“Kabir/mezar”, ölen kimsenin gömüldüğü yer demektir. Kur’ân’da da geçen bu kelime ayrıca “berzah” kelimesiyle anlatılır. Berzah ise ölenin dünyaya dönmesini engelleyen perde anlamında mecazi bir ifadedir (el-Mü’minûn 23/100; el-Abese 80/21). Ahiret hayatının birinci aşaması sayılan kabir, ölen kimsenin kıyamete kadar bekleyeceği ilk duraktır. İslâm’da ölen kişinin nerede olursa olsun ve hangi durumda bulunursa bulunsun kabir hayatını yaşayacağına inanılır. Yani kabri yaşamak için ille de kabirde olmak gerekmemektedir. Genelde insanların bir kabri olduğundan bu şekilde kullanılmaktadır. Esasen kabir hayatı Kur’ân’da kabir ve berzah kelimeleri ile karşılansa da bu kelimeler net bir biçimde kabir hayatına delalet etmezler. Hadislerde ise çok açık ve çarpıcı şekilde kabir hayatı anlatıları vardır. Ayetlerin net bir dille kabir hayatından bahsetmemesi ve hadislerin de sıhhat derecesi sebebiyle bu konu kati bir itikat ilkesi olarak görülmese de bir yandan ilgili hadislerin sayıca fazla olması ve ulema tarafından manen mütevâtir sayılması, öte yandan Peygamberimizin (s.a.s.) kabir ziyaretleri ve mezarlara selam vermesi fiilî bir sünnet olarak İslâm’da bu inancı güçlendirmiştir. İnsanların kaybettikleri yakınlarının yeni bir hayata gözlerini açtıklarına dair inançları dünden bugüne işin örfî boyutunu da güçlü tutmuştur.“Sizi topraktan yarattık, yine oraya döndüreceğiz ve bir defa daha sizi oradan çıkaracağız” şeklinde ifade edilen ayet (Tâhâ 20/55) buradaki hayatiyete yorulmuştur. Hz. Âdem’in oğlu Kabil’in, kardeşi Hâbil’i öldürdüğünde yeri eşeleyen bir karga ile kabir kazmasının kendisine ilham edilmesi kabir geleneğinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu göstermektedir (el-Mâide 5/31). İnsanın ölünce kabre konulması aslında Allah’ın insanın ölüsüne bile değer verdiğine delildir. Bu uygulama bütün peygamberlerin ümmetlerine emrettiği bir görevdir.Kabir hayatının detayları daha çok ilgili hadis metinlerine dayanarak açıklanmaktadır. Buna göre kabir sorgusu, kabir azabı ve kabir nimeti olmak üzere üç temel konu tartışılmıştır. Kabirde Münker ve Nekir adlı meleklerin daha çok Hz. Peygamber’e iman edip etmediği hususunda ölüye sual soracağı belirtilmiştir Buhârî, “Cenâiz”, 67; Müslim, “Cennet”, 70). Kabir azabının ruhla mı bedenle mi yaşanacağı tartışılsa da bunun duyular yoluyla bilinemeyeceğinden hareketle daha çok ayet ve hadislerin açıklamalarıyla yetinilmiştir. Firavun ve taraftarlarının sabah akşam ateşe arz edilecekleri, kıyamette ise daha büyük bir azapla cezalandırılacakları (el-Mü’min 40/46), Nûh kavminin suda boğulmasının hemen ardından ateşe atılacağı (Nûh 71/25), kâfir ve münafıkların büyük azaptan önce yakın bir azap göreceklerinin söylenmesi (es-Secde 32/21; et-Tûr 52/47) ahiret azabından önce yaşanacak kabir azabına yorulmuştur. Peygamberimiz (s.a.s.) de kabir azabından Allah’a sığınmış, cenaze namazını kıldırdığı kimselere kabir azabından korunmaları için dua etmiştir (Müslim, “Cennet”, 67; “Cenâiz”, 86). Kabir nimeti hususunda ise şühedanın Allah katında diri olduğunun bildirildiğini ve nimetlendirildiğini ifade eden ayetler dolaylı olarak salih müminlerin de nimetleneceğine işaret sayılmıştır. İlgili ayetlerde şehidlerin insanlar anlamasa da diri oldukları ve nimetlendirildikleri söylendiğine göre bu durum dünya hayatında yaşayanlara bir uyarı olmalıdır (el-Bakara 2/154; Âl-i İmrân 3/169). Zira ahirette zaten şühedanın makamı ve içinde bulundukları nimetler görülecektir. Bu da onların şimdi, dünyada hayat devam ederken bilemediğimiz makamlarını anlatmaktadır.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|