#41
|
|||
|
|||
Mürşidin Teveccühleri (Kuranı Kerimin Hakikatlerinde Teveccüh)
ESAD SAHİB
MÜRŞİDİN TEVECCÜHLERİ (KUR’ÂN-I KERİM’İN HAKİKATLERİNDE TEVECCÜH) Allah Teâlâ’yı Esma-i Hüsnâsı ile zikretmek, kalpteki tecellilere mâni olabilecek her türlü fazlalığı ve yaramazlığı atmaya ve onun nurlanmasına vesiledir. Fakat zikrullâhın kalbte meydana getirdiği bu huyların görünüşü sonunda, mutlaka şu veya bu makam veri*lir veya şu dereceye erişilir diyebilmek mümkün değildir. Meselâ, bir kimse Zat’ının ismi olan Allah ismi şerîfi ile zikret*meye devam etse veya nefy ü İsbat olan kelime-i tevhid (Lâ ilâhe illallah) ile zikir faaliyetini devam ettirse, bu yapılan zikirler, zikre*denin Allah Teâlâ yolunda bulunduğunu ifade etmekle beraber, mutlaka yukarı makam ve derecelere yükseleceğini göstermez. Fakat keli*me-i tevhid olan (Lâ ilâhe illallah) kelimesini (Muhammed ün Rasûlüllah) ilâvesi ile zenginleştirir. Allah İsmi şerifini Allah Teâlâ’nın Rasûlüne salâvat-ı şerife ile takviye ederse, daha yüce mertebelere yükselmek için, ihvan durumunu daha çok kuvvetlendirmiş olur. Zikir esnasında tarif edilen aralıklarla kelime-i tevhide (Lâ-ilâhe illallah kelamına) (Muhammed ün Rasûlüllah) lafzını ilâve etmek, göğüs kafesinin genişlemesine de vesile olur. Bu ifadenin ilâvesi ile meydana gelen mânevî tesir, Allah ismi ile zikirden sonra yapılacak salâvat-ı şerife ile takviyeden daha fazladır. Yukarıdan beri ifade edilen makamların hepsinde, tilâvet kaide*lerine uygun olarak okunan Kur’an-ı Kerim yükselişe vesiledir. İhvanın ulaştığı bütün makam ve mertebeler Kur’an-ı Kerim vasıtasıyladır. Bir mürşid, sâlike ne zaman Kur’ân-ı Kerim’in hakikatinde teveccühte bulunursa, Allah Teâlâ’nın azamet ve kibriyasının çadırı altında, o teveccüh bereketiyle bir takım sırlar meydana çıkar. Ken*disine teveccühte bulunulan sâlik, misal âleminde, Kâbe’nin hakîkatini ve keyfiyyetini görür de tâ ki gördüğü bu hakikatten, Kur’ân-ı Kerim’in hakikatine erer. Mürşidin teveccühü neticesinde, sâlikte meydana gelen bu hal her şeyi muhit olan (kuşatan) Zat-ı Kibriya’nın sâliki kuşatmasının başlangıcıdır. Bu makâmda, sâlik üzerinde. Allah Teâlâ’nın her şeyi kuşatmasına benzer bir kuşatma meydana getir. Burada (Allah Teâlâ’nın kuşatması) sözünün kullanılmasından maksat, O’nun saltanatına nisbetle kulun sahasının darlığından kinayedir. İşte bu makâmda sâlik Kurân-ı Kerîm’in Batınını, (içyüzünü- sırlarını) anlamaya başlar. Yine bu makâmda sâlik, Onun bir harfinin mânâsını bile denizler kadar coşkun ye engin bulur Ondaki bir harfin sırrının, insanı maksadının kâbesine kavuşturacak, kadar zengin olduğunu görür. Burada acâib bir nükte vardır. Bu nükte de: Kur’ân-ı Kerim’deki muhtelif kıssalar, birbirine benzemeyen muhtelif emirler ve yine bir*birine zıt görünüşte birtakım nehiyler; birtakım eşyanın sırlarının ve inceliklerinin bulunuşu, maddî ve manevî mânâda nur ve zulmetin gösterilmesi… Allah Teâlâ’nın hikmet ve kudretini sergileyen hi*taplardır. Çeşitli kıssalar ve enbiya (aleyhimûsselâm) ait hayat hikâyeleri; cahil tabakanın bilgi ve görgüsünü artırmak ve insanların hidayetine vesile olacak, şerîat hükümleri ile irşad’da bulunmak içindir. Bununla beraber Kur’ân-ı Kerîm’in ibaresini meydana getiren harflerin gizliliğinden acâib keyfiyetler, garip muameleler meydana gelmektedir. İnsan, Kur’ân-ı Kerim’i bu makâmda okudukça- hayretten hayrete düşer, her harfinde ayrı ayrı hikmet-parıltıları görür. O’nu okumaya devam edenlerin kalbi, O’nda mevcut olan kudsî sırlar sebebiyle kuvvet bulur. Kur’ân-ı Kerim’i okuyan kimsenin lisanı tıpkı meyve ağacı gibidir: Hatta bunu hakkıyla okuyan kimsenin bütün azaları lisan kesilir. Burada ilimler Kur’ân-ı Kerim’e nisbet edilmektedir. Bu nisbet her olgunluğun yüceliğe nisbetine benzer. Nitekim. Kâbe-i Muazzamanın hakikatinin, azamete nisbeti de-böyledir. Allah Teâlâ’nın büyüklüğü, O büyüklüğün altında bulunanla*rın varlığına delâlet eder., Kur’ân-ı Kerim’in hakîkati mertebesinde Kur’ân-ı Kerim’e ait genişliğin ancak ufak bir parçası murakabe ve müşahede edile*bilir. Allah Teâlâ’nın Zât’ının kelâmı olan Kur’ân-ı Azimüşşan-ı hakkıyla murakabe mümkün değildir. Kur’ân-ı Kerim’in hakikatleri makâmının feyiz kaynağı ve Vahdâniyyet heyetidir. MÜRŞİDİN NAMAZ HAKİKATİ DAİRESİNDEN TEVECCÜHÜ Kur’ân-ı Kerim’in hakikati dairesinde teveccühten sonra, mürşid-i Kâmil olan zât sâlike namazın hakîkati dairesinde teveccühte bulunur. Bu teveccüh buyrulan makâmda sâlik şerhi sadır’ın (gö*ğüs genişliğinin) olgunluğunu seyreder ve yaşar. Bu madamdan her şeyi müşahede etmek mümkün olmakla beraber; ancak Allah Teâ*lâ’nın Zât’ının görülmesi mümkün olamaz. Zira Zât’ının, sırrını yine Zât’ı bilir. Bu makâmda Allah Teâlâ’nın sonsuz iltifatına boğulmaktan ve O’nun katında yüceliklere ermekten daha açık bir iltifat olur mu ki, bu iltifatlar Kur’ân-ı Kerim’in hakikatlarından gelen nice iltifatlardan ancak bir tanesidir. Kâbe’nin hakîkatlerindeki iltifatlar da aynen böyledir. Bu makâmda seyreden, kimseler Cenâb-ı Hakk’ın Zât’ını değil, iltifatının çokluğunu ve tecellî sahasının genişliğini murakabe ederler. Sâlik, namazla gelen tecellî hakikatlarından zevk almaya başlayınca edâ ettiği namazları hep bu zevk içinde yerine getirir, na*maz içerisinde dünya zevk ve düşüncelerinden tamamiyle kurtulur. İçini âhiret neş’esi kaplar. Sanki âhiret zevklerini görür ve yaşarcasına manevî hazla dolu bir hâlin içine girer. Kemdisinde bu durum hâsıl olan sâlik, iftitah tekbiri için ellerini kulaklarına doğru kaldırırken, iki cihana (dünya ye âhirete] ait her şeyden ellerini yıkamış olarak kaldırır. Allah Teâlâ’dan, başka her şeyi elinin arkası ile arka tarafa atar. Melik ve Celil olan Allah Teâlâ’nın huzuruna (Allahü Ekber) diyerek durur. Bu duruş esnasında huzuruna durduğu Yüceler Yü*cesi Allah Teâlâ’ya karşı hiçliğini, acizliğini, fakirliğini ye hakîrliğini gözü*nün önüne getirir. Nesi varsa o anda gerçek sevgili olan, huzurunda durduğu Allah Teâlâ’ya fedâ eder. Kur’an-ı Kerîm’i okumaya başlayınca, sanki Cenab-ı Hak yânında imiş de O’nunla konuşuyormuşcasına kendine dikkat eder. Okuyuşunu ve duruşunu bana göre tanzim eder. O esnada Kur’ân-ı Kerim’i okuyan dili, sanki Tûr-u Sina’da Allah Teâlâ ile mükâlemede bulunan Hazret-i.Musa aleyhisselâmın dilidir. Kur’ân-ı Kerim’i bu dikkat ve hassasiyet özerinde okumaya çalışır. Kur’ân-ı Kerim’i okuyan kimsenin dilinin, bir nevî, Turu Sina’da Allah Teâlâ ile doğrudan mükâlemede bulunan Hazretti Musa aleyhisselâmın diline benzer Sâlikkıraatten sonra rüküa eğildiği vakıtte huşûnun içine dalar. Bu noktada Allah Teâlâ’ya olan yakınlığın artması ile O’ndan başka her şeye veda eder, ayrılır, tesbîh dualarını (Sübhâne Rabbiyelâzîm) okumaya başlayınca, daha başka demlerle karşılaşır ve daha başka zevklerin içine dalar. Daha sonra nâil olduğu bunca iltifat karşısında, Allah Teâlâ’ya hamdve sena etmekten kendisini alamaz ve (Semiallâhü limen hamideh) diyerek basını yukarıya kaldırarak doğrulur. Yine Allah Teâlâ’nın huzurunda saygıyla durur. Rükûdan sonraki doğrulmanın sırrı ve hikmeti ise, sâlik namaz esnasında kıyamdan secdeye gi*derken Allah Teâlâ’nın azameti karşısında nefsini yerlere atarak, küçülme ve tevâzuun ve boynu büküklüğün zirvesine ulaşmış olmasıdır. Kul, secde esnasında aldığı zevki başka hangi ibadetinden ala*bilir? Akıl, secdenin yüceliğini ve kutsallığını idrakten âcizdir. De*nilebilir ki: Secde namazın özü ye hülâsasıdır., Bu hususa Kur’ân-ı Kerim’den şu âyet-i kerîme ile İşaret olunmuştur; “Ey doğru yolda olan! Sakın ona (Ebû Cehil’e) uyma. Sen secde et ve Rabbine yaklaş,”[78] Bu hususta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem de bir hadîsi şeriflerinde şöyle bu*yuruyor: “Secde eden kimse, yaptığı secdeyi (sanki) AllahTeâlâ’nın ayaklarına yapar.” [79] Sâlik, secdesinde maksadına ermenin zevki içinde bulunur. Bun*dan sonra da (Allah’ü Ekber) diyerek başını secdeden kaldırır. Burada okunan (Allah’ü Ekber) lafzı, ibâdete lây’ık O’ndan büyük ilâh bulunmadığının ifadesidir. O’na hakkıyla ibâdet etmek mümkün değildir. O kuluna, kulunun O’na ve bizzat kendisine olan yakınlığından daha yakındır. İki secde arasındaki oturuşta, sâlikin O’ndan bağış*lanmasını dilemesi, O’na hakkıyla kulluk edememenin ve gereği gibi yakın olamamanın eziklik ve eksikliğinden dolayıdır. Bundan, sonra yakınlığını dileyerek kul ikinci secdeye varır. Burada da teşbihlerini ve temennilerini tamamladıktan sonra, tahiyyat için oturur. Kendi*sine, namaz gibi yakınlığına vesile olan bir iltifatı layık gördüğü için, O’na ve ikramına şükür ve teahiyyeleri okur. Arkasından da kendisine ve habîbine olan imânına karşı iki şehâdet getirir. Böyle bir iltifata nâiliyyet ve yakınlığının devletine lâyık görülmek, tevhîd ve şehâdet kelimeleri ile tasdik etmeden huzurundan ayrılmamayı icab ettir*mektedir. Habibi Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem üzerine salât ve selâm oku*maya gelince: Bütün bu nimet ve iltifatlara kul, Habîbinin vasıtasıy*la sahib olduğu İçindir. (Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme bağlı olmayan kimsenin Allah Teâlâ’ya bağlanabilmesi, Habibine uyamayan kimsenin Allah Teâlâ’ya uyması mümkün değildir. Allah Teâlâ’ya giden kulluk yolu Efendimize ümmetlîk yolundan geçer.) Allah Teâlâ namazı İbrahimiyyet makâmı olarak seçtiği için, Rasûlüne getirilen salât ve selâm da Haliline (Hz. İbrahim aleyhisselâma) de salât ve selâm getirilmektedir. Zira namazda gerçek sevgili olan Allah Teâlâ ile halvet olma hali vardır. Ayrıca Halîlinin saltanat makâmı olan namazda Allah Teâlâ’ya niyaz vardır, O’nunla başbaşa sohbet var*dır, kaynaşma ve sevgi vardır. Habibine de ayrıca salât ve selâm okurken, Halili ile kendi arasındaki dostluktan nasib istenir. Öyle dostluğa lâyık olma temenni ve niyaz edilir. Hami gibi gözde olmak için yalvarılır. Gerçekten de namazı dosdoğru kılan kimse Allah’ın gözdesi olur. Ey sâlik , Bilmiş ol ki: Sâlik namazını sünnet ve edeplerine riâyet ederek eda eder. Hakkıyla eda edilen namazda, namazı kılan kimse kıyam*da iken secde edeceği yere, rükü’da ayaklarının üzerine, secdede burnunun iki yan taraflarına, oturuş halinde kucağına ve uylukla*rının üzerine bakar. Diğer edep ve rükünlerin hepsine de böylece riâyet eder. Namaza âit ne kadar hakikat varsa, hepsini de açıklamak lâ*zımdır. Huzuru te’min ve dikkatleri bir araya toplamak için, teveccühle birlikte gözleri de yummak zikir; rabıta ve murakabe esnasında gerekli olduğu halde, namaz kılarken gözlerin yumulması caiz değildir. Latifelerin huzura kavuşması için icap edeni yapmak lâzımdır. Fakat rûhânî bir tecellî, için göz kapamaya da mutlak ihtiyaç bulunduğu söylenemez. Namazda yalnız latifeler değil, bütün azaların huzur ve sükûna kavuşması lâzımdır: Öyleyse azaların huzuru, gözü yummakla değil, namaz içerisindeki edep ve sünnetlere riâyet etmekle temin edilir. Tasavvuf ehlinden bazıları (huzuru temin ve dikkatleri toplamak için —namazda bile bile— gözün kapanması faydalıdır demişlerse de bu doğru değildir. Hülâsa namaz içerisinde gözleri yummak bid’âttir. Kur’ân-ı Kerîmi namaz içerisinde dinlerken de durum böyledir. Eğer O’nu güzel sesli bir okuyucudan dinlerseniz velayete mahsus huzur, tecellî ve cezbe halleri meydana gelir. Eğer tecvid kaidelerine hakkıyla uyarak okuyan ve fakat sesi güzel olmayan bir okuyucudan dinlerseniz yine Kur’ân-ı Kerim’e âit olan manevî hakikatler ortaya çıkar. Hakkıyla, eda edilen bir namazın ise kalp ile ilgisi olduğu kadar, velayete mahsus bulunan hallerle de ilgisi vardır, Kur’ân-ı Kerim, harflerin çıkış yerlerine riâyet edilerek ve tecvid kaidelerine uygun bir biçimdede okunursa (isterse okuyucunun sesi yeterince güzel olmasın) okuyan ve dinleyen kimselerin birtakım hakîkatilara mazhar olmalarına vesîledir.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.” |
#42
|
|||
|
|||
Mürşidin Sırf Mukaddes Mabudiyet Dairesinde Teveccühü, Hakaiki Enbiyaiyye
MÜRŞİDİN SIRF MUKADDES MA’BUDİYET
DAİRESİNDEN TEVECCÜHÜ Mürşidi Kâmilin (Sâlike) namaz dairesinde teveccühünden son*ra, bu sefer de teveccühünü Sırf Mukaddes Ma’budiyet mertebesi*ne çevirir. Bu makâm öyle yüce bir makâmdır ki burada Sâlikin ayaklarının bağı çözülür; Makâmın zirvesinde aczin doruğuna çıkar.”Yine bu makâmda sâlikin seyri(manevî yolculuğu) sona erer. Sâlik burada kulluk makâmlarını bir bir dolaşır. Bu makâmın yolcu*luğu görerek meydana gelir. Ne zaman mürid bu mâkamda Sâlike yönelişte bulunursa; bu yönelişle sâlik kendi nefsini görür. Sâlikin nefsini gördüğü yer çok yü*ce, çok nurlu bir makâmdır. Ne zaman nefsinin bulunduğu o yüce ve nurlu makâma seyretmek (gitmek) İstese, bir türlü gidemez: Netice*de anlar ki bu makâm gidebilmesi mümkün olmayan Sırf Mukaddes Ma’budiyet (kulluk) makâmıdır, Bu makâmda yolculuk ancak nazarla (bak*makla) yapılabilmektedir, O nazaar ki sâlik onunla seyrine açık olan istediği yere bakar. Bu makâmda (Lâmâ’bûde illallah) mübarek kelimesinin sırrı or*taya çıkar. Bundan anlaşılmaktadır ki, Allah Teâlâ’dan baş*ka kulluk yapmaya lâyık ve müstahak bir ilâh mevcut değildir. Nasıl olur da mahlûk, Hâlik yerine geçebilir? Bu makâmda seyreden kim*sede şirkten eser kalmaz. Kulluk ile İlâhlık, bu makâmda birbirinden ayrılır da kulluk ve ibadete yegâne lâyık olan Allah Teâlâ’ya, sırf ibadete lâyık ve müstahak ilâh olduğu için yapılır. HAKAİKİ ENBİYAİYYE (Nebilerin hepsine dair müşterek hakikatler) Bütün nebilere âit hakikatler Hz. İbrahim, Hz. Musâ, Hz. Muhammed ve Hz. Ahmed aleyhisselâm [80] ile ilgili hakîkatlardan ibarettir. İlâhî hakîkatlarda yükselebilme, sâlikin faziletinin derecesine bağlıdır. Nebilere âit hakikatlarda yükselebilme ise sâ*likin muhabbetinin derecesine göredir. Ne zaman mürşid sâlike İbrâhimî hakikat dairesinden teveccühte bulunursa, sâlik bu dairede zatî olan murakabeyi yapmalıdır. Zira zatî olan murakabe İbrahimî hakîkatların kaynağıdır. Bu dairede yapılan mürakabede, mürşidin teveccühünün bereketi ile sâlike bü*yük sırlar ve mühim gerçekler ikram edilir. Bundan sonra da Allah Teâlâ’nın dostluğundan ibaret olan bu makâmın tecellîler sâliki nu*ra boğar. Yine bu makâmda Allah Teâlâ ile kul orasında husûsî surette bir dostluk ve yine O’nun dostluğu ile beraber, husûsî halvetler mey*dana gelir. Bu makâmda meydana gelen tecellî tezahürleri ve daha bir takım hususiyetler, başka makâmlarda görülmemekte ve kaza*nılan lütuflar da başka makâmlarda kazanılmamaktadır. Yine bu makâmda sıfat’a âit mahbûbiyyet meydana gelmekle, Hakîkatı Muhammediyye ve Hakikati Ahmediyye makâmında ise zatî olan sevgililik ortaya çıkmaktadır. (Allah Teâlâ Hazretleri Zâtına mahsus olan tecellîlerini sevdiği gibi sıfatına âit olan tecellîleri de sever) demektir. Birinci kısma Haki*kati Muhammediyye ve Hakikati Ahmediyye denilir. İkinci kısım ise, her ne kadar Hakikati ibrahimiyye kısmına girerse de, Haliliyyet (dostluk) İsmi bu kısımdan meydana gelmiştir. Bu makâmda sâlike Allah Teâlâ’nın Zâtı ile beraberlik ünsiyyeti ve muhabbeti hâsıl olur. O’nun Zât-ı ile ünsiyyet ve muhabbete nail olan kimse, yine onun Zât’ından başkasına yönelmez. Salikin O’nun sıfatından esmâsından veya mürşidi kâmilin himmetinden beklediği tecellî ziya*retleri bile Olsa… Yine o kimse için O’ndan (Allah Teâlâ’dan) başkasından yar*dım istemek, O’ndan başkasına sığınmak ve O’ndan başkasından bir şeyler beklemek doğru olmaz. İsterse bu isteyeceği şeyler bir*takım mukaddes varlıkların ruhları ve hatta melâikeler olsun.Bu makâmda sâlikin ilerlemesi için en müsâit olan şey İbrahimiyyete mahsûs bulunan salâvatı şerifeleri çok çok okumakladır.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.” |
#43
|
|||
|
|||
Kamili Mürşidin Sırf Zati Mahbubiyyet Dairesinde Teveccühü
KÂMİL MÜRŞİDİN SIRF ZATÎ MAHBUBİYYET DAİRESİNDE TEVECCÜHÜ
Kâmil mürşidin sırf mukaddes mâbüdiyyet mertebesi dairesin*de teveccühünden ve neticelerinin izahından sonra, yine kâmil olan mürşid Sırf Zâti olan sevgi dairesinde teveccühte bulunur da, bu dairede seyreden sâlike, zatî olan murakabe emir ve tavsiye edilir. Bu daire, Mûsâviyyat hakikatinin kaynağıdır. Ayrıca: Zatî olan, Zâtına mahsus sevginin kaynağı bu*lunmaktadır. Bu makâmın keyfiyeti tam bir kuvvet ve iktidara birlikte; sâlike ikram edilmiş bulunmasıdır. Hakk Teâlâ’nın Zât’ının ecrine itaat ve icâbeti bu makâmda ortaya çıkar, Hakikat-ı Mûsâvîyye işte bu dostluktan ibarettir. Musâ aleyhisselâma olan dostluğun isbatından bahseden bazı ta*savvuf büyüklerine gelince: Onlar diyorlar ki; Eğer sâlikin muhab*betten maksadı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme olan muhabbet ise, bu kimsenin muhabbeti, O’nun dostluğundan meydana gelmektedir. Gerek nübüvvet, gerek risâlet, gerekse ülûl Azîm velayetleri mertebeleri dostluk olmadan kazanılmaz. Büyük nebilerin hepsi, Allah Teâlâ’ya dost olmuş ye sevilmiş kimselerdir. Onların yolları dostluk yolu olup, bu tâbir maksadımıza uymayan bir ifâde değildir. Muhakkak ki, Hakîkati Musâviyyenin de hakîkati Hakikati Ahmediyye makâmında, Zât’ı Ulûhiyyetine mahsus bulunan mahbûbiyyetten ibarettir. Bu husus üzerinde durulmalı Ve düşünülmelidir.. Bu makâmda husûsî bir durum ortaya çıkmakladır. Kendi ihtiyarı ve dilemesi ol*madan Musâ aleyhisselâmın dilinden şu ibâre aynen ifade edilmektedir: “Ey benim Rabbim! Kendîn göster de Sana (doya doya) ba*kayım.”[81] Buradaki dostluğun hususiliği mahbûbiyyet makâmında cere*yan etmiş olmasından dolayıdır. Yine burada hayret edilecek diğer bir hususta Zât’ı Uluhiyyetine mahsus olan muhabbetin bu makâmda meydana gelmesiyle, varlığı zât’ı Ulûhiyyetinden olan mu*habbet için kimseye muhtaç bulunmamasıdır. Bu durum ise iki zıddın bir araya gelmesi gibi bir şeydir. Zira Allah Teâlâ hem yarattıklarından hiç bir şeye ve hiç bir kimseye muhtaç de*ğildir. Hem de kaynağı Zât’ı ülûhiyyeti olan muhabbeti, enbiya ve kullarından muhabbetin aldığı kimseler ile karşılıklı olarak alış veriş halindedir. Bazı yerde Musâ aleyhisselâmdan sadir olan ve Zât’ı ülûhiyyeti ile Musâ aleyhisselâm arasındaki muhabbete delâlet eden ifadelerin, sırrı, böylece bilinir ve anlaşılır hale gelmektedir. Meselâ bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’ de: “Bu ancak Sen’in bir imtihanındır” [82] buyurulmakta ve yine Kur’âm Kerîm’de: “.. beni öldürmelerinde korkuyorum”[83] buyrularak, Musâ aleyhisselâmın dostuna sığınışı dile getirilmektedir. Şu, salâvatı şerîfe, bu makâmda bir yükselme vesîlesidir. (Allahümme sali alâ Muhammedin ve alâ âlîhı ve eshabihî ve âla cémîlenbiya-i velmûrselîn)
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.” |
#44
|
|||
|
|||
Mürşidin Hakikatler Hakikati Olan Hakikati Muhammediye Dairesinde Teveccühü
MÜRŞİDİN HAKİKATLER HAKİKATİ OLAN
HAKİKATİ MUHAMMEDİYE DAİRESİNDE TEVECCÜHÜ Cenab-ı Hakk’ın Zatî dostlusunun görünmesinden sonra, kâmil mürşid olan zat hakikatlerin hakikati dairesinde teveccühte bulu*nur. Bu daire, Hakikati Muhammediyye dairesidir. Bu makâmda Zatî murakabe ile emr’e gelince; Habîbinin zatî varlığı, ken*di Zatî varlığının sevgilisi olup, o’nu kendisine dost kabul etme*sinden dolayıdır. Hakikati Muhammediyyenin kaynağına gelince: Dostlukla beraber, o dostluğa uyumluluğun sâlikte meydana gelmiş bulunması*dır. Şu makâmda iki ayrı hâlin bir arada meydana gelişi, hakikati Muhammediyye için husûsî bir durumdur. Bu meseleyi yazı ile isabetli bir şekilde anlatabilmek mümkün değildir. Bu makâmın tecellîsinin şereflisi olan zât için, mukaddes bir derece olan bu makâmda gerek fena ve gerekse baka hali hâsıl olur ve husûsî olarak bu makâmda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile beraber olması ve birleş*mesi kolay hâle gelir. Yine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme tabî olmakla, sâlik bu mertebeye; (Hakikati Muhammediyye mertebesine) vâsıl olur. Muhabbetin dışa taşan sırlarından fitneye sebep olacak lâfızların sırları bü makâmın teveccühüne eren kimseye keşfolur. Yine bu makâmda bazı tasavvuf büyüklerinin muhabbetle ilgili halleri dikkati çeker. O dikkati çeken hâlin, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile beraberliğe ve ne*ticenin tek sevgiliye âit ye dönüşü bulunduğuna yine neticede şâhid olunur. Muhabbet (sevgi) lerin hepsi, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin muhabbeti (sevgisi) ile meydana gelir. Bütün muhabbetlerin kaynağı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin hakikatidir. Bütün bu anlatılanlardan sonra, tarikatın imâmı ikinci bin yılın yenileyecisi, Ahmed Farûkî-ı Serdendi kaddese’llâhü sırrahu’l azîzin şu sözü daha İyi anlaşılabilmekledir. “Ben Allah Teâlâ’yı Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin Rabbi olduğu için çok seviyorum.” Bu ifâdelerde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme benzemenin ve O’na mensup olmanın isabeti işaret edilmektedir. Gerçekten de (az olsun, çok olsun; dünyaya âit otsun, âhirete mahsus olunsun), bütün işlerde, bilhassa Kitap ve Sünnet ile emel hususunda, her ikisinden de kuvvet bulmak için, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme hakkıyla uymak ve bağlanmak lâzımdır. Ey sâlik, bu hususta gözünü iyice açmalısın.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.” |
#45
|
|||
|
|||
Mürşidi Kamilin Ahmediyye Dairesinde Salike Teveccühü
MÜRŞİD-İ KÂMİLİN AHMEDİYYE DAİRESİNDE SÂLİKE TEVECCÜHÜ
Mürşid-i kâmil, hakikati Muhammediyye dairesinden sonra, hakîkat-i Ahmediyye dairesinde teveccühte bulunur da, yine zatî olan murakabe ile emreder. Çünkü o zât, O’nun Zât’ının ve menşeinin mahbûbudur. Bu dairede bir takım nurların parıltıları ile beraber yüce bir nisbet hâsıl olur. Bu nisbet Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdir. Bu dairenin içerisinde de bir takım sırlar vardır. Bu makâmda, sâlikte zatî olan mahbûbiyyet gelişir. Nitekim sıfata mahsus olan mahbûbiyyetin inkişafının dostlukta olduğu gibi Zât’a; mahsus bulunan mahbûbiyyetin manasına gelince: Mah*cubun sıfatındaki güzelliğe rağmen, onun manevî şahsiyyeti olan Zât’ına âit mahbûbiyyettir. Bu durumun hali, haz ve dostluktan mey*dana gelen neş’e gibi şeylerden ibarettir. Gerek neş’e, gerekse haz muhabbet icabı meydana gelen hallerdir. Aşkın icâbından olan bir şey, muhabbetin de îcâbındandır. Bu makama münasip olan salâvatı şerîfenin okunması sâlikin terakki (yükselme) sine vesile olur: “Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihli ve eshabihi efzalü salâvatüke adede, malûmatîke ve bârik veselllim.”
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.” |
#46
|
|||
|
|||
Sırf (Cenabı Hakkın) Zatına Mahsus Olan Muhabbet
SIRF (CENAB-I HAKKIN) ZÂT'(IN)A MAHSUS OLAN MUHABBET
Kâmil mürşidin, sâlik (mürid)e Hakikati Âhmediyye dairesinde teveccühünden sonra, sırf zâtî olan muhabbet dâhilinde tevec*cüh eder, Bu makâmda, sırf zatî olan sevginin murakabesini emre*der. Yine bu makâmda nisbeti bâtihiyye (gizli), maddî renklerden ayrılış ve filce yüce kemâlât sırlarının görünüşleri meydana çıkar. Bu mertebe, aynî olmayan Mutlak Hazret’e daha yakındır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme âit olan makâmlardan bazıları ile diğer enbiya-i izâma (Aleyhimüsselâm) âit olan hakikatler bu makâmlarda tesbit ve zapt edilememiştir. İmâmn Rabbanî’ye göre, mânânın, evvelî aynî olmayan Mutlak Hazrete katılan mânâdır ki, o da muhabbetin teayyünüdür. Mücedidid bu birinci teayyûnü, hakîkatî Muhammediyye (sallallâhü aleyhi ve sellem) içinde ifâde etmiştir.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.” |
#47
|
|||
|
|||
Kamili Mürşidin Salike Lateayyün Mertebesi Dairesinde Teveccühü
KÂMİL MÜRŞİDİN SÂLİKE LATEAYYÜN
MERTEBESİ DAİRESİNDE TEVECCÜHÜ Mürşid-i kâmilin sâlike sırf zâti olan dostluğa yönelişinden sonra, bu defa da Lâteayyün mertebesi dâhilinde teveccühte bulu*nur. Bu makâm da, yine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin makâmlarından birisidir. Bu makâmın seyri, devamlı yolculuk değil, seyr-i nazarîdir. Fakat bu makâmın yokluğunda nazar ne tarafa olur. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme mahsus olan bu nazarı (olan manevî yolculuğun) yön ve he*defini yine kendisinden başka kim bilebilir.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.” |
#48
|
|||
|
|||
Mürşidi Kamilin Salik (Müride) Seyfi Kati Dairesinde Teveccühü
MÜRŞİD-İ KÂMİLİN SALİK (MÜRÎD)E SEYFİ KAT’İ DAİRESİNDE TEVECCÜHÜ
Kâmil, mürşidinin sâlike, Lâteayyün makâmında gözükmesinden sonra, bu sefer de Seyfi katı makâmı dairesinde yönetişte bulunur. Ey sâlik! Bilmiş ol ki: Bu seyfî kâtı makâmı, velayeti kubra makâmının hizasında bulunmaktadır. Bu makâma Seyfi Kâtî denilmesinin sebebine gelince Sâlik ayağını bu makâma basınca, keskin bir kılıçla keser gibi varlığını keserek, manasından ayırır ve vücudunun manasından arta kalan kısmını yok eder. Yalnız vücuda âit olan isim ile eser kalır, işte bunun içindir ki bu makâma Seyf-i Kat’i makâmı denilmiştir.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.” |
#49
|
|||
|
|||
Mürşidi Kamilin Salik (Müride) Kayyumiyyei Makamda Teveccühü
MÜRŞİD-I KÂMİLİN SALİK (MÜRİD) E KAYYUMÎYYEÎ MAKÂMINDA TEVECCÜHÜ
Kâmil mürşidin sâlike Seyfi Kat’ı mertebesi dairesinde teveccü*hünden sonra, bu defa da Kayyûmiyyet makâmında yönelişte bulunur. Kayyûmiyyet makâmı ise, Ülûl Azim (Enbiyanın) kemâlâtı dairesinde meydâna gelmektedir. Bu makâmın sırrına gelin*ce: Kayyûmiyyet makâmı; Ülül Azim derecesinde bulunan nebilere âit bir saltanat mertebesidir, Allah Teâlâ bu saltanatın mirasını, bu ümmet içerisinde yalnız, ikinci bin yılının yenileyicisi, Ahmed Farûkî-ı Serhendi kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Hazretlerine. O’nun mânevi evlât ve halifelerine, husûsî surette vermiş bulunmaktadır. Nitekim büyük Mürşid Abdullah Dehlevî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Hazretleri bu makâma erişmiş kimselerdendi. Zamanının manevî hizmetçisi ve kutbu idi. Her kime ki, Allah Teâlâ bu kayyûmiyyet saltanatının makâmını ikram ederse, o kimseye bir mürşidin tevec*cühünün vasıta olmasına ihtiyaç katmaz, kayyûmiyyet makâmına âit bulunan sırlar ve haller, Allah Teâlâ ile bu makâma erişen zât arasında vasıtasız olarak alınır ve verilir. Bu makâmın hallerini ve sırlarını dil ile anlatmaya kalkışmak doğru olmaz, Bu yüce daireden husûsî surette feyiz alma şerefine nail olan zât’ın derecesinin yüceliğini anlatabilme hususunda akıl yeterli ola*mamaktadır.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.” |
#50
|
|||
|
|||
Mürşidi Kamilin Salike Orucun Hakikati Makamında Teveccühü
MÜRŞİD-İ KÂMİLİN SÂLİKE ORUCUN HAKİKATİ MAKÂMINDA TEVECCÜHÜ
Kâmil mürşidin sâlike Kayyumiyyet dairesinde görünmesinden sonra, bu sefer de orucun hakikati dairesinde teveccühte bulunur. O oruç hakikati ki, manevî mertebesi, Kur’ân-ı Kerim mertebesi hizasındadır. Kâmil mürşid sâlike merhamet ve himmet ederek, oruç makâmından teveccühte bulununca, ölçü ile ifâde edilemeyecek kadar küçük, zerre misâli, merhamet ve himmet sâlik için kifayet eder. Bu yüce hakikatin eserleri, nurları, acaib görünüşleri ve halleri aklın sınırlarını aşmaktadır. Bu makâma eren sâlikte hususi bir yok*luk meydana gelir ve husûsî bir samediyyet makâmı zahir olur. Gene bu makâmda sâlikte erişilmesi çok güç olan manevî zevkler meydana gelmiş, bu makâmın seyrinde olanlar, dibi bulunamaz de*rinlikte denize dalmışlar, açıklanabilmesi ve anlatılması mümkün olmayan sırların sahibi olmalarıdır. İşte bu anlatılanlar, yüce tarikat makâmlarındaki manevî yolcu*luğa dâir izahlardır. Allah Teâlâ Hazretleri nihayetsiz lütuf ve ke*remi île bu yolda sadakat gösterenleri, bahsi edilen derece ve makâmlarla şereflendirsin. Bir kimse ömrünün tamamını böyle bir lütuf ve ihsana nail olduğundan, dolayı şükretmekle tüketse ve nef*sinin tamamını bu yolda harcasa varlığını, şan ve şerefini, toprak gibi hor hakîr kılarak ayaklar altına verse, yine de bu lütfün şük*rünü hakkıyla edâ etmiş olamaz. Ancak binlerce insandan birisidir ki, lütuf ve kerem sahibi olan Allah Teâlâ’nın yardımı ile şükrünü edaya muvaffak olur. Yoksa insanoğlunun vücudundaki her kıtın ayrı ayrı dili olsa da, hepsi birden kendisine ikram edilen lütufların şükrünü edaya çalışsa, belki Allah Teâlâ’nın sonsuz nimet ve il*tifatından ancak birisinin şükrünü edaya muvaffak olabilir. Gerçek olan bundan başkası değildir. El eman, el eman, el eman… (Allah Teâlâ’m. Her hususta Sana gü*veniyor ve sana sığınıyorum.) Senden hakikî iman ve hakkiyle iman etme gücü istiyorum. Ey Aziz, Lâtif ve çok acıyan Yüceler Yücesi Rabbim! Rahman ismi şerifinle isimlenen Rahman sûresi hürmetine (dualarımızı ka*bul eyle.) Sonsuz Rahmetin ve sayısız nimetinden dolayı şükür ve minnetin tamamı ve devamı sana’dır. Gerek gizli, gerekse açıktan ve lâyık surette yapılan bilcümle salât ve selâm yaratılmışların en değerlisi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme olsun. Amîn, Yâ Muin, bi hurmeti Seyyidil mürselin…[84]
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.” |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Şeriat, Tarikat, Hakikat, Mârifet Nedir? | EvlduGavsulAzam | Tasavvuf & Tarikatler | 0 | 21.05.22 15:45 |
Kadiri tarikat Adabı Hakkında | Encyclopedia | Sorularınız | 2 | 28.10.21 13:00 |
Tarikat الطريقة | Kâf-u Nûn | Tasavvuf & Tarikatler | 0 | 03.02.21 23:32 |