#1
|
||||
|
||||
Nefs mertebeleri ve ceviz
-NEFİS MERTEBELERİ VE CEVİZ BENZETMESİ-
Sufi anlatımında ceviz yalnızca hakikati değil aynı zamanda hakikate giden yolu da anlatmada en güzel simge olarak seçilmiştir. Ceviz tümüyle nefse benzetilmiş ve dıştan içe doğru nefsin perdelerinin kaldırılmasıyla hakikate, yani öze nasıl ulaşılacağının bir göstergesi olarak kullanılmıştır. Cevizin en dış kabuğu yeşil ve acı olan kabuğu Nefs-i Emare ye benzetilmiş. Onun soyulmasıyla ortaya çıkan sert tahta kabuk Nefs-i Levvame ye, onun soyulmasıyla ortaya çıkan kalınca kahverengi bir zar olan kabuk Nefs-i Mülhime ye onun soyulmasıyla ortaya çıkan şeffaf ince sarımsı kabuk ise Nefs-i Mutmainne ye benzetilmiştir. Bu şeffaf kabuk artık özü gizlemez ve özü gören iç göz de mutmain olur. Şeffaf kabuğun soyulmasıyla insan beynine benzeyen kıvrım, kıvrım cevizin kozu ortaya çıkar. Bu ise Nefs-i Raziyenin simgesi sayılır. Bu kozun ezilip yağının ortaya çıkarılmasına Nefs-i Marziyye, yağın içindeki kudrete de Nefs-i Safiye denmiştir. Bu yedi aşama aşılarak öze yani Öz sırra erildiği anlatılmak istenir. Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat Kavramlarını en güzel şekilde Mevlananın talebesine şu öğüdü anlatıyor, Sayın: Şafak Demirkaya Huu. -ŞERİAT, TARİKAT, HAKİKAT, MARİFET- . Hz. Mevlana, şeriat, tarikat, hakikat ve marifet arasındaki farkı soran bir öğrencisine; “Karşı medresede rahlelerine eğilmiş ders çalışan dört kişi var. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at sonra gel sana anlatayım” diye buyurur. Öğrenci gider, birincinin ensesine bir tokat akşeder. Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını döner ve daha kuvvetli bir tokatla Hz. Mevlana’nın öğrencisini yere yıkar. Bu kez ikincisine tokat atar. O da derhal ayağa kalkar ve elini kaldırır. Ancak tam tokadı atacakken vazgeçip yerine oturur. Üçüncü tokatı yiyince, şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam eder. Dördüncü ise, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmaz. Bunun üzerine öğrenci durumu Mevlana Hazretleri’ne anlatır. Mevlana Hazretleri şöyle buyurur;” Birinci şeriat kapısını geçememiş biri idi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için, tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti. İkinci, tarikat kapısındadır. Tokadı yiyince tam iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi; “Sana kötülük yapana bile iyilik yap” Onun için döndü, oturdu. Üçüncüsü hakikat kapısına kadar gelmişti. İyinin ve kötünün tek Yaradan’dan geldiğini bildiği için, Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye, merakından şöyle bir dönüp baktı. Dördüncü, hakikat kapısını da geçmiştir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bildiği için, dönüp bakmadı bile!..” |
#2
|
||||
|
||||
Çok güzel anlatım gerçekten,bayılırım böyle benzetmelere.Teşekkürler @[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] (:
|
#3
|
|||
|
|||
NEFS NEDİR, NİÇİN VERİLMİŞTİR?
Nefs; içimizdeki bütün kötü isteklerdir, süflî arzulara duyulan meyildir. İnsanı Allah’tan uzaklaştıran bütün şeytânî hisler, nefsten ibârettir. Dünya, yaratıldığı günden beri kulların kulluk değerinin tespit edildiği bir imtihan dershânesidir. Bu sebeple insanoğlu hem kötülüklerle donatılmıştır hem de iyiliklerle… Yine bu sebepledir ki nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye, yâni tasavvufî eğitim şarttır. NEFS OLMASAYDI NE OLURDU? Nefs olmasaydı insan rütbesinde değil, melek olurduk. Oysa kâmil bir insanın rütbe ve değeri, meleklerden üstündür. Öyle ki Allah, insanı yarattığında bütün melekleri toplamış ve insana secde etmelerini emretmiştir. Kıskançlık ve kibir göstererek bu emri yerine getirmeyen şeytanı da huzurundan kovmuştur. Böyle yüce bir makâmın, yani insanlık şerefinin elbette ki büyük bir bedeli olmalıdır. Nitekim insanoğlu, işte bu bedeli ödemek ve özündeki bu cevheri parıldatmak için bu dünyaya gönderilmiştir. Tabiî kimi gayret içinde oluyor, kimi de olmuyor. İşte bunun en güzel şekilde tespiti için Cenâb-ı Hak bu dünyayı bir imtihan âlemi yapmıştır. Buyurmuştur ki: «O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır…» (el-Mülk, 2) Nasıl ki altınla uğraşan erbap kimsenin mahâreti, yığın yığın onca topraktan bir gram altın üretmekte ise insanın mahâret ve değeri de nefsin çamurlarını takvâ ateşiyle temizleye temizleye gönlü pırıl pırıl hâle getirebilmesindedir. Bir başka ifâdeyle, hiçbir şey yapmadan varlıklar değerli olmaz. Bal yapmasaydı, arılara kim değer verirdi? İnsan da kulluk yolunda binbir imtihandan başarılı bir şekilde geçmeli ve Hakk’a aşk ile ibâdet hâlinde olmalı ki, bir değer ifâde etsin. NEFSİ TEMİZLEMENİN YOLU NEDİR? Nitekim insana, Cenâb-ı Hak müsbet ve menfî/olumlu ve olumsuz, iyi ve kötü, yaklaştırıcı ve uzaklaştırıcı birçok özellikleri bunun için vermiştir. Ve buyurmuştur ki: «Nefsini (fücurdan/kötü olan ve Allah’tan uzaklaştıran her şeyden) tezkiye eden/temizleyen mutlaka kurtuluşa erer.» Nefisler ancak fücûrun zıddı olan takvâ ve ihlâs ile temizlenir. Takvâ, her şeyden önce nefsânî arzuları köreltmektir. Fıtrattaki Allâh’ın vermiş olduğu istîdat ve güzellikleri inkişâf ettirip Allâh’a güzel bir kul olabilmektir. Yâni takvâ, Kur’ân ve Sünnet’i hayatın her safhasına aksettirmek ve böylece Cenâb-ı Hak’la huzur bulabilmektir… İnsan düşünmeli: Varlık nedir? Sahibi kimdir? Ben kimim? Bu âlemde vazifem nedir? Niçin hayattayız, ölüm niye var? Bu gibi esaslı sorulara tatminkâr cevaplar aramak, tabiî bir ihtiyaçtır. İslâm dîni, bu mühim soruların cevabını vermiş; Peygamber Efendimiz’in 23 senelik peygamberlik hayatı bu cevapların net ve muhteşem bir örneği olmuştur. Peygamber Efendimiz, her meçhûlü aydınlatan ilâhî bir nur ve sonsuz saâdete nâil eyleyen bir hidâyet rehberi olmuştur. CEHENNEMDEN KURTULMAK İÇİN NE YAPMALI? Kur’ân, birtakım yasaklar bildirir. Bu yasaklara aldırmayanlar cennete giremezler. Çünkü günah kirleriyle perişan olmuşlardır. Dolayısıyla ölmeden evvel temizlenmek îcâb eder. Diğer taraftan her günah, rûha saçılan bir zehir gibidir. Ancak güzel ameller, cehennemden kurtulmaya vesîledir. Maddî ve nefsânî nîmetlerin çoğunda hayvanlarla müşterekliğimiz vardır; yemek, içmek ve korunma ihtiyacımız gibi… Bu hususta onlardan farkımız pek azdır. Bizi hayvanlardan ayıran, bizi insanlığımız ve vicdânımızla baş başa bırakan asıl nîmetler, rûhânî nîmetlerdir. Bize bu rûhânî nîmetleri idrâk ettirecek olan da, ancak dînin sesidir. İnsan, bu dünyaya geldiğinde âdeta boş bir kaset gibidir. Üzerine ne doldurursa ona göre bir hayat sürer. Kıyâmet günü «İkra’ Kitâbeke: Kitâbını oku!..» emriyle o kaset önüne açılacak ve insana hayat senaryosu seyrettirilecek!.. Bu itibarla dünya ve ahret saâdetini kazanma gayreti içinde olan her insan, gönlünü Kur’ân’ın feyz ve rûhâniyeti ile doldurmaya mecburdur. Çünkü gönül, Kur’ân ile yoğrulduğu nisbette «ahsen-i takvîm»e, yani en güzel yaratılış sırrına nâil olur. Kur’ân’ın sonsuz hikmetlerinden, ancak canlı bir Kur’ân olarak yaşarsa nasip almaya başlar. İnsan, bu sâyede fıtratındaki menfîlikleri köreltir. Rabbinin lutfettiği meziyetleri inkişâf ettirerek fazîletler ve güzellikler menbaı hâline gelir. KALBİN TEDAVİSİ Ancak unutmamalı ki insan kelimesi, ünsiyet ve nisyan kelimeleriyle alâkalıdır. Bir kalp, hayır veya şer, ne ile ünsiyet ederse, onun istikâmetine girer. Bunun için, ömrümüz boyunca kalbimizi bilhassa nisyandan, yani Allâh’ı ve kendimizi unutmaktan korumamız zarûrîdir. Zîra nisyan; nefse mağlûbiyettir, kulun kulluğunu unutmasıdır. Cenâb-ı Hak buyurur: «(Rasûlüm!) Nefsânî arzularını kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Ona Sen mi vekil olacaksın?» (el-Furkan, 43) Kalpteki menfî hasletler, insanın Kur’ân ile doğru buluşmasına mânî olur. Hattâ Kur’ân’ın rahmeti, şifâsı ve hidâyeti ile buluşamayanlar tam aksine murdarlığa dûçâr olurlar. İnsanın bu menfî hâle düşmesine sebep, ten esareti altında yaşamasıdır. Çünkü insan, bedeni itibâriyle türâbîdir, yani topraktan gelmiştir ve toprak terkibinden çıkanlarla gıdalanır. Böyle olunca gaflete dûçâr oldukça nefsâniyete temâyül eder. Nihayet rûhun bedeni terk etmesiyle de toprağa döner. Ancak insan, rûhu itibariyle de Allâh’a mensuptur. Dolayısıyla kulluğunu unutan, yani nisyana düşen her kalbin tedâvîsi, rûhun mensûb olduğu Rabbini çokça zikretmektir. Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle îkaz buyurur: «Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.» (el-Haşr, 19) Bu ilâhî îkazın ehemmiyetini çok iyi idrak etmemiz lâzımdır. Çünkü bir insanda nefsânî arzular gâlip gelince, kul Allah’tan uzaklaşmakta, rûhânî duygular gâlip gelince de Allâh’a yaklaşmaktadır. Bu itibarla Cenâb-ı Hakk’ın bütün nîmetleri, iki ağızlı bir bıçak gibidir. Allâh’ı unutup da ilâhî ikramları nefsinde zehre dönüştürenleri perîşan eder. Ancak Cenâb-ı Hakk’ı dâimâ şükürle yâd edip de ilâhî lutufları gönlünde şifa ve berekete dönüştürenleri iki cihan saâdetine nâil eder. Dolayısıyla bu âlemde bize emanet ne varsa hiçbirini nefsimize mâl etmemeli ve hepsini sadece birer vasıta ve imtihan olarak görmeliyiz. BU CİHAN NİÇİN YARATILMIŞTIR? Âyet-i kerîmede buyrulur: «Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.» (et-Tekâsür, 8) Şu bir gerçektir ki bu fânî dünya, ebedî âleme giden yolda sadece bir istasyondur. İstasyonda uyumak da perişanlık ve pişmanlıktır. Er ya da geç, ama birgün mutlaka ölüm kapısından geçerek ebediyet yolcusu olacağımız için, mezar ötesi âleme dâir hazırlıkta bulunmak, her akıl, iz’an ve vicdan sahibi için mecbûrî bir ihtiyaçtır. Cihan, Allâh’a kulluk için yaratılmış, ince hakikatler ve lezzetlerle doldurulmuş bir ibâdethâne; bir vicdan ve irfan mektebidir. Balıklar deniz vasatında hayat bulur. Karadakiler de atmosfer vasatında yaşar. İnsan rûhu ise, Kur’ân vasatında saâdete kavuşur. Bunun için lâzım olan en mühim malzeme de muhabbettir. Hakîkî muhabbetin kaynağı, Allah Teâlâ ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Bu kaynağa kavuşabilmek, katlanılan güçlükler, gösterilen samîmî gayretler ve yapılan fedâkârlıklar nisbetindedir. Allah’tan geldik, O’na döndürüleceğiz. Asıl felâket, dünyada O’ndan uzak kalmaktır. Çünkü bu uzaklık, insanı ebedî mahrûmiyete dûçâr eder. Asıl saâdet de dünyada iken O’na yakınlıktır. Çünkü bu yakınlık, ebedî yakınlığa mazhar eder. KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, 2011, İstanbul . |
#4
|
|||
|
|||
Yeni bir talebe efendisine sorar.!
-Efendim bu hakikata nasıl vasıl olunur ? -Terki dünya gerekir oğlum. -Anladım efendim. Fakat talebe ortalıktan kaybolur. Efendi, diğer müritlerine sorar -Bizim yeni talebeyi gördünüz mü ? -Efendim siz terki dünya gerek deyince, çıkınını alarak dağa çıktı. -Çağırın gelsin. Talebeyi bulurlar, huzura getirirler. -Oğlum anladım dedin ama böyle değil. Halk içinde dolaşacaksın ama halkı görmiyeceksin. -Anladım efendim. Fakat talebe, gözlerine kara bir bant bağlar, gezmeye başlar. Bir gün kafasını yarar. Bir gün ayağını kırar. -Oğlum ne yapıyorsun böyle ? -Efendim dediniz ki, halk içinde dolaş halkı görme . -Oğlum öyle değil. Faili, Mefsufu, Mevcudu gör. Mahluku görme.!... |
#5
|
||||
|
||||
Allâhu teala razı olsun sayın @[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] hocam Rabbim ilminizi daim kilsin
__________________
Sen Kendine Dost Ara Düşmanı Anan Bile Dogurur M.A.Ersoy |
#6
|
|||
|
|||
"Şah-ı Nakşibend hazretleri kuddise sırruhu nefsi kırk ayaklı hayvana benzetirdi. Bu hayvanın başı, insanın ağzının ortasındadır. Diğer ayakları da kalbin, letaifin, ruhun üstüne atmıştır. Böylece, onları esir etmiştir. Onlara istediğini yaptırır. İnsan, ne kadar âlim olursa olsun ilmi, nefsini terbiye etmeye yetmiyor, insan ne kadar âbid olursa olsun, inzivaya çekilmiş ibadet ediyor olsa da nefsini terbiye etmeye gücü yetmiyor. İnsan ne kadar hayır hasenat sahibi olursa olsun, nefsini terbiye etmeye gücü yetmiyor. Bilakis zarar da görebiliyor. İnsan, ben âlimim diye kendini beğenmeye başlıyor, ben çok ibadet ediyorum (âbid oldum) diye ibadetini önemli görmeye başlıyor, ben o kadar hayır hasenat sahibiyim, var mı benden başka memlekette bu kadar hayır hasenat yapan diyebiliyor. İşte onun için nefsin terbiyesi Sâdât-ı Kirâm efendilerimizin irşadıyla mümkün oluyor. İnsan onların elini tuttuğu vakit, o nazarı alır almaz, nefsin letaifleri ve kalbi tutan kolları felç oluyor. Sâdâtın nuru şifa oluyor. O zaman nefis, kalbi, letaifleri tutamaz oluyor. Onların yanına gidip geldikçe bu nefis böyle gittikçe çekilir,çekilir çekilir dize gelir toparlanır. Ve işte en sonunda nefis terbiye edilmiş olur."
|
#7
|
|||
|
|||
Severim bu kissayi cok iyibir ornekleme
|
#8
|
|||
|
|||
Kim bir şeyleri değiştirmeye, düzeltmeye çalışıyorsa o bozguncudur. Zira ıslah olup düzelmesi gereken biziz, kendimiziz,
Bazı insanlar tüm sorunları çözüp etrafını düzeltme, çevresini ve dünyayı cennete çevirme derdindedirler. Oysa dünyayı cennet yapacak olan bizim cennet gönlümüz ve o gönülden bakan bakışlarımızdır. Ve gönlümüz Allahın El-esmasıyla bezenip bu isimler orada cennet bahçelerine döndüğünde cennetin yakınlık ve ferahlığını, nehirlerin seslerini ve çiçeklerin kokusunu duyumsamak için yapmamız gereken tek şey başımızı biraz göğsümüze doğru eğip içimizdeki cennetten burnumuza derin bir nefes çekmektir. Halbuki dünyayı yaşanmaz hale getirenler hep dışarıyı düzeltip şekillendirmek isteyenlerdir. Ayette Rabbimiz dedi: Onlara arzda bozgunculuk yapmayın denildiğinde onlar derler; biz düzeltenleriz. Ve Allah birine en büyük hayrı murad ettiğinde ona kendisini görmeyi ihsan eder. Allah bizi kendimizi görenlerden eylesin!! Ve Allah hepimizden razı olsun. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Tayyi Mekan nasıl yapılır, tayyi mekan yapmak için bir çalışma var mıdır? | baran01 | Sorularınız | 35 | 01.08.24 15:32 |
Seyr u Süluk - Nefs Mertebeleri | Sin | Tasavvuf & Tarikatler | 20 | 22.11.22 11:05 |
Nefs nedir? Nefs neden vardır? Nefs nasıl terbiye edilir? | Torlak | Tasavvuf Sohbetleri | 1 | 22.09.22 20:10 |
Ceviz Büyüsü | Sin | Nazar ve Büyü Uygulamaları | 1 | 10.08.22 23:36 |
nefs mertebeleri | insan-ol-evlat | Tasavvuf & Tarikatler | 4 | 11.09.19 09:03 |