|
Sorularınız her türlü soruyu buradan sorabilirsiniz. |
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
|||
|
|||
Bedeli şia mı ödüyor???
Son gelişmeler üzerine akıllara şöyle bir soru geliyor. İsrail tarafından öldürülenler Lübnan ve İran Suriye Yemen hep şia. Sadece Gazze de ölenler Sünni. Şöyle bir tablo ortaya çıktı. İsrail sunni gazzeyi vuruyor imkanlar ölçüsünde direniş yemen Lübnan İran dan geliyor. Ve son senelerde ABD ve İsrail tarafından suikast ile ölenlerin Hamas hareketi dışında hep Şii. Türkiye'de ve Arap dünyasında hocalar Şiiler sahabe düşmanı İsrail'den bile tehlikeli diye bir algı oluşturuluyor. Ama hocaların oluşturduğu algı ile mevcut durum arasında bir tezat var. Bedeli şiiler ödüyor ABD ve İsrail'in hışmına uğrayan ambargo yiyen bombalanan suikaste uğrayanlar bunlar. Nasrallah yerin altında faaliyet sürerken Ürdün kralı Suudi kralı mısır kralı ve daha niceleri saraylarda yaşıyor. Ülkemizde şia düşmanlığını kürsülerde en çok dillendiren bir hoca da malikanede hayatına devam ediyor. Geçenlerde bir saldırıya uğradı. saldırgan elini uzattı az bir şey . korumalar hemen müdahale etti. Medyada köpürtüldü az daha şah damarını sıkacaktı ölecekti diye. Bu Sünni hocada kendine göre bedel ödemiş yani🤣 Kürsüde saldırdığı şianin reislerinden biri olan Nasrallah gibi . Biri İsrail'in attığı tonluk bomba İle paramparça olarak bedel ödedi. ehli sünnet velcemaat hocamız da böyle bedel ödemiş 🤣Son gelişmelere bakacak olursak Sünni dünyada İsrail ve ABD ye karşı bedel ödeyen Haniye dışında bir Sünni lider yok. Artık hür düşünceli insanlar Sünni şia ayrılığının ilahi bir karşılığı olup olmadığını sorguluyor . Yani Sünniler ilahi katta sevimli şialar çirkin Mi? Yoksa bu ayrılık yapay bir ayrılık mi? Dini olmayan siyasi bir ayrılık mi? 1500 sene önceye gidilirse bu ayrılığın kaynağı iktidar mücadelesi olduğu açık ve net. Herhangi bir dini ayrılık yok. Ülkemizde 15 temmuzdaki iktidar mücadelesinden bir farki yok yani. Tarihin seyri içinde Selçuklu Osmanlı ve TC olarak Sünni bir gelenek içerisinde bulunmak şia düşmanlığı için yeterli gelmiyor bana. Şah İsmail ile Yavuzun mücadelesi dinî değil siyasi bir nüfus kavgası değil mi? Ne kadar çok toprak ganimet avrat at mücadelesi yani . Tüm bunları düşününce bu ayrılığın kaynağı semavi değil kesinlikle arzi. Bunu bilen Erbakan İran ile yakınlık kurmak istedi. Hocaların o taassubunun aksine ABD ye ve İsrail'e ancak şia Sünni ittifakı ile meydan okuyabileceğini çok iyi biliyordu. Çünkü o bir siyasi idi. Bu ayrılığın da siyasi olduğunu çok iyi biliyordu. Ama hocalar bilerek bilmeyerek ABD İsrail ajanı gibi Sünni şia düşmanlığını kürsülerde körüklüyordu. Hâlbuki TC NATO da hristiyanlar ile savunma ittifakı içinde bulunurken hocalar buna suspusken sunni şia ittifakının altına dinamit döşüyor. Bu durum şia mollalari içinde geçerli. Onlarda kürsülerde Sünni düşmanlığı ile sanki İsrail ve ABD'nin verdiği görevi yerine getiriyorlar. Bu konuda hür fikirli taassub içinde olmayan düşünceleri okumak isterim. Klâsik şia İran düşmanlığı içeren komplolardan sıkıldım. Okumak istemiyorum artık. Rica ediyorum
|
#2
|
||||
|
||||
Yavuz Selim ile Şah İsmail’in çarpışmalarının önemini belirtmek bakımından tarihçi İsmail Hami Danişmend’in yazdıkları önemlidir: Hakikatte bu iki Türk hükümdarını birbiriyle çarpıştıran en mühim sebep, çok büyümüş olan bu iki devletin fütuhat (fetih) siyasetlerinde en şiddetli devirlerine girmiş ve artık birbirinin toprağına göz dikmiş olmalarında gösterilebilir...Afganistan’dan Doğu Anadolu’ya kadar yayılan Safevî imparatorluğunun elinde mezhep bir siyasi kuvvet şeklidir: Şah İsmail’in bütün hedefi, bu mezhebi Batı Anadolu Türkleri arasında da yayarak Anadolu’nun Osmanlı idaresinde bulunan ikinci yarısını da kolaylıkla ele geçirmekti...Halbuki, Yavuz devrine gelene kadar Osmanlı padişahları Anadolu’nun birliğini temin için uğraşmışlardır; mesela Fatih, Uzun Hasan’la işte bu gaye uğruna çarpışmıştır. Onun için Yavuz’un elinde Sünnilik davası demek Doğu-Anadolu davası demek olduğu gibi, Şah İsmail’in elinde de Şiilik davası demek Batı-Anadolu davası demektir. İşte bundan dolayı Yavuz Çaldıran seferine Osmanlı ulemasının fetvalarını alarak çıkmıştır.[ İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Cilt: 2, Sayfa: 6]23 Ağustos 1514’te Çaldıran’da Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail Safevî karşılaştığında sadece askerler değil, aynı zamanda iki farklı sosyolojik yapı savaşacaktı.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
#3
|
||||
|
||||
Sünni ve Şii siyaset doktrinlerini ve bunların Türkiye ile İran tarihlerine etkisini anlamak için anahtar kavram “ülül-emre itaat”tır. Kelime tercümesiyle, emr (yetki) sahiplerine itaat demektir. Bu kavram Kuran’da Nisa Suresi’nin 59. ayetinde şu şekilde geçmektedir: Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülül-emre itaat edin...İranlı akademisyen Momen’in de belirttiği gibi, Sünni siyaset doktrininde “ülül-emr” kavramı halife, hükümdar, hükümet ve idareciler olarak anlaşılmış ve böylece siyasi otorite meşrulaştırılmıştır. Şii siyaset doktrininde ise “ülül-emr” siyasi otorite değil, imamlardır. “Ülül-emr” konusunda Sünnilik ile Şiilik arasındaki bu çok büyük yorum farkı toplumların siyasi kültürlerini ve din-devlet ilişkilerini de derin bir şekilde etkilemiş, tarihin akışına farklı yönler vermiştir. Dolayısıyla, mesele teolojik bir konudan öteye, siyasi kültürle ilgili, tarihi ve sosyolojik bir konudur. İranlı Momen, “ülül-emr” konusundaki Sünni anlayışı şöyle anlatıyor: Sünni İslam kendi ana-siyasi (constitutional) teorisini Sünni devletin var olduğu ortamda geliştirmiştir. Bu sebeple, politik anlayış ile dini anlayış birbirine eklenmiş ve din, devletin temel desteklerinden biri olmuştur. Yöneticiye itaat dini bir görev haline gelmiştir. Öyle ki, anarşiye tercih edilir olduğu için, yönetici adaletsiz olsa bile itaat gerekir. Hatta, kadı (yargıç) olarak atanmış bir ulema, bilgisi, yeteneği ve adalet duygusu yetersiz de olsa, sırf hükümet tarafından atandığı için, yetkili sayılacaktır. Sünnilikteki bu anlayış sayesinde, Osmanlı’da XIX. yüzyılda şer ’iye mahkemelerinden ayrı, “laik” karakterli nizamiye mahkemeleri kurulacaktır. Momen, Şiiliğin “ülül-emr” anlayışını anlatırken, şartların farklılığına dikkat çekiyor: Şii İslam’ın gelişmesi ise, çok defa Sünni devletlerde baskı altında tutulan Şii azınlıklar arasında olmuştur. Böylece, (Şii devletlerinin oluşmadığı) bu ilk aşamada Şiilik, Sünni Maverdi gibi (siyasi otoriteyi destekleyen) teorisyenlere ihtiyaç duymamıştır.
Halbuki Ehl-i Beyt ve Hz. Ali yanlıları (Şia) Emeviler ve Abbasiler zamanında baskılara, zulümlere maruz kalmıştır. Bu durumda Şiilikten “ülül-emre itaat” kavramını devlete itaat olarak anlamasını beklemek gerçekçi olmazdı. Zaten Şiilik Peygamber Efendimiz ’den sonra sadece Hz. Ali ve onun soyundan gelen on bir (toplam on iki) imamdan başka meşru otorite tanımamış, ayetlere ve hadislere de buna göre anlam vermişti. Momen’in belirttiği gibi, “Şiiler için bütün politik otorite teorik olarak imama aittir”. Böylece Sünniliğin aksine, Şii düşüncesinde, siyasi şartlara göre değişiklikler olmakla birlikte, genel eğilim olarak siyasi otorite gayrimeşru sayılmıştır.[ Moojan Momen, Shi’i Islam, s. 191-196.]Bütün ruhani ve siyasi otoritenin toplandığı “On İki İmam’dan sonuncusu olan İmam Mehdi’nin “saklanmasından” sonra, Şiiler, siyasi otoritenin “sakıt olduğunu” (düştüğünü) kabul ederler. Bu, Şiilikte uzun süre bir “depolitizasyon”a ve siyasi otoriteye karşı “ilgisizliğe” yol açmıştır. Hatta Arjomand’a göre, Şiilikte imamın üstün otorite sayılması “hukuki değil teolojik” bir anlayışa dönüşmüştür. Fakat Arjomand da Şiiliğin daima siyasi otoriteyi küçümsediğini, ulemanın desteğine sahip Safeviler zamanında bile siyasi otoriteyi meşrulaştıran bir Şii siyaset teorisi ortaya konulmadığını vurgular. Bernard Lewis’e göre, Şiilikte “Hz. Ali’nin ve haleflerinin görevlendirmediği bütün Sünni iktidarlar gaspçı” olarak görülmüştür. Buna mukabil “Sünnilerde hâkim olan görüş, hükümdar günahkâr bile olsa ona itaatin zorunlu olduğu” şeklindedir.[ Bernard Lewis, İslam’ın Siyasal Dili, s. 157-158] .
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
#4
|
|||
|
|||
Yusufiyeli hocam paylaşımlarınız çok değerli. Taassubtan uzak objektif akademik tespitler. Kürsülerde bu konularda kükreyen hocaların bu tespitlerin aksine şia meselesine bakışı çok sığ. Bu hocalar meseleyi sadece teolojik bir zeminde değerlendirip ehli necat yalnizca sünnilerdir ,şia için ise cehennem köpekleri oldukları gibi değerlendirmeleri var. Ancak ne Kur'an ne hadislerde bunu delillendirmeleri mümkün değil. Çünku Hz. Peygamber zamanında böyle bir ayrılık söz konusu olmadığı için ne hadislerde ne Kur'ada şia ve ehli sünnet kavramlarını bulmak söz konusu olamaz. Bu konudaki tüm söylenenler hadis ve ayetlerin tevili ve spekülasyonu.
Son gelişmeler ile birlikte meseleye bakınca bir tezat ortaya çıkmaktadır. Küçük yaşlardan beri duyduğumuz 72 fırka hadisindeki ehli necatin yalnızca ehli sünnet vel cemaat olduğu diğer 71 fırkanın ise şia ve kolları olduğu ifade edilirdi.Ancak Yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin ayeti ile birlikte güncel olaylara bakılınca şia dünyasının yahudi ve hristiyanlar ile ilişkilerinin daha kısıtlı ancak ehli sünnet dünyasının ise ilişkilerinin daha sıkı fıkı olduğu görülmektedir. Bir de son dönemlerdeki bedel ödeyenlerin kim olduklarına bakınca iyice bu konuda kafalar karışmaktadır. |
#5
|
|||
|
|||
Alıntı:
1) Şiaların Sünni kesime zulmü [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] 2)Şiilerin Sünnilere zulmü ve ifşaları [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
#6
|
||||
|
||||
Şiiler bedel ödemekten ziyade bölgeye bedel ödetmiyor mu. Oradaki karışıklığın temelinde yatan sebeplerden biri de bölgedeki şiilerin aktiviteleri değilmidir.?
__________________
Ahlaksız Alimin Alameti Kibirdir. Ahlâksız kalmış güç insanı Firavunlaştırır. Yarım ahlâklı iktidar insanı Yezidleştirir. Terbiyeden yoksun bir servet insanı Karunlaştırır. Ahlâksız ilim insanı Bellamlaştırır… Güç zehirlenmesine müptela olmuş lâ dini düzen dünyaya bir yüktür. “Kibirlenenler için cehennemde bir yer mi yok?” (Zümer Suresi 39:60 ). Belam= terbiyesiz, aç gözlü, pisboğaz, obur 2. Bel'am din pazarlamacısıdır |
#7
|
|||
|
|||
Sonuna kadar katılıyorum hocam. Önce ehli sünnete dönsünler sonra bedel ödeyip ödemedikleri tartışılır.Sahabeye lanet okuyan bir zihniyete namazı 3 vakit kılan bir zihniyete ben kardeş veya müslüman demem
|
#8
|
||||
|
||||
Şia ile israilin hem tarihi hemde sonuçlar bazında birbirlerinden farkları nelerdir. Konum islam alemi. Bu pencereden bakalım.
__________________
Ahlaksız Alimin Alameti Kibirdir. Ahlâksız kalmış güç insanı Firavunlaştırır. Yarım ahlâklı iktidar insanı Yezidleştirir. Terbiyeden yoksun bir servet insanı Karunlaştırır. Ahlâksız ilim insanı Bellamlaştırır… Güç zehirlenmesine müptela olmuş lâ dini düzen dünyaya bir yüktür. “Kibirlenenler için cehennemde bir yer mi yok?” (Zümer Suresi 39:60 ). Belam= terbiyesiz, aç gözlü, pisboğaz, obur 2. Bel'am din pazarlamacısıdır |
#9
|
||||
|
||||
İran ve Türkiye arasında bazı provokasyonlar geçmişte yapılmıştı yapılıyor ve yapılacaktır. Müslüman akıllı ve feraset sahibi olmalı bir örnek: Uğur Mumcu 24 Ocak 1993 Pazar günü evinden çıktı, iki gün evvel İstanbul’dan geldiğinde park ettiği arabasına bindi. Kontak anahtarını çevirmeden önce vitesi boşa aldı… Vites kutusuna bağlı olan düzenek, RDX’ten imal edilmiş olan bombayı patlattı… Vücudu iki parçaya bölünmüş olan Uğur Mumcu anında ruhunu teslim etti! Türkiye’de kıyamet koptu!
Uğur Mumcu’ya Ankara’da çok büyük bir cenaze merasimi düzenlendi. Törene katılan on binlerce kişi ‘Türkiye İran olmayacak! Kahrolsun İran! Kahrolsun şeriat!’ diye sloganlar bağırdı… Gazeteler cenaze merasimi ile kalabalıkların bağırdığı sloganları manşetlere çıkardı… Ve Türkiye’de İran aleyhine müthiş bir kamuoyu oluştu! Son birkaç aydır düzelme yoluna girmiş olan Türkiye-İran ilişkileri yeniden gerginleşti! Uzun süren araştırma ve soruşturma safhalarından sonra İslami Hareket isimli bir örgüte mensup bazı kimseler yakalandı. Bunların bir kaçı suikastı itiraf ettiler… Ve bu örgüt mensupları yargılanıp, çeşitli cezalara çarptırıldılar. Yargı hükmünü şöyle bir mantık üzerine oluşturmuştu: ‘Sanıklar, İran’da eğitim görmüşler ve suikastı İran adına gerçekleştirmişlerdir.’ Konu kapandı! Kapandı mı? Kapanmadı! Kapanmalı mı? Kapanmamalı! Niye? Bir defa İran’ın Uğur Mumcu’yu öldürmesi için geçerli hiçbir sebep yoktur! Son bir yıl içindeki yazıları incelenmiş ve görülmüştür ki Uğur Mumcu bir terk yazısında dahi İran’a veya İslâm’a çatmamıştır! İran, Uğur Mumcu’yu sebepsiz yere niye öldürsün/ öldürtsün? Psikopat mı bu İranlılar? İkincisi, Uğur Mumcu suikastı, Uğur Mumcu’nun kendisi, ailesi ve dostlarından sonra en çok İran’a zarar vermiştir! Şöyle ki… İran, o dönemde de bugünkü gibi Batı dünyası tarafından uygulanan bir ambargoya maruz kalmıştı. Ve İran bütün gücüyle bu ambargoyu etkisiz hale getirmek için uğraşıyordu. Bu çerçevede İran İçişleri Bakanı Hüccetülislâm Abdullah Nuri yanındaki kalabalık bir heyetle birlikte 25 Ocak günü Ankara’ya gelecek. Yapılacak görüşmelerden sonra Türkiye ile İran arasında Türkmenistan ve İran doğal gazlarını Türkiye’ye taşıyacak bir doğalgaz boru hattı antlaşması imzalanacaktı. Dikkat edin lütfen, bu projenin toplam tutarı 25 milyar dolardır! İran’ı yönetenler, tam da bu antlaşmadan bir gün önce Uğur Mumcu’yu öldürecek/öldürtecek kadar geri zekâlı mı? Yani bu suikastı imzadan birkaç ay sonra gerçekleştiremezler miydi? Bu kadar acil olan ne vardı ki? Nitekim 25 Ocak günü Abdullah Nuri başkanlığında Ankara’ya gelen İran heyetini Türkiye, ‘kusura bakmayın böyle bir ortamda antlaşma falan imzalayamayız’ diyerek, ülkelerine geri gönderdi! Uğur Mumcu’yu İran öldürmedi/öldürtmediyse o halde kim öldürdü/öldürttü? Elbette İsrail! Arz edeyim… Refah Partisi Kocaeli Milletvekili Şevket Kazan, 9 Şubat 1993 günü bir basın toplantısı düzenledi ve bir MİT Belgesi açıkladı. Şevket Kazan’ın söylediğine göre 2 Şubat 1993 tarihli MİT Belgesi Müsteşar Sönmez Köksal tarafından imzalanmış ve Başbakan Süleyman Demirel’e arz edilmişti. Ve Uğur Mumcu’yu İsrail’den deniz yolu ile Türkiye’ye gelmiş olan 6 kişilik bir MOSSAD timinin öldürdüğünü açıklıyordu. Karşı açıklamalar aynı gün peş peşe geldi: MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, ‘Başbakanlığa ben böyle bir yazı göndermedim. Belge sahte’ dedi. Başbakan Süleyman Demirel, ‘Ben MİT’ten böyle bir yazı almadım’ dedi. İsrail’in Ankara Büyükelçisi Uri Gordon, ‘Uğur Mumcu’yu biz öldürmedik’ dedi. Ama hiçbiri doğru söylemiyordu! Nerden mi biliyorum? Arz edeyim… MİT söz konusu belge hakkında kendi bünyesinde bir araştırma yaptı ve sonunda Talat Bahrettin Erman adlı MİT mensubunu belgeyi sızdırdığı için MİT’ten ihraç etti! Bir. MİT, böyle bir yazı hazırlamadı ise bu araştırmayı niçin yaptı? Olmayan bir şey için araştırma yapılır mı? İki. Belge sahte idiyse söz konusu MİT ajanı neden ihraç edildi? Sahte bir belgeden ötürü bir ajan meslekten ihraç edilir mi? Üç. Söz konusu MİT ajanının işlediği suç meslekten ihraç edilecek kadar büyük bir suç idiyse niçin adlî tahkikat yapılmadı? Adlî tahkikat yapılması durumunda gerçeklerin ortaya çıkmasından mı korkuldu? Dört. Sahte idiyse 1995 yılında kurulmuş olan TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu ile 1996 yılında kurulmuş olan TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu’nda bu belge ne arıyor? Resmî hüviyeti olan bu Komisyonlar, sahte bir belgeye niçin itibar ediyorlar? Söz konusu belgeyi kabul etmekle her iki Komisyon da belgenin gerçek olduğunu tescil etmiş olmuyorlar mı? Öte yandan, Şevket Kazan’ın söz konusu MİT belgesini açıkladığı gün (9 Şubat 1993) MAH (Milli Amele Hizmet, yani MİT’im atası olan teşkilât) kurucusu, 76 altı yaşında ve felçli olan Yusuf İzzettin Cebe intihar etti. Bu bir tesadüf mü? Bir. Başta eski Müsteşar ve eski Müsteşar Yardımcısı olmak üzere MİT mensuplarının suikastlara kurban gittiği bir dönemde MAH eski Başkanı’nın neden koruması yoktu? Var ise intihara neden mani olmadı? İki. 76 yaşında ve felçli bir adam evde neden yalnızdı? Böyle bir adam yalnız bırakılır mı? Yalnız değil idiyse yanında olan/olanlar intihara neden engel olmadılar? Üç. Olmaz a diyelim ki yanında hiç kimse olmadığı gibi koruması da yoktu… Felçli olan söz konusu adam balkona nasıl gitti? İntihar etmek için balkon korkuluğunu nasıl aştı? Ve dördüncü kattan nasıl atladı? Böyle bir şey mümkün müdür? Dört. Yusuf İzzettin Cebe ile Talat Bahrettin Erman arasında herhangi bir ilgi ve ilişki var mıydı? Meselâ Yusuf İzzettin Cebe, MİT’e kabul edilmesi için Talat Bahrettin Erman’a referans olmuş olabilir mi? Bu yönde bir araştırma yapıldı mı? Yapılmadı ise neden yapılmadı? Bendeniz, işte bu suallerime tatmin edici cevaplar alamadığım için Şevket Kazan’ın duyurduğu MİT Belgesi’nin varlığını inkâr eden Sönmez Köksal’ın da Süleyman Demirel’in de doğru söylemediklerine inanıyorum! O halde bu belge doğrudur! Tam öyle değil, şöyle söylemek daha doğru olur; MİT belgesinin kendisi sahte olmakla birlikte muhtevası/içeriği gerçektir! Ve Uğur Mumcu’yu CİA ile iş birliği halindeki MOSSAD’ın 6 kişilik bir timi öldürmüştür! Suikastın amacı; hem Doğalgaz Boru Hattı Projesine engel olmak ve hem de Kuzey Irak’ta 1 Ekim 1993 tarihinde ilân edilmiş olan Kürt devletine Türkiye ve İran’ın Suriye ile birlikte engel olmalarına mani olmak için iki ülkenin aralarının açılmasını sağlamaktır!
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
#10
|
|||
|
|||
Yusufiyeli hocam İran ve Türkiye arasındaki ilişkileri bozmak için İsrail in çıkarları uğruna yapılan bir suikastin anatomisi. Zaman hızla geçiyor benzer operasyonlar devam ediyor. İran ile Türkiye meselesine mezhepçi sığ bir bakış açısı ile tarihten gelen Sünni gelenek anlayışı ile bakılırsa kürsülerde şia düşmanı vaazlar ortaya çıkar. Ancak yukarıdaki yazıda olduğu gibi stratejik ve geniş bir perspektif ile bakınca daha geniş bir manzara ve resim net bir şekilde ortaya konur. Eğer Türkiye İran buna Mısır ve Suudi Arabistanda dahil edilirse. Böyle bir ittifak ile Ortadoğu'da müslümanlardan bağımsız kuş uçamaz . Ortadoğu'nun ve İslam aleminin bu büyük topları bir araya gelmesin birlikte hareket etmesin diye tüm uğraş. Kürsülerdeki hocalarda buna maalesef bilerek ya da bilmeyerek alet olmaktadır.
|
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Bedeli neyse razı olalım | Masum | Hayat Dersleri & Hikayeler | 3 | 02.09.22 18:26 |
Şımartılan Çocuklar Ağır Bedeller Ödüyor | Adalet | Hayat Dersleri & Hikayeler | 6 | 24.09.21 18:03 |
islam'da Altın ticareti | Mehmet 0201 | islam & islami Konular | 0 | 07.09.21 01:22 |
Her Yükselişin Bedeli Vardır | Och | Parapsikoloji & Spiritüalizm | 0 | 18.08.20 12:28 |
Îman Nîmetinin Bedeli | KARAMEL007 | Hayat Dersleri & Hikayeler | 0 | 27.06.20 07:49 |