#41
|
||||
|
||||
gecerli olan okumaktir dinlemekle olmaz,o zaman şu akla gelir,sen aciktiginda baskasi yemek yiyince sen yemiş oluyormusun?,uykun gelince baskasi senin yerine uyusa sen uyumuş oluyormusun? eftal ve gecerli olan kisinin kendisinin okumasidir
__________________
'Muhammedün Seyyidü’l-Kevneyni; / Ve’l-Ferikayni min Arabi’n ve min Acemi' (Muhammed (s.a.v) |
#42
|
||||
|
||||
Cevşeni okursam bu musallat gider mi 2 3 gündür kaptım henüz zayıfken ipini çekeyim Allah'ın izniyle
__________________
Hasbiyallahu, la ilahe illa hu ve aleyhi tevekkeltu ve hüve Rabbül arşil azim. Ve kefa billahi vekila |
#43
|
|||
|
|||
Rukye ayetlerini ehil birinin gözetiminde sana okunulması daha iyi olur bazı şeyler o kadar basit değil FARİS!
GECESAHİNİ Musallat kapmışsan yada bir büyüye maruz kaldıysan bu cin bu ayetlerden rahatsız olup sana daha fazla sıkıntı verebilir yani içinde ki kasılmalar şiddetlenir Kafana göre bir şey yapmadan önce ehil bir hoca bulup yardım al ve abdestli gez Defne yaprağını kaynar suya koy demlensin sabahları aç karnına iç bir kaç saat bir şey yeme vücuduna nüfuz edemezler o durumda Defne yaprağını yak tütsüle ev de gezdir kokusundan rahatsız olur gelmezler bu işlemi banyo ve tuvalete yapma Evi sirkeli suyla temizle SABAH VE AKŞAM 7 KERE hasbiyallahü la ilahe illa hüve aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbul arşil azim SABAH AKŞAM 3 KERE bismillahillezi la yedurru maasmihi şeyün fil erdi vela fissemai ve hüves semiul alim SABAH AKŞAM 3 KERE Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semiûz zikra ve yekûlûne innehu le mecnûn(mecnûnun). Ve mâ huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne). BUNLARI OKU YARDIM AL |
#44
|
|||
|
|||
Alıntı:
|
#45
|
||||
|
||||
Alıntı:
__________________
'Muhammedün Seyyidü’l-Kevneyni; / Ve’l-Ferikayni min Arabi’n ve min Acemi' (Muhammed (s.a.v) |
#46
|
||||
|
||||
Neydi şimdi bu hiçbir paranormal bir vaka yok görüntü konuşma iletişim yok, yanii bireyin yok gibi kardeşim sadece senin psikolojin bozuk ve ayrılığı kendine kabullendirememissin
|
#47
|
|||
|
|||
Alıntı:
“726 yılı muazzam ramazan ayı 9’una tesadüf eden perşembe günü Şam’ın Dımaşk şehrine vardım… Dımaşk’ta Hanbeli fukahasının büyüklerinden Şam’ın büyüğü ve çeşitli ilim dalları hakkında söz söyleyen Takıyu’d-Din İbn Teymiyye vardı. Ancak aklı pek yerinde değildi. Dımaşk’lılar onu çokça ta’zim eder, o da minbere çıkıp, onlara vaazlar verirdi…” diye sözlerini sürdürür ve daha sonra şunları söyler: “Caminin minberinde insanlara vaaz ederken cuma gününde huzurunda bulundum. Onlara öğüt veriyordu, söylediği sözler arasında şu da vardı: Allah dünya semasına benim şu inişim gibi iner, dedi ve minberin basamaklarından bir basamak indi. İbnu’z-Zehra diye bilinen Malikî mezhebine mensup bir fakih ona karşı çıktı ve onun söylediği bu sözü reddetti. Fakat herkes bu fakihe karşı çıktı, elleriyle, ayakkabılarıyla onu alabildiğine vurdular ve nihayet sarığı da düştü…” Ve daha başka yalan ve iftiraları bunların akabinde sıralamaya devam etmektedir.*(er-Rıhle, I, 102, 109, 110, Tahkik: Dr. Ali el-Muntasır el-Kettanî, Muessesetu’r-Risale baskısı. ) İbn Batuta’nın iftira sözleri bu. Bundan dolayı Şeyh Ahmed b. İbrahim b. İsa “el-Kasidetu’l-Nuniyye“(Şerhu’l-Kasidetu’n-Nuniyye,1, 497)’ye yazdığı şerhinde şu sözleri söylemektedir: “Böyle bir yalandan Allah’a sığınırız. Bu yalanı söyleyen Allah’tan korkmaz, bu iftirada bulunan utanmaz mı? Nitekim hadis-i şerif’te: “Eğer utanmazsan dilediğini yapabilirsin” diye buyurulmuştur. (Sahihtir. Buharî, Edeb Babu iza lem testehi… da rivayet etmiştir. Fethu’l-Barî, X, 523. Hadisin baştarafları da şöyledir: “Nubuvvet kelâmından insanlara erişenlerden birisi de şudur…”) Bu yalan o kadar açıktır ki ayrıca bunu uzun boylu reddetmeye gerek yoktur. Bu iftiracı ve yalancıya karşı Allah yeter. Çünkü bu şahıs Dımaşk’a 726 yılı 9 Ramadzan tarihinde girdiğini söylemekte. Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye ise o sırada el-Kal’a’da hapsedilmiş bulunmakta idi. Nitekim onun öğrencisi Hafız Muhammed b. Ahmed b. Abdu’l-Hadi “Tabakatu’l-Hanâbile” adlı eserinde ile Hafız Ebu’l-Ferac Abdu’r-Rahman b. Ahmed b. Receb’in belirttikleri gibi güvenilir ilim adamları bunu böylece zikretmişlerdir. Hafız Ebu’l-Ferac sözü geçen “Tabakat”ında İbn Teymiyye’nin biyografisini yazarken şunları söylemektedir: “Şeyh*(İbn Teymiyye)*726 yılı, Şaban ayından, Zulkade’nin 28. gününe kadar el-Kal’a’da*(hapis)*kaldı.” (ez-Zeyl alâ Tabakati’l-Hanâbile, II, 405.) İbn Abdi’l-Hadî ayrıca onun oraya altı Şaban’da girdiğini de ekler.*(İbn Abdi’l-Hadî, el-Ukudu’d-Durriyye, s. 218.) Şimdi bu iftiraya bir bakalım: Bu şahıs onun huzurunda bulunduğundan ve bu sırada minberde insanlara vaz-u nasihatte bulunduğundan sözetmektedir. Bunun gerçekle ilgisini bir bilebilseydik!*Acaba caminin minberi Dımaşk Kal’asının içlerine mi intikal etti? Halbuki İbn Teymiyye belirtilen tarihte sözü edilen kaleye girdiğinde ancak na’şı üzerinde dışarı çıkmıştı. Hafız İmadu’d-Din İbn Kesir “Tarihinde bunu böylece kaydetmektedir.*(el-Bidaye, XIV, 123.) İbn Kesir’in el-Birzalî’den naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye’nin ikindi sonrası 16 Şaban Pazartesi günü girdiği şeklindedir. Durum ne olursa olsun, bu Mağrib’li yalancının Şam’a girişinden önce onun hapse girdiği muhakkaktır. O ise 9 Ramadan’da Şam’a girmiştir. el-Birzalî ile İbn Kesir’in ondan naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye’nin Kal’a hapsine girişi ile İbn Batuta’nın Dımaşk’a girişi arasında 23 gün, İbn Abdu’l-Hadî’nin zikrettiğine göre ise ikisinin girişi arasında 33 günlük bir fark vardır. Böylelikle bu hususta yapılacak açıklamalar nihaî maksadına ulaşmış bulunuyor. İbn Batuta’nın*çokça yalan söylediğinin delillerinden birisi de*onun bu seyahatnamesinde naklettiği çok acaib hikâyeleridir. O kadar ki İbn Haldun bu seyahatnameden bir miktar nakillerde bulunduktan sonra şunları söylemektedir: “…Onun anlattığı şeylerin çoğunluğu Hint ülkesinin hükümdarı ile ilgili olup onu dinleyenlerin çokça garib karşılayacağı halleri ile ilgili anlattıklarıdır… Nihayet o bu kabilden hikayeler anlattı, bu sefer insanlar kendi aralarında onun yalancı olduğunu söylemeye koyuldular. O günlerde Sultan Faris b. Vardar’ın veziri ile karşılaştım. Bu hususta onunla konuştum ve ben bu adamın insanlar tarafından yaygın bir şekilde yalanlanmış olması dolayısıyla vermiş olduğu haberleri kabul etmediğini gördüm.” (İbn Haldun, Mukaddime, II, 565, Tahkik: Ali Abdu’l-Vahid Vafi) O halde İbn Haldun rivayet ettiği haberlerin çokça garib oluşları sebebiyle İbn Batuta’nın doğruluğunda şüphe etmektedir. İbn Teymiyye’ye dair naklettiği rivayetten daha garibi de yoktur. Diğer taraftan İbn Batuta’nın Hindistan’ı ziyareti esnasında naklettiği garib hadiselerden birisi de şu sözleriyle anlattıklarıdır: “Nihayet Beşay dağına vardık, orada salih Şeyh Ata Evliya’nın zaviyesi de vardır. “Ata” türkçede baba demektir, “evliya”da Arapça bir kelimedir. Anlamı evliyaların babası demek olur. Aynı şekilde ona “si sad sale” de denilir. Farsça’da “si sad” üçyüz “sale” de yıl anlamındadır. Onların belirttiklerine göre o üçyüzelli yaşında imiş. Onlar bu kişi hakkında güzel inançlara sahibtirler…” Daha sonra şunları söyleyinceye kadar sözlerini sürdürür: “Yanına girdik, ona selam verdim, boynuma sarıldı. Cismi nemli idi, ondan daha yumuşak bir cisim görmedim. Onu gören kişi ise elli yaşında olduğunu zanneder. Bana naklettiğine göre herbir yüz yaşında saçları ve dişleri*(yeniden)*çıkar…”*(Rihle, 1, 466.) Bu seyahatnamede ne kadar uydurma, yalan ve iftira bulunduğunu ancak Allah bilir. Allah, İbn Teymiyye’ye geniş geniş rahmetini ihsan etsin, zalimlerin tuzakları ise mutlaka boşa çıkar. Hafız İbn-i Hacer’in İbn-i Teymiye’ye Taan Ettiği Zannı : Adalet ilkesine zerre kadar bağlı kalmamakta büyük direnç gösteren Ahbaş cemaatinin, İbn-i Teymiye hakkında söze başladıkları zaman ilk öne sürdükleri iddia*Hafız İbn-i Hacer‘in, Şeyhul İslam İbn-i Teymiye’nin akîdesinin bozuk, görüşlerinin sapkın olduğu yönünde sözlerini nakletmeleridir. Ancak işin aslı onların bu iddialarının bütünüyle yalan ve iftira olduğu yönündedir. Kendisi hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığım bir zevat “Bera’atu’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin” isimli bir kitap yazmış ve o kitapta bu iddiasını dile getirerek şöyle demiştir: Hafız İbni Hacer el-Askalânî, Ed-duraru’l-Kâmine isimli kitabında, İbni Teymiyye’nin sahabenin büyükleriyle ilgili sözleri hakkında alimlerden bazı nakiller yapmaktadır: “İbni Teymiyye Ömer ibnu’l-Hattab’a 3 talak meselesinde ve Hazret-i Ali’ye de 17 meselede Kur’anın nassına muhalefet etti diye isnadda bulunmuştur. Hazret-i Ebu Bekir ne dediğini*(bilmeyen)*yaşlı birisi olarak müslümanlığı kabul etti ama Hazret-i Ali çocukken İslamiyeti kabul edip bir kavle göre çocuğun İslamiyeti sahih değildir, demesi ve yine Hazret-i Ali hakkında, kendisi Ebu Cehil’in kızını istemiş ve ölünceye kadar onu severek unutmamıştır, demesi üzerine alimler ona münafıklığı isnad etmişlerdir. İbni Teymiyye Hazret-i Osman hakkında*(Osman malı severdi)*demiş ve*(Peygamberden -aleyhisselam- istigasede bulunmazdı)*dediği için ona zındıklık isnad etmişlerdir.”*(Bera’atu’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.410.) Yazar İbn-i Hacer’in bu sözlerini kitabında zikretmiş ve ondan sonra herkes bu sözleri tekrar edip durmuştur. Ancak hiç kimse insaf üzere hareket etme adına bir adım atmamış ve bu iddianın doğruluk payını araştırmaya kalkışmamıştır. Ancak işin aslı bu sözler daha sağlığında iken İbn-i Teymiyye’ye atılmış iftiralardan başka bir şey değildir. Ancak muhalifler “İbn-i Hacer bazı alimlerden naklediyor” diyerek tam bir cehalet örneği sergilemektedirler. Bu cahillerin ifadelerini okuyan kişiler, hemen ümmet tarafından büyük kabul görmüş İbn-i Hacer’in nakline güvenecektir. Bir de İbn-i Hacer’in bazı alimlerden İbn-i Teymiye’nin sapkınlığını naklettiği düşünüldüğü takdirde artık o okuyucu için İbn-i Teymiye sapkın bir kişilik olmaktan öteye gitmeyecektir. “Peki işin aslı nedir” sorusuna gelince… İşin aslı şudur: Hafız*İbn-i Hacer el-Askalanî*“Ed-Durerul Kamin…” isimli bir eser yazmıştır. Eserin konusu saklı hazinelerdir. İbn-i Hacer gerçekten değer addettiği bir çok alimin hayatını, eserlerini bu kitabın da ele almıştır. Haklarında uzun uzun bilgiler kaydetmiştir. Ve bu alimler içerisinde Şeyhul İslam İbn-i Teymiye’de vardır. Dikkat ederseniz kitabın ismi ile beraber İbn-i Hacer’in kitabında İbn-i Teymiye’den uzun uzun bahsetmesi bir arada düşünürseniz yukarıda bahsetmiş olduğumuz yazının sahibinin ne derece bir yüzsüzlük yaptığı açığa çıkmaktadır. Aslen İbn-i Hacer el-Askalani “Saklı Hazineler” şeklinde yazdığı kitapta İbn-i Teymiye hakkında uzun uzun bilgiler verirken, hakkında oldukça övücü sözler sarfederken bu cahiller bunu tersine çevirmiş, apaçık aydınlığı kendi karanlıklarıyla örtmeye çalışmıştır. Halbuki bakınız İbn-i Hacer, Şeyhul İslam hakkında ne demektedir: “En hayret edilecek hususlardan birisi de şudur: Bu adam Rafızî, Hulûlcüler, İttihatçılar gibi bid’at ehline karşı bütün insanlar arasında en ileri derecede duran bir kimse idi. Bu husustaki eserleri pekçok ve ünlüdür. Onlara dair verdiği fetvaların sınırı yoktur.” “Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye kanaatlerini kabul edenin de, etmeyenin de çokça istifade ettiği bir kimsedir. Dört bir yana yayılmış eserlerin müellifi ünlü öğrencisi Şemsuddin İbn Kayyim el-Cevziyye dışında şayet İbn-i Teymiye’nin hiçbir eseri bulunmasaydı dahi, bu bile İbn Teymiyye’nin ne kadar yüksek bir konuma sahip olduğunu en ileri derecede ortaya koyardı. Durum böyle iken bir de gerek akli, gerek nakli ilimlerde Hanbeli mezhebine mensup ilim adamları şöyle dursun, çağdaşı olan Şafîi ve diğer mezheblere mensup ilim adamları akli ve nakli ilimlerde oldukça ileri ve benzersiz olduğuna da tanıklık etmişlerdir.” Yine aynı şekilde “Bera’atu’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin” isimli eserin sahibi kitabında Hafız ibn-i Hacer’in İbn-i Teymiye’ye hadis konusunda güvenilmeyeceğini, onun ne söylediğini bilmediğini nakletmektedir. Ancak bu da cahillerin bir önceki iddiası gibi boş ve batıl bir iddiadan başka bir şey değildir. Zira İbn-i Hacer İmam Buhari’nin sahihine yönelik yazmış olduğu “Fethul Bari” isimli eserinde 25 kere İbn-i Teymiye’den nakilde bulunmuş bunlardan sadece iki yerde İbn-i Teymiye’nin görüşlerini eleştirmiştir. Aslen Fethul Bari okunduğu zaman Hafız İbn-i Hacer’in özellikle hüccet makamında Şeyhul İslam İbn-i Teymiye’den nakillerde bulunduğu görülür. Örneğin yaratılışla ilgili bir konuda konuya dair uzun uzun açıklamalarda bulunduktan sonra tenbih diye bir bölüm açar ve bu bölümde birçok kaynakta geçen bir rivayetin aslının olmadığını söyler ve arkasından hemen “bu önemli bilgiyi İbn-i Teymiye kaydetmiştir” der.*(Fethul Bari, 9/473)*Ve özellikle burada İbn-i Teymiye’ye “Allame” sıfatını verir. Gerçekten de Şeyhul İslam İbn-i Teymiyye*Mecmuul Fetava*isimli eserinde 3 yerde*(Mecmuul Fetava, 1/153, 1/438, ve 4/105.)*Hafız İbn-i Hacer’in işaret ettiği bilgiyi kaydetmiştir. Bu Hafız İbn-i Hacer’in İbn-i Teymiye’nin eseri olan Mecmuul Fetava’ya ne derece önem verdiğini ortaya koymaktadır. Fethul Bari’de dikkat çeken diğer bir husus Hafız İbn-i Hacer birçok yer de “ben derim ki” dedikten sonra hemen arkasından sanki kendisini İbn-i Teymiye ile delillendirirmişcesine “İbn-i Teymiye’de böyle der” demiştir. Örnek olarak Ensar ile Muhacirin kardeş kılınması hadisesini anlatan İbn-i Hacer alimlere ait uzun uzun bilgiler sunduktan sonra Muhacirlerin birbirileri ile kardeş kılınması noktasında “ben derim ki” diye söze başlamış ve hemen arkasından kendisine İbn-i Teymiye’den delil getirerek “Nitekim İbn-i Teymiye’de Muhtarade ki hadislerin Mustedrekte ki hadislerden daha kavi ve sağlam olduğunu söylemiştir” der.*(Fethul Bari, 11/268) En dikkat çekici hususlardan bir tanesi ise Hafız İbn-i Hacer’in herhangi bir fıkhi konuda mezheplerin görüşlerini zikrederken “Hanefiler şöyle demiştir, Şafiler şöyle demiştir, İbn-i Teymiye’de şöyle demiştir” diyerek İbn-i Teymiye’yi mutlak bir muctehidmiş gibi anmasıdır. Örneğin boşanmanın ve ric’atin yapıldığı ay halinin akabinde ki temizlikte, hanımı boşamanın cevazı hususunda görüş ayrılıklarına değinirken Şafilerin, Hanefilerin, Malikilerin görüşünü getirdikten sonra “İbn-i Teymiye’de şöyle der”*(Fethul Bari, 15/76.)*diyerek İbn-i Teymiye’yi mustakil olarak zikreder. Kendisi Şafi olmasına ve İbn-i Teymiye’nin görüşüne katılmamasına rağmen İbn-i Teymiye’ye eleştiri nitelikli tek bir kelime dahi kullanmaz. Yine sigar evliliği meselesinde büyük fakihlerin görüşünü zikrettiktensonra hemen arkasından “İbn-i Teymiye’de şöyle der” diyerek İbn-i Teymiye’ye ne kadar önem atfettiğini ortaya koyar.*(Fethul Bari, 14/361.) İbn-i Hacer İbn-i Teymiye’ye muhalif olduğu konularda dahi Fethul Bari’de İbn-i Teymiye hakkında tek bir olumsuz söz sarfetmemiştir. Özellikle Rasulullah’ın kabrine ziyaret amacı ile yolculuğa çıkılması meselesinde sarfettiği tek söz “bu onun en çok tepki toplayan görüşüdür” şeklindedir. İbn-i Teymiye ile ayrı düştüğü sıfatlar meselesinde hiçbir şekilde İbn-i Teymiye’nin aleyhinde söz etmemiştir. Yine büyük ihtilafın yaşandığı ay halinde olan kadını boşamanın durumu meselesinde önce Nevevi’den zahirilerin görüşünü nakleder ve arkasından İbn-i Teymiye’nin ve İbn-i Kayyim el-Cevziyye’ninde bu görüşte olduklarını söyler ve onların sözlerini uzun uzun aktarır. İşin ilginç boyutu ise kendisi Şafi olmasına rağmen ne Zahiriler hakkında ne de İbn-i Teymiye ve İbn-i Kayyım hakkında tek bir olumsuz ifade kullanmaz. Sadece İbn-i Kayyım’in sözlerine itiraz kabilinden tek bir satırda “Merhum kanaatimce şu rivayeti görmedi” şeklinde bir itiraz getirir.*(Fethul Bari, 15/78.) Bu nokta da vermek istediğimiz son bir örnek ise fakirliğin mi yoksa zenginliğin mi daha faziletli olduğu ihtilafıdır. Bu konuyu izah eden İbn-i Hacer önce alimlerin görüşlerini ele almış ve daha sonra “Ben de şunu ekliyorum” demiş ve hemen arkasından İbn-i Teymiye’de benim gibi düşünüyor dercesine “İbn-i Teymiye’de böyle diyor” diyerek konuyu bağlamıştır.*(Fethul Bari, 18/265) Alimlerin İbn-i Teymiyye Aleyhinde Sözleri Ahbaşlar cemaatinin İbn-i Teymiye’ye saldırdıklarını yönelttikleri ikinci nokta ise bir çok alimin İbn-i Teymiyye aleyhinde sözlerini nakletmeleridir. Özellikle bir liste yapmışlar ve bu listede İbn-i Teymiye’nin sapkın olduğunu iddia eden alimlerin isimlerini yazmışlardır. Listelerinde çoğu mechul, kim olduğu bilinmeyen kimselerin olması yanı sıra*Necip Fazıl, Zahid el-Kevseri*gibi İslam tarihinde hiçbir değeri olamayan kimselerinde ismi geçmektedir. Burada Ahbaşların yaptığı büyük hata “alimlerin birbiri lehlerinde ve aleyhlerinde sözlerinin hiçbir ilmi değer taşımadığı” gerçeğinden bihaber olmalarıdır. Zira geçmiş dönemde yaşamış ve birçok esere imza atmış bir kimsenin ister istemez birçok seveni de olacaktır sevmeyeni de… Bu insanlığın tabiatında olan bir durumdur. Bugün dünyada her kesim tarafından sevilen ve hiç sevmeyeni bulunmayan kim vardır ki? Yine aynı şekilde herkes tarafından sevilmeyen ve hiç seveni bulunmayan kim olabilir? Tarihte en iğrenç insanların haklarında dahi birçok övücü söz bulmak mümkün iken bütünüyle mükemmel insanlar içinde aleyhlerinde birçok söz bulmak mümkündür. Buna çok basit bir örnek olması açısından Hatıb el-Bağdadi’nin Tarihini verebiliriz. Orada bir çok alim hakkında övücü ve yerici cümleleri bulmak mümkündür. Nitekim büyük İmam Ebu Hanife hakkında büyük alimlerden O’nun Deccal olduğu, hadisleri reddettiği, ilimden zerre kadar nasibi olmadığı yönünde sözler bulmak mümkün iken aynı şekilde O’nun büyük bir muhaddis olduğu yönünde de bir çok nakle şahit olmak mümkündür. Yine “şayet ehli kitap ile evlenmek caiz ise Hanefilerle de evlenmek caizdir” şeklinde büyük alimlere nispet edilen kavillerin olduğu “Teracim ve Tabakat” kitaplarından isteyenin istediği kimsenin lehinde ya da aleyhinde bir çok nakil bulması mümkündür. Bu, İslam tarihinde özellikle mezhep çatışmalarının sebep olduğu bu durumdur. İmam Şafi’nin dahi hadisçiliğinin eleştirilmesi, İmam İbn-i Cerir et-Taberi gibi büyük bir müfessirin Ahmed bin Hanbel’i fakih olmamakla nitelendirmesi, bunun üzerine Hanbelilerin onu bir köye hapsetmeleri ve orada vefat etmesi sadece mezhep kavgasının ne boyutlara vardığını göstermesi açısından birkaç örnektir. Burada anlatmak istediğimiz tarihte yaşamış kim olursa olsun herhangi bir şahsiyete sadece “şu şunu dedi, bu bunu dedi” şeklinde saldırmanın sadece ahmakların işi olduğudur. İslam alimleri bunun caiz olduğu tek durumun cerh ve tadil ilminde ravilere yönelik olduğunu belirtmişlerdir. Bu da genel olarak hıfz ve adalet noktasındadır. Şayet bugün İbn-i Teymiyye hakkında kötü söz serdeden alimlerden oluşan bir liste yayınlanıyorsa bunu yapanlara şunu hatırlatmak isteriz ki onların yayınladığı listenin en az 10 misli uzunluğunda İbn-i Teymiyye’nin lehinde konuşan, onu övücü sözlerle vasıflandıran alimlerin isimlerinden oluşan bir liste hazırlamak mümkündür. Burada 10 misli derken abarttığımı düşünmenizi istemiyoruz. Zira bu abartı değil görünen bir gerçektir. İbn-i Kayyim el-Cevziyye, İbn-i Kesir, İmam Zehebi gibi büyük alimlerin üstadı olan İbn-i Teymiye hakkında böyle bir liste oluşturmak kanaatimizce pek zor olmasa gerek. Burada İmam Zehebi ile ilgili yine aynı taife tarafından ortaya atılan bir iftiraya da değinmekte fayda vardır. Ahbaşlar İmam Zehebi’nin, hocası İbn-i Teymiye hakkında kötü sözler sarfettiğini İbn-i Teymiye’yi kibirli olmakla suçladığını ve ona nasihat ettiğini iddia ederler. Bu iddiaya karşı sadece Zehebi’nin İbn-i Teymiye hakkında söylediği şu sözler yeterlidir: “İbn-i Teymiye benim gibi bir kimsenin onun niteliklerine dair söz söylemesinden çok daha büyüktür. Eğer Kâbe’de Hacer-i Esved’in bulunduğu rukun ile Makam-ı İbrahim arasında bana yemin ettirilecek olsa, hiç şüphesiz benim gözüm onun gibisini görmemiştir, diye yemin ederim. Allah’a yemin ederim bizzat kendisi bile ilim bakımından kendi benzerini görmüş değildir.” “Henüz buluğa ermeden Kur’an ve fıkıhı okudu, tartıştı, delilleriyle, görüşlerini ortaya koydu. Yirmi yaşlarında iken ilim ve tefsirde oldukça ileri dereceye ulaştı, fetva verdi ve ders okuttu. Pek çok eserler yazdı, daha hocaları hayatta iken büyük ilim adamları arasında sayılır oldu. Develere yük teşkil edecek kadar pek büyük eserler yazdı. Bu sırada onun yazdığı eserler belki dört bin defter, belki de daha fazla tutar. Cuma günlerinde seneler boyunca herhangi bir kitaba başvurmaya gerek görmeksizin yüce Allah’ın kitabını tefsir etti. Fışkıran bir zeka idi, pek çok hadis dinlemiştir. Kendilerinden ilim bellediği hocalarının sayısı iki yüzü aşkındır. Tefsire dair bilgisi en ileri noktadadır. Hadis, hadis ravileri*(Ricâli),hadisin sahih olup olmamasına dair bilgisine hiçbir kimse ulaşamaz. Fıkhı, nakli –dört mezheb imamının da ötesinde– ashab ve tabîin’in görüşleri eşsizdi. Mezheb ve fırkalara dair, usul ve kelâma dair bilgisine gelince, bu hususta onun seviyesinde bir kimse bilmiyorum. Dile dair geniş bir bilgisi vardı, Arapçası oldukça güçlü idi. Tarih ve siyere dair bilgisi şaşırtıcı idi. Kahramanlık, cihad ve atılganlığı ise nitelendirilemeyecek kadar, anlatılamayacak kadar ileri idi. Örnek gösterilecek derecede çok cömert idi. Yemekte ve içmekte az ile yetinir, zühd ve kanaat sahibi bir kimse idi.” İmam Zehebi bu sözlerini en meşhur kitabı olan “Siyer-u A’lami’n-Nubelâ” eserinde kaydetmiştir. Alimlerin, İbn-i Teymiyye Lehinde Sözleri Burada sadece birkaç alimden İmam İbn-i Teymiyye hakkında söyledikleri sözü nakletmek istiyoruz. Aslen biz yukarıda da söylediğimiz gibi bir alim hakkında övücü ya da yerici nitelikte sözlerin ilmi bir değer taşımadığına inanıyoruz. Ancak birkaç tane de olsa İbn-i Teymiye hakkında söz sarfeden alimlerden örnek vermemiz yerinde olacaktır “Tabakatu’ş Şafîiyye el-Kubrâ” adlı eserin müellifi Tacu’d-Din’in babası Takıyu’d-Din es-Subkî –Allah’ın rahmeti üzerine olsun– şunları söylemektedir: “Aklî ve şer’î ilimlerdeki geniş bilgisi, üstün kadri ve kaynayıp coşan denizi andıran hali ile ileri zekası, içtihadı ile bütün bu alanlarda anlatılamayacak ileri dereceye ulaşmıştı. Bana göre o bütün bunlardan daha büyük, daha üstündür. Bununla birlikte yüce Allah ona zühd, vera, dindarlık, hakka yardımcı olmak, hakkı yerine getirmek gibi özellikleri vermişti; bütün bunları da yalnızca Allah için yapardı. Bu hususta selef-i salihin izlediği yolu izlerdi. Bu konuda çok büyük bir pay sahibi idi. Bu dönemde hatta uzun dönemlerden beri onun benzeri görülmüş değildir.” Muhammed b. Abdi’l-Berr eş-Şafîi es-Subkî*(v. 777)’de şunları söylemektedir: “İbni Teymiyye’ye cahil bir kimse ile yanlış kanaat ve görüşlere sahib bir kimseden başkası buğzetmez. Cahil bir kimse ne söylediğini bilmez, yanlış kanaat sahibi kimseyi ise sahib olduğu yanlış kanaat onu bilip tanıdıktan sonra hakkı söylemekten alıkoyar.” Hasımlarından birisi olan Kemalu’d-Din b. ez-Zemelkanî eş-Şafîi*(v. 727)*Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir: “Herhangi bir ilim dalına dair kendisine soru sorulacak olursa, onu gören ve onu dinleyen bir kimse, onun bu ilim dalından başka bir şey bilmediğini zanneder ve bu seviyede kimsenin o ilmi bilmediğine hükmederdi Diğer mezheblere mensub fukaha onunla birlikte oturduklarında kendi mezhebleri ile ilgili olarak daha önceden bilmedikleri şeyleri ondan öğrenirlerdi. Herhangi bir kimse ile tartışıp da hasmı tarafından susturulduğu bilinmemektedir. İster şer’î ilimler olsun, ister başkaları olsun herhangi bir ilim hakkında söz söyledi mi mutlaka o ilim dalının uzmanlarından ve o ilmi bilmekle tanınanlardan üstün olduğu ortaya çıkardı. Beşyüz yıldan bu yana ondan daha ileri derecede hadis hıfzetmiş kimse görülmüş değildir.” Mâlikî ve*(sonraları)*Şafîi mezhebine mensub İbn Dakîk el-Iyd*(v. 702 h.)*onun hakkında şöyle demektedir: “İbn Teymiyye ile bir araya geldiğimde bütün ilimlerin onun gözü önünde bulunduğunu, bu ilimlerden istediğini alıp, istediğini bırakan bir kişi olduğunu gördüm.” Aslen İşbilyeli, Dımaşk’lı*(v. 738 h.)*el-Birzâlî Ebu Muhammed el-Kasım b. Muhammed, İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir: “Hiçbir hususta arkasından yetişilemeyecek bir imamdı. İçtihad mertebesine ulaşmış ve müçtehidlerin şartları kendisinde toplanmıştı. Tefsirden söz etti mi aşırı derecedeki ezberleri dolayısıyla, güzel sunması ile herbir görüşe tercih zayıflık ve çürütmek gibi layık olduğu hükmü vermesiyle ve herbir ilme dalabildiğine dalması ile insanları hayrete düşürürdü. Huzurunda bulunanlar onun bu haline şaşırırlardı. Bununla birlikte o zühd, ibadet, yüce Allah’a yönelmek, dünya esbabından uzak kalıp, insanları yüce Allah’a davet etmeye de kendisini büsbütün vermiş bir kimse idi.” Şafîi mezhebine mensub*Dımaşk’lı ve*Tehzibu’l-Kemâl*adlı eserin sahibi Ebu Haccac el-Mizzî de*(v. 742 h.)*Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir: “Onun benzerini görmedim, kendisi de kendi benzerini görmüş değildir. Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünneti hakkında ondan daha bilgilisini, her ikisine ondan daha çok tabi olanı görmüş değilim.” Bir seferinde de şöyle demiştir: “Dörtyüz yıldan bu yana onun benzeri görülmemiştir.” “Umdetu’l-Karî Şerhu Sahihi’l-Buharî adlı eserin müellifi Halefî Bedru’d-Din el-Aynî*(v. 855 h.)Şeyhu’l-İslam hakkında şunları söylemektedir: “O, faziletli, maharetli, takvâlı, tertemiz, vera’ sahibi, hadis ve tefsir ilimlerinin süvarisi, fıkıh ve hadis usulü ve fıkıh usulü ilimlerinde gerek anlatımı ve gerek yazımı itibariyle ileri derecede idi. Bid’atçilere karşı çekilmiş yalın kılıçtı. Dinin emirlerini uygulayan büyük ilim adamı, marufu çokça emreden, münkerden çokça alıkoyandı. Son derece gayretli, kahraman ve korku ve dehşete düşüren yerlerde atılgan, çokça zikreden, oruç tutan, namaz kılan, ibadet eden bir kimse idi. Geçiminde kanaatkarlığı seçmiş, fazlasını istemeyen bir kimse idi. Oldukça güzel ve üstün şekilde sözlerine bağlı kalır, çok güzel ve değerli işleriyle vaktini değerlendirirdi. Bununla birlikte aşağılık dünyalıktan da uzak kalırdı. Meşhur, kabul görmüş ve tenkid edilebilecek bir kusuru bulunmayan, nihaî sözü “Uyûnu’l-Eser fi’l-Meğâzîl ve’ş-Şemaili ve’s-Siyer” adlı eserin müellifi olan İbn Seyyidi’n-Nas*(v. 734 h.)*hakkında şunları söylemektedir: “Ben onu bütün ilimlerde pay sahibi gördüm. Nerdeyse sünnete dair bütün rivayetleri ezberlemişti. Tefsire dair söz söyledi mi bu işin sancağını yüklenmiş olduğu görülürdü. Fıkha dair fetva verdi mi en ileri noktaya ulaşmış olduğu, hadise dair konuştu mu hadis ilim ve rivayetinde oldukça ehil olduğu, mezheb ve fırkalar hakkında konuştu mu bu hususta ondan daha etraflı bilgi sahibi kimsenin görülemediği, onun ilerisinde bu hususların kimse tarafından idrâk edilemediği anlaşılırdı. Kısacası bütün ilim dallarında akranlarından ileri idi. Onu gören hiçbir göz onun benzerini görmemiştir. Hatta kendisi bile kendisi gibisini görmüş değildir.” Burada bu kısa yazımızı adaletsizce İbn-i Teymiyye’ye saldıran, onu yeren ve kötüleyen Ahbaşlar cemaatine Bedruddin Ayni ve Abdulber es-Subki’nin şu sözlerini hediye ederek bitiriyoruz… Bedruddin el-Ayni der ki: “Ona dil uzatan kimse ancak gülleri koklamakla birlikte hemen ölen pislik böceği gibidir. Gözünün zayıflığı dolayısıyla ışık parıltısından rahatsız olan yarasaya benzer. Ona dil uzatanların tenkid edebilme özellikleri de yoktur, ışık saçıcı, dikkate değer düşünceleri de yoktur. Bunlar önemsiz şahsiyetlerdir. Bunlar arasından onu tekfir edenlerin ise ilim adamı olarak kimlikleri belirsizdir, adları, sanları yoktur.” Abdulber es-Subki ise İbn-i Teymiye’ye saldıranlar hakkında şöyle der: “İbni Teymiyye’ye cahil bir kimse ile yanlış kanaat ve görüşlere sahib bir kimseden başkası buğzetmez. Cahil bir kimse ne söylediğini bilmez, yanlış kanaat sahibi kimseyi ise sahib olduğu yanlış kanaat onu bilip tanıdıktan sonra hakkı söylemekten alıkoyar.” Ebu Hanife’nin Kıyas Yaparak Kasıtlı Şekilde Sahih Hadise Muhalefet Ettiğini Söyleyenlere Karşı Şeyh’ul İslam İbn-i Teymiyye’den Reddiye Ebu Yusuf*(Rahimehullâh)*–ki o, Ebu Hanîfe’nin arkadaşlarının en büyüğüdür ve ‘kadılar kadısı’ lakabını alan ilk kişidir– Mâlik b. Enes ile bir araya geldiğinde, ona bu meseleler hakkında sordu. … Malik ona, Medîne ehlinin mutevâtir nakli ile cevap verdi. Ebû Yusuf*(da kendi görüşünü bırakıp)Mâlik’in görüşüne döndü ve dedi ki: “Eğer arkadaşım da benim gördüğümü görmüş olsaydı, benim görüşümden döndüğüm gibi o da dönerdi.” Böylece Ebu Yusuf bu türde bir naklin*–başkaları yanında huccet olduğu gibi– arkadaşı Ebu Hanîfe yanında da huccet olduğunu aktarmış oldu. Ancak bu nakil Ebu Hanîfe’ye ulaşmamıştır. Nitekim ona da, ondan başka imâmlara da hadîslerden birçoğu ulaşmamıştır. O halde, kendilerine ulaşmayan bir ilmi terk etmeleri sebebiyle kınanmazlar. Ebu Yûsuf’un bu nakle dönmesi; onun ve arkadaşı Muhammed’in, hocalarının*(Ebû Hanîfe’nin)görüşünü bırakıp, pek çok hadîse ittiba etmeleri türünde bir dönüştür. Bunu onlara hocaları öğretiyor ve diyordu ki: “Muhakkak ki bu hadisler de –eğer sahîh iseler– huccettir.” Ancak bu hadîsler ona ulaşmadı. Her kim, Ebu Hanîfe’nin veya müslümanların imâmlarından bir başkasının, kıyas veya başka bir şeyden dolayı sahîh hadîse kasıtlı muhalefet ettiklerini zannederse, şüphesiz ki onlar hakkında hata etmiş, ya zan ile ya da hevâ ile konuşmuştur. (Şeyh’ul İslâm İbnu Teymiyye el-Harrânî ed-Dımeşkî (vefâtı: 728 hicrî), Mecmû‘u Fetâvâ (20/304) Hiç şubhesiz hamd başında ve sonunda alemlerin rabbi Allah’a özgüdür. *********** Cehennemin Ebediliği – Fena-i Nar – Beka-i Nar Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye (rahimehullah) hakkındaki Fena-i Nar*(Cehennemin ebediliği)*meselesi hakkında 4 görüş mevcuttur. **** Bunlardan*1.*si, Fena-i Nar görüşü, İbn Teymiyye’ye değil,*İbn Kayyım El Cevziyye‘ye aittir,Zannı*: Cehennemin ebedi olmadığı görüşü öncelikle İbn-i Teymiyye’ye ait olmayıp bilakis öğrencisi İbn-i Kayyım el-Cevziye’ye aittir. İbn-i Teymiyye’nin hiçbir kitabında böyle bir görüşü mevcud değildir. Her kim İbn-i Teymiyye’nin böyle bir görüşü olduğunu iddia ederse kendisinden bunun kaynağını isteriz. Meselenin aslına gelince İbn-i Kayyim el-Cevziyye cehennemin ebedi olmadığı görüşünü “Hadi’l Ervah…” ve “Şifau’l Alil fi Mesail…” isimli kitaplarında uzun uzadıya anlatmaktadır. İbn-i Kayyım asıl olarak görüşünü Hud Suresi’nin 107 ve 108. ayetlerine dayandırmaktadır. Hud Suresi’nin 107. ayetinde Allahu Teala cehennemlikler için “Rabbinin dilemesi hariç gökler ve yer ayakta durdukça orada ebediyen kalıcıdırlar. Şubhesiz rabbin dilediğini yapandır” buyururken 108. ayette ise cennetlikler için “Rabbinin dilemesi hariç gökler ve yer ayakta durdukça orada ebediyen kalıcıdırlar. Bu arkası kesilmeyen bir bağıştır” buyurmaktadır. İbn-i Kayyim bu ayetlere dair, cennetliklere yönelik nimetin kesintisi olmayacağını, ancak cehennemliklere yönelik azabta Allah’ın dilemesi olduğunu ve Allah’ın bizlere haber vermediği bir işi yapmak istediğini söylemektedir. Yine İbn-i Kayyim “Zamanlar süresince orada kalacaklardır” (Nebe:23) ve Rahman Suresinin 26 ve 27. âyet-i kerimelerini ki: “Herkes fani olacaktır. Sadece Zulcelali Ve’l İkram olan Rabbinin Zat’ı/vechi(yüzü)*bâki kalacaktır.” ayetini delil olarak getirerek, cehennemde kalma miktarının “zamanlar” ile sınırlandığını, sonsuz bir şey için böyle bir bu ifadenin kullanılamayacağını söylemektedir. İbn-i Kayyim bununla beraber Ömer, İbn-i Mes’ud, İbn-i Abbas, Abdullah b. Amr, Ebu Said el-Hudri (r.anhuma) gibi sahabelerin ve yine bazı tabiin alimlerinin cehennemin ebedi olmadığına dair görüşlerini sıralamaktadır. Akli olarak da Allah’ın rahmetinin gazabını geçtiğini belirterek insanların ebedi olarak cehennemde kalmasının bir hikmeti olmadığını söylemektedir. **** Bunlardan*2.*si, Fena-i Nar görüşü,*İbn Kayyım El Cevziyye‘ye*ait değildir: İbnu’l-Kayyım da, el-Vâbilu’s-Sayyib’inde şöyle demiştir: “İnsanlar, “herhangi bir pisliğin çirkinleştirmediği/bulaşmadığı temiz”, “kendisinde hiçbir temizlik olmayan pis” ve “kendilerinde hem pislik, hem de temizlik bulunanlar” şeklinde üç tabaka olduğuna göre, bunların kalacakları yerler de üç çeşit olacaktır: Mahza temizlerin yurdu ve mahza pislerin yurdu. Bu iki yurt fena bulmayacaktır. Üçüncüsü ise kendisinde hem pislik, hem de temizlik bulunanların yurdudur ki, fena bulacaktır. Bu,*(mu’min olan)isyankârların yurdudur. Zira Cehennem’de muvahhitlerin isyankârlarından kimse kalmayacak ve onlar cezaları miktarınca azaplandırıldıktan sonra ateşten çıkarılıp Cennet’e sokulacaklardır. Geriye mahza temizlerin ve mahza pislerin yurtlarından başkası kalmayacaktır…” **** Bunlardan*3.*si, Fena-i Nar görüşü,*İbn Teymiyye‘ye aittir,*Zannı*: İbn Teymiyye’nin*(rahimehullah)*“akidet-ul vasıtiyye” isimli eserinde şunları söylemektedir: “Cehennemin ebedilik ve devamlılığına gelince, şanı yüce Allah (c.c.), sunnette varid olduğu üzere dilediği kimseyi oradan çıkartır ve kafirleri ise sonu gelmeyecek şekilde orada ebediyen bırakır. Cehennemin ebedi oluşu ve sonunun gelmeyişinin delillerinden bazıları yüce Allah’ın (c.c.) şu buyruklarıdır“: “Onlar için sürekli kalıcı bir azab vardır.” (Maide 37), “Onlara hafifletilmez, onlar için cehennem ateşi vardır.” (Zuhruf 75), “Hiç şubhesiz onlar için cehennem ateşi vardır. Onlar orada ebediyen kalacaklardır.” (Cin 23) “Onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.” (Hicr 48) “Ve onlar ateşten çıkacak da değillerdir” (Bakara 167), “Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler, onların üzerinden azabından bir şey de hafifletilmez” (Fatır 36) (Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye; Akidet-ul Vasıtiyye) İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-Fetâvâ’da, “Yedi şey vardır ki bunlar ölmeyecek, fena bulmayacak ve yokluğu tatmayacaktır: Cehennem ve sakinleri, Levh, Kalem, Kursi, Arş”*(Baş tarafta “yedi” rakamı zikredildiği halde metin içinde zikredilenlerin eksik olduğu dikkat çekmektedir.)*şeklindeki rivayetin sahih olup olmadığı tarzındaki bir soruya verdiği cevapta şöyle der: “Bu haber bu lafızla Peygamber (s.a.v)’in sözü değildir; o, alimlerden birine ait bir sözdür. Bu Ummet’in selefi, imamları ve sair Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat şu itikattadır: Mahlukat arasında yok olmayacak ve tamamen fena bulmayacak varlıklar vardır. Cennet, Cehennem, Arş vd. varlıklar böyledir. Mahlukatın tamamının fena bulacağını, Cehm b. Safvân ve Mu’tezile’den ve benzerlerinden kendisine muvafakat edenler gibi bid’atçı Kelamcılar’dan bir grup dışında söyleyen olmamıştır. Bu, Allah’ın Kitabı’na, Rasulu’nun Sünneti’ne ve Ümmet’in selefinin ve imamlarının icmaına aykırı batıl bir sözdür. Nitekim bu hususta Cennet ve ehlinin ve daha başka varlıkların bekasına delalet*(eden deliller)*vardır ki, bu sayfa, bu noktanın zikri için yeterli değildir. Kelamcılar’dan ve Felsefeciler’den çeşitli kesimler, bütün mahlukatın fena bulmasının mumteni*(muhal)*olduğuna, aklî delillerle istidlal etmiştir. Vallâhu a’lem.”*(İbn Teymiyye,*Mecmû’u‘l-Fetâvâ, XVIII, 307) Bu ifadeler esas alındığında İbn Teymiyye’nin, Cehennem’in son bulacağı görüşünde olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Yine bir başka eserinde İmam el-Eş’arî’nin Makâlâtu’l-İslâmiyyîn’inden, herhangi bir itiraz getirmeksizin şöyle bir nakil yapar: “… Yine şu meselede de iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Allah Teala’nın fiilleri için bir son var mıdır, yoksa O’nun fiillerinin sonu yok mudur? el-Cehm b. Safvân şöyle demiştir: “Allah’ın malumat ve makduratının bir son noktası ve sınırı, fiillerinin de bir sonu vardır. Cennet ve Cehennem fena bulacak, içindekiler de yok olacaktır. Tâ ki Allah, tıpkı el-Evvel olup,*(ezelde)*kendisiyle birlikte herhangi bir şey bulunmadığı gibi,*(bütün mahlukat yok olduktan sonra da)*el-Âhir*(en son kalan)*olacak ve O’nunla birlikte herhangi bir şey bulunmayacaktır.” Buna karşılık Ehl-i İslam bir bütün olarak şöyle demiştir: “Cennet ve Cehennem’in sonu yoktur. Bu ikisi baki kalmaya devam edecektir. Aynı şekilde cennetlikler Cennet’te nimetlenmeye cehennemlikler de Cehennem’de azap görmeye sürekli olarak devam edecektir. Bunun bir sonu yoktur. Allah’ın malumat ve makduratı için de bir son nokta ve sınır mevcut değildir.” (İbn Teymiyye, Der’u Te’ârudi’l-Akl ve’n-Nakl, I, 406. ; el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, 164) İbn Hazm, üzerinde icma bulunan meseleleri zikretmek maksadıyla kaleme aldığı Merâtibu’l-İcmâ’da “beka-i nar” meselesini de zikretmiş ve şöyle demiştir: “… Cehennem’in hak olduğunda, buranın ebedî bir azap yurdu olduğunda, kendisinin de içindekilerin de sonsuz ve ebedî olarak devam edip, fena bulmayacağında ittifak etmişlerdir…” (İbn Hazm, Merâtibu’l-İcmâ’,*268) Bu esere Nakdu Merâtibi’l-İcmâ’ adıyla bir tenkid yazmış olan İbn Teymiyye’nin, yukarıdaki satırlar hakkında tek kelime etmemiş olması da bu konuda farklı düşünmediğini gösteren önemli bir noktadır. « وقد اتفق سلف الأمة وأئمتها وسائر أهل السنة والجماعة على أن من المخلوقات ما لا يُعدم ولا يَفنى بالكلية كالجنة والنار والعرش. ولم يقل بفناء جميع المخلوقات إلا طائفة من أهل الكلام المبتدعين كالجهم بن صفوان ومن وافقه من المعتزلة. وهذا قولٌ باطل يخالف كتاب الله وسنة رسوله وإجماع سلف الأمة وأئمتها » [مجموع الفتاوى 18: 307]. “Ummetin selefi, Onun İmamları ve diğer tüm Ehl-i Sunnet âlimleri yaratılmış olanlardan fena olmayan ve külli olarak yok olmayan –şeyler– cennet ve cehennem gibi, olduğuna kaildir. Bütün mahlûkatın yok olacağını, ancak Kelamcılardan bid’at ehli olan Cehm İbn Safvan ve Mu’tezileden ona uyanlar söylemişlerdir. Bu batıl bir sözdür; Allah’ın kitabına ve Rasulu’nun Sunneti’ne aykırıdır.”*(Mecmu’ul-Fetava: c. 18, s. 307) «ولهذا اشتد إنكار السلف عليهم لقولهم بفناء الجنة والنار » [درء تعارض العقل والنقل 8: 345]. “Bunun için de Selefin” cennet ve cehennemin yok olacağını söyleyenler hakkında kınamaları çok şiddetli olmuştur.”*(Der’u Teârudi’l-Akli ve’n-Nakl: c. 8, s. 345) قال: « والجهم يقول بفناء الجنة والنار وأبو الهذيل الذي يقول بانقطاع حركات أهل الجنة والنار … وخالفهم جماهير المسلمين » (الفتاوى 8: 380 و12: 45 و14: 348 منهاج السنة 1/146 و310 و351) “Cehm cennet ve cehennemin yol olacağını söylerken Ebu’l-Huzeyl*(el-Allaf)*ise cennet ehlinin hareketlerinin sona ereceğini söylemiştir.” (el-Fetava: c. 8, s. 380, c. 12, s. 45, c. 14, s. 348; Minhacu’s-Sunne: c. 1, s. 146, 310, 351) وطريقة الأعراض عند أهل الكلام ألجأتهم إلى أن يلتزموا لوازم فاسدة أدت بالجهم بن صفوان وغيره إلى القول بفناء الجنة والنار [مجموع الفتاوى 3: 304 . درء تعارض العقل والنقل 1: 39 و305 و 3: 158 تحقيق د: محمد رشاد سالم. ط: جامعة الإمام بالرياض.[ “A’raz yolu ve yöntemi, bazı kelam ehlini Cehm İbn Safvan’ın fasid kavlini sahiblenmeye; cennet ve cehennemin fena bulacağını söylemeye götürmüştür.”*(Mecmuu’l-Fetva: c. 3, s. 304; Der’u Tearudi’l-Akli ven-Nakl, c. 1, s. 39,3 05, c. 3, s. 158; Thk. M. Reşad Salim) قال: « وقال أهل الإسلام جميعًا: ليس للجنة والنار آخر، وإنهما لا تزالان باقيتين، لا يزال أهل الجنة يتنعمون وأهل النار في النار يُعذَّبون: ليس لذلك آخر » [درء التعارض 2: 358 ] . « وقد أخبر الله ببقاء الجنة والنار بقاء مطلقًا » [بيان تلبيس الجهمية 157 [ “İslam ehlinin tamamı; Cennet ve cehennemin sonunun olmadığını söyler. Her ikisi de sürekli olarak baki kalıcıdır. Cennet var olduğu sürece cennet ehli onun nimetlerinde yararlanacaklardır. Cehennem ehli de cehennem var olduğu sürece orada var olacaklardır. Bunun hiç sonu olmayacaktır.”*(Der’u Tearudi’l-Akli ve’n-Nakl: c. 2, s. 358) “Allah Azze ve Celle cennet ve cehennemin ebedi olduğunu haber vermiştir.”*(Beyanu Telbisi’l-Cehmiyye: c. 2, s. 157, 358) ****Bunlardan*4.*sü, Fena-i Nar görüşü, Ne*İbn Teymiyye‘ye ne de*İbn Kayyım El Cevziyye‘ye*ait değildir!*: (Benimsediğimiz) İbn-i Kayyim’in ve Şeyhu’l İslam İbn teymiyye’nin ; Fena-i nar görüşlerinin delilleri sabit olmamıştır. Aksine eserlerinde Cehennemin son bulmayacağı ile görüşleri mevcuttur. Buna rağmen, bu Şeyhlerin tekfir edilmesi, red edilmesi ; ehli sunnet dışına çıkarılması; ilim sahibi ehli sunnet alimlerince kesinlikle mümkün değildir. Asla doğru olmayan delilsiz iddialar, farz-i muhal bir anlık gerçekmiş gibi hayal etsek bile; Görüşü baştan sona kadar hatalı olarak kabul edilse dahi, Sabit olan naslara rağmen, Kuran ve sunnetten yaptığı fasit teviller ile ictihad etmiş ve ictihadında yanılmış, “alimin zellesi*(surçme)”*olarak değerlendirilmelidir. İster İbn Kayyim*(rahimehullah)*olsun, ister Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye (rahimehullah)‘a olsun; “bu bir hatadır, ‘Her alimin zellesi olur” diye düşünülmelidir. Böyle düşünmeye sebeb olanda; şer-i bir(fasid de olsa) delili vardır ama, bu şer’i delil onun anladığı gibi değildir. Çünkü o yanlış ictihad etmiştir. Rabbim İbn Kayyim’i, veya İbn Teymiyye’yi (rahimehumullah) ya da her ikisinin hatalarını bağışlasın” denilir. (amin) Tüm bunlara rağmen bizler, Ne Şeyhul İslam İbn Teymiyye’nin ne de Şeyh İbn Kayyım el Cevziyye’nin mevcut hiç bir eserinde böyle bir görüşün bulunduğuna şahid olmadık. Bu ithamların İbn-i Teymiyye veya İbn Kayyım’a kişisel veya mezhebi olarak husumet besleyen (yarası olan/darbe yiyen kimler varsa kendilerini bilirler) her türlü çarpıtmaya başvurmuşlardır. Zaten bu iftirayı dillendirenlere baktığımızda ehl-i sunnetin yüzlerce alimi var iken, sofiyye kesiminden çıkması bu kuşkularımızı güçlendirmektedir. Sofiyye’nin, İbn Teymiyye’ye isnad ettikleri ve iddialarının başında gelen Şeyh İbn Kayyim’ın eserindeki iddiaların, Kitabın aslıyla yüzleştirilmesi sonucunda ortaya çıkan hakikat şöyledir : Şeyhul İslam İbn Teymiyye’nin muhalifleri olan Sofiyye’nin hazırladığı sapkın ve art niyetli “İbn teymiyye: “Cehennemin sonu gelecektir” iftirasının çürütülmesi; İbn Teymiyyenin kitablarına yaklaşamayan bu kitap tahrifçileri; İbn Kayyim’in kitabında(Hâdi’l-Ervâh) bulunan İbn Teymiyye’nin , ‘Cehennemin faniliği’ hakkında 7 farklı görüşün bulunduğunu, bu 7 görüşü ve bunların sahiplerini yazmasına rağmen sanki İbn Teymiyye’nin kendi inancıymış gibi yalan ve tahrifle çarpıtıldığının (İbn Kayyim’in Kitabından asli satırların ortaya konularak) deşifre edilmesi , Ayrıca İbn Teymiyye’nin kitablarından 1 tane delil sunamamaları, aksine asıl “Cehennemin fani olacağı” görüşünün sahibi sofi İsmail Hakkı ve İbn Arabi’nin kollanmaya çalışılmasını ibretle göreceğiz inşeallah |
#48
|
|||
|
|||
Alıntı:
أَذْهِبِ الْبَأسَ رَبَّ النَّاسِ وَاشْفِ أَنْتَ الشَّافِى لاَ شِفَاءَ إِلاَّ شِفَاؤُكَ شِفَاءً لاَ يُغَادِرُ سَقَمًا (Ey Allah’ım, ey insanların Rabbi, şu hastalığı gider, şifa ver, şifa veren Sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Hastalığı ortadan kaldıracak bir şifa ver.) (İbn Mâce, Tıb, 35, 36) Genel KısaltmalarTranskripsiyon İşaretleriArama KılavuzuDuyurularTDV İslâm Ansiklopedisi HakkındaGörüntü Ayarları RUKYE الرقية Hastalık ve kötülüklerden korunmak veya kurtulmak amacıyla dua okuyup üfleme anlamında bir terim. II. Selim’in tılsımlı gömleği (TSM, nr. 13/1133) İlişkili Maddeler MUSKA İnsanı kötü güçlerin etkisinden koruduğuna veya kısmet sağladığına inanılan, farklı biçimlerde ve taşınabilir nitelikte nesnelere verilen ad. HAVÂSSÜ’l-KUR’ÂN Esmâ-i hüsnâ ile bazı sûre ve âyetlerin dileklerin kabulündeki tesirlerini ifade eden bir tabir ve bu konuda yazılan eserlerin ortak adı. Müellif: İLYAS ÇELEBİ Sözlükte “yukarı çıkmak; okuyup üfleyerek tedavi etmek” mânalarındaki*rukye*(raky, rukıyy) kelimesi terim olarak “şifa veya korunma amacıyla Kur’an’dan bir bölümü, ilâhî isim ve sıfatları yahut bir duayı okuyup üflemek” anlamında masdar ve “üfürük, nazarlık, muska” anlamında isim olarak kullanılır (İbnü’l-Esîr,*en-Nihâye, “rḳy” md.;*Lisânü’l-ʿArab, “rḳy” md.;*Kāmus Tercümesi, “rḳy”, “ʿavẕ” md.leri). Bu duaların kâğıt üzerine yazılıp taşınan şekline*muska*denir. Rukye ve muskacılık Câhiliye Arapları’nda uygulanmaktaydı. Sihirbazları tabiplerin selefleri kabul eden Araplar tıpla sihir kelimelerini birbirinin yerine kullanıyor, büyülendiğine inanılan kimseye “matbûb” diyorlardı. Bu anlam yakınlığı sebebiyle hadis kitaplarında sihir konusuna rukye, nazar ve tıp konularındaki rivayetlerle bir arada, çoğunlukla da “kitâbü’t-tıb” içinde yer verilmiştir. Câhiliye Arapları, gizli güçlerin etkilerini yok etmek ve nazardan korunmak amacıyla boyunlarında “nüfre, temîme, nüşre, azâim, ta‘vîz (ûze), tevele” gibi adlar taşıyan muskalar taşıyor, hastaların başını veya ağrıyan organını tutarak okuyup üfleyen kâhin ve büyücülerin onlara sıhhat verdiklerine inanıyorlardı. Câhiz, evlere musallat olan Âmir adlı cini istihdam etmek (azâim) ve dualar okuyup ipe düğüm atmak suretiyle büyü yapan rukyecilerden ve atılan düğümleri çözen okuyuculardan söz eder (Kitâbü’l-Ḥayevân, II, 186). Cevâd Ali de birçok Câhiliye şairinin rukyeden bahsettiğini ve onun etkisini onayladığını kaydeder; Araplar’ın en çok başvurdukları rukyeler arasında muhabbet ve nefret rukyeleri geldiğini bildirir (el-Mufaṣṣal, VI, 739-754). Kur’an’da hastaları tedavi eden okuyuculardan (el-Kıyâme 75/27) ve ipe üfleyerek düğüm atan üfürükçülerden (el-Felak 113/4) söz edilerek bu geleneğe işarette bulunulur. Çeşitli hadis rivayetlerinde İslâmî dönemde bazı müslümanların yahudilere başvurup kendilerine okumalarını istedikleri, onların da İbrânîce ve Süryânîce dualar okudukları, durumdan haberdar olan Resûl-i Ekrem’in bunu yasakladığı ve bu işleri yapanların başında Lebîd b. A‘sam’ın geldiği kaydedilir (Müslim, “Selâm”, 43). Müslim’in*el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inde yer alan rivayetlerden (“Selâm”, 60-64), rukyenin hükmünü öğrenmek üzere Resûlullah’a başvuran Câbir b. Abdullah’ın dayısının eskiden beri bu işi yaptığı anlaşılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de “okuyup üfleme” anlamında Kıyâme sûresinde (75/27) “râk” (râkī), Felak sûresinde (113/4) “neffâsât” kelimeleri geçmektedir. Birincisinde ölmek üzere olan kişinin canı boğazına geldiğinde, “Onu bu durumundan kurtaracak ve tedavi edecek biri yok mu?” diye seslenen akrabalarının tabip arama arzuları “üfleyici” (râkī) kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu kelimeye İkrime el-Berberî “okuyup üfleyen”, Ebû Kılâbe el-Cermî, Dahhâk b. Müzâhim ve Katâde b. Diâme “tabip ve şifacı”, İbn Zeyd “tabip veya muskacı”, İbn Abbas “melek” anlamı vermiştir (Taberî, XXIX, 121; İbn Kesîr, VIII, 307). Zemahşerî ve Fahreddin er-Râzî ise “tedavi edici” ve “melek” mânalarını tercih etmişlerdir (el-Keşşâf, IV, 193;*Mefâtîḥu’l-ġayb, XXX, 231). Elmalılı Muhammed Hamdi, bunun “çaresizlik durumunda son bir tedbir olarak başvurulan okuyucu” mânasına geldiğini kaydeder (Hak Dini, VIII, 5848). Felak sûresinde yer alan “neffâsât” “nefs̱” kökünden türemiştir. Bazı Arap dilcileri nefs kelimesinin “hem tükürüklü hem tükürüksüz okuyup üfleme” anlamında olduğunu, bazıları ise tükürüksüz üflemeye nefs, tükürüklü üflemeye “tefl” dendiğini kaydetmektedir. Kādî İyâz bir kısım din âlimlerinin sadece tükürüksüz okumayı câiz gördüklerini bildirmektedir. Ebû Ubeyd, Hz. Âişe’ye Resûlullah’ın hastalara nasıl okuduğu sorulduğunda, “Kuru üzüm yiyen biri gibi tükürüksüz üfürürdü” dediğini nakletmektedir (Nevevî, XIV, 182-183). Elmalılı ise rukyenin her iki şekilde olabileceğini, fakat büyücülerin ikinci yöntemi tercih ettiklerini söyler (Hak Dini, IX, 6382-6383). İbn Atıyye, Kuzey Afrika’da kırmızı ipe düğüm atarak deve yavrularının analarını emmesine engel olan muskacıların bulunduğunu rivayet eder (İbn Cüzey, IV, 450). Çeşitli âyetlerde Kur’an’ın şifa olduğu kaydedilmektedir (Yûnus 10/57; el-İsrâ 17/82; Fussılet 41/44). Ancak bu âyetler incelendiğinde şifanın din ve ahlâk gibi mânevî hayata yönelik hastalıklara dair olduğu anlaşılır. Ayrıca Kur’an’da kötü yaratıkların şerrinden, özellikle şeytanın, vesveseleriyle insana yaklaşmasından Allah’a sığınılması öğütlenmektedir (en-Nahl 16/98; el-Mü’minûn 23/97-98; Fussılet 41/36; el-Felâk 113/1-5; en-Nâs 114/1-6).Resûlullah’ın rahatsızlığı esnasında Cebrâil gelerek onu okumuş (Müslim, “Selâm”, 39-40), Resûlullah da hem kendisine hem ziyaret ettiği bazı hastalara okuyup üflemiş (Buhârî, “Ṭıb”, 33; Müslim, “Selâm”, 46-51; İbn Mâce, “Ṭıb”, 35-36), torunları Hasan ve Hüseyin için şeytandan, zehirli haşerattan, kem gözlerden korunmaları yolunda dua etmiş (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 10; İbn Mâce, “Ṭıb”, 36; Tirmizî, “Ṭıb”, 18), vefat hastalığı sırasında Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem’e okuyup üflemiş ve onun eliyle bedenini meshetmiştir (Buhârî, “Ṭıb”, 32, 39; Müslim, “Selâm”, 51-52). Hz. Peygamber nazara, yılan ve akrep sokmasına karşı rukye yapılmasına izin vermiş (Buhârî, “Ṭıb”, 17, 33, 37; Müslim, “Selâm”, 55-63; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 17-18), Câbir b. Abdullah’ın dayısının ve Avf b. Mâlik el-Eşcaî’nin müracaatları üzerine içinde şirk unsurları bulunmayan rukye metinlerine müsaade etmiş (Müslim, “Selâm”, 60-64), misafir oldukları kabilenin yılan veya akrep tarafından zehirlenmiş reisini rukye yoluyla iyileştirerek ücret aldıklarını bildiren kafilenin başkanı Ebû Saîd el-Hudrî’yi onaylamış (Müslim, “Selâm”, 65), Ümmü Seleme’nin evinde gördüğü, yüzü sararmış bir çocuğa rukye tedavisi yapılmasını istemiştir (Buhârî, “Ṭıb”, 54; Müslim, “Selâm”, 59). Rukyenin câiz olmadığını ileri sürenler ise şu rivayetlere dayanır: Hz. Peygamber, Allah’a tevekkülleri sebebiyle rukyeye ve üfürükçülüğe başvurmayanların doğrudan cennete gireceğini bildirmiş (Buhârî, “Ṭıb”, 17; Müslim, “Îmân”, 372), tedavi amacıyla dağlanan ve rukye yaptıran kişinin Allah’a tevekkülü terketmiş olacağını söylemiş (Müsned, IV, 249, 251-253; Tirmizî, “Ṭıb”, 14), ipe üfleyerek düğüm atanın büyü yapmış, büyü yapanın ise Allah’a şirk koşmuş olacağını, muska takanın bu muskasının âhirette kendisine musallat kılınacağını belirtmiş (Nesâî, “Taḥrîm”, 19), nazarlık ve “tevele”nin (kadınların, kocalarının kendilerini sevmesi için yaptırdıkları rukye), mânaları anlaşılmayan kelimelerle rukye yapmanın, nazarlık taşımanın, büyü yapmanın ve yaptırmanın şirke götüren vasıtalar olduğunu beyan etmiştir (Müsned, I, 381; İbn Mâce, “Ṭıb”, 39; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 17). Son hadisi rivayet eden Abdullah b. Mes‘ûd, nazardan korunmak için muska (temîme) bağlayan câriyesinin muskasını kolundan çekip koparmıştır (Fahreddin er-Râzî, XXXII, 190). Ebû Süfyân’ın Câbir’den rivayetine göre de Resûl-i Ekrem, Medine’ye hicret ettiklerinde rukye yapılmasını yasaklamış, ancak akrebin soktuğu arkadaşlarına okumak için izin isteyen Amr b. Hazm oğulları uyguladıkları işlemi kendisine arzedince izin vermiş (Müslim, “Selâm”, 63), yine bu işle uğraştığı anlaşılan Ebü’l-Lahm’ın hizmetçisi Umeyr’den nakledildiğine göre o da yaptığı işlemi Resûlullah’a arzetmiş, Resûlullah da, “Şu kısmını at, şu kısmıyla rukye yap!” demiştir (Tahâvî, IV, 327). Öte yandan Hz. Peygamber’in hastalar için şöyle dua ettiği bildirilmiştir: “Ey sıkıntıları gideren Allah, şifa ver! Ey şâfî! Senden başka şifa veren yoktur, hiçbir hastalık kalmayacak şekilde şifa ver” (Buhârî, “Ṭıb”, 38; İbn Mâce, “Ṭıb”, 36; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 17). Rukye ile ilgili rivayetleri nesih açısından değerlendiren Hâzimî bu nakillerde görülen farklılıkların bir kısmının Câhiliye âdeti olarak devam ettirilmek istenen ve içinde şirk unsuru bulunan, bir kısmının ise tevhid inancına aykırı düşmeyen dualarla yapılan rukyeleri konu edinmesinden kaynaklandığını söylemektedir (el-İʿtibâr, s. 238). Hüseyin Remzi de söz konusu rivayetleri telif yoluna giderken rukyenin şifayı okuyanda sanarak hakiki şâfî olan Allah’ı unutan için yasak, onu bir vesile sayan için câiz olduğunu kaydetmektedir (Tıbb-ı Nebevî, s. 71-72). Hadislerde yer alan farklı içerikli rivayetlere paralel biçimde din âlimleri de farklı değerlendirmelerde bulunmuştur. İbn Abbas, Atâ b. Ebû Rebâh, Mücâhid b. Cebr ve Ebû Kılâbe el-Cermî hastaya ve yılanın soktuğu kimseye okumak, muska yazdırıp taşımak, suya okuyup içirmek şeklinde rukye yaptırmanın mubah olduğunu ileri sürerken İkrime el-Berberî, Şa‘bî, Katâde b. Diâme, Saîd b. Cübeyr, İbrâhim en-Nehaî, Dahhâk b. Müzâhim ve Hasan-ı Basrî gibi âlimler okumanın mubah, bunun yanında üfleme, ipe düğüm atma ve elle meshetme gibi işlemlerin haram veya mekruh olduğunu söylemişlerdir (el-Fetâva’l-Hindiyye, V, 355-356; Elmalılı, IX, 6391). Öte yandan özellikle bazı Eş‘arî kelâmcıları rukyenin Allah yerine başka şeylere sığınmaya sebep teşkil ettiğini, O’nun izni olmadan hiçbir şeyin fayda veya zarar veremeyeceğini belirterek muska yahut nazarlık taşıma gibi uygulamalara karşı çıkmış, tevhide aykırı unsurlar bulundurmayan uygulamaları ise câiz görmüştür (bk.*MUSKA). Câhiz bazı kelâmcıların, rukye yapan kişilerin cinleri kullanmak suretiyle evlerde yuvalanan yılanları uzaklaştırmalarının mümkün olduğunu söylediklerini, bazılarının ise kendilerine yaklaşan insanlardan kaçan hayvanlar gibi yılanların da üfürükçülerin çıkardığı sesler yüzünden deliklerinden çıkıp kaçtığını, ancak insanların onları üfürükçülerin uzaklaştırdığını zannettiğini kaydetmektedir (Kitâbü’l-Ḥayevân, II, 139; IV, 184-190; V, 397). Mezhep imamları şirke ve istismara götürmeyen rukyede sakınca bulunmadığını belirtmiştir (İbn Kayyim el-Cevziyye,*eṭ-Ṭıbbü’n-nebevî, s. 133-134). Meselâ okuyup üflemeye karşı çıkmayan İmam Mâlik demir, tuz vb. ile rukye yapmayı ve Süleyman mührü şeklinde muska yazmayı reddetmiştir (Nevevî, XIV, 183). Hanefî fakihleri de şifayı Allah’ın verdiğine inanıldığı takdirde rukyede bir sakınca bulunmadığını söylemiş, ancak eşler arasında da olsa muhabbet muskası yaptırmanın haram olduğunu belirtmiştir (el-Fetâva’l-Hindiyye, V, 354-356). İbnü’l-Esîr ve İbn Hacer, Allah’ın kelâmı, isim veya sıfatlarıyla yapılması, Arapça olması ve faydanın Allah’tan umulması durumunda rukyenin câiz olduğunu, zararın ortadan kaldırılması veya faydanın elde edilmesini Allah yerine rukyeye isnat etmenin ise şirk sayıldığını bildirmiştir (en-Nihâye, “rḳy” md.;*Fetḥu’l-bârî, X, 206). Ebû Süleyman el-Hattâbî de Resûlullah’ın göz değmesi gibi rahatsızlıklara karşı temiz kalpli ve güzel ahlâk sahibi kişilerin Kur’an okumasına müsaade ettiğini, ancak yaşadığı dönemde bu işin efsuncu ve cincilerin eline geçtiğini, dolayısıyla tesirli olmadığı gibi meşruiyetinin de kalmadığını ifade etmiştir (Tecrid Tercemesi, XII, 90). |
#49
|
|||
|
|||
Alıntı:
benim açtığım konunun altına hiç olmayacak saçma sapan bir ton şey yazmışsın kendin kendin fikirlerini ifade etmek istiyorsan ayrı bir konu açarak yapabilirdin bunu derdin ne senin ? Ben burda insanlardan benim yaşadığım sıkıntıya yönelik yorum bekliyorum senin inandığın şeylerin ki saçma bir düşüncen var bütün müslüman alemi yıllardır senin düşünemediğini düşünememiş donanımsız olanların da inançlarını zedeliyorsun kalkıp hala bir ton şey yazıyosun senin düşünce biçimi sevmedim bana uygun değil yazdığın hiçbir şeyi de okumadım kendimi günaha sokamam benim açtığım konunun altına senin saçma fikir yorum ve şu kanıtlama çabanı istemiyorum faris! Git kendin kendine ait başka bir konu aç ! Daha ayrı bir konu açılınca linç yiyeceksin o yüzden buraya dadandın sen günlerdir susuyorum ama yeter ! |
#50
|
|||
|
|||
Alıntı:
O, size dinden Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya, tavsiye buyurduğumuzu yasa yaptı. "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin." Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini kendisine seçer ve kendisine yönelen kimseye doğru yolu gösterir. Şura 13. Ve hifzan min kulli şeytanin marid sayisizca zikret . Saafat 7. Allaha emanet. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Ya cinni Hz.Süleyman peygamberin hakkı için kendini göster | 44Talebe44 | Sorularınız | 25 | 21.08.23 21:42 |
deprem olduğunu düşündüm etrafıma baktım sadece yatağım sallanıyor | ozgeeee | Sorularınız | 11 | 11.05.22 12:46 |
bana ne oldu böyle cinler mi çarptı? | AK KURT | Sorularınız | 19 | 29.12.21 13:35 |
Bir hanede büyü varsa diğer hanelere rahatsızlık verir mi? | Goksu | Tecrübe Ettikleriniz | 18 | 27.12.21 03:02 |
yalnız kalınca içimi korku kaplıyor, huzursuz oluyorum | sevingül | Sorularınız | 22 | 19.12.18 19:50 |