Abdülvehhab ve Vehhabilik - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > Serbest Bölüm > Off Topic > Tarih

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 07.01.24, 21:33
Arma - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: 20.08.19
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 404
Etiketlendiği Mesaj: 13 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Abdülvehhab ve Vehhabilik

Herşey, Arap yarımadasının ortasında bir yerlerde 1703’te doğan ve Abdülvehhab adı verilen bir çocuğun küçük yaşlarda İslámi ilimlere merak salmasıyla başladı...

Abdülvehhab, kendisinden 500 yıl önce yaşamış şeriat álimi İbni Teymiyye’nin yolundan gitti ve olgunluk çağına geldiğinde sonraki asırlarda kendi adıyla anılıp "Vehhabilik" denecek olan mezhebin temellerini attı.

Vehhabilik, Hazreti Muhammed’in zamanındaki hayat tarzına dönülmesi demekti ve Vehhabiler’e göre peygamberin yaşadığı devirde mevcut olmayan yahut hoş karşılanmayan ne varsa yasak edilmeliydi.

Meselá altın ve ipek kullanmak peygamber zamanında haram kabul edilmişti ve dolayısıyla erkekler altın takamaz, ipekten yapılmış elbiseler giyemezlerdi.

İslámiyet’te mezar diye bir kavram da yoktu; mezarın bırakın ziyareti, yerinin belli olması bile cehennemin kapılarını açacak bir kabahatti.

Abdülvehhab 84 yaşında öldü, kurduğu mezhebi yayma vazifesi damadı Muhammed’e düştü ama Vehhabiler, Arap yarımadasının ortasındaki Necd bölgesinde çeyrek asır boyunca sessiz sadasız, kapalı bir toplum halinde yaşadılar.

Vehhabi sisteminin dünyaya yayılması işini bir başka Abdullah, Abdülvehhab’ın damadı Muhammed’in torunu olan Abdullah bin Suud başlattı.

Abdullah’a göre fikirleri yaymak ve insanları ikna etmek için tek bir yol vardı: Kılıç...

Onbinlerce başıbozuğu yanına toplayıp İstanbul’a isyan bayrağını açtı ve 1801’de Arap Yarımadası’ndan tááá Irak’a gidip Kerbelá’ya saldırdı.
Çoluk-çocuk demeden üç günde 5 binden fazla kelle kesti, sonra büyük dedesi Abdülvehhab’ın "dinde mezar yoktur" düşüncesini hayata geçirme aşkıyla Hazreti Muhammed’in torunu Hazreti Hüseyin’in sandukasını ateşe verdi.
Bu kadarla da kalmadı, ertesi sene Taif’e gitti ve Taifliler’i kıtır kıtır kesti.

Önünde artık Mekke ile Medine’nin yolu uzanıyordu, gitti, her iki şehre de girdi ve oralarda yaşayan binlerce kişinin canını aldı. Hışmından sadece insanlar değil, din büyüklerinin mezarları bile nasibini aldı, peygamberin Medine’deki türbesinin dışında ne kadar mezar varsa hepsini yerle bir etti.

Kutsal topraklarda artık sadece terör hákimdi.

Hac yolu seneler boyu kapalı kaldı ve uyarılara kulak asmadan Mekke’ye doğru yola çıkanlardan da hiçbir haber alınamadı.
Tahtta bulunan İkinci Mahmud, Abdullah’ın terörüne karşı çaresizdi ve 1819’da Mısır’da sultanlar gibi hüküm süren vali Kavalalı Mehmed Ali Paşa’dan yardım istemek zorunda kaldı.
Padişahtan "Abdullah’ı yakalayıp bana gönderesin" meálinde ferman alan Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa’yı Mısır ordusunun başına geçirip Arap yarımadasının iç kısımlarına gönderdi,

Abdullah, aylar süren takipten ve kanlı çatışmalardan sonra sağ olarak yakalanıp Mısır’a götürüldü ve İskenderiye’de bir gemiye kondu ve İstanbul’a yollandı.

Binlerce kişinin katili, imparatorluk başkentine 1820 Şubat’ının ikinci haftasında ulaştığında Müslümanlar bayram yapıyorlardı .

Bu kimmi ? Birkac sene önce ölünce bayrakları yarıya indirdiğimiz Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdüláziz el Suud’un dedesi olan ve "Suudi", daha doğrusu "Saudi" Arabistan’a adını veren Abdullah bin Suuddur.

CEVDET Paşa, kendi adını taşıyan tarihinde, Abdullah bin Suud’un Arabistan’da yakalanıp İstanbul’a getirilişini bütün ayrıntılarıyla anlatır.

Abdullah’ı taşıyan gemi Haliç’te özel bir iskeleye yanaşmış, gemiden zincire vurulmuş olarak indirilen Abdullah hapishaneye kapatılmış ve cezası üç gün devam eden bir sorgudan sonra verilmiştir.
İşte, Abdullah bin Suud’un Cevdet Paşa’nın meşhur "Tarih-i Cevdet"inin 11. cildinin 15. sayfasında anlatılan İstanbul’a getiriliş öyküsünün ve idamının günümüz Türkçesi’yle özeti...

"...Mısır’dan İstanbul’a gönderilen Abdullah bin Suud ile adamlarını taşıyan gemi Haliç’e girdi ve Eyüpsultan civarındaki Defterdar İskelesi’ne yanaştı.
...Abdullah ile adamlarının boyunlarına çifte zincir vurulmuştu. Divanyolu’ndan geçirilip Babıáli’ye getirildiler ve sadrazamın huzuruna çıkartıldılar.
Sadrazam, Abdullah’ı Mısır’dan getiren kapı kethüdasına, tatar ağasına, geminin kaptanına ve diğer görevlilere samur kürkler hediye etti ve her birine ömür boyu gelir bağladı.
Abdullah’la adamları, Bostancıbaşı’nın hapishanesine gönderilip Mekke’yle Medine’den çaldıkları malların ortaya çıkartılması için üç gün boyunca sorguya çekildiler.
Hünkár, o gün yapılan cirit ve mızrak oyunlarını seyretmek için eski saraya gitmişti. Abdullah’ı adamlarıyla beraber eski saraya götürüp huzura çıkardılar. Hünkár mahkûmları bir müddet seyrettikten sonra idamlarını emretti."

Su an ki Suudi Kraliyet ailesinin büyük dedesidir idam edilenlerin elebaşı.

Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 12.01.24, 02:06
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 11.01.24
Bulunduğu yer: Rusya St. Petersburg
Mesajlar: 22
Etiketlendiği Mesaj: 0 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Üstümüzdeki ölü toprağını silkip ayağa kalkmazsak siyonistin yahudinin destek verdiği, ümmeti bölmeye çalışanları alaşağı edemeyiz...

Allah hepimizin gücünü kuvvetini ilmini artırsın.

Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 12.02.24, 11:53
Üye
 
Üyelik tarihi: 23.10.22
Bulunduğu yer: Bursa
Mesajlar: 52
Etiketlendiği Mesaj: 0 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Ümmetin arasına nifak sokmayı iyi biliyorlar İngilizler?

.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 02.04.24, 17:44
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 23.01.24
Bulunduğu yer: Diyarbakır- Ergani
Mesajlar: 561
Etiketlendiği Mesaj: 14 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
Arma Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Herşey, Arap yarımadasının ortasında bir yerlerde 1703’te doğan ve Abdülvehhab adı verilen bir çocuğun küçük yaşlarda İslámi ilimlere merak salmasıyla başladı...

Abdülvehhab, kendisinden 500 yıl önce yaşamış şeriat álimi İbni Teymiyye’nin yolundan gitti ve olgunluk çağına geldiğinde sonraki asırlarda kendi adıyla anılıp "Vehhabilik" denecek olan mezhebin temellerini attı.

Vehhabilik, Hazreti Muhammed’in zamanındaki hayat tarzına dönülmesi demekti ve Vehhabiler’e göre peygamberin yaşadığı devirde mevcut olmayan yahut hoş karşılanmayan ne varsa yasak edilmeliydi.

Meselá altın ve ipek kullanmak peygamber zamanında haram kabul edilmişti ve dolayısıyla erkekler altın takamaz, ipekten yapılmış elbiseler giyemezlerdi.

İslámiyet’te mezar diye bir kavram da yoktu; mezarın bırakın ziyareti, yerinin belli olması bile cehennemin kapılarını açacak bir kabahatti.

Abdülvehhab 84 yaşında öldü, kurduğu mezhebi yayma vazifesi damadı Muhammed’e düştü ama Vehhabiler, Arap yarımadasının ortasındaki Necd bölgesinde çeyrek asır boyunca sessiz sadasız, kapalı bir toplum halinde yaşadılar.

Vehhabi sisteminin dünyaya yayılması işini bir başka Abdullah, Abdülvehhab’ın damadı Muhammed’in torunu olan Abdullah bin Suud başlattı.

Abdullah’a göre fikirleri yaymak ve insanları ikna etmek için tek bir yol vardı: Kılıç...

Onbinlerce başıbozuğu yanına toplayıp İstanbul’a isyan bayrağını açtı ve 1801’de Arap Yarımadası’ndan tááá Irak’a gidip Kerbelá’ya saldırdı.
Çoluk-çocuk demeden üç günde 5 binden fazla kelle kesti, sonra büyük dedesi Abdülvehhab’ın "dinde mezar yoktur" düşüncesini hayata geçirme aşkıyla Hazreti Muhammed’in torunu Hazreti Hüseyin’in sandukasını ateşe verdi.
Bu kadarla da kalmadı, ertesi sene Taif’e gitti ve Taifliler’i kıtır kıtır kesti.

Önünde artık Mekke ile Medine’nin yolu uzanıyordu, gitti, her iki şehre de girdi ve oralarda yaşayan binlerce kişinin canını aldı. Hışmından sadece insanlar değil, din büyüklerinin mezarları bile nasibini aldı, peygamberin Medine’deki türbesinin dışında ne kadar mezar varsa hepsini yerle bir etti.

Kutsal topraklarda artık sadece terör hákimdi.

Hac yolu seneler boyu kapalı kaldı ve uyarılara kulak asmadan Mekke’ye doğru yola çıkanlardan da hiçbir haber alınamadı.
Tahtta bulunan İkinci Mahmud, Abdullah’ın terörüne karşı çaresizdi ve 1819’da Mısır’da sultanlar gibi hüküm süren vali Kavalalı Mehmed Ali Paşa’dan yardım istemek zorunda kaldı.
Padişahtan "Abdullah’ı yakalayıp bana gönderesin" meálinde ferman alan Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa’yı Mısır ordusunun başına geçirip Arap yarımadasının iç kısımlarına gönderdi,

Abdullah, aylar süren takipten ve kanlı çatışmalardan sonra sağ olarak yakalanıp Mısır’a götürüldü ve İskenderiye’de bir gemiye kondu ve İstanbul’a yollandı.

Binlerce kişinin katili, imparatorluk başkentine 1820 Şubat’ının ikinci haftasında ulaştığında Müslümanlar bayram yapıyorlardı .

Bu kimmi ? Birkac sene önce ölünce bayrakları yarıya indirdiğimiz Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdüláziz el Suud’un dedesi olan ve "Suudi", daha doğrusu "Saudi" Arabistan’a adını veren Abdullah bin Suuddur.

CEVDET Paşa, kendi adını taşıyan tarihinde, Abdullah bin Suud’un Arabistan’da yakalanıp İstanbul’a getirilişini bütün ayrıntılarıyla anlatır.

Abdullah’ı taşıyan gemi Haliç’te özel bir iskeleye yanaşmış, gemiden zincire vurulmuş olarak indirilen Abdullah hapishaneye kapatılmış ve cezası üç gün devam eden bir sorgudan sonra verilmiştir.
İşte, Abdullah bin Suud’un Cevdet Paşa’nın meşhur "Tarih-i Cevdet"inin 11. cildinin 15. sayfasında anlatılan İstanbul’a getiriliş öyküsünün ve idamının günümüz Türkçesi’yle özeti...

"...Mısır’dan İstanbul’a gönderilen Abdullah bin Suud ile adamlarını taşıyan gemi Haliç’e girdi ve Eyüpsultan civarındaki Defterdar İskelesi’ne yanaştı.
...Abdullah ile adamlarının boyunlarına çifte zincir vurulmuştu. Divanyolu’ndan geçirilip Babıáli’ye getirildiler ve sadrazamın huzuruna çıkartıldılar.
Sadrazam, Abdullah’ı Mısır’dan getiren kapı kethüdasına, tatar ağasına, geminin kaptanına ve diğer görevlilere samur kürkler hediye etti ve her birine ömür boyu gelir bağladı.
Abdullah’la adamları, Bostancıbaşı’nın hapishanesine gönderilip Mekke’yle Medine’den çaldıkları malların ortaya çıkartılması için üç gün boyunca sorguya çekildiler.
Hünkár, o gün yapılan cirit ve mızrak oyunlarını seyretmek için eski saraya gitmişti. Abdullah’ı adamlarıyla beraber eski saraya götürüp huzura çıkardılar. Hünkár mahkûmları bir müddet seyrettikten sonra idamlarını emretti."

Su an ki Suudi Kraliyet ailesinin büyük dedesidir idam edilenlerin elebaşı.
ibni teymiyye Şeriat alimi değildir. Sapıtmış bir kafirdir.

Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 02.04.24, 21:38
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 27.02.23
Bulunduğu yer: .
Mesajlar: 2,304
Etiketlendiği Mesaj: 108 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Kardeşcagızım işte osmanlinnin son devirlerinde böyle casuzlar sìzmislardi İslamiyet'e bidat sokup bitirmek için. Hamd olsun kelleleri kesildi.

Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Bütün Günahları Affettiren Muhteşem Zikir Skoda Zikir 0 10.12.23 00:30


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 12:50.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147