#1
|
|||
|
|||
Bezm-i Elest, kalû bela
Geçmişten bişey paylaşacağım.
Bezm-i Elest, kalû bela... Paylaşacak konu bulamadım diye değil, ara ara hatırlamamız gerektiği için. Zira geçmişimiz önemli. Sakin kafayla ve dikkatli okursak ruhumuz anımsar gibi olacak ve kalbimizin damağında çocukken sokakta oyun oynadığımız zamanki safiyetimizin tadı kalacaktır. Bu bir hatırlatmadır ve zaten ruhumuz için her bilgi sadece hatırlamadır. Bu yüzden Kur'anın Kur'anda en çok zikredilen isimlerinden biri zikirdir ve resuller hem zikir hem de müzekkirdir. Hatırlama, hatırlatıcı... Hatırlayalım inşallah! Allah bezm-i elestte yani ruhlar âleminde kendi varlığından ruhlarımızı var etti ve kendisini onlara gösterdi. Onu gördük, sesini işittik, kokusunu aldık. Cemali varlığımızın her bir zerresine tat verdi. Sesi ruhumuzun her bir zerresine tat verdi. Kokusu her bir zerremize tat verdi. Ve tüm ruhlar sarhoş! Rabbini görmüş olan tüm ruhlar aşktan sarhoş oldu. Neşeden, sevinçten, vecdden, aşktan ve istiğraktan yüzler ışıl ışıl... Ve Rabbini gören ruhlarımız ona âşık oldular. Tüm ruhlar o aşkın sarhoşluğundan dönmeye, semah yapmaya ve Rablerine doğru kendilerini çekmeye başladılar. Her şey dönüyor. Tüm âlem, her zerre, tüm mevcudat... Her şey aşktan dönüyor. Her şey aşk ile dönüyor. Deyim yerindeyse parçalar bütüne doğru kendilerini çekiyor. Deyim yerindeyse tüm ruhlar mıknatısa doğru iradesizce ve hızla çekilen demir tozları gibi sarhoşça kendilerini Rablerine çekiyorlar. Ruhumuz Allah’a meftun, muhtaç ve âşık... Ve Allah kendi ruhuna müştak... Arada müthiş bir aşk ve karşı konulmaz bir çekim var. Ve Rabbimiz soruyor: “Elestu Bi Rabbikum?” Ben sizin Rabbiniz değil miyim? “Belâ” diyor tüm ruhlar... “Şehidna” diyorlar. Evet diyorlar. Seni görüyoruz, şahidiz diyorlar. Sarılmak istercesine... Kavuşmak, bitişmek istercesine... Birleşip içinde yok olmak istercesine... Onda olmak, onunla olmak, o olmak istercesine... Aşkla, şevkle, iştiyakla, arzuyla ve tutkuyla... Kendisinden var ettiği ruhumuz, ruhlarımız kendisini Rabbine doğru çekiyor. Biz onun ruhuyuz, canıyız. Nefhasıyız, parçasıyız. Aşkıyız, nefesiyiz. Ve Rabbimiz, canımız, aşkımız, sahibimiz, tek varlığımız, her şeyimiz diyor ki: "Şu an beni görüyorsunuz, sesimi işitiyor, kokumu alıyorsunuz. Varlığımın tadını varlığınızda tadıyorsunuz ve bana âşıksınız. Belâ demek kolay, Evet demek kolay! Sizi aşağıların en aşağısına, dünyaya gönderecek ve bir beden kalıbının içine üfleyeceğim. Orada kısa bir süre beni göremeyecek, sesimi duyamayacak ve kokumu alamayacaksınız. Eğer orada, kısacık bir hayatta bana olan aşkınızı yitirmez, arzunuzu tüketmez ve başka şeylere âşık olup beni unutmazsanız o zaman bana kavuşmaya hak kazanacaksınız. Ve sizi yedi kat göğün altına, dünyaya göndereceğim. Bana olan sevginiz, aşkınız ve bağlılığınızla yedi kat göğü aşacak, yedi nefs mertebesini kat edecek ve yine bana geleceksiniz. Bedenin nefesleri tükenmeden... Süre dolmadan Belâ diyerek, Rabbim sensin diyerek, aşkınızı ispatlayarak ve beni unutmayarak... Orada Belâ diyecek ve oradan bana geleceksiniz." Ve tüm ruhlar âşıkça ve sarhoşça bunu kabul etti. Rabbimizin sözleri diridir. Sadece "Elestu Bi Rabbikum" derken tüm bu mana o sözün içindeydi. Ve biz Belâ derken, Evet dedik ama bu sözün içinde binlerce ilan-ı aşk vardı. “Biz seni nasıl unuturuz” vardı. “Seven sevdiğini, âşık maşukunu nasıl unutur. Parça bütünden nasıl ayrı durur! Taparcasına seni sevip arzularken biz nasıl seni unutur ve nasıl başka şeyleri severiz, nasıl başka şeylere âşık oluruz?” vardı. Ve sonra ruh bedene üflendi. Perdelendik… Ve burada Rabbimizi göremez, sesini işitemez, kokusunu alamaz olduk. Bedene alıştık ve kendimizi beden zannettik. Nefsin kötü istekleriyle, sıfatlarıyla, nefsin şirkiyle örtünmüşüz, örtülmüşüz, perdelenmişiz. Rabbimizi unuttuk ve burada oyuna daldık. Fakat ruhumuz içimizde hep feryad etti. İçimizde feryat eden, hıçkıran, haykıran, çığlık atan bir şey var. Ruhumuz: “Ben Rabbimi istiyorum. Ben Rabbimden kopup gelmişim, ben buraya ait değilim. Rabbimi özlüyorum, ben onsuz yapamam, beni susturma, nefes alamıyorum” dedikçe biz onu hep susturduk, duymamazlıktan geldik, onu hep örttük, sesini bastırdık. Bu yüzden bize en yakın olan Rabbimizden uzak hissediyoruz kendimizi. Hepimiz kaybolmuşuz. Evimizden uzakta... Asli vatanımızdan uzakta... Özümüzden, aslımızdan, hakikatimizden, Rabbimizden uzakta... Aşığı olduğumuz bizi kendisinden yaratan, varlığımızı varlığına muhtaç olduğumuz Rabbimizden uzakta... Şuur sahibi olan her varlık kendisini arıyor. Kendimizi arıyoruz. Evimizi arıyor, geldiğimiz yeri arıyoruz. Ve hiç bir şey, bizi mutlu etmeye yetmiyor. Kesmiyor hiç bir şey! Sürekli olarak şunu da elde edersem mutlu olurum, şu sorun da çözülürse rahatlarım diyoruz ve ama asla mutlu olamıyoruz, huzurlu olamıyoruz. Neyi elde edersek daha fazlasını istiyoruz. Çünkü ruhumuz Rabbini arıyor. Ve Allah'tan başka hiçbir şeyle onu teskin edemeyiz, tatmin edemeyiz, mutlu edemeyiz, memnun edemeyiz. Çünkü ruh ebedidir ve o ebedi olanı istiyor. Çünkü ruhumuz Allah'tan geldi ve Allah’ı istiyor. Ayet: “Kalpler ancak zikrullah ile mutmain olur.” RAD:28 Fakat Allah gittiğimiz yönde değil, geldiğimiz yerdeydi… Rabbimiz her an ve şu an bizi izliyor. Ve arayış onun gözetimi altında... Ruhumuz Rabbine ait… O Allah’a mensup… Ve bizim Rabbimize ihtiyacımız var. Senin nasıl Allah’a ihtiyacın varsa Allah’ın da sana iştiyakı var. Bunu bil ve endişeyi bırak! Senin varlığın onun varlığından. O istemez ki kendi varlığı ile kendi varlığından olanın arasına hayali bir vehim girsin. Kendi kendisinden uzak kalmak istemez Rabbimiz. Bu bize acı verir. Ve bu, onun da hoşuna giden bir şey değildir. Bu yüzden Allah her zaman kulundan taraftır. Kulunun kendisine gelmesini ister, kendisine yakın olmasını ister. Kendisine dost olmasını... Kendisini müşahede etmesini ister. Ona kavuşmamızı, vasıl olmamızı ister. Ve çok fazla şey yapmadan Allah bunu bize ikram eder, ihsan eder. Ve dünyada Rabbimizi müşahede ederiz. Burada fiillerini hissederiz, görürüz, tadarız, esmalarının ve sıfatlarının tecellilerini gönül gözümüzle müşahede ederiz. Ve diğer tarafta zatının tecellisine mazhar oluruz, zatını müşahede ederiz. Daha doğrusu o bizim gönül âlemimizde, gönül aynamızda kendi kendisini müşahede eder ve biz onun hayranlığıyla, hayret haliyle sarhoş bir halde oluruz. Ve işte cennet budur! Bunun vuku bulduğu yerin ve anın adıdır, cennet! Zaten cenneti cennet yapan, orada Allah'ı müşahede ediyor olmamızdır. Onunla beraber olmamızdır. Cehennemi de cehennem yapan Allah’tan uzak kalıyor olmamız, ondan mahrum kalmamızdır. Bu durumda eğer dünyadayken, yani şu anda Allah ile beraber değilsek biz zaten cehennemdeyiz. Ve dünyadayken Rabbimizi görüp ona kavuşamazsak ahirette ebediyyen ondan mahrum kalacağız. Ve perde açıldığında içimiz cehennem olur. Allah’a doğru, kendi iç âlemimize doğru adım atmadığımız her an Allah’tan uzağa adım atıp daha çok delalete sapıyor ve daha çok kayboluyoruz ki zaman gelecek artık geri dönüşümüz olmayacak. Hâlbuki biz bize yapılan her hatırlatmayı ve her yeni uyarıyı gaflet içinde dinleriz. Rabbimiz der ki: "Burada kör olan ahirette de kör olacak." İSRA:72 Burada temizlenip arınmayanlar ve kalp gözünü açmamış olanlar kör olarak haşrolacak ve Rabbini görmekten mahrum kalacaktır. Yine ayette buyurulur: “Bilakis kazanmış oldukları, kalplerinin üzerine pas oldu. Öyle değil! Onlar o gün Rablerini görmekten mahrum kaldı.” MUTAFFİFİN:14-15 Ve Allah kıyamet günü bizi peygamberlerle kıyaslayacak ve diyecek ki: "Neden onlar gibi olamadın, neden kendini, zamanını, hayatını bana adamadın, neden aşk ile bana bağlanmadın, neden her daim benim hesabımı yapmadın! Bak Âdem yalnız başınaydı yaptı, Eyyüp hastaydı yaptı, İsa fakirdi yaptı, Süleyman zengindi ama yaptı ve tüm resullerim bir sürü sorun ve sıkıntının içinde yaptı, ama sen neden yapmadın, ama sen neden yapamadın?" İşte Allah bizi böyle hesaba çekecek ve işte bu, Allah’ın bize verdiği değerdir. Aman Allah’ım! Peygamberlerle kıyaslanmak nasıl bir değerdir! Evet, ahirette perde açıldığında sahip olduğumuz her şeyi fidye olarak verip karşılığında kaybettiğimiz Rabbimizi isteyeceğiz. Bir kez olsun onun yüzünü, cemalini görmek için. "Kalû Belâ" sürekli birbirimize hatırlatmamız gereken Rabbimizle geçirdiğimiz günlerin, an’nın, ona âşık olduğumuz o ânın adıdır. Ve şimdi her anın adıdır kalû belâ! Kalbimiz yerinde durdukça ve ruhumuz var oldukça... Ve kervancı başı seslenir... Haydi! Sıradaki kafile! Haydii! Yola çıkıyoruz âşıklar nerede? Sevgilisini arzulayan âşıklar nerede? Bütününü isteyen parçalar, demir tozları nerede? Evini özleyen çocuklar nerede? Annesini özleyen bebekler nerede? Ses yankılanır ve huzursuzluk buz keser zamanı! Öz annelerinin kucağındaki bebekler annelerini ve sütü eliyle iter. Ve tüm bebekler ağlar. Allah bizi kendisine sadık olanlardan eylesin, verdiğimiz sözü tutanlardan eylesin, bizi ona kavuşmak için koşuşturanlardan, ona firar edenlerden eylesin! |
#2
|
|||
|
|||
Allah teala razı olsun çok harika çok güzel kıymetli bir konu ellerine sağlık.
|
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Bezm-i Elest ve verdiğimiz söz | Naim | Tövbeler & Uyarılar | 2 | 06.12.21 18:53 |
Kâlû belâ'dan beri müslümanız | mgunes27 | islam & islami Konular | 2 | 29.06.21 00:36 |
Dua ile belalar neden durdurulamıyor? | Cobra Bite | Sorularınız | 2 | 25.12.20 16:33 |
Verdiğimiz söz, Kalu Bela ve Elest Bezmi | Hal | Tasavvuf Sohbetleri | 0 | 11.06.19 10:34 |