliyor.

Bu nedenle kimlik krizini yalnızca bireysel bir süreç olarak görmek yetersiz kalır; sorun aynı zamanda sosyolojik, kültürel ve tarihsel bir boyut taşır. “Ben kimim?” sorusunu, “Nasıl bir toplumsal bağlam içinde kim oluyoruz?” sorusuyla birlikte ele almalıyız. Kim olduğumuzu anlamak, hangi dünyanın içinde yaşadığımızı fark etmekten ayrı düşünülemez.

admin
admin

Havas ilmi ve Gizli ilimler konusunda Dünyanın tek internet sitesi.

Yorumlar

  1. DUYGUSUZ NESİL TEHLİKESİ

    Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor.
    Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar.
    Yanıbaşımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen onbinlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor.

    Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.
    Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar.
    Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar.

    Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar.
    İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı.
    Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.

    Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor, atalarımıza karşı vefasızlar.
    Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar.
    Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.
    Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum.
    20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?

    Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek?
    Evlerini nasıl idare edebilecek?
    Ülkeyi nasıl yönetecek?
    Vatanı nasıl savunup can verecek?
    Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim.
    Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık.

    Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi.
    Çocuklar hayattan bihaber.
    Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında,
    acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz.
    Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar.
    Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar.
    Hiç susuz kalmamışlar.
    Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz.

    Çocuklar hiç üşümüyorlar.
    Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar.
    Çocuklar hiç ıslanmıyorlar,
    evden arabaya kadar bile üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz.

    Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz.
    Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyorlar.
    Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar.
    İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye.
    Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz.
    Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar.
    Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz.

    Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.
    Onlar bir yanığın veya bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar.
    Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne ocak yaktırıyoruz.
    Çocuklar hissetmiyor yaşamı,
    açlığı bilmediği için açlara acımıyor,
    üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor.

    Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar.
    Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan ölen insanları umursamıyorlar.

    Acımıyorlar……
    Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın….
    Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize.
    Bu sorunu Devlet derinden hissetmeli.

    Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli. Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli.
    Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı.
    Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli.
    Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek…

  2. ZEHİRLİ AİLE ÜYESİYLE BAĞLARINIZI KESİN..

    Aile bağları, insan ruhunun köklerini derinden saran ve kişiyi şekillendiren en güçlü bağlardır, ancak her bağ, iyileştirici değildir. Ruhun derin yaralar aldığı bir yerde, en zor kararlardan biri, bir aile üyesiyle olan bağları kesmektir. Bazen, bu acı veren mesafe, iyileşmenin tek yolu olabilir.
    Sevgiyle dolu bir kalple, uzak durmayı öğrenmek gerekir. Her anne ya da baba, evladını koşulsuz sevmeyebilir; bazen kendi arzuları, kişisel savaşları uğruna bizi bir araç olarak görebilirler. Ruhsal anlamda yıkıcı olabilen aileler vardır; ihanet eden, küçümseyen, kıskançlıkla hareket eden, arkada dedikodularını yapan… Bu tür kişiler, kendi içlerindeki karanlıkla yüzleşmeden, başkalarının ışığını söndürmeye çalışırlar. Sizi yalnızca kendi sınırlarına hapseden, sizinle sadece çıkar ilişkisi içinde olan akrabalar, ruhunuzu boğan zincirler haline gelir.
    Bu ilişkilerdeki en büyük tuzak, “kan bağı” bahanesidir. Kan bağının kutsallığına sığınıp, ruhumuzu tüketirler. Oysa ki, bir aileyi gerçekten aile yapan sevgi, saygı ve anlayıştır. Bizden enerji çalan, ilerlememizi engelleyen bu bağları kesmek, ruhsal olgunlaşmanın bir gereğidir. Büyümek, gelişmek ve ruhsal açıdan iyileşmek için sınırlarımızı belirlemek zorundayız.
    Aileyi, ebeveynleri ve kardeşleri yücelten romantik fikirlerden uzaklaşıp, gerçeği görmeliyiz. Ağacın kökleri ne kadar derin olursa olsun, gölgesinde kaybolmak yerine, aydınlığa çıkmamız gerekir. Kendimizi tanımak, ruhumuzu karanlık enerjilerden korumak için cesur olmalıyız. Sizi, kendi içlerinde eksik hissettikleri için daha küçük göstermeye çalışan bu kişilerle aranıza mesafe koymak, ruhsal bir özgürlüğün kapısını aralayacaktır.
    Gerçek sevgi, yıkıcı değil; şifalıdır. O yüzden, zarar veren bağlardan özgürleşmek, hem kendimize hem de ruhsal yolculuğumuza yaptığımız en büyük iyiliktir. Çünkü ruh, yalnızca temiz bir zeminde büyüyebilir. Kendi aydınlığınızı koruyun, sizi aşağı çeken değil, yükselten ilişkileri hayatınıza dahil edin. Ve her şeyden önce, kendinize sadık kalın; sınırlar, ruhun koruyucu kalkanlarıdır.

Yorum Ekle

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Tekvir Suresi ve Sırları
24 Eylül 2025

Tekvir Suresi ve Sırları

Anlam Kaybı ve Benlik Dağılması

Bu Yazıyı Paylaş

Bize Ulaşın Bildirimler
2