Osmanlı'da yaşanmış hikayeler serisi. - Sayfa 4 - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > Serbest Bölüm > Off Topic > Tarih

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #31  
Alt 04.05.20, 13:46
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

KIRIM SAVAŞI
1800’lü yıllarda dünyâda iki büyük İslâm devleti vardı. Biri Osmanlı Devleti, diğeri ise, Hindistan’daki Gürgâniye Hükümdârlığıydı. İslâmiyetin büyük düşmanı olan İngilizler ise, devamlı bu iki devleti nasıl yok edebileceklerini plânlamakla meşgûldüler. Önce Gürgâniye Devletini parçalamaya karar verdiler. Böylece hem Asya’daki Müslümanları başsız bırakacaklar, hem de Hindistan’ın hazînelerine ve ticâretine hâkim olacaklardı. Fakat Osmanlı Devletinin buna mâni olmasından korkuyorlardı. Bunun için Osmanlı Devletiyle Rusya arasında savaş çıkarmaya çalıştılar. Sıcak denizlere inme hayâliyle yanıp tutuşan Rusya’yı devamlı tahrik ettikleri gibi, sadrâzam Mustafa Reşîd Paşayı da kandırarak Rusya ya karşı düşmanca tavır takınmasını temin ettiler. İngilizlerin asıl maksadını anlayamayan Rus Çarı Birinci Nikola, bu devlet ile Osmanlı toprakları hakkında görüşmeye karar verdi. 9 Ocak 1853’te Sen-Petersburg’un kışlık sarayında verilen bir baloda, İngiliz elçisine Osmanlı Devletinin topraklarını paylaşmayı teklif etti. Ancak İngiltere bu teklifi red ettiği gibi, durumu Bâbıâli’ye de bildirdi. Bunun üzerine Rusya, Osmanlı Devleti hakkında tek başına tedbirler almaya kalkıştı. İstanbul’a prens Mençikof’u elçi olarak gönderip, Fransa’nın Kudüs’te daha önceleri Katolikler adına sağladığı imtiyazların Ortodokslar için de tatbik edilmesini Ortodoks tebeânın himâyesinin Rusya’ya verilmesini istedi. Fakat Mustafa Reşîd Paşa, bu teklifleri reddedip meselenin diplomatik yollardan çözümünü önledi. Bunun üzerine Avusturya İmparatorluğu ile Prusya Krallığı, İstanbul ve Petersburg’a kendi hakemliklerinde bir konferans toplanıp savaşın önlenmesini teklif ettiler. Rusya bu teklifi kabul ettiği halde Mustafa Reşîd Paşa İngilizlerin tahriki ile reddetti. Böylece iki devlet arasında münâsebetler tamâmen kesildi. Rusya harb îlân etmeden Eflak ve Boğdan’ı işgâl etti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, 4 Ekim 1853’te Rusya’ya harp îlân etti. Tuna cephesinde savaş Türk topçu ateşiyle başladı (23.10.1853). İlk gün Ruslar 300 asker kayıp verdiler. Ömer Paşa 27 Ekim’de Vidin’den doğuya doğru Tuna dirseğini geçerek Romanya’ya girdi. Kalafat’ı aldı. Tutrakan ve Yerköyü’nden de Romanya’ya asker sokan Ömer Paşa, Oltenisa meydan muhârebesinde Rus kuvvetlerini bozdu (5.11.1853). Binlerce ölü ve yaralı veren Ruslar bozgun hâlinde Bükreş’e kaçtılar.Anadolu cephesinde de Müşir Abdülkerîm Nâdir Paşa, Kafkasya’da harekâtta bulu nup şeyh Şâmil ile irtibat kurdu. Şeyh Şâmil vâsıtasıyla Kafkasya’daki yerli ahâliden Ruslara karşı destek sağlandı. Fakat Tuna cephesindeki başarı, bu cephede sağlanamadı. Bunun üzerine Abdülkerîm Nâdir Paşanın yerine erkân-ı harbiye reisi olan Ahmed Paşa cephe kumandanı oldu.Bu arada Rus Karadeniz Donanması, Sinop’da yatan 12 parçalık Türk filosunu bastı (30 Kasım 1853). Filonun tamâmı imhâ edilince iki binden fazla Osmanlı bahriyelisi şehid oldu. Sinop’un Müslüman mahalleleri bombardıman edilerek tahrib edildi. Birçok sivil de şehid oldu.Bunun üzerine İngiltere, Rusya ile diplomatik münâsebetlerini kesti. Rus çarının Kudüs’te Katoliklere karşı Ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, Rusların Akdeniz’e inmesini istemeyen Fransa’yı da yanına alıp 1854 Mart’ında Rusya’ya resmen savaş îlân etti. İki devlet, Osmanlı Devletinin yanında yer aldı.Müttefik kuvvetleri, 31 Mart’ta Gelibolu’da toplandı. İngiliz kuvvetlerine Lord Raglen, Fransız kuvvetlerine Mareşâl Arnard, Tuna boyundaki Osmanlı Ordusuna ise Ömer Lütfi Paşa kumanda ediyordu. Ömer Paşa, 17 Nisan’da Küçük Eflak ve Sırbistan arasındaki Kalafat Muhârebesinde Rus taarruzunu püskürtüp, düşmanı Karayova’ya kadar seksen kilo metre kovaladı. Müttefik donanmasına Odesa’dan ateş edilmesi üzerine şehir topa tutuldu. Sekiz gemilik müttefik filosu on beş Rus gemisini batırıp, istihkâm ve tahkimâtlarını, mühimmât depolarını, tersâne tesislerini tahrib ederek on üç gemiyi de ele geçirdi.15 Mayıs’ta Ruslar, Güney Dobruca’da mühim bir Türk kalesi olan Silistre’yi muhâsaraya başladılar. 80.000 kişilik Rus ordusu, kaleyi savunmakta olan Mûsâ Paşanın emrindeki 10.000 kişilik kuvvet karşısında bozguna uğradı. 41 gün içinde yaralanma ve ölüm sebebiyle birkaç defâ kumandan değiştirmek zorunda kalan Ruslar, 25 Haziranda 15.000 ölü, 25.000 yaralı vererek muhâsarayı kaldırdılar. Ömer Paşanın kuvvetleri karşısında da duramayan Ruslar, 6000 kayıp verdikten sonra Romanya’yı boşaltıp Boğdan’a çekildiler. Rus kuvvetlerinin yerine 6 Ağustos’ta Türk kuvvetleri girdi. Rus zulmünden bıkan Romanyalılar, Osmanlı kuvvetlerini sevinçle karşılayıp büyük merâsimler tertib ettiler. Hıristiyan olmalarına rağmen Büyük Bükreş kilisesinde duâ edip, Osmanlı hâkimiyetinde bulunmalarına sevinçle şükrettiler.Osmanlı Devleti ve müttefikleri Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile antlaşma yapıp, Eflak, Boğdan ve Tuna’nın güvenliğini bunlara vererek Kırım’a saldırmaya karar verdiler. İngiliz ve Fransız donanması Baltık’a açılıp Rusları tâciz etti. Temmuz ayından beri Varna’da bulunan 55.000 kişilik müttefik kuvvetleri Eylül ayında Kırım’a hareket etti. 14 Eylül 1854’de Kırım’a çıkartma yapıldı.Müttefik kuvvetlerin hedefi, Rusların Karadeniz’deki en kuvvetli ve müstahkem liman şehri Sivastopol’du. 19 Eylülde Eskihisar mevkiinden hareket eden müttefik kuvvetleri, Prens Mençikof idâresindeki 50.000 Rus askeri ile Alma’da muhârebeye tutuştu. Rus kuvvetleri beş bin ölü, on iki bin yaralı verip, bozguna uğrayarak Sivastopol’a çekildi. Orada çok çetin bir savunmaya başladılar. Sivastopol’u kuşatan müttefik kuvvetler, şehir yakınındaki Balaklava limanını işgâl ettiler. 25 Ekim’de Balaklava ve 5 Kasım’da İnkerman savaşlarında Ruslar, 90.000 askerle savaşmalarına rağmen, Osmanlı kuvvetlerinin kahramanca çarpışması sebebiyle yenildiler. Bu yenilgileri hazmedemeyen Prens Mençikof kederinden ölünce, yerine generâl Gorçokof tâyin edildi.Tuna cephesinde Rusları bozguna uğratıp bu taraftan gelebilecek tehlikeleri bertaraf eden Ömer Paşa, Şubat başında Kırım’a gelip 17 Şubat 1855’te Gözleve Meydan Muhârebesinde Rus ordusunu bozdu.Bu arada Rus Çarı Birinci Nikola ölmüş, yerine oğlu İkinci Aleksandır geçmişti. Kırım da bulunan toplam müttefik kuvveti 202.000 kişiye ulaşmış, Osmanlı Devletiyle yaptığı antlaşma ile Sardunya Krallığı da müttefiklerin yanında savaşa girip 16.000 askerini Kırım’a göndermişti.24 Mayısta Kerç’i ve 28 Mayısta Anapa’yı alan müttefik kuvvetleri, 7 Haziran’da Sivastopol’a yaptıkları umûmî taarruzla Ruslara 20.000 asker zâyiât verdirip, 73 top ele geçirdiler. Müttefik kuvvetlerin verdiği kayıp 5000 idi.Bu savaşın maddî kaynaklarını karşılamakta güçlük çeken Osmanlı Devleti, Mustafa Reşîd Paşanın sadâreti zamânında ilk defâ dış borçlanmaya girdi. İngiltere ve Fransa’dan 5.000.000 altın borç alındı. Bundan sonra dış borçlanmanın sonu gelmeyecek ve 20 yıl geçmeden Türk mâliyesi iflâsın eşiğine adım atacaktır.Müttefikler 1855 baharında büyük hazırlık yaparak Kırım’ın asker, mühimmât ve erzak stokunu takviye ettiler. Komuta kademesinde de değişiklik oldu. Fransız kuvvetlerinin başına generâl Pelisier, Lord Raglan’ın hastalıktan ölmesiyle de yerine İngiliz generâli Simson tâyin edildi. 24 Mayısta Rusların Sivastopol’a asker sevkiyâtı yaptığı stratejik önemi olan Kerç Boğazına müttefiklerin asker çıkartmasıyla harekât başladı. Buharlı savaş gemilerinden meydana gelen yirmi iki gemilik filo Azak Denizine gönderildi. Rusların Karadeniz sâhilleri işgâl edilerek pekçok kayıp verdirildi.Yaz boyu bütün şiddetiyle devâm eden çarpışmalardan sonra Sivastopol’a karşı umumi hücûma geçildi.Ruslar, büyük yardım almalarına rağmen 8 Eylülde Malakit istihkâmlarının zaptedilmesi üzerine dayanamıyacaklarını anlayıp, şehri terk etmeye başladılar. Müttefik kuvvetleri 9 Eylülde Sivastopol’a girdiler. 11 ay süren muhâsara çok kanlı olmuş, iki taraf da büyük kayıp vermiş ve Sivastopol harâbeye dönmüştü.Müttefikler, harekâta devâmla Kılburnu Zaferini kazanıp, Özi Kalesini zaptettiler. Bu cephede de Rusların harbedecek gücü kalmadı.Kafkas cephesinde ise, Ruslar, Doğubâyezîd’i alarak Kars’ı kuşattılar (15 Temmuz 1855). Kars’ın tahkimâtı pek iyi olmamasına rağmen, Müşir Mehmed Vâsıf Paşa, 15.000 askeriyle 40.000 kişilik Rus kuvvetlerine başarıyla karşı koydu. Devamlı takviye alan Ruslar, 29 Eylülde umûmî taarruz yapıp, 7000 ölü 10.000 yaralı verdilerse de geri çekilmediler. Kırım’da savaşın bitmesinden yararlanan Ömer Paşa, Kafkas cephesine yardım için Sohumkale’ye çıktı. İngur Meydan Muhârebesinde Rus ordusunu dağıttı (6 Kasım 1855) ve Kars üzerine yürüdü. Fakat uzun süredir ikmâl alamayan Kars açlıktan düştü (28 Kasım 1855).Kars’ın düşmesiyle harp fiilen bitti ise de Ruslar sulhe yanaşmadı. Ancak Avusturya’nın ültimatomu üzerine sulhü kabûl etti. 1856 Şubat ayında Viyana protokolü ile sulhün ana hatları kabul edildi ve savaş sona erdi. Savaşa askerî güçleriyle yardım eden İngiltere ve Fransa bu yardımlarına karşılık Osmanlı Devletinden Tanzimât fermânını teyid eden ve onu tamamlayan Islâhât fermânının yayınlanmasını istediler. Devrin sadrâzamı Âlî Paşa ile Fransız ve İngiliz elçilerinin ortaklaşa hazırladıkları yeni ferman, antlaşma imzâlanmadan önce îlân edildi. Binlerce şehid, dayanılmaz mâlî külfet ve sıkıntılara mâl olan başarıların meyvesini Osmanlılar değil, göstermelik olarak savaşa giren Osmanlı müttefikleri topladı. Osmanlı Devletinin iç ve dış siyâsetinde yabancı müdâhalesine her zaman açık kapı bırakan bu ferman, Osmanlı toplumu ve ekonomisini Avrupa ekonomisinin nüfûz sâhası içine sokarak bağımlı hâle getirdi. Bu ferman sâyesinde çeşitli mezheplere bağlı Hıristiyan tebeaya Rusların harb öncesi teklif ettiği haklardan daha fazlası verildi. Bu fermânın yayınlanmasın dan sonra görüşmelere Pâris’te devâm edildi. Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya-Macaristan ve Prusya’nın katıldığı Pâris görüşmeleri 30 Mart 1856’da sonuçlandı. Kırım Savaşı, Osmanlı Devletinin toprak kaybına sebeb olmamasına rağmen, siyâsî olarak aleyhine oldu. Devlet iktisâden çöktü. Müttefikler kârlı çıktı. Osmanlı Devletini Rusya ile meşgûl eden İngiltere az bir kuvvetle savaşa girip asıl maksadını gizledi ve büyük devletlerin dikkatini o yöne çekerek Hindistan’daki Gürgâniye/Babürlüler İslâm Devletini yıktı.Topraklarını işgâl ederek, Hindistan hazînelerine sâhib oldu ve ticâretini geliştirdi. Ayrıca Ortadoğu ve Hindistan yolunda rakibi olan Rusya’yıOsmanlıyla çatıştırarak zayıflattı. Islâhât fermânıyla gayri müslimlere verilen haklar sonunda, birçok yerde bağımsızlık hareketlerinin çıkmasına sebeb olundu. Fransa ise Ortadoğu’yu karıştırarak günümüze kadar süren hâdiselere sebebiyet verdi. İtalya müttefiklerden siyâsî yardım alarak birliğini kuvvetlendirip, tamamladı. Rusya savaştan mağlûb ayrılmasına rağmen, antlaşmaya aykırı hareket edip, büyük ideâlini önce siyâsî olarak, sonra da her türlü hareketlere teşebbüs ederek devâm ettirdi.

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
  #32  
Alt 05.05.20, 12:48
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

İSTANBUL’UN SULARI
İstanbul'da belediye ile ilgili işlerden biri de su sorunuydu. Kanuni Sultan Süleyman, Kırkçeşme sularını İstanbul'a getirttiği zaman milletin yüzü biraz güldü. Her tarafta çeşmeler yapıldı. Ebussuud Efendi de Yazıcı çiftliği yöresinden bulduğu suyu Turunçluk suyu ile birleştirdi, bir çeşme yaptırmaya karar verdi. Su yolları yapmak için büyük bir çalışma başladı. Su yollarının onarımı için Mısır'dan hamallar bile getirildi. Sular İstanbul'a düzenli bir biçimde dağıtılacaktı. Eğrikapı dışında büyük bir su hazinesi vardı. Bu hazine altmış lüleye bölünüyordu. Bu sular hazinelerden çeşmelere dağıtıldı. Sultan Süleyman dönemine gelinceye kadar çeşmelerin suyu hep boşa akardı. Gece gündüz akan çeşmelerden dolayı sokaklar çoğunlukla bataklık haline gelirdi. Sonunda burma lüleler bulundu. Hem sokaklar çamurdan kurtarıldı, hem de suların boşa akmasına engel olundu. Böylece artan suyu isteyenler hayrat çeşmeler yaptırarak oralara akıtırlardı. Fakat burma lülelerin, yani muslukların icadı birçoklarının işine gelmedi. Bazı mahallelerde imam ve cemaat: "Akan su bahçelerimize verilmiştir. Yabana akarsa aksın. Burma lüleye rızamız yoktur" dediler, burma lüleleri kaldırmaya çalıştılar. Bu konuda en ileri gidenler sipahilerdi. Bu sorun üzerine Sultan Süleyman İstanbul kadısına şu hükmü yazdı: "Çeşmelere burma lüle takıldığından lüleyi ufaltan eğer sipahi ve başka kullarım taifesi ise kapıma arz eyleyesin. Ve eğer ehl-i cihetten (yöre halkından) ise cihetten alup ahare (başka tarafa) veresin. Ve eğer şehirli halkından ise muhkem hakkından geldikten sonra cerimesini (cezasını) aldırasın. Ve yabana akmak ecli (nedeni) için açık koyanların dahi vech-i meşruh (açıklanan nedenlerle) üzre haklarından gelesin. İstanbul çeşmeleri iki sınıftı. Biri at sakalarına, biri de mahallelere mahsustu. At sakalarının, mahallelere ayrılan çeşmelerden su almaları yasaktı. Fakat genellikle buna uyulmazdı. At sakaları mahalle çeşmelerinden de su alır, halka satarlardı. Mahalle halkı bahçelerini sulamak için geceleri çeşmeleri mahsus açık bırakırlardı. Hamamcılar ve hatta halkın bir kısmı özellikle anahtar edinirler, geceleyin su yolu kapı ve bacalarını açarlar, belirlenenden fazla su almaya çalışırlardı. Mahalle halkı derhal dilekçe sunup bu gibi olayları şikayet ederdi. At sakalarının hukukuna bazen arka sakaları tecavüz ederler, onlara ait çeşmelerden su almaya çalışırlardı. Fakat Divan-ı Hümayun nazarında at sakalarının hukuku diğerlerininkinden üstündü. At sakaları İstanbul'un fethinden beri, yangın çıktığı zaman hizmet karşılığı su taşırlardı. İstanbul'da sık sık çıkan yangınlarda kiminin atı, kiminin eşeği yaralanır veya ölürdü. Bu özverilerine karşılık at sakalarının hukukunu korumayı Divan-ı Hümayun bir görev bilirdi.Bununla birlikte, Divan-ı Hümayun'un bazı kişilerin özel çeşme yaptırmasına izin vermesi birtakım yolsuzluklara neden oldu. Bazı kişiler, hayrat olmak üzere çeşme yaptırmayı bahane ederek su alırlar, evlerinde yaptırdıkları hamam ve şadırvanlarda kullanırlardı. Bu yolsuzluğa reisülküttap, kazasker, Galata emini, eski defterdar, nişancı, arpa emini gibi devletin üst düzey görevlileri de cesaret ederlerdi. Sokullu'nun sadrazamlığı döneminde devlet ileri gelenlerinin bu tutum ve davranışlarından şikayet edildi. Sokullu sorunu saraya arzetti. İkinci Selim: "Sıradan insanlar aracılığıyla durumlarını denetleyip herbiri evleri içine aldıkları suyu emr-i şerifimle mi almışlardır? Yoksa dışarıda su bulup da bunu şehir suyuna katıp evlerinin yanına geldiğinde mi almışlardır? Yahut evlerinin yanında bulunan çeşmeden gereksiz yere mi evlerine su aldırmışlardır? Ellerinde belgeleri var mıdır, varsa ne zaman almışlardır?" konusunda araştırma yapılmasını emretti


O dönemdede varmış bu dönemin kaymak tabakası gibi işte devletin imkanı ile kendine yarar sağlama olayı.KIyamete kadarda gider bu iş

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
  #33  
Alt 06.05.20, 11:06
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Sultan Ahmed, Şeyhi Aziz Mahmud'a bir hediye sunmak istiyordu. Mürşidinin kendisin den bu hediyeyi kabul etmesi onu çok memnun edecekti. Sultan Ahmed bir gün kendine uygun gördüğü bir hediyeyi Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerine gönderdi. Ama Şeyh Hazretleri kabul etmedi. Şüphesiz bu kabul etmeyiş, sultana karşı bir tavır anlamına gelmiyordu. Evliyanın büyüklerinden çoğu prensip olarak hediye kabul etmezdi. Bu, büyük insanların dünya malına hangi gözle baktıklarını, başkaları için ulaşılmaz sayılan şeylerin nazarlarında hiçbir değer taşımadığını ifade etmenin bir yoluydu.



Sultan Ahmed şeyhi Hüdayi'nin kabul etmediği hediyeyi yine bu devrin evliyasından Abdülmecid Sivasî'ye gönderdi ve o da kabul etti. Kendisine, padişahın aynı hediyeyi Aziz Mahmud Hüdayi'e sunduğu ama kabul etmediği de hatırlatıldı. Sivasi Hazretleri gerçek büyüklere yakışır bir tutum ortaya koydu: "Hüdayi Hazretleri bir karga değildir ki leşi kabul etsin" dedi. Aziz Mahmud Hüdayi'ye de "Sizin kabul etmediğiniz hediyeyi Şeyh Sivasî kabul etti" dediler. Şu cevabı verdi: "Onun için hiç bir mahzuru yoktur. Çünkü o öyle büyük bir ummandır ki bir parçacık çamurun kendini bulandırmayacağını bilir

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
  #34  
Alt 07.05.20, 10:51
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Zenbilli Ali Efendi başta olmak üzere, bazı İslam hu*kukçuları bu çeşit vakıfların meşrûiyet dayanağı hakkında tartışmalar yapmaya başlayınca, bunlara Büyük Hanefi Hukukçusu Seyyid Ahmed Hamevî de katılmıştır. II. Selim devrinde Mısır'da yaşayan bu âlimin, Osmanlı padişahlarının önemli tasarruflarından olan bu vakıflar hakkında yazmış olduğu "El-Es’ilet'ül-Hanefiyye Bil-Ecvibet'il-Hameviyye"[1][2] adlı eserinde bakınız neler diyor:"Şafiî hukukçusu İbn-i Ebi Asrûn, tahsisat kabilin*den vakıflara fetva vermiştir. Buna zamanındaki Malikî, Hanbelî ve Hanefî hukukçuları da muvafakat etmiştir. Bunun üzerine Eyyubî devlet adamı Nureddin Eş-Şehîd, beytülmala ait araziden bir çoğunu, Şam'da hayır cihet*lerine vakıf yoluyla tahsis etmiştir. Selahaddin Eyyubî de, Kudüs, Şam ve Mısır'da bu tür çok vakıflar yapmışlardır. Bunlara daha sonra gelen Türk ve Çerkez Sultanları tabi olmuşlardır. Nihâyet saltanat ve devlet, ZAMANIN EN ÂDİL HÜKÜMDARLARI OLAN OSMANLI PADİŞAHLARINA geçmiştir. OSMANLI PADİŞAHLARI, EHL-İ KEŞİF VE İRFANIN KİTAPLARINDA SAHABEDEN SONRA EN ÂDİL HÜKÜMLARDARLAR olarak vasıflandırılmışlardır.

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
  #35  
Alt 08.05.20, 11:07
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Kızı Hundi Fatıma Sultan’ın Emirsultan ile nikâh haberi Edirne'ye ulaşınca, Yıldırım Bâyezîd, Kapıkulu askerlerinden kırk askeri Süleymân Paşanın emrine vererek, Emîr Sultan'ın ve Hundî Hâtun'un başlarını getirmesi için Bursa'ya gönderdi. Süleymân Paşa Bursa'ya gelince, Vâlide Sultandan onları istedi. Vâlide Sultan vermeyince, kırk asker, Vâlide Sultan'ın sarayına saldırdı. Vâlide Sultan, onların bu saldırısından korktu. Emîr Sultan onun bu hâlini görünce, ona; "Bu dehşet ve korkunuz nedir? Allah aşkına söyleyin." dedi. Sonra Vâlide Sultan'a "Şu yayı alın ve oku gerin. Ben bakayım siz atın." dedi. Vâlide Sultan; "Ben ok atamam." deyince, Emîr Sultan; "Siz oku takın, o kendiliğinden gider." dedi. Bunun üzerine Vâlide Sultan, pencereden askerlere karşı oku kirişe koyup, bıraktı. Yeşil ok, parlayarak gidip kırkına saplandı. Askerler derhâl kaçtılar. Vâlide Sultan; "Yâ Emîr Sultan! Niye oku sen atmadın da bize attırdın?" diye sorunca, Emîr Sultan; "Eğer oku biz atmış olsaydık, hem o askerlerin, hem de Osmanoğullarının nesilleri helâk olurdu. Onun için bu işi size yaptırdık." dedi

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
  #36  
Alt 09.05.20, 10:58
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Pâdişâhın, Emîr Sultan'ın ve kızı Hundî Sultân'ın öldürülmesi için Bursa'ya asker gönderdiğini duyan Molla Fenârî Yıldırım Bâyezîd'e şu mektubu yazdı:

"Mektubuma, dâimâ kullarına acıyıcı olan Allahü teâlânın adıyla başlarım. İnsanların en âcizi olan ben, Türk ve İslâm memleketlerinin koruyucusu, Osmanoğullarının övündüğü ve Hak uğruna savaş edenlerin başkanı, İslâm dîninin ve müslümanların yardımcısı olan, Pâdişâhımın ömrünün uzun olmasını ve evlâdının çoğalıp kıyâmete kadar şan ve şerefle yaşamasını Rabbimden niyâz ederim. Sultânımızın şunu bilmesi gerekir. Bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafâ'dan önce, Îsâ aleyhisselâm, kendine inananlardan üç kişiyi Hak dîne dâvet için bir beldeye göndermişti. Fakat oranın halkı, onları yalanlayıp ödürdüler. Bu cinâyeti işledikten sonra, sevinerek evlerine gittiler. Cenâb-ı Hak onların bu davranışlarından râzı olmadı ve Cebrâil aleyhisselâma, o belde üzerinde yürekleri parçalayıcı, korkunç ve keskin bir sesle haykırmasını emretti. Cebrâil aleyhisselâm haykırınca, oradakilerin hepsi bir anda öldü. Böyle büyük bir felâkete düşmekten Allahü teâlâya sığınırız.Şimdi bizim de Sultânımızdan bir ricâmız vardır. Dün öldürülmesini emrettiğiniz Emîr Sultan, Resûl-i ekremin neslinden hürmete değer bir insandır. Bu zât gibi temiz kalbli, Peygamber neslinden bir kişi, zamânımıza kadar Anadolu'ya ayak basmamıştır. Buna benzer aslı temiz bir kimseyi elleri hediyeler dolu davetçiler göndererek Buhârâ'dan Anadolu'ya getirmeye çalışsaydınız, sizin için ebedî bir şeref olurdu. Böyle yapmadığınız hâlde, mânevî irâde üzerine yurdumuza gelen bu zât dolayısıyla Peygamber efendimize yakınlık kazandığınız takdirde, dünyâ ve âhiret saâdetiniz artacaktır.Şunu da bildireyim ki, bu dâmâdınız, Peygamber efendimizin; "Ümmetimin âlimleri, İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir." buyurduğu kimselerdendir. Bizim böyle seyyidlerden gördüğümüz feyz eserlerini, hazret-i Muhammed'den sonra kimse göstermemiştir. Eğer bir daha onun başını kestirmek için asker gönderirseniz, bütün yurdumuzun felâketi olacağından şüphemiz yoktur. Son ferman sultânımızındır."Aradan günler geçtikten sonra Bursa'ya dönen Osmanlı ordusunu ve sultânı karşılayanlar arasında Emîr Sultan da vardı. Yıldırım Bâyezîd, onunla selâmlaşınca, harb meydanında askerlerle kendi yarasını saranın bu genç olduğunu anladı. Sultan, ona şifreli olarak; "O el çabukluğu ne idi?" diye sordu. Emîr Sultan; "Allah'ın kuvvet ve yardımı, o bîat edenlerin vefâ ve sadâkatlerinin üzerindedir." (Feth sûresi: 10) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Yıldırım Bâyezîd; "Ya o mendilin yarısı ne oldu?" diye sorunca, Emîr Sultan; "Babacığım, o mendilin yarısı cebimdedir. Bendeniz dâmâdınız Muhammed Şemseddîn." dedi. Yıldırım Bâyezîd Han atından inerek onunla kucaklaştı ve gözyaşlarını tutamıyarak ikisi de ağladılar

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
  #37  
Alt 11.05.20, 10:53
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart



500 sene kadar Osmanlı Devleti'nin ordusunun temelini teşkil eden yeniçeriler, büyük savaşlar ve fetihler yaparak haklı bir üne kavuşmuştu. Fakat son yıllarda bu ocak bozulmuş ve Osmanlı Devleti'nin başına belâ olmaya başlamıştı. 15 Haziran 1826 Perşembe gününe, tarihler Vak'a-i Hayriyye derler ki, hayırlı olmuştur. Yeniçeriler tarih sahnesinden bir günde silinmişlerdir. O sırada İstanbul'da bulunan Fransız edebiyatının büyük ismi Theophile Gautier, bakınız bu hâdiseyi nasıl anlatır: "Halk, yeniçerilerin ortadan kaldırılabileceğine inanmıyordu. Fakat bu serserilerden o kadar yılmışlardı ki, en ufak bir kıvılcımla infilâk edecekleri muhakkaktı. Dükkânlar, paşa konakları ve hatta fakir evleri, yağmalanmak ve baskına uğramak korkusunu, 24 saat teneffüs ediyorlardı. İstanbul sokaklarında o kudretli Osmanlı pâdişahı değil, yeniçeri subay ve erleri devleti ve daha doğrusu kendi çıkarlarını temsil ediyorlardı. Her dükkân, limana her giren gemi ve ithal edilen her mal üzerinden alacakları vardı. Devletin bütün gelir çeşmelerinin suyunu dolduran taslara dönüşmüşlerdi. O sabah sokaklarda, kaçışan hatta yabancı elçiliklerin kapılarına yığılan yeniçeriler, artık çâresiz idiler. Halk bendlerin arkasındaki sular gibi taşmıştı. İstanbullu bu âsi serserilerden bıkkınlık getirmişlerdi. Roller değişmişti. Bir zamanlar sokaklarda nârâlarından korkulan yeniçeriler, şimdi, arkalarından kovalayan sivil halk, asker, mollalar ve hatta ahşap evlerinden saksılar fırlatan kadınların önünden kaçıyorlar, yakalanınca yalvarıyorlar, ama duâ etmeye bile vakit bulamadan başlarını bir kılıç darbesi ile kaldırıma bırakıyorlardı.

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
  #38  
Alt 12.05.20, 10:55
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

VİYANA KUŞATMASI
Mohaç’ta Macaristan ordusunu tamâmen imhâ edip, bölgeyi Osmanlı Devleti sınırları içine katan Kânûnî Sultan Süleyman Han, savaştan sonra Budapeşte’ye gelip Macaristan’ın yeni statüsünü tespit etmişti. Buna göre Macaristan, Osmanlı Devletine bağlı bir krallık olarak bilinen ve Mohaç Muhârebesine katılmayan Transilvanya (Erdel) Voyvodası Zapolya’ya verilecekti. Nitekim Kânûnî Sultan Süleymân Han, 16 Ekim 1526’da Macaristan tâcını Zapolya’ya veren târihî fermanını imzâladı ve Budapeşte’de Macaristan tahtına geçirdi. Ancak Zapolya Osmanlılar sâyesinde Macar Kralı seçilmesine rağmen kral olduktan sonra Osmanlılara fazla yaklaşmaktan çekindi. 1527 baharında toplanan Regensburg İmparatorluk Meclisinde Osmanlılara karşı yardım dahi istemişti. Ancak bu sırada Alman İmparatoru Şarlken’in tahriki ve desteğiyle Avusturya Arşidükü Ferdinand büyük bir ordunun başında olarak harekete geçti. Tokaj’da Zapolya’nın kuvvetlerini yenerek 20 Ağustos 1527’de Budin’e girdi. Lehistan kralına sığınmak zorunda kalan Zopolya tekrar Osmanlılardan yardım istemeye mecbur kaldı. Zapolya yardım isteğinde bulunmasa dahi Osmanlıların bu duruma müsâade edebileceği düşünülemezdi. Ancak onun yardım talebi, Osmanlıların daha fazla işine yaramış ve durum Zapolya’nın müdâfaası şekline dönmüştür. 10 Mayıs 1529’da 200.000 kişilik bir ordu ile sefere çıkan Kânûnî, 7 Eylül’de Budin’e girdi. Zopolya’yı Macar tahtına oturttu. Şehirde altı gün kadar kaldıktan sonra Ferdinand ile karşılaşmak niyetiyle Viyana’ya doğru yürüme kararı aldı. Avusturya-Macar sınırındaki Ovar kasabasını alan Osmanlı ordusu, Viyana önlerinde toplanmaya başladı. Bu arada Ferdinand ise kuvvet toplamak için Avusturya içlerine çekilmişti.Çok iyi tahkim edilmiş olan Viyana şehrinin muhâsarası 27 Eylülde kesin olarak başla dı. Fakat Osmanlı ordusu hazırlıksızdı ve muhâsara için gerekli büyük toplarla malzeme geti rilmemişti. Surlar altından lağım açma teşebbüsleri de başarılı olmuyordu. Yine de aralıksız süren çalışmalar sonucu surlarda gedikler açılıp buralardan hücumlarda bulunuldu ise de, havaların soğumaya başlaması, kışın yaklaşması ve erzak sıkıntısının had safhaya varması askerin gücünü ve dayanıklılığını etkiledi. 14 Ekim 1529’da yapılan umûmî hücum sırasında birçok gedik açıldı. Avusturyalıların meşhur komutanları yaralandı ve müdâfilerin dayanma güçleri büyük ölçüde kırıldı. Ancak havanın bozulması üzerine Osmanlı ordusu tekrar bir hücumda bulunmayıp acele hareketle toplanarak Budin’e geri döndü (16 Ekim 1529).

Bu seferle Macaristan’ın ve Almanya’nın kuvveti kırıldı. Osmanlı târihinin en büyük akın hareketi gerçekleştirildi. Avusturya, Güney Almanya toprakları Türk akıncılarınca çiğnenerek, bütün Avrupa Osmanlıların azametini, şâşaasını gördü

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
  #39  
Alt 13.05.20, 10:59
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Sultan Murad Hüdavendigar’ın Edirne'yi fethi, Osmanlılara Balkan fetihlerinin yolunu açtı. Lala Şahin Paşa, Bulgaristan'a girerek Filibe'yi, komutanlarından Evrenos Bey ise Serez'i aldılar (1363). Yeni fethedilen yerlere Türkler yerleştirildi. Edirne ve Filibe'nin fethi üzerine Hristiyan dünyası büyük bir telaşa kapıldı. Çünkü 550 sene önce Müslümanlar, Cebelitarık boğazını geçip İspanya’ya girerek kısa zamanda bütün yarımadayı fethetmişlerdi. Aynı şekilde Balkan yarımadasının da Osmanlıların eline geçmesi yakındı. Osmanlıları derhal Balkanlardan atmak için yeni bir haçlı seferi düzenlenlendi. Papa V. Urban'ın teşvikiyle Sırplar ve Bulgarlar başta olmak üzere Macar, Bosna ve Eflaklılar, büyük bir haçlı ordusu hazırlayarak Edirne üzerine harekete geçtiler. Kalabalık Haçlı ordusu, zaferlerinden gayet emin bir şekilde ilerliyor, geçtikleri yerlerdeki bütün Hristiyan olsun müslüman olsun, kasaba ve köyleri yağmalıyorlardı. Sayıları Yüzbini bulan haçlı ordusu, Edirne yakınlarına geldiler. Müslümanları Balkanlardan atmak artık çok kolay olacaktı. Kendilerinden gayet emin bir şekilde konakladıkları yerde içki içip eğleniyorlardı. Gece yarısına doğru hepsi sızıp kaldılar. Osmanlı komutanlarından Hacı İlbey, beşbin kişilik ordusu ile düşmanın durumunu gözetlemek üzere Haçlı ordugahına kadar sokuldu. Tamamının sarhoş bir halde sızıp kaldığını görünce fırsatı kaçırmadı ve hemen kuvvetlerini üçe ayırarak bir gece baskını yaptı. Neye uğradığını anlayamayan Haçlılar, birbirlerini kırmaya başladılar. Çoğu da Meriç nehri bataklıklarına gömülerek can verdi. Bulgar kralı kaçarak canını zor kurtardı. (1364). Tarihe 'Sırp Sındığı Savaşı' olarak geçen bu zaferle, Rumeli'deki Türk hakimiyeti kesinleşti ve ilk Haçlı Ordusu etkisiz hale getirildi. Osmanlı birlikleri Sırp Sındığı Savaşından sonra Bulgaristan'a girdiler ve yukarı Bulgaristan'ı fethettiler. Karşı koyamayacağını anlayan Bulgar Kralı Yuvan Şişman, Osmanlı Hakimiyetini kabul etti ve kız kardeşi Maria'yı Murad Hüdavendigar'a verdi (1369).

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
  #40  
Alt 14.05.20, 11:14
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Kenan Paşa, Şeyh Muhammed Aynî hazretlerini ziyâret maksadıyla Siirt'e oradan da Aynî köyüne gitmişti. Askerleriyle birlikte Aynî köyüne varınca, câminin avlusunda bir hasır üzerine oturdu. Paşa için yemek hazırlamak istediler. Şeyh hazretleri; "Bu hususta tekellüfe girmeyi niz, kendinizi zorlamayınız." dedi. Evinde arpa unundan yapılmış iki yufka ve iki gün önce pişirilmiş et yemeği vardı. Bunları yedirmek bizim için ar olur dedilerse de, Şeyh hazretleri; "Bunlar yemek olarak kâfidir. Mevcud olan bunlardır. Bunları ikrâm etmekte bir mahzur yoktur." dedi. Sonra kendisi Kenan Paşanın yanına gitti. Paşa onu görünce ayağa kalkıp hürmetle elini öptü ve duâ istedi. Sofrayı getirmelerini söyleyince, Paşanın önüne iki yufkayı ve et yemeğini koydular. Bunları yedi. Sonra kalkıp Şeyh Muhammed Aynî hazretlerinin elini tekrar öptü. Teşekkür ederek müsâde isteyip ayrıldı. Dönerken yolda adamlarından biri, Şeyh'in huzûrunda ne yemeği yediğini sorunca; "Arpa ekmeği ve bayat et yemeği yedim. Yemin ederim ki ömrümde böyle lezzetli yemek yemedim." dedi.

Demekki manevi bir lezzet almışki ömrümde böyle yemek yemedim demiş.Şimdi bize misafir gelse birine 2-3 günlük yemek koysan önüne 1 hafta sonra arkandan gıybet halayı çekecekleride aşikar.

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
yaşanmış hikayeler.. PARADOX islam & islami Konular 8 10.04.21 09:28
Kitap Serisi Berzahı-Şah Sorularınız 2 30.07.20 05:12
Çok ilginç hikayeler ....!! DiLara Gizemli Olaylar ve Mekanlar 6 30.06.19 22:56
Yaşanmış Korkunç Hikayeler 3 DiLara Gizemli Olaylar ve Mekanlar 9 26.02.19 00:51
Yaşanmış Korkunç Hikayeler 2 madlen Gizemli Olaylar ve Mekanlar 9 26.02.19 00:44


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:34.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147