Fıkhu'l-Ebsat - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > islam & Tasavvuf > Tasavvuf & Tarikatler > Tasavvuf Sohbetleri

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 07.07.20, 22:32
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Fıkhu'l-Ebsat

Hamd Âlemlerin Rabbına, Salât ve Selâm Efendimiz, Hz. Muhammed ve O'nun Âl ve Ashabına..

İmam Ebû Bekr Muhammed b. Muhammed el-Kâşânî, Ebû Bekr Alâu'd-Din Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî'den rivayet etti. Bize Ebû'l-Muin Meymun b. Muhammed en-Mekhûlî en-Nesefi, ona el-Fadl lakaplı, Ebû Abdillah el-Hüseyn b. Ali el-Kaşgarî, ona Ebû Mâlik Nasrân b. Nasr el-Huttelî, ona Ali b. el-Hasen b. Muhammed el-Gazzâl, ona Ebû'l-Hasen Ali b. Ahmed el-Fârisî, ona Nusayr b. Yahya el-Fakih haber verdi. Şöyle dedi: Ebû Muti Hakem b. Abdillah el-Belhi'nin şöyle söylediğini işittim: Ebû Hanîfe'ye (r.a.) fıkhı ekberi sordum, şöyle dedi:

Ehl-i kıbleden olan bir kimseyi herhangi bir günahla tekfir etmemen, kimseyi imandan uzaklaştırmaman, marufu emredip münkerden sakındırman, senin için takdir olunan şeyin sana mutlaka isabet edeceğini, senin için takdir olunmayanın da sana isabet etmeyeciğini bilmen, Hz. Peygamber'in ashabından hiçbiri ile ilgini kesmemen, birini sevip diğerini sevmemezlik etmemen, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin durumunu Allah'a havale etmendir.

Ebû Hanîfe (r.a.) şöyle dedi: Dinde fıkıh, ahkâmda fıkıhtan daha üstündür. Kişinin nasıl ibâdet edeceğini öğrenmeye çalışması, kendisi için birçok ilmi toplamasından daha hayırlıdır.

Ebû Muti şöyle dedi: Bana dinin en faziletlisini haber ver, dedim. Ebû Hanîfe şöyle dedi:

-Fıkhın en faziletlisi, kişinin Yüce Allah'a îmanı, şerâyi, sünnetler, hadler, ümmetin ittifak ve ihtilafını bilmesidir.

Ebû Muti: Îmanın ne olduğunu bana açıklayın.

Ebû Hanîfe: Bana Alkame b. Mürsed, Yahya b. Ya'mur'dan rivayet etti ve şöyle dedi: İbnu Ömer'e, bana din nedir, haber ver dedim. O da îmana sarıl ve onu öğren, dedi. Ben îman nedir, bana öğret, dedim. Şöyle dedi: "...elimi tuttu ve beni yaşlı bir zata götürdü. Yanına oturttu ve şöyle söyledi: Bana îmanın ne olduğunu soruyor diyerek, bu zatın Hz. Peygamberle birlikte Bedir Savaşı'na katılanlardan olduğunu söyledi. İbnu Ömer şöyle devam etti: Ben Hz. Peygamber'in yanında idim, bu zat da beraberdi. Birden karşımıza, güzel saçlı, sarık giymiş, çölde yaşadığını zannettiğimiz bir adam çıkageldi. İnsanların arasından geçerek Hz. Peygamber'in (s. a.) önünde durdu-Ey Allah'ın elçisi, îman nedir? diye sordu. Hz. Peygamber de:

-Îman, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmen, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Yüce Allah'tan olduğuna inanmandır, buyurdu. O zat buna karşı:

-Doğru söyledin, dedi.

Biz çöl insanlarının câhil olmaları dolayısıyla onun Hz. Peygamberin sözlerini tasdik etmesine hayret ettik. Bu zat daha sonra:

-Ey Allah'ın Resulü, İslâm'ın şeâiri (alâmetleri) nedir? diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

-Namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak, gücü yeten kimse için hacca gitmek ve cünüplükten dolayı gusl etmektir, buyurdu. Bunun üzerine o zat:

-Doğru söyledin, dedi.

Biz, sanki sorduğunu biliyormuşçasına Hz. Peygamberi tasdik etmesine şaşırdık. O zat daha sonra:

-Ey Allah'ın Resulü, ihsan nedir? diye sordu. Hz. Peygamber de:

-İhsan, Allah'ı görürcesine O'na ibâdet etmendir. Sen O'nu görmesen bile, O seni görür, buyurdu. O zat:

-Doğru söyledin, dedi ve devamla kıyametin ne zaman kopacağını sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

-Bu hususta sorulan, sorandan daha bilgili değildir, buyurdu. O zat daha sonra ayağa kalktı, insanların ortasına gelince, onu bir daha göremedik. Hz. Peygamber şöyle dedi:

-Bu gelen Cebrail idi, size dininizden bilmeniz gereken şeyleri öğretmek için geldi. (el-Buharî, îman 37; Müslim, îman 57; Ibn Hanbel, Müsned 1/37, 51, 53.)

Ebû Muti: Ebû Hanîfe'ye, buna kesin olarak inanan ve ikrar eden mü'min midir? diye sordum. Şöyle dedi:

-Evet, bunu ikrar edince, İslâm'ın bütününü ikrar etmiş olur ve o kimse mü'mindir.

-Eğer Allah'ın halkettiklerinden bir şeyi inkâr edip, "bilmem ki bunun yaratıcısı kim?" derse ne olur, diye sordum Şöyle dedi:

-O kimse, "Allah her şeyin halikıdır..."(el-En’am,103) âyetinden dolayı kâfir olur. Sanki o kimse, o şeyin Allah'tan başka yaratıcısı vardır, demiştir. Keza "Allah'ın bana namaz, oruç ve zekâtı farz kıldığını bilmiyorum," dese yine kâfir olur. Çünkü Allah "Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin."(el-Bakara,43,83,110) ve "Sizin üzerinize oruç farz kılındı.."(el-Bakara,178), «Akşama girerken de, sabaha ererken de, Allah'ı tenzih edin."(er-Rum,17,18) buyurmuştur. Eğer o kimse "ben bu âyete inanıyorum, fakat te'vil ve tefsirini bilmiyorum" derse kâfir olmaz. Çünkü o kimse âyetin Allah tarafından indirildiğine îman etmiş ve fakat tefsirinde hata etmiştir.

-Şirk diyarında bulunan. İslâm'ı mücmel olarak kabul eden, farzları ve amelleri bilmeyen, kitabı ve İslâm'ın icaplarını ikrar etmediği halde Allah'ı ve îmanı kabul eden, fakat îmanın icaplarını ikrar etmeyerek ölen kimse mü'min midir? diye sordum.

-Evet, dedi. Ben de:

-Eğer îmanı kabulden başka bir şey bilmez, amel etmez ve ölürse? diye sordum.

-O, mü'mindir, dedi.

-Bana îmanın ne olduğunu açıklayın, dedim. Şöyle dedi:

-Îman, Allah'tan başka ilâh olmadığına, O'nun bir olup şeriki bulunmadığına, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, cennetine, cehennemine, kıyamete, hayır ve şerrine, hiçbir kimseye kendi amelini yaratma gücünün verilmediğine, insanların kendisi için yaratıldıkları sonuca ve ilâhi takdirin cereyan ettiği şeye intikal edeceklerine şahitlik etmendir, dedi.

-Eğer bunun hepsini kabul eder ve fakat "Dileyen îman etsin, dileyen kâfir olsun."âyetinden dolayı dilemek bana aittir, istersem îman ederim, istersem îman etmem, derse ne olur? diye sordum. Ebû Hanîfe şöyle dedi:

-O kimse iddiasında yalancıdır. Allah'ın "Gerçekten Kur'ân bir öğüttür. Kim dilerse ondan öğüt alır. Ancak Allah'ın dilediği kimse öğütlenir."(el-Müddesir,54,56), "Siz, Allah dilemedikçe birşey dileyemezsiniz."(el-İnsan,30) âyetlerini görmüyor musun? "Dileyen îman etsin, dileyen kâfir olsun."el-Kehf,29) âyeti vaid (tehdid) içindir. O kimse bu sözü ile âyeti reddetmediği için kâfir olmamıştır. Ancak âyetin tenzilini reddetmemiş fakat te'vilinde hata etmiştir.

-Bir kimse, bana isabet eden bir musibetle Allah beni müptela mı kılmıştır, yoksa onu ben mi iktisap etmişimdir? O musibet Allah'ın beni müptela kıldığı şeylerden değildir, derse kâfir olur mu? diye sordum. Ebû Hanîfe:

-Hayır, dedi.

-Niçin? diye sordum.

-Çünkü Allah "Sana isabet eden iyilik Allah'tandır. Sana isabet eden kötülük de nefsindendir."(en-Nisa,79) buyurur. Yani kötülük, günahın sebebiyledir, ben de onu günahın sebebiyle sana takdir ettim, demektir. Keza Yüce Allah şöyle buyurur: "Size isabet eden her musibet, ellerinizle işledikleriniz yüzündendir."(eş-Şura,30) Yani günahlarınız sebebiyledir. Keza "O dilediğini dalalette bırakır, dilediğine hidayet eder."(en-Nahl,93) buyurur. Fakat o kimse te'vilde hata etmiştir. "Allah insan ile kalbi arasına girer."(el-Enfal,24) âyetinin mânâsı mü'minle küfür arasına, kâfirle iman arasına girer, demektir.

Ebû Hanîfe (r. a.) şöyle dedi: Şüphesiz ki, kulun kendisiyle kötülüğü işlediği güç (istitâat), bizatihi kulun iyiliği işlemesi için de müsaittir. Kul, Allah'ın kendisinde meydana getirdiği, kötülükte değil, iyilikte kullanılmasını emrettiği istitâatı sarf ve tevcihinden dolayı ceza görecektir.

-Eğer Allah kullarını günah işlemeye icbar ediyor, daha sonra onları günahtan dolayı cezalandırıyor, derse nasıl cevap veririz, diye sordum. Şöyle dedi:

-O kimseye, "Kul kendisi için fayda veya zarar vermeye kadir olabilir mi?" diye sor. Eğer, "Hayır, çünkü onlar taat ve masiyet dışında kendileri için fayda ve zarar konusunda mecburdurlar," derse, ona "Allah şerri yarattı mı?" diye sor. O buna "evet" derse kendi iddiasından vazgeçmiş olur. Eğer "hayır" derse: De ki: "Yarattığı şeylerin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım."(el-Felak,1,2) âyetinden dolayı kâfir olur. Çünkü bu âyet, Allah'ın şerri yarattığım haber vermektedir.

-Eğer, "Siz, Allah küfrü ve îmanı diledi demiyor musunuz?" der ve ona evet dersek, o yine Allah "O, takvaya lâyık olan, mağfirete ehil olandır"(el-Müddesir,56) buyurmuyor mu? diye sorar, biz de "evet" dersek, o da, "Allah küfre lâyık mıdır?" derse, biz o kimseye karşı ne cevap veririz? diye sordum. Şöyle dedi:

-O taatı dileyene ehildir, masiyeti dileyene ehil değildir, deriz. Eğer "Allah kendisine karşı yalan söylenmesini dilemedi," derse ona şöyle söyle: Allah'a iftira etmek kelam ve söz müdür, yoksa değil midir? Evet, derse: Âdem'e isimlerin hepsini öğreten kimdir? diye sor. Eğer, Allah'tır, derse şöyle de: Küfür kelam nev'inden midir, değil midir? Eğer, evet, derse şöyle sor: Kâfiri kim konuşturdu? Eğer Allah konuşturdu, derse kendi fikrine karşı çıkmış olur. Çünkü şirk kelam nev'indendir. Eğer Allah dilemiş olsaydı, onlara şirk sözünü konuşturmazdı.

-Eğer "kişi isterse yapar, isterse yapmaz; isterse yer, isterse yemez, isterse içer, isterse içmez" derse? diye sordum. Ona şöyle söyle, . dedi:

-Allah, İsrail Oğullarının denizi geçmelerine hükmedip, Firavun'un boğulmasını takdir etti mi? diye sor. Evet, derse:

-Firavun'un Hz. Musa'yı ele geçirmek için gitmemesi (halinde), kendisinin ve ashabının boğulmaması vaki olur muydu? diye sor. Eğer, evet, derse kâfir olur. Hayır, derse önceki sözünü nakzetmiş olur.


---------- Post added 07.07.20 at 22:33 ----------

ALLAH'IN DİLEMESİ

-Allah yaratmayı dilemediği bir şeyi emretmiş fakat bir şeyi emretmediği halde yaratmış mıdır? diye sordum:

-Evet, dedi.

-Bu nasıl olur? diye sordum.

-Allah kâfire müslüman olmayı emretmiş, fakat kâfir için müslümanlığı yaratmamıştır. Kâfir için küfrü dilemiş, fakat kâfire küfrü emretmediği halde yaratmıştır, diye cevap verdi.

-Allah, emretmemiş olduğu bir şeyden razı olur mu? diye sordum.

-Evet, nafile ibâdetler buna misaldir, dedi.

-Allah bir şeyi emrettiği halde ondan razı olmaması durumu olur mu? diye sordum.

-Hayır, dedi.

-Niçin?diye sordum.

-Çünkü Allah emrettiği her şeyden razı olur, dedi.

-Allah kullarını razı olduğu hususlardan dolayı mı, yoksa razı olmadığı hususlardan dolayı mı azaba çeker? diye sordum.

-Allah kullarını razı olmadığı şeyler için azaba çeker. Onlara; küfür, masiyet ve rıza göstermediği konularda azap eder, dedi.

-Allah onlara, dilediği için mi, yoksa dilemediği için mi azap eder? diye sordum.

-Allah onlar hakkında dilediği için azap eder. Çünkü Allah kullarında âsi için masiyeti, kâfir için küfrü dilediği halde, küfür ve masiyet dolayısıyla azaplandırır, dedi.

-Allah, onlara İslâm'ı emretmiş, sonra onlar için küfrü dilemiş midir? diye sordum. Evet, dedi.

-Allah'ın dilemesi emrini mi geçmiştir, yoksa emri mi dilemesini geçmiştir? diye sordum.

-Allah'ın dilemesi emrini geçmiştir, dedi.

-Allah'ın dilemesi onun rızası mıdır, değil midir? diye sordum.

-Dilemesi, rızası ve emrettiği hususta taat ile amel eden kimse için, Allah'ın rızası vardır. Allah'ın emrettiğinin hilafına amel işleyen kimse onun dilemesi ile işlemiş olur, fakat onun rızasıyla işlemiş olmaz. Ona karşı masiyet işlemiş olur. Masiyet ise Allah'ın rızası hilâfınadır, dedi.

-Rızası olan konuda Allah kullarını azaba çeker mi? diye sordum.

-Allah, kullarını, razı olmadığı küfürden dolayı azaba çeker. Fakat onların taatı terketmeleri ve masiyet işlemelerinden dolayı onlardan intikam alıp, azap etmeye rızası vardır, dedi.

-Allah, mü'minler için küfrü dilemiş midir? diye sordum.

-Hayır, fakat mü'minler için îmanı dilemiştir. Keza kâfirler için küfrü, zina edenler için zinayı, hırsızlık edenler için hırsızlığı, ilim erbabı için ilmi, hayır sahipleri için de hayrı dilemiştir. Allah, kâfirleri yaratmadan önce onların kâfirler ve sapıklar olmasını dilemiştir,dedi.( Allah'ın ezelden dilemesi, küfrü ve dalaleti yaratması, kulun muhtar olup onu seçeceği dolayısıyladır. Bu ifadeden kulun mecbur olduğu anlaşılmamalıdır.)

-Allah kâfirleri, razı olduğu şeyi yarattığından dolayı mı, razı olmadığı şeyi yarattığından dolayı mı azaplandırır? diye sordum.

-Allah kâfirleri yaratmaya razı olduğu şeyden dolayı azaba uğratır, dedi.

-Niçin? diye sordum.

-Allah, küfrü yaratmaya rızası olduğu halde onları küfürlerinden dolayı azab çeker. Fakat Allah'ın bizatihi küfre rızası yoktur, dedi.

-Allah "Kulları için küfre rızası yoktur."(ez-Zümer,7)buyurduğu halde nasıl olur da küfrü yaratmaya rızası olur? diye sordum. Şöyle cevap

verdi:

-Allah onlar hakkında diler, fakat razı olmaz.

-Niçin?

-Çünkü Allah İblis'i yaratmıştır, İblis'i yaratmaya rızası var, fakat İblis'in kendisine rızası yoktur. Keza Allah, içkiyi ve domuzu yaratmıştır. Onları yaratmaya rızası olduğu halde kendilerine rızası yoktur.

-Niçin?

-Allah içkinin kendisine rıza gösterse idi, onu içen Allah'ın razı olduğu şeyi içmiş olurdu. Fakat onun içkiye ve küfre, İblis'e ve fiillerine rızası yoktur. Fakat bizzat Hz. Muhammed'e rızası vardır.

-Yahudiler, "Allah'ın eli bağlıdır."(el-Maide,64) diyorlar. Onların bu sözüne Allah'ın rızası var mıdır?

-Hayır, dedi.



O kimse "Allah bütün insanları melekler gibi itaatkâr yaratmak isteseydi, buna kadir olur muydu? Bunu haber ver." denildiğinde "Hayır," diye cevap verirse, Allahı kendisini tavsif ettiğinden başkası ile vasıflandırmış olur. Zîra Allah Kur'ân'da: "Kullarının üzerine yegâne mutasarrıf O'dur."(el-En’am,18), "O kullarının küfrüne razı olmaz."(ez-Zümer,7) ve "O sizin üzerinizden size azap göndermeğe kadirdir."(el-En’am,65.) buyurmaktadır. Eğer "kadirdir." derse "Allah İblis'in itaat konusunda Cebrail gibi olmasını dileseydi, buna muktedir olmaz mıydı?" de. Eğer "Hayır," derse kendi sözünü terketmiş ve Allah'ı sıfatlarından başkası ile vasıflandırmış olur. Eğer "Kulun zina etmesi, içki içmesi, namuslu insanlara dil uzatması Allah'ın izni ile değil midir?" diye söylerse "Evet," denir. Eğer "O halde o kimseye niçin had cezası tatbik edilir?" derse: "Allah'ın emrettiği şey terkolunmaz," denir. Çünkü o kimse kölesini kesse, bu Allah'ın dilemesi ile olur, insanlar da o kimseyi kötülerler. Eğer kölesini azad ederse, insanlar da yaptığından dolayı onu öğerler. Bunların her ikisi de Allah'ın dilemesi ile vücuda gelir, o kimse bu fiilleri Allah'ın dilemesi ile işlemiş olur. Fakat kul Allah'ın dilemesi ile masiyet işlerse, işleyen kimsenin fiilinde ilâhî rıza ve doğruluk yoktur. "Niçin ona had cezası tatbik edilir?" sözü, onların prensiplerine göre fasit bir sualdir. Çünkü onlar bir çok masiyetlerde de Allah'ın dilemesini kabul etmiyorlar. Ona göre içki içmek gibi bir fiilin haricinde had cezası gerekmiyor. Oysaki yaptığı bütün işleri Allah'ın dilemesi ile yapmıştır.


---------- Post added 07.07.20 at 22:34 ----------

İMAN BABI

Eğer: "îmanın yeri neresidir?" diye sorulursa onun kaynağının ve yerinin kalb olduğu, fer'inin de cesette bulunduğu söylenir. Eğer: "O parmağında mıdır?" diye sorulursa, "Evet" de. Eğer: "Parmak kesilince îman nereye gider?" diye sorulursa: "Kalbe," de.

Eğer: "Allah kullarından bir şey talep eder mi?" diye sorarsa: "Hayır onlar ancak Allah'tan isterler," de. Allah'ın kullar üzerindeki hakkı nedir?" diye söylenirse: "O'na kulluk etmeleri, hiç bir şeyi ortak koşmamalarıdır. Bunu yaptıkları zaman onların Allah'tan bekledikleri, Allah'ın onları affetmesi ve sevaplandırmasıdır. Zîra Allah, Kur'ân'da: "Ağaç altında sana bey'at ettiklerinde Allah mü'minlerden razı oldu."(el-Fetih,18,) âyeti gereğince Allah, mü'minlerden razı olur. Allah İblis'e gazap eder. "Dilediğinizi yapın."(Fussilet,40,) âyeti Allah'ın tehdidini ifade eder. "Semûd'a gelince; biz onlara doğru yolu göstermiştik, fakat onlar körlüğü hidâyete tercih ettiler."(Fussilet,17) Yani onlara hidâyeti göstermiş ve açıklamıştık, demektir. "Dileyen îman etsin, dileyen kâfir olsun."(el-Kehf,29.) âyeti va'îd ifade eder. "Ben cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım."(ez-Zariyat,56.)) -yani benim birliğimi kabul etsinler demektir- buyurulmaktadır. Fakat bu fiillerin hepsi; hayrı, şerri, tatlısı, acısı, zararlısı ve faydalısı, hepsi Allah'ın takdiriyledir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi de îman ederlerdi. Sen niçin insanları mü'min olsunlar diye zorlamak istiyorsun?"(Yunus,99), "Biz onlara melekler indirseydik, ölüler onlarla konuşsaydı, her şeyi bir araya getirip onların önünde toplasaydık, Allah dilemedikçe yine îmana gelmezlerdi."(el-En’am,111.), "Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadıkça îman edemez."(Yunus,100.), "Eğer Rabbin dileseydi, insanları bir tek ümmet yapardı, fakat onlar ihtilafta devam edecekler. Ancak Rabbinin rahmet diledikleri müstesnadır. Allah da onları bunun için yarattı."(Huh,118-119.), "Allah'a kulluk edin, şeytanden çekinin. Her kavimde Allah'ın hidâyet ettiği kimseler ve sapıklığa sarılanlar da vardır."(en-Nahl,36.). "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz."(el-İnsan,30.)Yâni Allah, takdiri ile dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Hz, Şuayb (a.s.) şöyle söylemişti: "Allah bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra yine o dine dönersek, Allah'a iftira etmiş oluruz. Onun için Allah'ın dilemesi dışında bizim sizin dininize dönmemize ihtimal yoktur. Rabbimizin ilmi her şeyi kaplamıştır. Biz Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz kavmimizle bizim aramızdaki davada doğrulukla hükmet. Sen her şeyin doğrusunu gösteren ve bildirenlerin en hayırısısın."(et-Tekvir,29) Hz. Nuh şöyle dedi: "Allah sizin helak edilmenizi dilerse, benim size öğüt vermem ve hayrınızı istemem size hiçbir fayda vermez. O Rabbinizdir, dönüşünüz onadır."(Hud,34.) Keza Yüce Allah şöyle buyurur: "O, andolsun ona (Yûsuf’a) niyet kurmuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmese idi, oda onu kasdetmiş gitmişti. Biz böylece ondan kötülüğü ve hayasızlığı giderdik. Çünkü o bizim ihlasa erdirilmiş kularımızdandı."(Yusuf,24.) Keza Allah şöyle buyurur: "Biz Süleyman'ı denedik. Onun tahtı üzerine bir ceset attık. O da hemen Allah'a dönüp sığındı."

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 07.07.20, 22:35
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

KADER BABI

Bize Ali b. Ahmed, Nusayr b. Yahya'dan haber verdi. O da Ebû Muti'nin şöyle söylediğini duyduğunu nakletti: Ebû Hanîfe (Allah ondan razı olsun) şöyle dedi: Bize Hammad'ın, İbrahim'den, İbrahim'in de Abdullah b. Mes'ud'dan naklettiğine göre, Hz. Peygamber (s. a.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki sizin herhangi birinizin yaratılması, ana karnında kırk gün nutfe, sonra bunun gibi bir kan pıhtısı, sonra bunun gibi bir parça et olarak devam eder. Daha sonra Allah ona bir melek gönderir, üzerine rızkını ve ecelini, saîd veya saki olacağını yazar. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki, kişi, Cehennemle kendi arasında bir zira mesafe kalıncaya kadar cehennemliklerin amelini işler, daha sonra ilâhi yazı onu geçer. Hiç şüphesiz bir kimse cennet ehlinin amelini işler, öyle ki cennetle kendi arasında bir zira mesafe kalmışken cehennem ehlinin amelini işler, sonra ölür ve cehenneme girer."(Bkz, el-Buharî, Bed'ül-Halk, 6; Ebû Dâvud, es-Sunne, 16; Ibn Hanbel, el-Musned, IV/7.)

-Marufu emreden, münkerden nehyeden, bu konuda insanlar kendine tâbi olmuşken, daha sonra cemaate karşı çıkan kimse için ne dersin? Bunu doğru görüyor musun? diye sordum.

-Hayır, dedi.

-Niçin? Oysaki Allah ve Resulü, marufu emredip, münkerden nehyetmeyi emretmişlerdir. Bu gerekli bir farizadır, dedim. Şöyle cevap verdi:

-Orası öyle. Fakat kan dökmek, haramı helâl saymak ve malları yağmalamak gibi fiillerle, bozup ifsat ettikleri şeyler, ıslah ettiklerinden daha fazla olur. Oysaki Allah, Kur'ân'da şöyle buyurmuştur:"Mü'minlerden iki zümre birbiriyle döğüşecek olurlarsa, aralarını bulup barıştırın. Onlardan biri diğerine tecavüzde bulunursa, mütecaviz olan tarafla Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın."(el-Hucurat,9)

-Tecavüz eden zümreye karşı kılıçla mı vuruşuruz? diye sordum.

-Evet, marufu emredersin, münkerden sakındırırsın. Eğer kabul ederlerse ederler, yoksa onlarla savaşırsın. İmam zalim de olsa, sen âdil zümre ile beraber olursun. Zîra Hz. Peygamber "Size zâlim olanın zulmü, âdil olanın adaleti zarar vermez. Sizin ecriniz size, onun vebali de ona aittir." (Bkz, İbn Mace, es-Sunen, el-Fiten, 9.)buyurmuştur, dedi.

-Tahkimci Havâriç için ne dersin? diye sordum

-Onlar Havâric'in en kötüleridir, diye cevap verdi.

-Onları tekfir edebilir miyiz? diye sordum.

-Hayır, fakat Ali ve Ömer b. Abdulaziz gibi hayırlı imamların yaptığı şekilde onlarla harbederiz, dedi.

-Hiç şüphe yok ki. Hariciler tekbir getiriyorlar, namaz kılıyorlar, Kur'ân okuyorlar. Ebû Ümâme hadisini hatırlamıyor musun? O, Şam mescidine girdiğinde, oradaki Haricilerin reisleri ile karşılaştı. Ebû Galib el-Hımsî'ye: "Ey, Ebû Galip, bunlar senin memleketinin insanlarındandır. Bunların kim olduklarını sana bildirmek istedim. Onlar cehennem ehlinin köpekleridir. Onlar semâ örtüsünün altında öldürülenlerin en şerlileridir" der ve bu esnada ağlar. Ebû Gâlib ona: "Ey Ebû Ümâme seni ağlatan nedir? Onlar müslümandılar, halbuki sen onların hakkında işittiklerimi söylüyorsun" dedi. Bunun üzerine Ebû Ümâme: "Onlar Allah'ın kendileri için 'O gün kiminin yüzleri ağarır, kiminin yüzleri kararır. Yüzleri kararanlara, siz îman ettikten sonra kâfir mi oldunuz? Küfrünüzden dolayı azabı tadın, denilecek. Yüzü ağaranlar ise Allah'ın rahmetine kavuşurlar ve orada ebedî kalırlar.'(Al’i-İmran,106) buyurduğu kimselerdir." Bunun üzerine Ebû Gâlib, söylediğinin kendi görüşü mü yoksa Hz. Peygamber'den mi işittiğini sordu. Ebû Ümâme de, "Eğer ben bunu Hz. Peygamber'den bir, iki, üç... yedi defa duymamış olsaydım sizce haber vermezdim," dedi ve Havaric'i Allah'ın kendi üzerindeki nimetlerini küfürle tekfir etti… (Bkz, İbn Hanbel, el-Musned, V/250, 253, 256, 259.)Havâriç isyan edip, muharebe yapıp, yağmacılık ettikten sonra, sulh yapsalar, onlar daha önceki hareketlerinden dolayı takibata uğrarlar mı? diye sordum. Şöyle cevap verdi:

-Harp bittikten sonra onlar için bir zarar yoktur, onlara had de tatbik edilmez. Kan dökmeleri de böyledir, kısas yapılmaz.

-Niçin? diye sordum. Şöyle cevap verdi:

-Osman (r. a.)'ın katli hususunda, insanlar arasında ortaya çıkmış olan fitneden ashap; bir te'vil neticesinde kana bulaşanlara kısas yapılmayacağı, te'vil sonucu haram ilişkide bulunanlara had cezası uygulanmayacağı, yine te'ville bir mala sahip çıkan kimse için takibatta bulunulmayacağında ittifak ettikleri hadisinden dolayıdır. Fakat mal mevcut olursa sahibine iade edilmesi gerekir.

-Bir kimse kâfiri kâfir olarak bilmem, derse? diye sordum.

-O kâfir gibidir, dedi.

-Eğer kâfirin son gideceği yer neresi olduğunu bilmem derse? diye sordum.

-O, Allah'ın kitabını inkâr etmiş ve kâfir olmuş olur, dedi.

-Kendisine, sen mü'min misin? diye sorulan kimse, Allah daha iyi bilir diye cevap verirse, bu kimse hakkında ne dersin? diye sordum.

-Onun îmanında şüphe vardır, dedi.

-Îmanla küfür" arasında üç durumdan biri olan münafıklıktan başka bir durum var mıdır? O kimse ya mü'min, ya kâfir veya münafıktır, dedim. O da:

-Hayır, îmanında şüphe olan kimse münafık değildir, dedi.

-Niçin? diye sordum.

-Muaz b. Cebel'in arkadaşı ve İbnu Mes'ud'un hadisinden dolayı. Bana Hammad'ın Muaz b. Cebel'in ashabından Haris b. Malik'den haber verdiğine göre; Muaz b. Cebel'e ölüm geldi çattı. Bu durumda Haris de ağladı. Muaz Haris'e niçin ağladığını sordu, o da "ölümden dolayı ağlamıyorum. Biliyorum ki, Âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır. Fakat senden sonra bizim öğreticimiz kim olacak?" dedi. Bir başka rivayet de "Senden sonra dini bilen kim?" şeklindedir. Muaz da "Acele etme, Abdullah b. Mes'ud'a tabi ol," dedi. Daha sonra Haris, Muaz'a, "Bana vasiyette bulun," dedi. O da Allah ne dilediyse vasiyet etti ve "Âlimin sürçmesinden sakın," dedi.

Muaz vefat edince Haris Kûfe'de, İbnu Mes'ud'un ashabına geldi. Namaz için nida edildiğinde Haris: "Bu davete uyun, bunu dinleyip icabet etmek her mü'min için haktır," dedi. Ona bakıştılar ve "Sen muhakkak mü'min misin?" diye sordular. O da "evet, elbette mü'minim," diye cevap verdi. Onlar birbirine bakıştılar. Abdullah b. Mes'ud gelince durum ona anlatıldı. O da Haris'e, onların söylediği gibi söyledi. Bunun üzerine Haris, başını eğdi, ağladı ve "Allah Muâz'a rahmet etsin," dedi ve İbnu Mes'ud'a vaziyeti anlattı. İbnu Mes'ud ona "Sen şüphesiz mü'min misin?" diye sorunca o da "Evet," diye cevap verdi. İbnu Mes'ud "Sen kendinin cennet ehlinden olduğunu söylüyorsun," dedi. Bunun üzerine Haris de "Allah muâz'a rahmet etsin, bana âlimin zellesinden, münafığın da hükmünü kabulden kaçınmamı vasiyet etti," dedi. İbnu Mes'ud "Sen benim sürçmemi gördün mü?" diye sorunca. Haris, "Allah aşkına söyle. Hz. Peygamber hayatta iken insanlar, gizli ve açık durumlarında mü'min, gizli ve açık durumlarında kâfir, gizlilik durumunda münafık ve açıktan mü'min olmak üzere üç gruptan ibaret değiller miydi? Sen bu üç fırkanın hangisindensin?" dedi. İbnu Mes'ud "Madem ki Allah için and verdin, söyleyeyim. Ben gizli durumda da, açık durumda da mü'minim," dedi. Bunun üzerine Haris kendisini niçin, elbette mü'minim dediğinden dolayı ayıpladığını sordu. İbnu Mes'ud da "Evet. Bu benim sürçmemdir. Onu benim üzerime gömün, Allah Muâz'a rahmet etsin," dedi. (Âlimin sürçmesi hakkında bk. ed-Darimi, Mukaddime, 23.)

-Ben cennetliğim diyen kimsenin durumu nedir? diye sordum, Ebû Hanife:

-Yalan söylemiştir, o bunu bilmiyor. Mü'min îmanı sebebiyle cennete giren, işledikleri sebebiyle ateşte azap gören kimsedir, dedi.

-Eğer kendisinin cehennem ehli olduğunu söylerse? dedim. Şöyle dedi:

-Yalan söylemiştir. Onun bu hususta bilgisi yoktur. Şüphesizki o, Allah'ın rahmetinden ümit kesmiştir. Ve şöyle devam etti: Mü'minin, gerçekten mü'minim demesi gerekir. Çünkü o, îmanında şüphe etmemektedir.

-Onun îmanı meleklerin îmanı gibi olur mu? diye sordum.

-Evet, dedi.

-Amelde kusur ederse de, gerçekten mü'min midir? diye sordum. Şöyle cevap verdi:

-Bana Hârise'nin hadisini söylediler. Hz. Peygamber ona, "Nasıl sabahladın?" diye sordu. O da "Gerçek mü'min olarak sabahladım," dedi. Hz. Peygamber: "Söylediğine dikkat et, çünkü her hakkın bir hakikati vardır, senin îmanının hakikati nedir?" dedi. Bunun üzerine Harise "Canım dünyadan vazgeçti, gündüzümde susuz, gecemde uykusuz kaldım. Ben sanki Rabbimin arşına bakıyorum, sanki cennette birini ziyaret eden cennetliklere nazar ediyorum, sanki ben cehennemde yığılan insanları görüyorum," dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "isabet ettin, devam et; isabet ettin, devam et," dedi ve daha sonra: "Kim Allah'ın kalbini nurlandırdığı kimseye bakmak isterse Harise'ye baksın," buyurdu. Daha sonra Harise: "Ey Allah'ın Resulü, bana şehit olmam için dua et," dedi. Hz. Peygamber ona dua etti ve sonunda şehit oldu. (Bkz. el-Buharî, ez-Zekât, 1; Müslim, el-îman, 15; Fedailu's-Sahabe, 150.)

-Bazılarına ne oluyor da, mü'min ateşe girmez, diyorlar? diye sordum. Şöyle cevap verdi:

-Cehenneme girenler tamamen îman etmişlerdir.

-Kâfirin durumu nedir? dedim.

-Onlar o gün îman ederler, dedi.

-Bu nasıl olur? diye sordum. Şöyle dedi:

-Allah Kur'ân'da şöyle buyurur: "Onlar bizim cezamızı görünce, biz yalnız Allah'a inandık, Allah'a ortak koştuklarımızı reddettik, dediler. Onların, azabımızı gördüklerinde îman etmeleri fayda vermez."(Mü!min,84,85)

Ebû Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:

-Kim haksız yere başkasını öldürürse, yahut hırsızlık ederse veya yol keserse yahut facirlik eder veyahut günah işlerse veya zina ederse yahut da içki içer sarhoş olursa; bu kişi günahkâr mü'mindir, kâfir değildir. Bu durumda olanlar işlediklerinden dolayı cehennemde azaba uğrarlar, fakat îmanları sebebiyle cehennemden çıkarılırlar.

Ebû Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:

-Îman edilecek hususların hepsine inanan, fakat İsa ve Musa peygamber midir? değil midir? diyen kimse kâfir olur. Keza kâfir cennete mi, yoksa cehenneme mi gider, bilmem, diyen kimse de: "Kâfirler için cehennem ateşi vardır, onlar öldürülmezler ki ölsünler..."(Fatır,36), "Onlar için yakılma azabı vardır."(el-Buruc,11), "Onlar için şiddetli azap vardır."(Al’i-İmran,5) âyetlerinden dolayı kâfir olur.

Ebû Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:

-Said b. el-Müseyyeb'den bana ulaştığına göre, kâfirleri bulundukları mevkie indirmeyen onlar gibidir.

-İman eden fakat namaz kılmayan, oruç tutmayan, bu amellerin hiçbirisini işlemeyen kimseyi iman kurtarır mı? diye sordum. Ebû Hanife şöyle dedi:

-Onun işi, Allah'ın dilemesine bağlıdır. Dilerse azap eder, dilerse rahmet eder. Ve şöyle devam etti: Allah'ın kitabından herhangi bir şeyi inkâr etmeyen kimse mü'mindir. Bana ilim ehlinden birinin haber verdiğine göre, Muaz b. Cebel Hınıs şehrine geldiği zaman insanlar onun çevresine toplandılar. Bir genç ona, "Namaz kılan, oruç tutan, beyti hacceden, Allah yolunda cihadda bulunan, köle azad eden, zekâtını veren ve fakat Allah ve Resulünden şüphe eden kimse için ne dersin?" diye sordu. Muaz: "Onun için ateş vardır," dedi. O genç: "Namaz kılmayan, oruç tutmayan beyti haccetmeyen, zekâtını vermeyen fakat Allah ve Resulüne inanan kimse için ne dersin?" diye sorunca, Muaz b. Cebel: "Onun için Allah'tan affedileceğini umar, azaba uğrayacağından da korkarım." dedi. Bunun üzerine o genç: "Ey Abdurrahman'ın babası, şüphe ile amel fayda vermediği gibi, iman ile beraber herhangi bir şey de zarar vermez." dedi ve çekip gitti. Muaz b. Cebel de "Bu vadide bu gençten daha bilgilisi yok," dedi.

Ebû Hanife şöyle dedi:

-Mütecaviz kimselerle, küfürlerinden dolayı değil, haddi tecavüzlerinden dolayı savaş et. Âdil zümre ve zâlim sultanla beraber ol. Fakat mütecavizlerle beraber olma. Cemaat ehlinde fasit ve zalimler mevcut olsa bile, onların içinde sana yardımcı olacak salih insanlar da vardır. Eğer cemaat zâlimler ve mütecavizlerden teşekkül ediyorsa, onlardan ayrıl. Çünkü Allah "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret edeydiniz."(en-Nisa,97), "Ey mü'min kullarım, benim arzım geniştir. Ancak bana kulluk edin,"(el-Ankebut,56)buyurmaktadır.

Ebû Hanife şöyle dedi:

-Bize Hammad'ın İbrahim'den, onun da İbnu Mes'ud'dan rivayet ettiğine göre (Allah hepsinden razı olsun) Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bir yerde ma'siyetler zuhur edip onu değiştirmeye gücün yetmezse, oradan başka yere git, orada Rabbine kulluk et." Ebû Hanife şöyle devam etti: Bana ilim ehlinden birinin Hz. Peygamber'in ashabından birisinden verdiği habere göre, Hz. Peygamber "Fitneden korktuğu yeri bırakıp, fitneden korkmadığı bir yere giden kimse için Allah yetmiş sıddîk ecri yazar." (Bk. el-Buharî, el-Iman, 12; İbnu Mace, el-Fiten, 16.)buyurdu.

Ebû Hanife şöyle dedi:

-"Bilmiyorum, Rabbim semada mı yoksa arzda mıdır?" diyen kimse kâfir olur. Keza "Allah arş üzerindedir" diyen de; "Bilmiyorum, arş semada mı yoksa arzda mıdır?" diyen de böyledir.

Allah'a dua ederken yukarıya yönelinir, aşağıya değil. Çünkü aşağının rubûbiyet ve ulûhiyet vasfı ile ilgisi yoktur. Nitekim hadiste şöyle rivayet edilir: Bir adam Hz. Peygamber'e siyah bir cariye getirdi ve benim üzerime mü'min bir köle azad etmek vacip oldu. Bu kâfi midir? diye sordu. Hz. Peygamber de cariyeye "Sen mü'min misin?" diye sordu. Câriye de "Evet," diye cevap verdi. Hz. Peygamber "Allah nerede?" diye sorunca, câriye semaya işaret etti. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Bu câriye mü'mindir, azat et." Buyurdu. (. Bk. Müslim, el-Mesacid, 33; Ebû Davud, es-Salat, 167.)

Ebû Hanife şöyle dedi:

-"Kabir azabını bilmem" diyen kimse, helake uğrayan Cehmiyye'dendir. Çünkü o, Allah'ın "Biz onları iki defa azaplandıracağız."(et-Tevbe,101) -ki burada kabir azabı kastolunmaktadır- ve "Zâlimler, bundan başka azaba uğrayacaklar." (et-Tur,47) -Yani kabir azabına çarptırılacaklardır- âyetlerini inkâr etmiş olur. Eğer 'Ben âyete inanıyorum, fakat tefsir ve te'viline inanmıyorum." derse kâfir olur. Çünkü Kur'ân'da, te'vili tenzilinin aynı olan âyetler vardır. Eğer bunu inkâr ederse kâfir olur.

Ebû Hanife şöyle dedi:

-Bana bir zat, el-Minhal b. Amr'dan. o da İbnu Abbas'tan rivayet etti: Hz. Peygamber: "Benim ümmetimin en şerlileri ben ateşte değil, cennette olacağım, diyenlerdir."( Bu rivayetin kaynağını bulamadık.)buyurdu. Ebû Zübyan'dan bana rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber: "Ümmetimden müteelli olanların vay haline," buyurdu. Müteellinin kim olduğu sorulunca: "Onlar, filan kimse cennette, filan kimse de cehennemdedir, diyenlerdir." (Bk. el-Buhari, es-Sulh, 10.)buyurdu, Bana Nafi'nin ona da İbnu Ömer'in naklettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allah kıyamet günü aralarında hükmedinceye kadar, ümmetimin cennette veya cehennemde olduğunu söylemeyiniz." (Bu hadisleri belirtilen lafızlarla bulamadık. Mâna ile rivayet edilmiş olması mümkündür) Bana Eban, ona da el-Hasen'in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber: "Allah şöyle buyuruyor: Kullarımı ben aralarında Kıyamet günü hükmedip, yerlerine göndermeden, siz cennet veya cehenneme göndermeyin." (Bu hadisleri belirtilen lafızlarla bulamadık. Mâna ile rivayet edilmiş olması mümkündür.)

dedi.

-Bana katilden ve onun arkasında namaz kılmaktan bahsedin, dedim. Ebû Hanife:

-Her takva sahibi ve günahkâr kimsenin peşinde namaz kılmak caizdir. Senin ecrin sana, onun günahı da kendisine aittir, dedi.

-İnsanlara kılıç ile karşı çıkan, çarpışan ve onlardan bir takım şeyler alanlardan bahsedin, dedim.

-Onlar çeşitli zümrelerdir, hepsi de cehennemdedir, dedi. Ve şöyle devam etti: Ebû Hüreyre (r. a.) Hz. Peygamber'in şöyle dediğini nakletti: "İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı, benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak. En büyük cemaat ötesinde hepsi ateştedir." (Bk. et-Tirmizî, el-lman, 18; İbnu Mace, el-Fiten, 17, 18, 19; Ebû Davud, es-Sunne, 1.)Bana Hammad, İbrahim'den, o da İbnu Mes'ud'dan rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kim İslâm'da kötü bir şey ihdas ederse helak olur, bid'at çıkaran sapıklığa düşer, sapıklığa düşen de cehennemdedir." (el-Buhari, el-İ'tisam, 5, 6.)

Bize Meymun'un, ona da İbnu Abbas'ın haber verdiğine göre Hz. Peygamber'e gelen birisi: "Ey Allah elçisi, bana öğret," dedi. Peygamberimiz üç defa, "Git, Kur'ân öğren." buyurdu. Dördüncü defasında da: "Hak, sevdiğinden de sevmediğinden de gelse kabul et. Kur'ân'ı öğren, onun yöneldiği tarafa yönel." (Bk. İbnu Hanbel, V/386; Ebû Davud, el-Filen, 1.)buyurdu.

Bize Hammad, ona da İbrahim'in haber verdiğine göre, İbnu Mes'ud: "Şüphesiz en şerli şeyler sonradan ortaya konulanlardır. Her ihdas edilen şey, bid'at; her bid'at, dalalet, her dalalet de cehennemdedir." derdi. Allah Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurmaktadır: "Ona hak yoldan uzak kalmayı, kötülükten sakınmayı ilham ile öğretti."(eş-Şems,8) Keza, Allah Musa'ya: "Biz senden sonra kavmini imtihana uğrattık. Samirî de onları saptırdı."


---------- Post added 07.07.20 at 22:36 ----------

Günah İşleyen Kimsenin Kafir Olduğu İddiasının Reddi

-Eğer bir kimse "günah işleyen kimse kâfirdir", derse, onun sözünü boşa çıkaracak cevap nedir? diye sordum. Şöyle söyledi:

-Ona şöyle cevap verilir: "Yûnus'u da an. Hani o öfkelenerek çıkıp gitmiş, kendisini tazyik etmeyeceğimizi sanmıştı. Karanlıklar içinde niyaz ederek, Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, ben zâlimlerden oldum, dedi."(el-Enbiya,87.) Buna göre o, zalim mü'mindir, kâfir ve münafık değildir. Hz. Yûsuf un kardeşleri: "Ey babamız, bizim için günahlarımızın bağışlanmasını dile. Biz muhakkak suçlu idik."(Yusuf,97.) dediler. Bu durumlarıyla onlar günahkârdırlar, fakat kâfir değildiler. Yüce Allah, Peygamberi Hz. Muhammed'e "Senin geçmiş ve gelecek günahını Allah'ın affetmesi için..."(el-Fetih,2.) buyurmuş, günahını yerine küfrünü dememiştir. Hz. Musa kıptîyi öldürmesi dolayısıyla günah işlemişti, fakat kâfir değildi.

Eğer o kimse "Ben inşallah mü'minim," derse, "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ve selâm ederler, ey mü'minler, siz de ona salâvat getirin, ona lâyık olduğu şekilde selâm getirin."(el-Ahzab,56)âyeti gereğince "Eğer mü'minsen ona salâvat getir, değilsen getirme," denir. Keza Allah şöyle buyurur: "Ey iman edenler, cuma günü namaz için nida olunduğunda Allah'ın zikrine koşun, alışverişi bırakın."(el-Cuma,9.)

Muaz (r.a) şöyle dedi: "Kişinin Allah hakkında şüphesi, onun bütün iyiliklerini iptal eder. Allah'a iman ettiği halde masiyet işleyen kimsenin affedilmesi umulur, azap görmesinden de korkulur." Muaz'a soran kimse: "Şüphe iyilikleri giderdiğine göre, îman etmek de kötülükleri daha çok giderir." demişti. Muaz da: 'Yemin ederim, bu adamdan daha çok hayret edilecek bir kimse görmedim," dedi. Ona "Sen müslüman mısın?" diye sordu. O da "bilmiyorum" dedi.

O kimseye "bilmiyorum," sözün doğru mu, yanlış mı diye sorulur. Eğer "doğru" derse şöyle söyle: "Dünyada doğru olan âhirette doğru değil midir?". Eğer "Evet," derse: "Kabir azabına, suale, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna îman ediyor musun?" diye sor. "Evet" derse "Sen mü'min misin?" diye sor. Eğer yine "bilmiyorum" derse, o zaman; bilmeyesin, anlamayasın, iflah olmayasın, de.

-Eğer bir kimse cennet ve cehennem yaratılmış değillerdir, derse? diye sordum

-O kimseye şöyle de: Onlar bir şeydir, yahut bir şey değildir. Oysaki, Allah Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah her şeyin yaratıcısıdır."(ez-Zümer,62.), "Biz herşeyi bir ölçü ile yarattık."(el-Kamer,49.), "Onlar sabah akşam ateşe karşı getirilecekler."(el-Mü’min,46.) buyurmaktadır, dedi.

-Eğer cennet ve cehennem fâni olacaktır derse? diye sordum.

-Ona Allah Kur'ân'da cennetin nimetlerini "Kesilip tükenmeyen, yasak da edilmeyen"(el-Vakıa,32.) olarak vasfetmektedir, de.

Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır diyen kimse de orada ebedî kalışı inkâr ettiği için, kâfir olur.

Ebû Hanife (r.a.) şöyle dedi:

-Allah-u Taâla mahlukların sıfatı ile tavsif edilemez. O'nun gazabı ve rızası keyfiyetsiz sıfatlarındandır. Sünnet ve Cemaat Ehli'nin görüşü budur. Allah gazap eder ve razı olur. Onun gazabı cezalandırması, rızası da sevabıdır, denemez. Biz onu, kendisini tavsif ettiği gibi tavsif ederiz. O birdir, hiç bir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış, doğurulmamıştır, kendisine hiç bir şey denk değildir. Hayy, kayyum, kadir, duyan, gören, bilen O'dur. O'nun eli, kullarının elleri üzerindedir, fakat kulların eli gibi bir uzuv değildir. O ellerin yaratıcısıdır. O'nun yüzü yarattıklarının yüzü gibi değildir. O bütün yüzlerin yaratıcısıdır. O'nun nefsi yarattıklarının nefsi gibi değildir. Bütün nefislerin yaratıcısı O'dur. "Onun benzeri hiç bir şey yoktur. Duyan ve gören O'dur."(eş-Şura,11)

-Eğer Allah-u Taâla nerededir, diye sorulursa? diye sordum.

-O kimseye: Yaratılmadan önce mekân yoktu, halbuki Allah vardı. Mahlukattan hiç biri yokken, "nerede" mefhumu mevcut değilken, Allah vardı. O her şeyin yaratıcısıdır, diye söyle. Eğer "Dileyen, dilenmiş olan şeyi ne ile diledi?" denilirse "Sıfatla" de. O kudretle kadir, ilimle âlim, mülk ile mâliktir. Eğer "meşietle mi diledi, meşietle takdir edilip ilimle mi diledi?" diye sorarsa: "Evet," diye cevap ver. ( Allah'ın dilemesi ilmine, ilim de maluma tabidir. Buna göre insan ihtiyarî fiillerinde mücber değildir.)

İmam AZAM.

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Fıkhu'l-Ekber Swordsfish Tasavvuf Sohbetleri 0 07.07.20 22:38
Fıkhu-s sıre resullahın hayatından imani dersler RvP Peygamberler 1 21.03.17 11:29


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 14:24.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147