|
Sorularınız her türlü soruyu buradan sorabilirsiniz. |
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
|||
|
|||
Osmanlı Şeriat Devleti midir?
Geçen gün murat bardakçının ve erhan afyoncu gibi tarihcilerin şu programına denk geldim bu konuda neler düşünüyorsunuz [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
|
#2
|
||||
|
||||
Alıntı:
Kadı, Osmanlı İmparatorluğu’nda sadece şeriatın hükümlerini değil aynı zamanda bu hükümler çerçevesinde yorumlanması istenen örf-i sultanî dediğimiz örfî kanunları da tatbik eder. Dolayısıyla kadının bir idareci olarak sorumluluğu çoktur. Bu durumun çok trajik neticeleri de olmuştur. Mesela, IV. Murad Bağdat Seferi’ne çıktığı sırada karları kürenmeyen yollarından ötürü İznik kadısını astırmıştır; onun oradaki idari görevini aksattığı düşünülmüştür. Halil İnalcık Hocanın yayınladığı 1595 tarihli adaletnamede padişahın birtakım görevlileri, “Sorumluluklarınızı yerine getirmezseniz şu şu müeyyideleri uygularım” diyerek tehdit ettiğinden bahsedilir. Aynı adaletnamede “Kadılar dahi dibekte dövülüp helak edildi” deniliyor. Tabii hiçbir kadının dibekte dövülmesi söz konusu değildir ancak burada, “Kan siyaseti tatbik edilmeyeceği için katiyen rahat olmayın zira usulsüzlüğünüz dahilinde ben sizi kanınızı akıtmadan da öldürmeyi yani idam etmeyi bilirim” denmek istenir. Osmanlı Devleti altı asırlık hayatı boyunca tarihteki diğer İslam imparatorluklarından bu alanda önemli farklılıklar gösterir. Kadı ve kazasker çok mühimdir. 17. yüzyılda şeyhülislamlar ilmiye sınıfı içinde temayüz edene kadar (ki bu durum Kanuni Sultan Süleyman devrinde bilhassa Ebussuud Efendi’yle başlar) kadıların başındaki kadıleşker yani asker kadısı demek olan Rumeli ve Anadolu kazaskeri efendiler önemliydi. Bunlar emperyal bir karar organı olan Dîvân-ı Hümâyun’da yer alırlardı ancak şeyhülislam Dîvâna giremezdi.İmparatorluk hayatımızda çok mühim müderris ve kadı aileleri vardır. Ebuishakzadeler, Karaçelebizadeler, Köprülüzadeler, Kıblelizadeler gibi ulema hanedanları, Osmanlı kültürünü geliştiren bir zümreydi. O sebeple bu sınıfı çok iyi bilmemiz ve bilhassa İstanbul’daki büyük mezarlıklardaki ulema hanedanlarına ve kadılara ait taşları tarihî belge olarak korumakta çok titiz davranmamız gerekir. İslam Devleti’nde hakimlik görevini ilk olarak yürüten bizzat Hz. Muhammed’in kendisi olmuştur. İlk dört halife devrinde de hakimlik halifenin görevlerinden birini teşkil etmekteydi. Az zamanda devletin sınırlarının genişlemesi ve bürokratik işlemlerin artması, yargı alanında da bir görev bölüşümünü gerektirmiştir ki, bu yargı görevinin halife tarafından niyabet usûlüyle tevcihi demektir. Halife Ömer ilk olarak Medine’ye Ebu’l-Derda’yı, Basra’ya da ashabdan Şarih’i, Kûfe kadısı olarak da Ebu Musa el-Aşar’ı tayin etti. Mısır’ın fethinden sonra ise ilk olarak bu ülkede kadıların diyarın valisi tarafından tayini prensibi uygulandı
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
#3
|
||||
|
||||
Alıntı:
__________________
اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ _______________________________________________ Bir acaip derde düştüm herkes gider kârına Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına Rızkımı veren Hüdadır kula minnet eylemem |
#4
|
||||
|
||||
Fatih Sultan Mehmed, kendisine kadar gelen zaman kesitinde meydana gelen şehzade isyanlarını değerlendirerek meşhur “Kanunnâmesi”ne şehzade katli hükmünü koydu: “Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların ‘Nizâm-ı Âlem’ içün katl itmek münâsibdur. Ekser ulemâ dahi tecviz etmişlerdur. Anınla âmil olalar.”Fatih’in dikkatlere sunduğu nokta önemlidir. Buna göre âlimlerinin pek çoğu şehzadelerin ‘Nizam-ı Âlem’ için katline rıza göstermiştir.“Padişah’tan korkup seslerini çıkarmadılar” diyemezsiniz, çünkü bazı âlimlerin buna muhalif kaldığını kendisi söylüyor. Demek oluyor ki, devrin âlimleri için, fikirlerini rahatça söyleyebildikleri ‘özgür’ bir ortam mevcut. Ne var ki, muhalifler azınlıkta kalmış. Tabii bunun referanslarının olması gerekiyor...İslâm Hukuku ve Medeni Hukuk Profesörü Ahmet Akgündüz bu konuda Kur’ân, hadis ve fıkıhta dayanaklar bulunduğunu yazıyor. Yukarıda kısaca değindimiz ta’zir cezasının kaynağını son devir Osmanlı hukukçularının önde gelenlerinden İbn Âbidîn’le (1836) açıklıyor:“Nesefî’nin (1310) Ahkâmü’s-Siyâse risâlesinde zikredilmiştir ki; Şeyhülislâm Hâherzâde’ye (1253), fetret zamanında fesatçıların öldürülmelerinden sorulmuş, o da, ‘Onlar yeryüzünde bozgunculukla hareket ettikleri için öldürülmeleri mübah olur’ diye cevap vermiştir.Kendisine, onlar fetret zamanında fesatçılığı bırakıp gizlenirler, denildiğinde, ‘Zarureten böyle yapıyorlar. Geri gönderilseler bile kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir’ meallindeki âyet-i kerime (En’âm Suresi ayet 28) gereğince, biz böyle görmekteyiz’ demiştir. ”Bu isyan eden şehzadelerle ilgili bir konudur. Ama bir de çocuklar var. Onlar neden öldürülüyor? Suçsuz ceza olur mu? Akgündüz bu soruya şöyle cevap veriyor: “Bunların cezalandırılması için suç işlemelerini beklemek çoğu zaman cezalandırma imkânını ortadan kaldırdığı gibi, bazen çok ağır ve telafisi imkânsız neticeler doğurur. Tarihî tecrübelerin de gösterdiği gibi, bir şehzadenin cezalandırılması için ayaklanmasını beklemek, düşman ülkelerle anlaşıp, arkasına silahlı binlerce kişi alarak, asayişi esaslı tehdit eden bir kimseyle karşı karşıya kalmak demektir. Böyle bir vaziyette artık cezalandırmaktan söz etmek abestir. Çünkü iş işten geçmiştir. Kaldı ki, bu şehzadeler öldürülmedikleri zaman, bunların da diğerlerini öldürmesi söz konusu olacaktır.”
İslâm siyaset telâkkisinde, devletin misyonu “İ’lâ-yı Kelimetullah”tır. Bu da İslamiyet’in yayılması anlamına gelmektedir. Bu misyonu engelleyen her teşebbüsün ve niyetin bertaraf edilmesi, İslâm hukuku açısından meşrudur. Peki, şehzade katlinin ilk kez yer aldığı Fatih Kanunnamesi Osmanlı hukukuna hâkim olan şer’î esaslara uygun mudur? Buna ‘hayır’ diyenler olduğu gibi, ‘evet’ diyenler de var. Hayır’ diyenler, ‘suçsuz ceza olmaz’ mantığını öne sürüyorlar, ancak hükümdarın ‘ceza koyma,’ bir fiili, dönem gereği olarak ‘suç sayma’ ve cezalandırma haklarını göz ardı ediyorlar. ‘Evet’ diyenlere gelince, ayetlerden, hadislerden ve İslâm tarihine geçen bazı uygulamalardan hareket ediyorlar. Şöyle ki...Adalet üçe ayrılır: Adalet-i mahza, adalet-i izafiye ve adalet-i nisbî...Adalet-i mahza; hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmayan adalettir ki, en doğrusu budur. Adalet-i izafiye; kişiye, yer ve zamana göre değişebilen, göreceli, değişken adalet...Adalet-i nisbî; adalet-i mahzanın uygulanması imkânsız olduğunda, ona göre daha alt derecede olan bir adalet uygulamasıdır. Şehzade katli konusunda ‘adalet-i izafiye’ uygulanmıştır. Temel dayanağı da Bakara Suresi’nde geçen, “Fitneye sebep olmak adam öldürmekten beterdir” mealindeki “El-fitnetü eşeddü mine’l-katl” (Bakara suresi ayet 191) ve “El-fitnetü ekberu mine’l-katl” (Bakara suresi ayet 217) âyetleridir. İsyan ve isyan ihtimali bu ayetlerle değerlendirilmiştir. Hoca Sadeddin Efendi gibi şeyhülislâmlık yapmış hukukçu ve tarihçi âlim bir zat; ayrıca tarihçi Bosnevî Hüseyin Efendi, şehzade idamlarının bu ayetlere dayandırıldığını açıkça ifade ediyorlar. Çünkü fitneden kargaşa doğar. Kargaşadan milyonlarca mazlum zarar görür. Hükümetin yanlış icraatlarını düzeltelim ve adaleti tesis edelim derken, daha büyük kötülüklere yol açılır. Yine Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Musa ile Hz. Hızır arasında geçen bir olay hayli uzunca anlatılır. “Hani Mûsâ, genç hizmetkârına demişti ki: ‘İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım; yahut, maksadıma erişinceye kadar, uzun müddet yola devam edeceğim.’”“İki denizin birleştiği yere ulaştıklarında balığı unuttular. Balık ise denizde bir menfeze doğru yolunu tutmuştu.”“Oradan uzaklaştıktan sonra, Mûsâ, hizmetkârına ‘Yemeğimizi getir,’ dedi. ‘Bu yolculuğumuz bizi yorgun düşürdü.’”“Genç, ‘Gördün mü?’ dedi. ‘Kayalığa çıktığımız zaman ben balığı unutmuşum. Onu sana söylemeyi şeytandan başkası bana unutturmadı. Balık canlanıp şaşılacak bir şekilde denize doğru gitmişti.’”“Mûsâ, ‘İşte aradığımız şey buydu’ dedi. Sonra kendi izlerini takip ederek geri döndüler.”“Orada kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”“Mûsâ ona, ‘Sana öğretilen ilimden bir irşad vesilesi olmak üzere bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?’ diye sordu.”“O dedi ki: ‘Sen benim yanımda bulunmaya tahammül edemezsin.’” “İçyüzünden haberdar olmadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?”“Mûsâ, ‘İnşâallah sen beni sabreder bulacaksın,’ dedi. ‘Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim.’”“O dedi ki: ‘Eğer bana uyacaksan, ben sana ondan bahsedip de bir söz söyleyinceye kadar, hiçbir şey hakkında bana sual sorma.’”“Böylece yola koyuldular. Gemiye bindiklerinde, Hızır o gemiyi deldi. Mûsâ, ‘İçindekileri batırmak için mi gemiyi deldin?’ dedi. ‘And olsun ki büyük bir iş yaptın.’”“Hızır, ‘Sen benim yanımda bulunmaya sabredemezsin demedim mi?’ dedi.”“Mûsâ ‘Unuttuğum için beni kınama; seninle olan arkadaşlığımı da zorlaştırma’ dedi.”“Yine yola koyuldular. Bir erkek çocuğa rastgeldiklerinde Hızır onu öldürdü.“Mûsâ dedi ki: ‘Bir can karşılığında kısas olmaksızın suçsuz bir kimseyi mi öldürdün? Doğrusu pek kötü bir şey yaptın!’”“Hızır ‘Ben sana, benimle beraber bulunmaya sabredemezsin demedim mi?’ dedi.”“Mûsâ dedi ki: ‘Eğer bundan sonra sana bir şey daha soracak olursam benimle arkadaşlık etme. O zaman benden ayrılmakta mâzur sayılırsın.’” “Yine yola koyuldular. Nihâyet bir belde halkına vardılar ki, onlardan yiyecek istedikleri halde kendilerini misafir etmekten kaçınmışlardı. Orada, yıkılmak üzere bulunan bir duvara rastgeldiler ve Hızır onu doğrultuverdi. Mûsâ dedi ki: ‘İsteseydin bu yaptığın işe karşılık bir ücret alırdın.’”“Hızır, ‘İşte bu seninle benim ayrılışımızdır,’ dedi. ‘Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü bildireceğim.’”“O gemi, denizden geçimlerini sağlayan birtakım fakirlere âitti. Ben onu kusurlu hâle getirmek istedim; çünkü, arkalarında, bulduğu her sağlam gemiyi gasp eden bir hükümdar vardı.”“Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü’min kimselerdi; bu kâfir tabiatlı çocuğun ileride anne ve babasını isyan ve inkâra sevk etmesinden korktuk.”“Ve istedik ki, Rableri onlara huy temizliği bakımından daha hayırlı ve merhamet yönünden daha yakın bir evlât versin.”“Duvar ise, o şehirdeki iki yetim çocuğa âitti ve altında da onlara âit bir hazine vardı. Babaları ise sâlih bir kimse idi. Rabbin diledi ki, onlar yetişkin çağa gelince hazinelerini oradan çıkarsınlar. Bütün bunlar Rabbinden bir rahmet eseridir; yoksa ben kendi reyimle yapmış değilim. İşte, sabredemediğin şeylerin açıklaması budur.” (Kehf sûresi, ayetler 61-82)Özetleyelim...Hz. Musa ile Hz. Hızır arkadaş olup birlikte yola çıkarlar. Sahilde yürürken, Hz. Hızır, Hz. Musa’nın itirazlarına aldırmadan, limandaki bir geminin altını deler.Ardından yolda rastladıkları bir çocuğu öldürür. Vardıkları köyde kimse kendilerine yiyecek içecek vermediği halde, Hz. Hızır, köyün çıkışında gördüğü eski bir duvarı onarır.Bunlara sürekli itiraz eden Hz. Musa’ya, en sonunda davranışlarının sebebini açıklar: “Gemiyi deldim ki, açık sularda bekleyen ve sağlam gemilere saldırıp içindekilerle birlikte el koyan korsanlar, eski-püskü bir şey zannedip saldırmasınlar. Yani gemiyi ve içindekileri kurtardım. Çocuğu öldürdüm, çünkü anne-babası dindar olan bu çocuk büyüyünce inkârcı bir kâfir olup ailesine eziyet edecekti.”Gelelim eski duvara: “O duvarın altında, iki yetim çocuğa bırakılan altın var. Onarmasam duvar yıkılacak ve altınlar ortaya çıkacaktı. İki yetim çocuk da haklarını alamayacaklardı. Şimdi çocuklar büyüyene kadar sağlam kalacak, çocuklar da böylece hakları olanı alacaklar.”Bir örnek daha: “Adalet konusunda kılı kırk yaran Hz. Ömer, fitne ve fesada sebebiyet vermesinden endişe ettiği Nasr bin Haccac’ı henüz suç işlemediği halde Medine’den Basra’ya sürgüne göndermiş ‘Senin suçun yok. Ama ileride senin yüzünden burada bir fitne doğarsa, o zaman ben suçlu olurum’ demişti (İbn Âbidîn, III/152). Râşid halifelerin tatbikatı, İslâm hukukunda sayılır.Fransız düşünür Fernand Grenard’ın da dediği gibi, “Osmanlı Devleti, gücünü devamlılığından alır.”Yani uzun soluklu oluşunu, hiç bölünmeden yürümesine borçludur.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
#5
|
||||
|
||||
Alıntı:
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
#6
|
||||
|
||||
Alıntı:
ben bu konulara vakifim, isyan etmeyen kundaktaki bebelerin kabahati neydi? misalen,isyan etmedigi halde isyan etmis gibi gosterilip bogulan sehzade mustafanin 3 tane en buyüğü 9 yasindaki ogullarinin kabahati neydi, babalarini bogdum ilerde bunlar bana isyan ederler zanniyla gaib kahinligi yapilarak bebe boğdurulur mu? fatih sultan mehmet tahta ciktigi gün rivayet odur ki 17 yada 19 kardesini bogdurdu ve bunlarin büyuk cogunlugu süt emen sübyanlardi, bu yuzden 2. mehmeti ölene kadar halk sevmedi bunlar devlet yuruyecek fikriyle yapılan isler değil, tahta ben kalayim fikrinin ağır bastigi fikirlerdi oyle olmasaydı kanuni 71 yasina kadar tahta durmazdi agir hasta oldugu halde.. ayrıca kuranin ahkaminda , ayette, surede, hadiste sunnette buna cevaz veren 1 tek delil var mi?
__________________
اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ _______________________________________________ Bir acaip derde düştüm herkes gider kârına Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına Rızkımı veren Hüdadır kula minnet eylemem |
#7
|
||||
|
||||
Alıntı:
Oysa Yıldırım Bayezid, kardeşi Yakup Bey’in ‘tahtını tabuta’ çevirmeseydi, devlet paramparça olmaz mıydı?Fatih, kardeşini sağ bıraksaydı, kardeşi zaman içinde isyan çıkartmaz mıydı (çünkü hep böyle gelişti), bu isyan sebebiyle acaba İstanbul Fethi aksamaz mıydı?Sultan II. Bayezid, Cem Sultan’ın teklifini kabul edip devleti kardeşiyle bölüşseydi Yavuz ortaya çıkabilir, ‘halife’ olabilir miydi?Ve Yavuz, üzerlerine gelen kardeşleri Ahmed ve Korkud’u bağışlasaydı, toparlanır toparlanmaz birleşip yeniden saldırmazlar mıydı? Bu da Yavuz Padişah’ın en büyük ideali olan ‘ittihad-ı İslâm’ı gerçekleştirmesini engellemez miydi?Nihayet şunu sormak lazım:Cengiz Han, Timur Leng ve Hülâgü Han gibi cihangirlerin kurdukları devletler, neden acaba bir Osmanlı Devleti olamamış, yüzyıllar boyu yaşayamamıştır?Bunların üzerinde kafa yormadan, şartları hiç nazara almadan, o günlerin devlet telakkisini anlamaya çalışmadan masa başında hüküm vermek insafsızlıktır.Olayı tarih, şartlar ve insaf ölçeğinde ortaya koyduktan sonra, hâlâ ‘günah’ hükmü vermek de mümkündür. O takdirde günahların ve sevapların değerlendirileceği mahşer günü hatırlanmalı ve olay ilahî yargıya havale edilmelidir.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
#8
|
||||
|
||||
Alıntı:
10 tane süt emen kundak bebenin bogdurulmasinin ne fitneyle, ne ic savasla nede 600 sene hüküm sürmeyle hic bir alakası yok, bu bir kanunname ile aciklanmaz, bunu dini bir tarifi yok...
__________________
اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ _______________________________________________ Bir acaip derde düştüm herkes gider kârına Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına Rızkımı veren Hüdadır kula minnet eylemem |
#9
|
||||
|
||||
Evet bu konu hassas . Ama bir de çocuklar var. Onlar neden öldürülüyor? Suçsuz ceza olur mu? Prof. Ahmet Akgündüz bu soruya şöyle cevap veriyor: “Bunların cezalandırılması için suç işlemelerini beklemek çoğu zaman cezalandırma imkânını ortadan kaldırdığı gibi, bazen çok ağır ve telafisi imkânsız neticeler doğurur. Tarihî tecrübelerin de gösterdiği gibi, bir şehzadenin cezalandırılması için ayaklanmasını beklemek, düşman ülkelerle anlaşıp, arkasına silahlı binlerce kişi alarak, asayişi esaslı tehdit eden bir kimseyle karşı karşıya kalmak demektir. Böyle bir vaziyette artık cezalandırmaktan söz etmek abestir. Çünkü iş işten geçmiştir. Kaldı ki, bu şehzadeler öldürülmedikleri zaman, bunların da diğerlerini öldürmesi söz konusu olacaktır.” Ha bu cevapta tatminkâr olmayabilir. Nihayetinde İlahi takdire bırakmak lazım.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
#10
|
|||
|
|||
değildi Töre ile yönetilmiştir keza Şeriat hükmünde o padişahların hangisi alkol alıp esrar tüketebilirdi ?
|
|
|