|
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
||||
|
||||
Kalpteki iman ilim ve Aklın Durumu
Her Kalpte Üç Durum Bir Arada Bulunur. Yakîn Onlardan Hiç Ayrılmaz. Ancak Onların Zayıflaması ile Yakîn de Zayıflar. Onların Kuvvetlenip Ortaya Çıkması ile de Kuvvetlenir. Çünkü Bu Üç Şey, Yakînin Mekânıdır. Bunların Birincisi Îmândır. Îmân, Yakîn İçin Çakmaktaşı Mesâbesindedir. İkincisi İlimdir. İlim, Yakîn İçin Çakmaktaşını Tutuşturmak İçin Çakmağı Çakmak Gibidir. Üçüncüsü ise Akıldır. Akıl, Çakmaktaşından Tutuşturulup Elde Edilen Ateş Durumundadır. Bu Üç Sebep, Bir Araya Geldiğinde Kalpte Yakîn Nûru Parlar ve Etkisini Gösterir.
Kalp, Bu Mânevî Desteklerle Kuvvet Bulması ve Tasfiye Olması Konusunda Bir Lambaya Benzer. Akıl Kandil Durumunda, İlim de Zeytinyağı Konumundadır. Bu Zeytinyağı, Lambanın Rûhu/Işık Kaynağıdır. Yani, İlmin Kuvvet ve Desteği ile Yakîn Ortaya Çıkar. Lambanın Fitili de, Îmâna Benzer. Işığın Ortaya Çıkması ve Devamı İçin O, Temel Bir İhtiyaçtır. Yakıtı Güzel, Fitili Sağlam Olan Lambanın Güzel Işık Verdiği Gibi, Îmânı Güzel, İlmi Düzgün, Aklı Kuvvetli Olan Kalbin de Yakîni O Derece Kuvvetli ve Parlak Olur. Verâ, Takvâ, İlâhî Korku ve Zühd ile Îmân ve Dolayısıyla Kalp Kuvvet Bulur, Yakînin Nûru Artar. Bu Durumda İlim, Tevhîd İçin Bir Mekân Olur. Tevhîd Ehlinin İlmi Arttıkça Yakîni ve Tevhîd Nûru da Artar. Allahû Teâlâ Âyet-i Kerîmede Şöyle Buyurmuştur, “Bil ki Allah’tan Başka İlâh Yoktur!” Bir Diğer Âyette de Şöyle Buyurulur, “Biliniz ki Bu Kur’an Ancak Allah’ın İlmiyle (Bilgisi Dâhilinde) İndirilmiştir. O’ndan Başka İlâh Yoktur...” Allahû Teâlâ Hazretleri Bu Âyetlerde İlmi, Tevhîdden Önce Zikretmiştir. Buna Göre İlim, Tevhîdin Evvelî Olmaktadır. Şu Hâlde Kalp, Her Ne Zaman Allah’a Ait Bilgi ve Mârifetle Genişler ve Dünyâ Sevgisinden Tamamen Yüz Çevirirse, Îmân Yükselmesi de Artar. Çünkü Bu Yükselme Ânında O, Başkalarının Görmediğini Görür ve Mârifetle Genişleme Durumunda, Diğer İnsanların Bilmediklerini Bilir. İşte Mü’min Bu Şekilde Gelişir, Olgunlaşır. Bu da, Onun Îmân ve Mânevî Kuvvetini Artırır. Sonra, Îmân Ettiği Her Şeyi Müşâhede Eder Duruma Gelir. Bu Sayede Nefsinde Kuvvet, Müşâhedesinde Bir Genişlik Meydana Gelir. Her Ne Zaman Kulun Allahû Teâlâ’ya ve O’nun Sıfatlarına Ait Mârifeti, Melekût Âlemindeki Hüküm ve Tecellileriyle İlgili Bilgisi Azalsa, O Ölçüde Îmânı Zayıflar. Sonra, Îmân Ettiği Şeyleri, Kendisini Sebepler Perdesi Kapladığı ve Sardığı İçin, Bir Perde Arkasından Müşâhede Eder. Hayr ve Taâtlerde İlerlemekten Âciz Kalması Sebebi ile (İlâhî Kelâm ve Mesajı) Ancak Bir Perde Arkasından İşitir. Bu da, Onun Îmânının Zayıflamasına ve Müşâhedesinin Hakkıyla Gerçekleşmeyip, Hayal Durumunda Kalmasına Sebep Olur. Allahû Teâlâ’nın Zât, Sıfat ve Âyetleri Hakkında Yüz Bin Manâ Bilen, Sonra Bütün Bu Bildiklerini Keşif Yoluyla Yakından Müşâhede Eden Kimse ile Onlardan Ancak On Manâ Bilen, Sonra Onları da Bir Perde Arkasında Uzaktan Seyreden Kimse Bir Değildir. Gerçi İkisi de Mü’mindir Fakât Îmânları Arasında Yakınlık, Yükseklik, Fazlalık ve Noksanlık Konusunda On ile Yüz Bin Arasındaki Fark Gibi Fark Vardır. Bu Durumda, Normal Bir Müslüman Kimsenin Kalbindeki Îmân, Yakîn Ehlinin Kalbindeki Îmândan Binlerce Derece Az ve Zayıftır. Îmân Noktasında Biraz Daha Olgunluk Kazanmış Mü’min Kalbindeki Îmân da, Sahip Olduğu Mârifet-i İlâhîye Nispetinde Azalmakta veyâ Çoğalmaktadır. Bu Hâlin Aklî Tecrübelerimizdeki Misâli Şudur; Bir Adam Sana, “Yanımda Falânca Vardır.” Dese, Sen Adamın Yanında Bahsedilen Zâtın Bulunduğunu Bilirsin Fakât Bu, Yakîn Bir Bilgi Değildir. Çünkü Adamın, Yanındakini Başkasıyla Karıştırması yahût Önceden Yanında iken Sonra Çıkması ve O Ân Orada Bulunmaması İhtimâli Söz Konusudur. Bu (İslâm’a Yeni Girmiş) Müslüman’ın Îmânının Misâlidir. Bu Kimse Sadece Duyduğu Habere İnanır. Sonra, Perdenin Yanına Gelsen ve Bahsedilen Zâtın Sesini Perde Arkasından İşitsen, Onun İçeride Olduğunu Kesin Olarak Bilirsin. Çünkü Bizzât Sesini İşittin ve Onun Perde Arkasında Olduğu Kanaâtine Vardın. Ancak Bu Bilgi de, Yüzde Yüz Kesinlik Arz Etmez. Çünkü Sesler Birbirine Benzer; Ağız, Şive ve İfâdeler Birbirine Yakın Olabilir. Şâyet Daha Sonra Adam, “O Benim Yanımda Yoktu, Konuştuğun Başkasıydı, Sesi Benzermiş Olabilir.” Dese, Bu Durum, İhtimâl Dâhilinde Olduğu İçin Sen Şüpheye Düşersin ve Elinde, Bunun Yanlış Olduğunu Ortaya Koyacak Yakîn Bir Delilin ve Onu İnkâr Etmeye Yetecek Sağlam Bir Şahidin Bulunmaz. Bu Anlattığımız da, Mü’minlerin Genelinin Îmânı İçin Bir Misâldir. Bu da Sonuçta Habere Dayanmaktadır. Şu Kadar Var ki, Öncekinden Farklı Olarak Bunda Zân ile Karışık Delile Dayalı Yakîni Bir Bilgi de Mevcuttur. Ancak O, Âriflerin Müşâhedesinden Başka Bir İlimdir. Çünkü Bâzen Bu Tür Bilgiye, Benzeme ve Hayal Karışabilir, Sahipleri de Yakîn Bir Delille Durumu Fark Edip Arızayı Defedemezler. Bir de Sana, “Falânca Yanımdadır.” Denildikten yahût Sen Adamın Sesini İşittikten Sonra, O Ân İçeriye Gelerek Arada Hiçbir Perde Olmaksızın Adamı Oturur Vaziyette Görecek Olsan, İşte Bu, Yakîn ve Kesin Bilgidir. Yakîn Ehlinin Müşâhedesi İşte Böyle Olur. O Ânda Bütün Şüpheler Ortadan Kalkar ve İlmin Bildirdiği Şeyler Gerçekleşmiş Olur. Bu, Yakîn Ehlinin Îmânı ve İlminin Misâlidir. Görüldüğü Gibi, Doğruluk ve Yanlışlık İhtimâli Olan Bir İlme ve Perde Arkasından, Başkasının Sözüyle Karıştırılabilecek Bir Sözü Dinlemeye Dayanan, Mü’minlerin Geneline Ait Îmân, Bu Îmânın Altında ve Aşağısındadır. Gerçi Hepsine Birden Mü’min İsmi Verilmektedir Fakât Birinci Şahıs, Kendisine Söylenen Söze Bakarak Bahsedilen Zâtın İçeride Olduğunu Bilmiş ve Tasdik Etmiştir. İkinci Şahıs da, İşitmesine Dayanarak Onun İçeride Olduğu Sonucuna Varmış Fakât Onu, Bizzât Görerek Kesin Sonuca Ulaşamamıştır. Üçüncü Şahıs ise Sözü Geçen Kimseyi Gözüyle Görerek Yakîn ve Kesin Bilgiye Sahip Olmuştur. Rasülullah Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Efendimiz, Bu Adamın Hâlinin Diğerlerinden Daha Yüksek Olduğuna Şu Sözleriyle Şahidlik Etmiştir, “Kuldan Duyulan Haber, Gözle Görmek Gibi Değildir.” Hadîsin, “Sadece Haber Veren Kimse, Gören Gibi Değildir.” Rivâyeti de Vardır. Bu Anlattıklarımızın Bir Başka Misâli de Şudur ki; Düşün ki, Bir Şeyi Gündüz Görsen, Onu ve Bulunduğu Yeri Yanılmayacağın Şekilde İyice Tanırsın. Sonra O Şeye Geceleyin İhtiyacın Olsa ve Yerini de Tam Olarak Bilemesen, Bu Durumda, O Şeye Daha Önceki Delil ve Bilgilerine Dayanarak ve Yerinde Bulunduğunu Düşünerek Ulaşmaya Çalışırsın yahût Onun Bulunduğu Yerden Ayrılmadığını Gösteren Başka Bir Vâsıtanın Yardımıyla Yerini Tâyin Edersin. İşte, Müşâhede Karşısında, Görünmeyen Delillerin Durumu da Böyledir. Yine, Bir Şeyin Ay Işığında Görülmesiyle, Güneş Işığında Görülmesi de, Bu Anlattıklarımıza Uygun Düşmektedir. Hiç Şüphesiz Ay Işığı, O Şeyi Karaltı Hâlinde de Olsa Gösterir ve Sorunu Giderir. Güneş Işığı ise Hiçbir Şüpheye Mahal Bırakmayacak Şekilde O Şeyi Olduğu Gibi Gösterir. Îmân Nûru ile Yakîn Nûru da Böyledir. Önceki Ay, Diğeri Güneş Işığına Benzer. Hepsi Aynı İsmi Aldığı Hâlde, Mü’minlerin Durum ve Kemâlat Hâllerindeki Farklılığa Dördüncü Bir Örnek de, Cemaâtle Kılınan Dört Rekâtlı Bir Namazda, Farklı Zamanlarda Îmâma Uyan Kimselerin Durumudur. Bir Adam Camiye Vaktinde Geldi ve Îmâma İftitah/Başlama Tekbirinde Yetişti. Sonra Bir Diğeri Geldi İlk Rükûya Yetişti. Bir Başkası İkinci Rekâta, Bir Diğeri Üçüncü Rekâta, En Sonra Gelen Birisi de Dördüncü Rekâta Yetişti. Şimdi, Bunların Hepsi, Namazlarını Kılmış, Onu Cemaâtle Edâ Etmiş ve Rasülullah Aleyhisselâm’ın, “Kim Namazın Bir Rekâtında Îmâma Yetişirse, Namazı Cemaâtle Kılmış Olur.” Hadîsinden Dolayı, Cemaâtin Fâziletine Ulaşmış Olmaktadırlar Fakât İlk Rekâta Yetişen Kimse, Namazın Kemâli ve Hakîkâtine Ulaşma Noktasında Namaza Üçüncü ve Dördüncü Rekâtta Yetişen Kimse Gibi Değildir. Aynı Şekilde, İftitah Tekbirinde Îmâma Uyan Bir Kimse de, Fâzilet Cihetinden, Kıyâma Hiç Yetişemeyip Rükûda Îmâma Uyan Kimseden Farklıdır. Hâlbuki Bu İkisi İlk Rekâtı Beraber Kılmış Sayılmaktadır. İşte, Îmânın Kemâli ve Hakîkâti Konusunda Mü’minlerin Durumu da Böyledir. Her Ne Kadar Hepsine Mü’min Deniliyor ise de, Onların Fâziletleri Bir Değildir. Mü’minlerin, Âhiretteki Farklı Derece ve Makamlarda Olması da Böyledir. Bir Hadîs-i Şerifte Belirtildiğine Göre, Kıyâmet Günü Şöyle Denecektir, “Kalbinde Zerre Kadar, Yarım Miskal, Miskalin Dörtte Biri ve Bir Arpa Ağırlığınca Îmânı Bulunanı Ateşten Çıkarın!” Görüldüğü Gibi Onlar, Îmân Noktasında Birbirinden Farklıdırlar. Hepsi de Ateşe Girmişlerdir Ancak Oradaki Yerleri İtibârıyla Aynı Değillerdir. Bu Hadîsten, Kalbinde Azıcık Îmânı Olan Kimsenin, Bu Îmânının Onun Ateşe Girmesine Mani’ Olamayacağı, İşlediği Büyük Günâhlar Sebebiyle Oraya Uğrayacağı Anlaşılıyor. Bununla Birlikte, Kalbinde Zerre Kadar Îmânı Bulunanın da Ebedîyen Ateşte Kalmayacağı Ortaya Çıkıyor. Çünkü Bu Kimsede, Azıcık da Olsa Bir Îmân ve Yakîn Bulunmaktadır. Îmânı Daha Fazla Olanın Ateşe Girme Durumu Yoktur ve O Kimse Ebrâr/İyiler Sınıfına Girmektedir. Îmânı Zerreden Daha Noksan Olan Kimse, Her Ne Kadar Adı Mü’minlerin Arasında Geçse de, Ateşten Çıkmayacaktır. Çünkü O, Allah’ın Ezelî İlminde Fâcir Münâfıklardandır. Allahû Teâlâ Hazretleri Bu Kimseler Hakkında Şöyle Buyurmuştur, “Şüphesiz Fâcirler (Kâfirler ve Münâfıklar) Cehennem Ateşindedirler.” ve “Oradan Hiç Ayrılmayacaklardır...” Sonra, Zerre ve Miskal Ağırlığınca Îmânı Olan Kimseler, Farklı Derecelerde Cennette Olacaklardır. Îmânı Miskalden Daha Ağır Olan Kimseler ise Bunların Üzerinde İlliyîn Makamında Bulunacaklardır. En Yüksek Derece Sahipleri ise Semâda Yıldızların Yükselmesi Gibi İlliyîn Makamında Olanların Daha Üzerinde Olacaklardır. Bütün Bu Gruplar, Farklı Derece ve Birbirinden Üstün Makamlarda Cennette Toplanmış Olacaklardır. Rasülullah Aleyhisselâtû Vesselâm Efendimiz, “İnsandan Başka, Kendi Cinsinden Bin Misli Daha Hayırlı Olan Hiçbir Şey Yoktur.” Buyurmuşlardır. Ömrüme Yemin Olsun ki, Hiç Şüphesiz Yakîn Ehlinin Kalbi, Sıradan Bir Müslüman’ın Kalbinden Bin Kat Daha Hayırlıdır. Çünkü Onun Îmânı Normal Mü’min Îmânından Yüzlerce Derece Yüksekte ve Marifetullah İlmi, Bir Müslüman’ın İlminin Yüzlerce Derece Üzerindedir. Üç Yüzlerden Bir Ebdâlin/Seçkin Velînin Kıymeti, Üç Yüz Mü’minden Daha Yüksek Olduğu Söylenmiştir. Ebû Muhammed Demiştir ki, “Allahû Teâlâ, Bâzı Mü’minlere Uhud Dağı Ağırlığınca, Bâzılarına da Zerre Kadar Îmân Verir.” Allahû Teâlâ Hazretleri Bir Âyet-i Kerîmesinde, “Eğer (Gerçekten) İnanırsanız, En Üstün Sizsiniz.” Buyurmuştur. Yani, Yüce Şeylere ve Yükselmeye İnanırsanız, En Üstün Olursunuz Demektir. Malûmdur ki, Îmânın Yükselmesinin Bir Nihâyeti Yoktur. Bu Durumda, Her Kalbin Yücelmesi ve Yükselmesi Îmânı Miktarınca Olmaktadır. Bunun İçin Âlimlerin Derecesi, Diğer Mü’minlerden Daha Yüksektir. Bu Durum, Şu Âyet-i Celîlede İfâde Edilmektedir, “Allah, Îmân Edenlerinizi Yükseltir. Kendilerine İlim Verilenler İçinse (Cennette Yüksek) Dereceler Vardır.” İbni Abbâs Radiyallâhû Anh, Bu Âyet-i Kerîmeyi Tefsir Ederken Şöyle Demiştir, “Kendilerine İlim Verilenler, Diğer Mü’minlerden Yedi Yüz Derece Üsttedir. Her Derece Arasında, Gök ile Yer Arası Kadar Mesâfe Vardır.” Bir Hadîs-i Şerifte Şöyle Buyurulmuştur, “Cennet Ehlinin Çoğunluğu Kalbi Saf Kimselerdir. İlliyîn Makamı ise Gerçek Akıl Sahiplerine Mahsûstur.” Rasülullah Aleyhisselâtû Vesselâm Efendimiz Bir Diğer Hadîs-i Şeriflerinde de Şöyle Buyurmuştur, “Âlimin Âbide Karşı Üstünlüğü, Dolunayın Diğer Yıldızlara Üstünlüğü Gibidir.” Hadîsin Bir Başka Rivâyetinde, Bundan Daha Geniş ve Etkili Bir Manâda Şöyle Buyurulmuştur, “Âlimin (Sırf) İbâdetle Uğraşan Kimseye Karşı Üstünlüğü, Benim Ümmetime Üstünlüğüm Gibidir...” Şu Hâlde Yakîn Ehli Mü’minler, Îmân Yönünden Daha Üstün, Yakîn Ehli İçerisinde Âlim Olanlar ise Makam Olarak Daha Yüksektirler. Sonra, Kandile Konan Yakıt Ne Kadar Temiz ve Katkısız Olursa, O Nispette Yanışı Güzel ve Işığı Fazla Olur. Akıl da Böyledir. Onu Karıştıracak Şeylerden Temiz, Birtakım Hâl ve Mal Sıkıntısından Uzak Olduğu Zaman, Dengesi Güzel, Huzuru Yerinde Olur. Bütün Bunları İçerisinde Toplayan da, Kandil Mesâbesindeki Kalptir. Kalbin İnceliği, Cevherinin Letafeti, Kendisini Karıştıracak Şeylerden ve Çeşitli Etkilerden Temizliği Ne Kadar İleri Derecede Olursa, O Nispette Kalpte Mânevî İlimler ve Nûrlar Oluşur. Kandilin Maddesinin Güzel ve Temiz Olması, İçerisindeki Yakıta Bağlı Olduğu Gibi, Yakıtın Temiz ve Güzel Kalması da, Lambanın Cevherine (Aslî Maddesinin Temizliğine) Bağlıdır. Kalp ve Akıl da Birbirlerine Nispetle Böyledirler. Lambanın Işığının Yanması, Fitilinin Kuvvetine ve Yakacak Maddesinin Desteğine Muhtaçtır. Kalpteki İlmin Kuvveti ve Desteği Nispetinde, Orada Allah Bilgisi/Marifetullah ve Yakîn Meydana Gelir. Bu, Her Şeye Hükmü Geçen ve Her Şeyi Bilen Allah’ın Takdiri ile Olmaktadır. Kötülüğün Kaynağı Olan Üç Şey Hangi Kalpte Şu Üç Şey Toplanırsa, O Kalpten Hevâ Düşüncesi (ve Nefsinin Vesvesesi) Hiç Ayrılmaz. Bunlar; Cehâlet, Tamah ve Dünyâ Sevgisidir. Bu Üç Şeyin Kalpte Yer Etmesi, Kuvvetlenmesi veyâ Zayıflaması Nispetinde, Nefsânî Düşünceler de Zayıflar veyâ Kuvvetlenirler. Yukarıda Zikrettiklerimizde de Durum Aynıdır. Kalpteki Îmân, İlim ve Aklın Kuvvetlenmesi ve Zayıflaması Nispetinde, Yakîn Kuvvetlenir veyâ Zayıflar. Kalpte Bu İki Grubun Etkisi ve Hâkimiyeti Ortaya Çıkar. İdâre ve Yetki Hangisinin Eline Geçerse, Hâkimiyet Ona Ait Olur ve Kalpte Onun Hükmü Geçer. |
|
|