|
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
|||
|
|||
Yok olmadan var olmanın yolu yok
Neyzen Tevfik, ruhu şad toprağı bol olsun, bu diyarlardan gelip geçmiş, en renkli ve sivri dilli, içi dışı aynı ve kimselere zerrece benzemez kişiliklerden biriydi. “Hiçoğlu hiç” idi. Kalendermeşrep idi. Rakı-baz, kelam-baz, aşk-baz, can-baz idi. Kendi canıyla oynayanlar, kendi tüylerini yolanlar kavminden… Hem veli hem deli; kâinatin meraklı ve haylaz öğrencisi, aynı zamanda üstat idi. Onu uzaktan damgalamak, yargılamak, an-la-ma-mak ne kadar kolaydı. Halbuki tanıyanların gönlünde yer edinmişti. Atatürk’ten Mehmet Akif’e ne çok şahsiyeti etkilemişti o hem berrak hem taşkın enerjisi.
Şairin çok sevdiğim bir fotoğrafı var; meşhur bir kare: Boynunda, üzerinde “HİÇ” yazan bir tabelayla bakar kameraya. Meydan okur adeta. Kaçımız yanaşırız bugün buna? Kaçımız varız “hiç” olmaya? Filanca ya da falanca değil, şu rütbede veya bu şöhrette değil, sadece ve öylesine bir toz zerresi olarak dolanmaya? İlginçtir ki “hiçliğin kudreti” bugünlerde epey tartışılan ve itibar gören bir kavram. Ama bambaşka bir bağlamda. Plasebo: Yoklukla gelen varlık. Beynin inandığına bedenin de inanması bir anlamda. Aldığımız bir ilaç-diyelim ki içinde şeker var, lakin biz mide ağrılarına iyi geldiğini zannederek yutuyorsak, midemize (bünyemize) faydalı olabiliyor hakikaten. “Plasebo etkisi” artik o kadar önemseniyor ki Harvard Üniversitesi kapsamında Placebo Studies/Plasebo Çalışmaları var! Şimdiye değin önemsiz bir ayrıntı yahut kontrol edilmesi gereken bir sapma addediliyordu. Oysa artık her şeyin beyinde başladığı ve gene beyinde bittiği düşünülüyor. Beyin ise bunca araştırmaya, teknolojiye rağmen hâlâ bir muamma. Plasebo etkisinin önem kazanmasında İkinci Dünya Savaşı rol oynar. Savaş sonlarına doğru ilaç ve gıda depoları erir cephelerde. Doktorlar yaralılara verecek ilaç bulamazlar. Bilhassa morfin temin etmek güçleşir. Acı çeken askerler için ağrı kesici bulamayan doktorlar, uzaktan bakınca sıvı morfini andıran zararsız bir solüsyon enjekte ederler. Askerlerin yarıya yakını bu yeni ilacın kendilerine iyi geldiğini söyler; ağrıları azalmıştır. Plasebo bugün Parkinson da dahil olmak üzere beyinden kaynaklanan birçok fiziksel sorunu gideriyor. Prozac’tan tutun depresyon ilaçlarına kadar kullanılan pek çok hap, büyük oranda, aslında hastalar o haplara inandıkları için etkili oluyor. Keza alternatif tıp olarak benimsediğimiz nice tedavide geçerli aynı etki. Otların, bitkilerin, merhemlerin elbette bir kudreti var, ama bir o kadar onlara inanmanın da. Bir başka örnek: Bira tüketicileriyle yapılan çarpıcı bir deney var. Üst üste içki içtikten sonra denekler dengesiz yürümeye başlıyorlar. Dilleri sürçüyor. Velhasıl bütün sarhoşluk belirtilerini gösteriyorlar. Oysa bir damla alkol almamışlar gerçekte çünkü içtikleri alkolsüz bira. Lakin bilmiyorlar. Beyin bir kez inanmayagörsün sarhoş olduğuna, beden hakikaten başlıyor yalpalamaya. Ne ilginçtir ki plasebo etkisi bir tek Alzheimer hastalarında işe yaramıyor. Çünkü hasta aldığı ilacı unutuyor; unuttuğu için ilacın iyi geleceğine inanmıyor. İnanç yoksa, plasebo etkisi Alzheimer hastalarında işlemiyor. Bunun tersi ise “nosebo”. Latince “zarar vermek” fiilinden geliyor. İnsan kullandığı ilacın ya da tedavinin kendisine kötü geleceğini düşündüğü andan itibaren ondan zarar görüyor. Beyin bir kez daha bedenden önde gidiyor. Dolu dizgin. Yani kötümserlerin kendilerine verdikleri zararın haddi hesabı yok. İnanç kelimesi Turkiye’de hep din ve dindarlıkla özdeşleştirilir. Kelimeyi daha laik bir çerçeveye oturtmak lazım. Zira barış inanç işi, demokrasi de. Yazarlık da inanç işi, tutkuyla yapılan her uğraş gibi. Aşk da inanç işi. İnanmak kendine, evrene, beraber yaşamanın olabilirliğine. Bireysel ve kolektif düzlemde, hayatımızın her anında bir inanç faktörü var. Harvard Üniversitesi web sitesinde “Plasebo Çalışmaları”nı anlatırken düşündürücü bir ifade kullanılmış: “Hayal gücünün, güvenin ve umudun kudreti!” Üçü de ne kadar güç veriyor insanlığa: hayal gücü, güven ve umut. Savaşlar ve iç savaşlar evvela umudu yok ediyor. Otoriter rejimlerde ilk güven kayboluyor. Ve ne vakit tahammülsüzlük ve sansür zuhur etse hayal gücü zedeleniyor. İnanç olmadan dünya dönmüyor. Lakin pek çok şeyin olduğu gibi inancın da aşırısı, aşırıya kaçanı zarar. Güneşin olduğu yerde gölge, inancın olduğu yerde şüphe olmalı. İnsanın kendi doğrularından zaman zaman şüphe edebilmesi sağlıklı bir hal. Yoksa doğrularımız olur dogmalarımız. Son tahlilde tüm plasebo ve nosebo etkilerinin ötesinde mutmain bir mertebe var; kimselere benzemez bir çılgın neyzenin işaret ettiği o yeri, o füsunkâr memleketi, gitmesek görmesek de, varmak zaten ne haddimize, biliyor, hissediyoruz. Beynimiz anlamasa da yüreğimiz kavrıyor o dizenin hikmetini: “Yok olmadan var olmanın yolu yok…” Elif Şafak |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Alevi olmanın inanç yolu | kahvei | Farklı inanış biçimleri | 2 | 10.07.21 19:27 |
Mütevazi Olmanın Keyfi | shahkhu | Tasavvuf Sohbetleri | 0 | 10.06.20 08:17 |
Nakşbendiyye’de Allah’a vasıl olmanın en kısa yolu nedir? | Naim | Tasavvuf & Tarikatler | 0 | 12.09.19 10:55 |
Emir olmanın kötülüğü | Havasokulu | Hadisler | 2 | 13.06.17 17:29 |
Obez olmanın nedenleri.. | SiLence | Sağlık | 1 | 16.04.17 17:00 |