Zulmani hicab ve Nurani hicab
Zulmânî hicâb ve Nûrânî hicâb
Tasavvufta ‘hicâb’ adıyla anılan ve kulun Allah ile yakınlığına engel olan perdelere genellikle zulmânî ve nûrânî hicâb olmak üzere iki adla anılır. Zulmânî hicâb, beden kaynaklı; tenle ilgili maddî perdelere denir. Nûrânî hicâb ise ruh kaynaklı hicâbdır. İnsan rûhu ‘Ben Âdem’in yaratılışını tamamladığım zaman ona rûhumdan üfündüm.’ (el-Hıcr, 15/29) âyet-i kerimesinin ifâdesine göre ilâhî menşelidir. İnsan rûhu ten kafesine girdikten sonra maddî ve zulmânî bir hicâb ile perdelenmiştir. İnsanın hamurunda ‘anâsır-ı erbaa’ denilen toprak, su, hava ve ateşten oluşan dört unsur vardır. Bunlardan toprakla su, zulmânî bir özelliğe sâhiptir. Et ve kemikten meydana gelen insan vücûdunun temel unsuru toprak ve sudur. Bu yüzden tasavvufta zulmânî hicâb sayılan bedenin ve bedenî ihtiyacların riyâzat ve mücâhede ile inceltilmesi gerekir. Mücâhede ve riyâzat, bedenin rûhî ihtiyacların önüne geçen taleplerini önlemede insana bağışıklık ve irâde gücü kazandırır. Çünkü bedenin zulmânî perdeleri tensel ihtiyacların irâdî kontrolü ile incelir. Bu sâyede rûhun beden üzerindeki etkisi artarak zulmânî perdelerin rûhânî perdelere dönüşmesini sağlanır. Farzların yanısıra yapılan nâfile ibâdet ve zikirler rûhânî perdelerin de incelmesini ve böylece ilâhî vuslatın gerçekleşmesini kulun ‘Allah’ı görürmüşcesine kulluk şuûruna ermesi’ gerçekleşir. Kalb zâkir hâle gelince gaflet asgarî seviyeye düşer. ‘Maıyyet-i ilâhiyye’ gerçekleştiği için gönüldeki manevî temizlik tahakkuk eder. Kulun gönlünde ‘ilâhî emirlere ta’zim ve yaratıklara şefkat duygusu’ yerleşir.
|