Hurufu Mukatta Kabala mı? - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > HavasOkulu Genel Bölüm > Sorularınız

Sorularınız her türlü soruyu buradan sorabilirsiniz.

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 13.06.24, 21:43
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 28.09.22
Bulunduğu yer: Mersin
Mesajlar: 661
Etiketlendiği Mesaj: 18 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Hurufu Mukatta Kabala mı?

Gönül Tekin, Elif lam mimi anlatıyordu murat bardakçı engel oldu kabalaya bakın diyince kaynak yok diyoruz dedi. Başka videolara da baktım


Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 30.06.24, 23:07
Acemi
 
Üyelik tarihi: 06.06.22
Bulunduğu yer: Gaziantep
Mesajlar: 3
Etiketlendiği Mesaj: 0 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Bir gün bir edebiyat profesörü incelediği mesnevide bir şeylerin yolunda gitmediğini fark eder. Daha doğrusu mesnevi türünde daha önce görmediği bazı tuhaflıklar vardır şiirde. Anlamadığı ifadeler vardır. O, kendinden önceki araştırmacılar-edebiyatçılar gibi yapmaz ama. Okuyup geçmez, anlamadıklarından vazgeçip, anladığı yerler üzerine yoğunlaşmayı tercih etmez. Bu tuhaflıklara açıklık getirmeyi kendine görev edinir. Ve bu sorumluluk duygusu, dürüst araştırmacı ruhu, yine son derece tuhaf ve beklenmedik bir şekilde bugün edebiyatın ve inanç tarihinin önünü açan, bakış açısını derinleştiren bir yola dönüşür. Evet, bazılarınızın tahmin edeceği gibi o edebiyat profesörü Gönül Tekin’dir, incelediği mesnevi ise Çengname…

Divan şairi Ahmet-i Dai’nin Çengnamesi bugün arp da diyebileceğimiz bir müzik aletinin maceralarını anlatan bir şiirdir. Konusu kulağa ilginç geliyor şüphesiz ama divan edebiyatının bilinen sembolleriyle örülü bu şiiri ayrıcalıklı kılan bir şeyler var mıdır içinde? Evet, diyor Gönül Tekin, o şiirin büyük bir kutlama sahnesiyle açıldığını, bu sahnede üzerinde dünyanın her türlü meyvesini bulunduran, köklerinden sular fışkıran devasa bir ağacın gölgesinde insanların yiyip içip eğlendiğini, hatta ne tuhaftır ki Yıldırım Beyazıt’ın şahzadelerinden Emir Süleyman’ın da orada yer aldığını ve hikayenin ona anlatıldığının altını çiziyor. İşin daha da tuhafı, maceralarını okuyacağımız ‘çeng’in bu sahnedeki ağaçtan yapılmasıdır, diyor. Peki nedir bu ağaç, bu eğlence sahnesi, bu ağacın köklerinden çıkan su ve Emir Süleyman’ın orada bulunması? İşte bu ardı ardına sorulan sorular Gönül Tekin’i zaman içinde geriye doğru bir yolculuğa çıkarır. Hikayedeki ağaca çok benzer bir ağacın Tevrat’ta da olduğunu anımsar Gönül Tekin. Bu tesadüftür ki onu hayatına damgasını vuran, yıllarca sürecek bir büyük çalışmanın içine iter. Bu zaman yolculuğu bugün Harward Üniversite’sinde ders veren bu önemli edebiyat profesörünü Sümerler’e götürür çünkü. Yani hikayenin özüne!

Gönül Tekin bir edebiyat profesörüdür ama Çengname nedeniyle çıktığı yolculuk bugün pek çok arkeologa ve hatta tarihçiye nasip olmayacak bir bilgi birikimine, çeşitli keşiflere yol açar. Onun önünde dünyanın tek ve büyük hikayesi açılmıştır çünkü. Bu hikaye en basit haliyle yazıyı kullanan ilk uygarlık olan Sümerliler’in yaşamdöngüsü için var ettikleri hikayedir. Temmuz ve İnanna’nın kutsal evlilik, ölüm ve yeniden doğum hikayesinin, önce tektanrılı dinlerin yaradılış efsanelerine oradan Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliet gibi büyük aşk hikayelerine dönüştüğünü keşfetmiştir Gönül Tekin. Sümerlilerin ülkesini fethedip onların büyük uygarlından etkilenen Akatlar, bu yaşamdöngüsü hikayelerini ticaret yollarıyla Fenikelilere, Fenikeliler gidip yerleştikleri Kıbrıs halkına ve oradan Antik Yunan’a aktarırlar. Yunan’ın ardından Roma’ya geçen bu hikaye Bizans’ta ve Osmanlı’da da yaşar. Temmuz ve İnanna’yı ve onların maceralarını Sümerliler yaratmışlardır belki ama tüm insanlık, özellikle de yakın doğu ve Avrupa halkları bu hikayeyi değiştirerek, kendi yaşam biçimlerine uyarlayarak, zaman zaman kutsallaştırıp (tek tanrılı dinler gibi) zaman zaman da basitleştirerek ve her daim üzerine yeni temalar ekleyerek sürekli bir biçimde yeniden yeniden var etmişlerdir hevesle.

Temmuz bitkilerin ve ağacın içindeki yaşam enerjisinin tanrılaştırılmış biçimidir, İnanna ise toprağın içindeki enerjiyi temsil eden aşk ve bereket tanrıçasıdır. Onların hikayesi mevsimlerle bağlantılı döngüsel bir hikayedir; bahar geldiğinde büyük bir törenle evlenirler, bu törende İnanna ve Tammuz’un birleşmesi bolluk ve bereket anlamına gelir (günümüzde hıdırellez, paskalya ve nevruz kutlamalarını anıştırır şekilde). Onların evlilik töreninde İnanna önce hamamda yıkanır, sonra annesinden tavsiyeler alır, gelen çeyizler konuklara gösterilir ve bütün bunlar tamamlandıktan sonra Tammuz’un İnanna’nın yanına girmesine izin verilirdi. Tıpkı tam altı bin yıldır Anadolu’da yapılan her evlilik töreni gibi… Bu bereket getiren evliliğin ardından yaz geldiğinde ise Temmuz ölerek yeraltına çekilir, tıpkı kuruyan dereler, döktüğü tohumları toprakta derin bir uykuya çekilen sararmış bitkiler gibi… İnanna onu yeraltında arar bulur ve yeryüzüne çıkarır, bu Tammuz’un ve doğanın yeniden doğuşudur.

Peki bu hikayelerin çıkış sebebi nedir? Bitki, toprak, su, rüzgar, ateş içindeki yaşam enerjisini tanrılaştırarak somut bir hale getirir Sümerliler. Çünkü o zamanın insan algısı soyut düşünce için hazır değildir henüz. Varoluşunu, içinde yaşadığı doğayı somutlaştırma eğilimindedir. İşin ilginç tarafı yaklaşık on bin yıl sonra artık kendini soyut düşünceyle özdeşleştiren insanlığın halen aynı hikayelerle yaşamı anlamlandırmaya çalışmasıdır tabii.

Hikaye öylesine büyük ve eklektik ki, hangi kültürün onu nasıl şekillendirdiğini tek tek anlatmak neredeyse imkansız. Tek tanrılı dinlerdeki kadınların başörtüsü adetinin İnanna için yapılan tapınaklardaki tapınak fahişelerinin takmasından gelmesi; Hz. Meryem’e Madonna, yani bizim büyük hanımefendimiz denmesinin kökeninde yine İnanna’ya sesleniş şeklinin olması; Hz. İsa’nın 25 aralıktaki doğumu; Sümerlilerin eski tanrılarının tek tanrılı dinlerde Hızır, İlyas gibi peygamberlere ya da azizlere, velilere ve hatta meleklere, cinlere dönüşmesi; Sümer’de tarlaya benzetilen kadınların Tevrat’ta ve Kuran’da da aynı benzetmeyle tanımlanmaları, Sümerliler’in kırmızı rahiplerinin tapınağa gelen insanlara Hıristiyanlıktakine benzer şekilde günah çıkarma seansları uygulamaları… vd.

Gönül Tekin’i Divan edebiyatından Sümerliler’in yaradılış efsanelerine, inançlarına götüren şey, cesur ve tarafsız bir bakış açısıyla parçaları birleştirmekten ibaret aslında. Biz Tekin’i Türk üniversitelerinden sürmüş, dünyanın en önemli Türkologlarından biri olan eşi Şinasi Tekin’le Cunda adasında açtığı eğitim merkezini lavetmişiz de şimdi televizyon sayesinde iki kere izleyerek, izlediğimizi de pek anlamayıp tek tanrılı dinlere dair kötü bir şey mi demek istiyor acaba diyerek şüpheyle yaklaşmışız, ama ne gam… Onun bu büyük tarihi ve edebi okuması, ne olursa olsun ileriki kuşakları etkileyecektir. Ne de olsa hikaye devam etmektedir.

Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 30.06.24, 23:22
imas - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Bilgili Üye
 
Üyelik tarihi: 18.01.20
Bulunduğu yer: her yer
Mesajlar: 16,687
Etiketlendiği Mesaj: 3569 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
Dabovic Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Bir gün bir edebiyat profesörü incelediği mesnevide bir şeylerin yolunda gitmediğini fark eder. Daha doğrusu mesnevi türünde daha önce görmediği bazı tuhaflıklar vardır şiirde. Anlamadığı ifadeler vardır. O, kendinden önceki araştırmacılar-edebiyatçılar gibi yapmaz ama. Okuyup geçmez, anlamadıklarından vazgeçip, anladığı yerler üzerine yoğunlaşmayı tercih etmez. Bu tuhaflıklara açıklık getirmeyi kendine görev edinir. Ve bu sorumluluk duygusu, dürüst araştırmacı ruhu, yine son derece tuhaf ve beklenmedik bir şekilde bugün edebiyatın ve inanç tarihinin önünü açan, bakış açısını derinleştiren bir yola dönüşür. Evet, bazılarınızın tahmin edeceği gibi o edebiyat profesörü Gönül Tekin’dir, incelediği mesnevi ise Çengname…

Divan şairi Ahmet-i Dai’nin Çengnamesi bugün arp da diyebileceğimiz bir müzik aletinin maceralarını anlatan bir şiirdir. Konusu kulağa ilginç geliyor şüphesiz ama divan edebiyatının bilinen sembolleriyle örülü bu şiiri ayrıcalıklı kılan bir şeyler var mıdır içinde? Evet, diyor Gönül Tekin, o şiirin büyük bir kutlama sahnesiyle açıldığını, bu sahnede üzerinde dünyanın her türlü meyvesini bulunduran, köklerinden sular fışkıran devasa bir ağacın gölgesinde insanların yiyip içip eğlendiğini, hatta ne tuhaftır ki Yıldırım Beyazıt’ın şahzadelerinden Emir Süleyman’ın da orada yer aldığını ve hikayenin ona anlatıldığının altını çiziyor. İşin daha da tuhafı, maceralarını okuyacağımız ‘çeng’in bu sahnedeki ağaçtan yapılmasıdır, diyor. Peki nedir bu ağaç, bu eğlence sahnesi, bu ağacın köklerinden çıkan su ve Emir Süleyman’ın orada bulunması? İşte bu ardı ardına sorulan sorular Gönül Tekin’i zaman içinde geriye doğru bir yolculuğa çıkarır. Hikayedeki ağaca çok benzer bir ağacın Tevrat’ta da olduğunu anımsar Gönül Tekin. Bu tesadüftür ki onu hayatına damgasını vuran, yıllarca sürecek bir büyük çalışmanın içine iter. Bu zaman yolculuğu bugün Harward Üniversite’sinde ders veren bu önemli edebiyat profesörünü Sümerler’e götürür çünkü. Yani hikayenin özüne!

Gönül Tekin bir edebiyat profesörüdür ama Çengname nedeniyle çıktığı yolculuk bugün pek çok arkeologa ve hatta tarihçiye nasip olmayacak bir bilgi birikimine, çeşitli keşiflere yol açar. Onun önünde dünyanın tek ve büyük hikayesi açılmıştır çünkü. Bu hikaye en basit haliyle yazıyı kullanan ilk uygarlık olan Sümerliler’in yaşamdöngüsü için var ettikleri hikayedir. Temmuz ve İnanna’nın kutsal evlilik, ölüm ve yeniden doğum hikayesinin, önce tektanrılı dinlerin yaradılış efsanelerine oradan Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliet gibi büyük aşk hikayelerine dönüştüğünü keşfetmiştir Gönül Tekin. Sümerlilerin ülkesini fethedip onların büyük uygarlından etkilenen Akatlar, bu yaşamdöngüsü hikayelerini ticaret yollarıyla Fenikelilere, Fenikeliler gidip yerleştikleri Kıbrıs halkına ve oradan Antik Yunan’a aktarırlar. Yunan’ın ardından Roma’ya geçen bu hikaye Bizans’ta ve Osmanlı’da da yaşar. Temmuz ve İnanna’yı ve onların maceralarını Sümerliler yaratmışlardır belki ama tüm insanlık, özellikle de yakın doğu ve Avrupa halkları bu hikayeyi değiştirerek, kendi yaşam biçimlerine uyarlayarak, zaman zaman kutsallaştırıp (tek tanrılı dinler gibi) zaman zaman da basitleştirerek ve her daim üzerine yeni temalar ekleyerek sürekli bir biçimde yeniden yeniden var etmişlerdir hevesle.

Temmuz bitkilerin ve ağacın içindeki yaşam enerjisinin tanrılaştırılmış biçimidir, İnanna ise toprağın içindeki enerjiyi temsil eden aşk ve bereket tanrıçasıdır. Onların hikayesi mevsimlerle bağlantılı döngüsel bir hikayedir; bahar geldiğinde büyük bir törenle evlenirler, bu törende İnanna ve Tammuz’un birleşmesi bolluk ve bereket anlamına gelir (günümüzde hıdırellez, paskalya ve nevruz kutlamalarını anıştırır şekilde). Onların evlilik töreninde İnanna önce hamamda yıkanır, sonra annesinden tavsiyeler alır, gelen çeyizler konuklara gösterilir ve bütün bunlar tamamlandıktan sonra Tammuz’un İnanna’nın yanına girmesine izin verilirdi. Tıpkı tam altı bin yıldır Anadolu’da yapılan her evlilik töreni gibi… Bu bereket getiren evliliğin ardından yaz geldiğinde ise Temmuz ölerek yeraltına çekilir, tıpkı kuruyan dereler, döktüğü tohumları toprakta derin bir uykuya çekilen sararmış bitkiler gibi… İnanna onu yeraltında arar bulur ve yeryüzüne çıkarır, bu Tammuz’un ve doğanın yeniden doğuşudur.

Peki bu hikayelerin çıkış sebebi nedir? Bitki, toprak, su, rüzgar, ateş içindeki yaşam enerjisini tanrılaştırarak somut bir hale getirir Sümerliler. Çünkü o zamanın insan algısı soyut düşünce için hazır değildir henüz. Varoluşunu, içinde yaşadığı doğayı somutlaştırma eğilimindedir. İşin ilginç tarafı yaklaşık on bin yıl sonra artık kendini soyut düşünceyle özdeşleştiren insanlığın halen aynı hikayelerle yaşamı anlamlandırmaya çalışmasıdır tabii.

Hikaye öylesine büyük ve eklektik ki, hangi kültürün onu nasıl şekillendirdiğini tek tek anlatmak neredeyse imkansız. Tek tanrılı dinlerdeki kadınların başörtüsü adetinin İnanna için yapılan tapınaklardaki tapınak fahişelerinin takmasından gelmesi; Hz. Meryem’e Madonna, yani bizim büyük hanımefendimiz denmesinin kökeninde yine İnanna’ya sesleniş şeklinin olması; Hz. İsa’nın 25 aralıktaki doğumu; Sümerlilerin eski tanrılarının tek tanrılı dinlerde Hızır, İlyas gibi peygamberlere ya da azizlere, velilere ve hatta meleklere, cinlere dönüşmesi; Sümer’de tarlaya benzetilen kadınların Tevrat’ta ve Kuran’da da aynı benzetmeyle tanımlanmaları, Sümerliler’in kırmızı rahiplerinin tapınağa gelen insanlara Hıristiyanlıktakine benzer şekilde günah çıkarma seansları uygulamaları… vd.

Gönül Tekin’i Divan edebiyatından Sümerliler’in yaradılış efsanelerine, inançlarına götüren şey, cesur ve tarafsız bir bakış açısıyla parçaları birleştirmekten ibaret aslında. Biz Tekin’i Türk üniversitelerinden sürmüş, dünyanın en önemli Türkologlarından biri olan eşi Şinasi Tekin’le Cunda adasında açtığı eğitim merkezini lavetmişiz de şimdi televizyon sayesinde iki kere izleyerek, izlediğimizi de pek anlamayıp tek tanrılı dinlere dair kötü bir şey mi demek istiyor acaba diyerek şüpheyle yaklaşmışız, ama ne gam… Onun bu büyük tarihi ve edebi okuması, ne olursa olsun ileriki kuşakları etkileyecektir. Ne de olsa hikaye devam etmektedir.


Hikaye öylesine büyük ve eklektik ki, hangi kültürün onu nasıl şekillendirdiğini tek tek anlatmak neredeyse imkansız. Tek tanrılı dinlerdeki kadınların başörtüsü adetinin İnanna için yapılan tapınaklardaki tapınak fahişelerinin takmasından gelmesi; Hz. Meryem’e Madonna, yani bizim büyük hanımefendimiz denmesinin kökeninde yine İnanna’ya sesleniş şeklinin olması; Hz. İsa’nın 25 aralıktaki doğumu; Sümerlilerin eski tanrılarının tek tanrılı dinlerde Hızır, İlyas gibi peygamberlere ya da azizlere, velilere ve hatta meleklere, cinlere dönüşmesi; Sümer’de tarlaya benzetilen kadınların Tevrat’ta ve Kuran’da da aynı benzetmeyle tanımlanmaları, Sümerliler’in kırmızı rahiplerinin tapınağa gelen insanlara Hıristiyanlıktakine benzer şekilde günah çıkarma seansları uygulamaları… vd.

bu bölüm tam bir ateist söylemi...

.
__________________
'Muhammedün Seyyidü’l-Kevneyni; / Ve’l-Ferikayni min Arabi’n ve min Acemi' (Muhammed (s.a.v)
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 30.06.24, 23:42
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 28.09.22
Bulunduğu yer: Mersin
Mesajlar: 661
Etiketlendiği Mesaj: 18 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
imas Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Hikaye öylesine büyük ve eklektik ki, hangi kültürün onu nasıl şekillendirdiğini tek tek anlatmak neredeyse imkansız. Tek tanrılı dinlerdeki kadınların başörtüsü adetinin İnanna için yapılan tapınaklardaki tapınak fahişelerinin takmasından gelmesi; Hz. Meryem’e Madonna, yani bizim büyük hanımefendimiz denmesinin kökeninde yine İnanna’ya sesleniş şeklinin olması; Hz. İsa’nın 25 aralıktaki doğumu; Sümerlilerin eski tanrılarının tek tanrılı dinlerde Hızır, İlyas gibi peygamberlere ya da azizlere, velilere ve hatta meleklere, cinlere dönüşmesi; Sümer’de tarlaya benzetilen kadınların Tevrat’ta ve Kuran’da da aynı benzetmeyle tanımlanmaları, Sümerliler’in kırmızı rahiplerinin tapınağa gelen insanlara Hıristiyanlıktakine benzer şekilde günah çıkarma seansları uygulamaları… vd.

bu bölüm tam bir ateist söylemi...
Şöyle bi düşünce olabilir mi? Benim aklıma şu geldi bugün Hristiyanlar haşa Hz. İsa'ya Tanrının oğlu diyorsa yükseltiyorsa eski insanlarda cahillikten peygamberleri yükseltmiş melek yakıştırması olabilir mi.

Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 01.07.24, 00:27
 
Üyelik tarihi: 09.05.24
Bulunduğu yer: Hiçlik
Mesajlar: 132
Etiketlendiği Mesaj: 5 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
Tuheymefyail33 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Şöyle bi düşünce olabilir mi? Benim aklıma şu geldi bugün Hristiyanlar haşa Hz. İsa'ya Tanrının oğlu diyorsa yükseltiyorsa eski insanlarda cahillikten peygamberleri yükseltmiş melek yakıştırması olabilir mi.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] bu videodada senin dediğine değinilmiş

Alıntı:
Tuheymefyail33 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Gönül Tekin, Elif lam mimi anlatıyordu murat bardakçı engel oldu kabalaya bakın diyince kaynak yok diyoruz dedi. Başka videolara da baktım

Alakası yok hurufu mukatta neden kabala olsun çok saçma geliyor

Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 01.07.24, 10:15
Yusufiyeli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Manevi
 
Üyelik tarihi: 24.09.16
Bulunduğu yer: Trabzon
Mesajlar: 3,380
Etiketlendiği Mesaj: 269 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Hurûf-i mukatta‘a konusunda hareket noktası olarak bunları “yemin ifadeleri” olarak belirlemek mümkündür. Belli sürelerin başında zikredilenlerle Arap alfabesindeki bütün harfler kastedilmiş olabilir. Çünkü Araplar ’ın geleneğine göre kıymeti yüce ve değerli şeyler üzerine ant içilir. Harfler ise dünya ve ahiret düzenini sağlayan temel unsurlardan olup onlar vasıtasıyla bütün faydalı şeylere ulaşılabilir. Bunun yanında mukattaa harfleri, bütün hikmet nevilerinin kendilerinde toplandığı iki büyük nimet olan “konuşma” ve “dinleyip işitme” nimetlerine de işaret etmektedir. Bu sebeple Allah, “Harflerin Rabbi ’ne yemin olsun ki” anlamında onlara yemin etmiştir. Veya insanların gözlerinde harflerin kıymetini yüceltmek amacıyla onlarla yemin etmiştir. Bunun, Allah’ın iradesi çerçevesinde bulunduğu şüphesizdir. Bütün güç ve kudret Allah’a aittir. Bazı sürelerin başında yer alan harflerden her birinin, tekrar edelim ki ebced hesabı ile insanların katında büyük ve önemli birer duruma işaret eden remiz ve semboller olması da mümkündür. Yine onlarla Allah’ın isim ve sıfatları, yaratıklarına ihsan ettiği nimetleri, İslâm ümmetinin akıbeti, bu ümmetin halife ve devlet başkanlarının sayısı ve İslâm ümmetinin yayılacağı yerler semboller halinde anlatılmış da olabilir. Bu, son derece veciz bir anlatım biçimidir, hatta söz yerine remizle yetinmek ve uzun anlatıma girişmektense işaretleri kâfi görmektir[“Denildiğine göre Kur’ân’da geçen hece harflerinin her biri büyük ve önemli birer duruma işaret etmektedir. Meselâ İslâm ümmetinin hâkimiyetinin ulaşacağı sınırlar ve onların hâkimiyetinde hakkın bâtıla galibiyeti, devlet başkanları ile halifelerinin sayıları, İslâm devletinin hâkim olacağı ve yayılacağı yerlerin sayısı, son derece veciz bir anlatımla ve uzun sözler yerine sadece bu harflerle yetinilerek açıklanmıştır. Bu suretle insanlar, Allah’ın dilediği şeyleri işaret ve sembol diliyle anlatmadaki kudretini öğrenmiştir. Görmez misin ki Allah bazı yaratıkların yapılarına öyle gizemli şeyler yerleştirmiştir ki hem akıllar hem idrak vasıtaları bunları anlamakta hayrete düşmüştür. Meselâ böceğin yapısında ipeğin, ceylanda miskin, arıda balın… bulunuşu gibi. İşte Allah’ın kendi kelâmındaki remizli beyanları da bunun gibidir. Bütün güç ve kudret Allah’a aittir” (Semerkandî, Şerhu’t-Te’vîlât, vr. 7a).]. Bütün güç ve kudret Allah’a aittir. Bu suretle insanlar Allah’ın kudretine vâkıf olsun ve O’nun, dilediği gerçekleri dilediği sembollere sığdırdığını anlasın, hem de bütün yaratıkların gerçek konumu çerçevesinde. Nitekim eşyada bulunup da akıl ve idrak vasıtalarının mahiyetini anlamaktan âciz kaldığı ve herkesin kavrayamadığı ince sırlar bu cümleden olup, Allah bunların zahirî ve bâtınî yönlerini dilediğinde beyan etmektedir. Bunun gibi kendi beyanlarını da zaman zaman bu konumda kılması tabiidir. Bütün güç ve kudret Allah’a aittir. Sözü edilen harflerin süre adları olması da mümkündür. Kitaplarına dilediği isimleri verdiği gibi sürelerine de dilediği isimleri vermesi Allah’a ait bir iştir. Cins isimleri en fazla beş harfli olduğu gibi mukattaa harflerinden oluşan süre adları da böyledir[A rap dilinde ilâve (ziyade) harfler içermeyen cins isimlerinin en çok beş harften meydana geldiği anlatılmak isteniyor. “Kâf. Hâ. Yâ. Ayn. Sâd” ve “Hâ. Mîm. Ayn. Sîn. Kâf gibi sûrelerin başında yer alan hurûf-i mukattaa’nın da en uzunu beş harftir.]. Bunun delili bu tür harflerle başlayan bütün sûrelerin sözü edilen harflerle bağlantı içinde olmasıdır; sanki süre, başındaki mukattaa harfleriyle kurulmuştur. Bütün güç ve kudret Allah’a aittir. Hecâ harflerinin, daha önce söz konusu ettiğimiz üzere, vezinli ve vezinsiz sözlerin arasını ayırma vazifesi gören teşbîb kabilinden olması da mümkündür. Duyulur âlemdeki sözlerde âdet olan, manzumelerin teşbib ile başlamasıdır. Şair, bu suretle asıl söyleyeceği kelâmdan farklı bir giriş yapar, işte Allah kelâmının durumu da böyledir. Görmez misin ki Kur’ân, beşerî söz türleri çerçevesinde bir durum arz eder, fakat beşerin kelâmında Kur’an’a tıpatıp benzeyen bir ifade bulmak mümkün değildir. Şairlerin teşbibinde de durum aynıdır. Bütün güç ve kudret Allah’a aittir. Allah’ın bu harfleri, neyi kastettiğini yalnız kendisinin bildiği şekilde indirmiş olması da mümkündür. Bu suretle Allah hurûf-i mukataayı te’vil ve tefsir etmekten çekinmek, gerçek anlamlarını ve kendileriyle ne anlatılmak istendiğini, onları indirene bırakmak ve onların müteşâbih âyetler olduklarını kabul etmek hususunda kullarını imtihan etmeyi dilemiştir. Nitekim inkârcıların (mülhide) takılıp kaldığı konulardan biri de bu harflerdir. Bütün güç ve kudret Allah’a aittir. Bu harflerin Mekkeliler ’in daha önce benzerini görüp tanımadıkları ilginç bir biçimde gelmeleri sebebiyle üzerinde düşünmeye sevk edecek tarzda indirilmiş olması da mümkündür. Çünkü Allah onların hakkı kabul etmeyip direttiklerini, Kur’ân’ı dinlemeyip ondan yüz çevirdiklerini ve onların, “Kur’ân’ı dinlemeyin, onu okunurken gürültüye boğun”[Fussilet suresi 26. ayet] dediklerini biliyordu. Zira Mekkeliler, Hz. Peygamber’i kendilerinden biri gibi kabul ediyordu. Ayrıca bu harfler daha önce tanımadıkları bir ifade şekli getirdiğinden onların eleştirisine yol açmıştır. Resûl-i Ekrem de bu inançsızlara her şeyin idaresine sahip bulunan Allah’ın katından nâzil olanları öğrenmeye kendilerini sevk edecek olan huruf-i mukattaalı sureler okumuştur. Bu yüzden onlar, Kur’an’ın bütün diğer ayetleri arasında bu harfler üzerinde fikir yormaya koyulmuşlardır. Bütün güç ve kudret Allah’a aittir. Nihayet diğer bir görüşe göre de Allah yaratıklarını bu harfler üzerinde düşünmeye davet etmiştir. Bunlarla neyi anlatmak istediğini bilen sadece kendisidir.
( TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’ÂN TERCÜMESİ Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandi(ö. 333 / 944)CİLT: 1)

__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 01.07.24, 14:55
 
Üyelik tarihi: 05.05.24
Bulunduğu yer: mersin
Mesajlar: 301
Etiketlendiği Mesaj: 1 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
Dabovic Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Bir gün bir edebiyat profesörü incelediği mesnevide bir şeylerin yolunda gitmediğini fark eder. Daha doğrusu mesnevi türünde daha önce görmediği bazı tuhaflıklar vardır şiirde. Anlamadığı ifadeler vardır. O, kendinden önceki araştırmacılar-edebiyatçılar gibi yapmaz ama. Okuyup geçmez, anlamadıklarından vazgeçip, anladığı yerler üzerine yoğunlaşmayı tercih etmez. Bu tuhaflıklara açıklık getirmeyi kendine görev edinir. Ve bu sorumluluk duygusu, dürüst araştırmacı ruhu, yine son derece tuhaf ve beklenmedik bir şekilde bugün edebiyatın ve inanç tarihinin önünü açan, bakış açısını derinleştiren bir yola dönüşür. Evet, bazılarınızın tahmin edeceği gibi o edebiyat profesörü Gönül Tekin’dir, incelediği mesnevi ise Çengname…

Divan şairi Ahmet-i Dai’nin Çengnamesi bugün arp da diyebileceğimiz bir müzik aletinin maceralarını anlatan bir şiirdir. Konusu kulağa ilginç geliyor şüphesiz ama divan edebiyatının bilinen sembolleriyle örülü bu şiiri ayrıcalıklı kılan bir şeyler var mıdır içinde? Evet, diyor Gönül Tekin, o şiirin büyük bir kutlama sahnesiyle açıldığını, bu sahnede üzerinde dünyanın her türlü meyvesini bulunduran, köklerinden sular fışkıran devasa bir ağacın gölgesinde insanların yiyip içip eğlendiğini, hatta ne tuhaftır ki Yıldırım Beyazıt’ın şahzadelerinden Emir Süleyman’ın da orada yer aldığını ve hikayenin ona anlatıldığının altını çiziyor. İşin daha da tuhafı, maceralarını okuyacağımız ‘çeng’in bu sahnedeki ağaçtan yapılmasıdır, diyor. Peki nedir bu ağaç, bu eğlence sahnesi, bu ağacın köklerinden çıkan su ve Emir Süleyman’ın orada bulunması? İşte bu ardı ardına sorulan sorular Gönül Tekin’i zaman içinde geriye doğru bir yolculuğa çıkarır. Hikayedeki ağaca çok benzer bir ağacın Tevrat’ta da olduğunu anımsar Gönül Tekin. Bu tesadüftür ki onu hayatına damgasını vuran, yıllarca sürecek bir büyük çalışmanın içine iter. Bu zaman yolculuğu bugün Harward Üniversite’sinde ders veren bu önemli edebiyat profesörünü Sümerler’e götürür çünkü. Yani hikayenin özüne!

Gönül Tekin bir edebiyat profesörüdür ama Çengname nedeniyle çıktığı yolculuk bugün pek çok arkeologa ve hatta tarihçiye nasip olmayacak bir bilgi birikimine, çeşitli keşiflere yol açar. Onun önünde dünyanın tek ve büyük hikayesi açılmıştır çünkü. Bu hikaye en basit haliyle yazıyı kullanan ilk uygarlık olan Sümerliler’in yaşamdöngüsü için var ettikleri hikayedir. Temmuz ve İnanna’nın kutsal evlilik, ölüm ve yeniden doğum hikayesinin, önce tektanrılı dinlerin yaradılış efsanelerine oradan Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliet gibi büyük aşk hikayelerine dönüştüğünü keşfetmiştir Gönül Tekin. Sümerlilerin ülkesini fethedip onların büyük uygarlından etkilenen Akatlar, bu yaşamdöngüsü hikayelerini ticaret yollarıyla Fenikelilere, Fenikeliler gidip yerleştikleri Kıbrıs halkına ve oradan Antik Yunan’a aktarırlar. Yunan’ın ardından Roma’ya geçen bu hikaye Bizans’ta ve Osmanlı’da da yaşar. Temmuz ve İnanna’yı ve onların maceralarını Sümerliler yaratmışlardır belki ama tüm insanlık, özellikle de yakın doğu ve Avrupa halkları bu hikayeyi değiştirerek, kendi yaşam biçimlerine uyarlayarak, zaman zaman kutsallaştırıp (tek tanrılı dinler gibi) zaman zaman da basitleştirerek ve her daim üzerine yeni temalar ekleyerek sürekli bir biçimde yeniden yeniden var etmişlerdir hevesle.

Temmuz bitkilerin ve ağacın içindeki yaşam enerjisinin tanrılaştırılmış biçimidir, İnanna ise toprağın içindeki enerjiyi temsil eden aşk ve bereket tanrıçasıdır. Onların hikayesi mevsimlerle bağlantılı döngüsel bir hikayedir; bahar geldiğinde büyük bir törenle evlenirler, bu törende İnanna ve Tammuz’un birleşmesi bolluk ve bereket anlamına gelir (günümüzde hıdırellez, paskalya ve nevruz kutlamalarını anıştırır şekilde). Onların evlilik töreninde İnanna önce hamamda yıkanır, sonra annesinden tavsiyeler alır, gelen çeyizler konuklara gösterilir ve bütün bunlar tamamlandıktan sonra Tammuz’un İnanna’nın yanına girmesine izin verilirdi. Tıpkı tam altı bin yıldır Anadolu’da yapılan her evlilik töreni gibi… Bu bereket getiren evliliğin ardından yaz geldiğinde ise Temmuz ölerek yeraltına çekilir, tıpkı kuruyan dereler, döktüğü tohumları toprakta derin bir uykuya çekilen sararmış bitkiler gibi… İnanna onu yeraltında arar bulur ve yeryüzüne çıkarır, bu Tammuz’un ve doğanın yeniden doğuşudur.

Peki bu hikayelerin çıkış sebebi nedir? Bitki, toprak, su, rüzgar, ateş içindeki yaşam enerjisini tanrılaştırarak somut bir hale getirir Sümerliler. Çünkü o zamanın insan algısı soyut düşünce için hazır değildir henüz. Varoluşunu, içinde yaşadığı doğayı somutlaştırma eğilimindedir. İşin ilginç tarafı yaklaşık on bin yıl sonra artık kendini soyut düşünceyle özdeşleştiren insanlığın halen aynı hikayelerle yaşamı anlamlandırmaya çalışmasıdır tabii.

Hikaye öylesine büyük ve eklektik ki, hangi kültürün onu nasıl şekillendirdiğini tek tek anlatmak neredeyse imkansız. Tek tanrılı dinlerdeki kadınların başörtüsü adetinin İnanna için yapılan tapınaklardaki tapınak fahişelerinin takmasından gelmesi; Hz. Meryem’e Madonna, yani bizim büyük hanımefendimiz denmesinin kökeninde yine İnanna’ya sesleniş şeklinin olması; Hz. İsa’nın 25 aralıktaki doğumu; Sümerlilerin eski tanrılarının tek tanrılı dinlerde Hızır, İlyas gibi peygamberlere ya da azizlere, velilere ve hatta meleklere, cinlere dönüşmesi; Sümer’de tarlaya benzetilen kadınların Tevrat’ta ve Kuran’da da aynı benzetmeyle tanımlanmaları, Sümerliler’in kırmızı rahiplerinin tapınağa gelen insanlara Hıristiyanlıktakine benzer şekilde günah çıkarma seansları uygulamaları… vd.

Gönül Tekin’i Divan edebiyatından Sümerliler’in yaradılış efsanelerine, inançlarına götüren şey, cesur ve tarafsız bir bakış açısıyla parçaları birleştirmekten ibaret aslında. Biz Tekin’i Türk üniversitelerinden sürmüş, dünyanın en önemli Türkologlarından biri olan eşi Şinasi Tekin’le Cunda adasında açtığı eğitim merkezini lavetmişiz de şimdi televizyon sayesinde iki kere izleyerek, izlediğimizi de pek anlamayıp tek tanrılı dinlere dair kötü bir şey mi demek istiyor acaba diyerek şüpheyle yaklaşmışız, ama ne gam… Onun bu büyük tarihi ve edebi okuması, ne olursa olsun ileriki kuşakları etkileyecektir. Ne de olsa hikaye devam etmektedir.
ben şunu anlamıyorum sümer babil akad asur bu medeniyetlerde birer topluluktur bu topluluklarada şüphesiz uyarıcılar peygamberler gönderildi ordaki olan metinlerin kuranda tevratta incilde olmasıda normal degilmi yani bu şuna benziyor hzmusa as ımın 10emirindeki bazı kelimelerin tevratta olması gibi yol aynı yol zaten her topluluga farklı uyarıcılar gelmiştir lakin isimlerde degişiklik var karakterler aynı onlar david derken biz davut diyoruz onlar jesus derken biz isa diyoruz solomon derken süleyman diyoruz yani karakterler olaylar aynı isimler o kültürlere göre degişilik gösteriyor tabi bizim için önemli olan kuranın ne dedigidir detaylı şeylere girecegimde konu uzayacak insanlar inançsızlıklarını nasıl temellendirrim peşinde kendilerine tutanacak ip arıyorlar da o ipi çektigin zaman iple birlikte düşülür

Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 01.07.24, 15:30
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 31.03.24
Bulunduğu yer: Bursa
Mesajlar: 378
Etiketlendiği Mesaj: 2 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

benim çok güzel bir sorm var kabala nedir ?

Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 01.07.24, 15:48
Yusufiyeli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Manevi
 
Üyelik tarihi: 24.09.16
Bulunduğu yer: Trabzon
Mesajlar: 3,380
Etiketlendiği Mesaj: 269 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
Karamanoglu16 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
benim çok güzel bir sorm var kabala nedir ?
“Kabala”nın sözcük anlamı bile tartışmalıdır . Kabala sözcüğü genelde aktarma olarak kabul edilmektedir. Eski Mısır dilinde “kep” – “kop”, İbranice ise “gop”, saklamak, kapmak anlamlarına gelmektedir. Yine Mısır dilinde “al” – “ol” ise olmak anlamına gelir, buradan hareketle Kabala sözcüğü de, “sır”ları saklamak ve geleceğe aktarmak olarak kabul edilebilir. Bir başka görüş ise; Erken dönemlerde, tamamen sözlü olarak aktarılan öğretinin, İbranice yazılışı QBLH sözcüğünün, QBL kabul etmek kökünden “almak – kabul etmek – aktarmak” olarak kullanıldığını ileri sürmektedir. Kabala sözcüğünün, İbranice Kabeil kökünden, almak, gelenek, vahiy veya açıklama sözleriyle ilintili olduğunu varsayarsak, bu sözcük, “Tanrısal sözleri” iletme-ulaştırma olarak da açıklanabilir. Bir anlamı da, ağızdan ulaşan gelenektir. Başka bir anlamı ise, mistik kişinin Tanrı katında kabulünü içeren Kabul, Razı olma ’dır. Kabala’nın bir başka anlamı da, Gizli Hikmet (HOKMA NİSTARA) olmaktadır ki, bu sadece sırrı bilenlerce anlaşılabilir demektir. Kabalacılar da, Tevrat’ın herkes tarafından anlaşılan düz anlamından başka içrek anlamının da bulunduğu, bu anlamın semboller ve alegorilerde gizlendiği, bu sırların da inisiyasyonla girilen bir eğitim yolu ile öğrenileceğinden hareket etmişlerdir. Tıpkı Hıristiyan ve İslam mistisizminde olduğu gibi, başlan*gıçta Kabbalist Yahudi mistiklerinin de ölümlü birer insan olarak “din”i tüm varlık bütünlüğüyle yaşamak arzusunda olduklarında hiç kuşku yoktur. Yahudilik öncesi dinlerden ve özellikle Pagan inancından gelen bazı inanış ve uygulamalar Kabbalizm’in ayrıl*maz unsurları olarak Yahudi mistisizmine yerleşmiştir. Nitekim Hıristiyan ve İslam mistisizmi de zamanla çok sayıda Pagan inanç ve uygulamalarına sahne olmuştur. Kimi Kabbalist grupların tabiat varlıklarına tapınma, cinsel içerikli ritüeller, büyüler ve benzeri uygulamaları 13. yüzyıldan başlayarak ve tarih boyunca şiddetli eleştirilerle neden olmuştur. İsrailoğullarını etkileyen Pagan kültürünün, uzun süre bir arada yaşadıkları Eski Mısır halkının kültürü olduğu söylenmektedir. Nitekim, Musa Peygamber’in Tur Dağı’nda İsrailoğullarının tapınmak üzere altından yaptıkları “Buzağı Heykeli” Mısır’daki Hathor ve Aphis adlı putların neredeyse aynıdır.Hıristiyan araştırmacı Richard Rives, “Too Long In The Sun” (Çok Uzun Süre Güneş Altında) adlı kitabında şöyle yazıyor:“Mısır’ın boğa ve inek putları, yani Hathor ve Aphis, Güneş’e tapınmanın sembolleriydiler. Bu putlara tapma, Mısır’ın Güneş’e tapınma konusundaki uzun tarihinin sadece bir parçasını oluştu*ruyordu. Sina Dağı’ndaki (İsrailoğullannın tapındığı) Altın Buzağı da, orada kutlanan bayramın Güneş’e tapınmayla bağlantısını sergiler.”Kabbala’nın dikkat çekici bir yönü de, “Yaratılış” ı Tevrat’taki anlatımdan çok farklı bir biçimde konumlandırmasıdır ki; bu da Eski Mısır’ın “maddenin sürekliliğine dayalı” görüşüyle paralellik sergiler.Kabbala, ezoterik (gizemli) bir öğreti olarak yayıldıkça büyü ile bağlantısı derinleşmiştir. Ünlü Yahudi araştırmacı Shimon Halevi, “Kabbala, Tradiüon of Hidden Knowledge” (Kabbala, Gizli İlmin Geleneği) adlı kitabında Kabbala’yı şöyle tanımlamaktadır: “Pratikte Kabbala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı formudur.”Kabbala’yı tanıtan en tanınmış kitaplardan biri de Von Papus’un “Die Kabala” adlı çalışmasıdır. Von Papus, Kabbala büyü ilişkisini şöyle vurgular: “Kabbala’nın teorisi, büyünün genel teorisine bağlanır.”

__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Delailul Hayrat Türkçe Okunuşuyla Sin Peygamberler 15 15.05.24 12:13
Gülü incitme gönül baykartalizma Kültür & Sanat 0 26.12.21 20:50
Feth-ül Basair (Gönül Gözünü Açan) DiLara Diğer Havas Konuları 22 17.07.20 21:23
Zahir hacc, batın hacc bahsi Havasokulu Tasavvuf & Tarikatler 2 13.10.17 23:04
Önemli ve Pratik bilgiler Adalet Pratik Bilgiler 4 26.01.17 21:37


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 13:02.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147