#1
|
|||
|
|||
Ruh Mekansızlıktadır
Bedenliyiz ama esasen ruh varlığıyız ve ruh için mekân değil, mekânsızlık söz konusudur. Ruh için asıl mekân “mekânsızlık” tır. Dünya mekânında geçici olarak bulunuyoruz. Enkarne varlıklar için “bedenli hayatlar” hem de pek çok kez söz konusudur ama ruh varlığının bir tek hayatı vardır. Dolayısıyla aslı esası ruh olan bizler hep varız. Ölüm ile yok olduğunu sanmak, beşerin kendini bilmezliğinden kaynaklanan bir cahilliktir. Mekânı, mekânsızlık olan ruh varlığı; özündeki bilgiyle ilgili görgü ve deneyimini artırmak ve giderek Yaradan’a benzemek için çok çeşitli maddesel mekânlara uyum sağlayarak enkarne olur.
Bu durumuyla ruh varlığı, tam anlamıyla bir evren gezginidir. Ruhun asıl ve ebedi mekanı, “mekansızlık” sözcüğünde anlamını bulan “evrenlerin her yanı” dır. Yüce Mevlana Celaleddin de, dizelerinde buna dikkat çekiyor. Ruhun asıl dükkânı yani iş yaptığı yer mekânsızlıktır. Bizler enkarne varlıklar olarak ve geçici olarak,(ruhun sonsuzluğuna göre) çok kısa bir süre için dünya mekânındayız ama asıl yerimiz mekânsızlıktır. Bunu görmek gerek, yani “dost” dan haberdar olmak gerek. İnsanın öz kendisine karşı gaflet ve dalalet içinde olmayı Mevlana Celaleddin Mesnevi’sinde şöyle kınıyor: “Dostu görmeyen göz, kör olsun daha iyi. Ebedi olmayan sevgili de uzak olsun.” Körlük ve hatta kulakların ve kalbin mühürlü/hastalıklı olması Kur’an’da çokça yinelenen beşeri kusurlarımızdan olup, kendinden habersiz sapmışlara özgü bir durumdur. “Dost ile dost olmak” aşamasına gelmeden önce, elbette ki asıl “dost”un farkına varmak gerek. Kendini bilmeyen beşer henüz böyle bir körlük ve asıl kendisinden “kopuk” durumdadır. Ama ruh varlığı olarak işin aslı fıtratında var olduğu için, hep bir arayış içindedir ama Yukarı’ya kapalı olduğu için, hep yanlış adreslerdedir. Körün el yordamıyla bir şeyleri aradığı gibi arar durur. Nefs denen o “kara taş” ile de vicdan pınarı kaynamadığı için de yapay mutluluklar ve yalancı/riyakâr, yani sahte dostlar peşinde koşar durur. Belki bir ömür böyle geçer. Asıl dost, asıl sevgili bunlar olmadığı için, kendini bilmez(gözü, kulağı, kalbi mühürlü) beşer her arayış ve aldanma içindedir. Bu nedenle, M. Celaleddin’in dediği gibi; “Ebedi olmayan sevgili de uzak olsun…” Çünkü ebedi olmayan sevgili/dost, epröv aracından başka bir şey değildir. Ama gerçek sevgilinin, asıl dostun bunlar olmadığını öğrenmemiz için sınanma- yanılma ile bunlar gereklidir. Bu nedenle, sahte sevgilileri, uyduruk dostları; nefsanî itilimlere nefsin heva ve hevesine kapılarak putlaştırmamak, onlarla özdeşleşmemek gerek. Dünyada her şeyin birer epröv ve sınanma aracından başka bir şey olmadığını akıldan çıkarmamak gerek. |
#2
|
|||
|
|||
Enkarne varlıklarla ruh varlığının farkı nedir ruhun sonsuzluğu denmiş ruh zaten sonsuz değilmidir
|
#3
|
|||
|
|||
Enkarne olmak yeryuzune bedenlenmek demek. Biz su anda enkarne varlığız yani dunyada bedenlendik. Ruh sonsuzdur. Madde kainatinda direkt yansiyamaz. Arada varlik dedigimiz ruhun mantosu olarak kabul edilen süptil aracı beden vardır. Bu araci beden olmadan bedenle baglantı enerjinin yuksekligi nedeniyle imkansızdir. Varlik adi verilen perisprital beden madde kainatindan çikana kadar bizimledir. Üniteye kadar gelisimini sürdurür. Bundan sonrasi hakkinda İlahi Nizamda veya başka spiritüel bir kaynakta bilgi yoktur. Bunun nedeni de Ruhun Sonsuzlugudur.
. |
#4
|
|||
|
|||
o zman reekernasyon var demek değil mi bu yAni varlıkların gelişimi için
|
#5
|
|||
|
|||
tabii ki spiritüel bilgilerin belkemiği gibidir reenkarnasyon yani yeniden doğus. 80- 90 yıllık bir ömrun bizi aşkın insan ya da mütekamil insan- kamil,olgun insan haline gelmesi mumkun degildir. Dünya okulundan mezun olana kadar defalarca dogulur.
|
#6
|
|||
|
|||
Ruhun özgürlüğü, ihtiyaç duyduğunca gelişebilmesi demektir. Oysa biz, ruhlarımızı hapsederiz.
Biçimi, rengi, cismi, ölçüsü önceden belirlenmiş türlü çeşit kalıpların içinde tutarız tüm varlığımızı. -Meli, -malı'lardan örülü, olması gerekenlerle bezenmiş duvarların içine tıkıştırıveririz adeta. Ve sonunda bir gün, kendimizi yeterince karanlıkta, ışıksız, nefessiz bıraktıktan sonra ‘Neden?’ diye sormaya başlarız. ‘Neden? Neden bir damla umut yok? Neden yaşamım böylesine mutsuz? Neden Tanrı bana biraz olsun mutluluk vermiyor?’ Oysa bu bizim elimizde. Bizim seçimlerimizde. Çünkü biz, neyi seçersek oyuz. Seçimlerimizden ibaretiz. Tanrı bizim kurtuluşumuzu diler. Biz de, bu dilek sayesinde yolda yürürüz. Ama yolu ne kadar sürede yürüyeceğimizi, biz belirleriz. Yürürüz ve seçimler yaparız dilediğimizce. Biz seçtikçe, bir kapı açılır. Açılan her kapının ardında O’ndan bir iz mutlaka vardır. Çünkü dileği bizimledir. Mutluluk için engeller konmaz önümüze. Zaten bizim yeterince engellerimiz vardır kendimize. Hiç bitmeyen, doymayan isteklerimizdir onlar. Zaten seçimlerimizi de o istekler belirlemez mi? Sonra bir gün ve nihayet isteklerimiz sakinleşince, engellerimiz de kalkar. Çünkü artık dışarı değil, içeri bakmaya başlarız. Ruhumuzu hapsettiğimiz yerden çıkarırız. Ve onu gerçek mutluluğa doğru özgür bırakırız… Gelişmeye ve kendini gerçekleştirmeye doğru kanatlanmasına izin veririz… |
|
|