|
Sorularınız her türlü soruyu buradan sorabilirsiniz. |
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
|||
|
|||
Ramazan Ayında Bağlanan Merede-i Şeytanlar Kimlerdir?
Bir hadis-i şerifte geçen ve ramazan ayında bağlandığı iddia edilen merede-i şeytanlar hangileridir? Merede-i şeytan inatçı şeytan gibi bir anlama geliyor ama inatçı olmasıyla ön plana çıkan bir cin kabilesi var ise de bilmiyorum. Ayrıca, bu şeytan taifesinin bağlanması ramazan ayında zikirlerin sayısını arttırabileceğimiz ve uğraşılma riskinin azalması anlamına da gelir mi? Ramazan'da yapılan uygulamalar için korumaya gerek yok mudur?
---------- Post added 11.04.21 at 16:11 ---------- Ha bir de ramazan ayında yapılan hacet uygulamaları, istiğfarlar ve ibadetler daha mı makbuldür? Allâh razı olsun... |
#2
|
|||
|
|||
Ramazân-ı Şerîf, Kur’ân’ın-ı Kerim'in nâzil olduğu aydır. Bu ayda Kur'ân-ı Kerim ile ilişkimiz artırmalı ve en az bir mukabeke okumaya gayret etmeliyiz. Kuran okumayı bilmiyorsak bu ayı fırsat bilerek öğrenmeye gayret ettmeli, camiilerde mukabele programlarına iştirak etmeliyiz.
Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrâk edenler, onda oruç tutsun…” (el-Bakara, 185) Âyet-i kerîmede Kur’ân’ın Ramazan’da indirildiği ve onun hak ile bâtılı, hayır ile şerri, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edecek hikmet ve hakîkat nurlarıyla dolu bir kitap olduğu bildirildikten sonra, bu mübârek aya kavuşanların Kur’ân terbiyesi altında oruç tutmakla mükellef oldukları beyân edilmektedir. Bu bakımdan Kur’ân ile Ramazan arasındaki derin yakınlık ve ince irtibâtın çok iyi idrâk edilmesi îcâb eder. Peygamber Efendimiz, bilhassa Ramazan ayında Kur’ân-ı Kerîm’e daha fazla ehemmiyet verirdi. Dostu Cebrâil (a.s.) ile bu ayda her gece Kur’ân-ı Kerîm’i mukàbele ederlerdi. Vefâtından önceki Ramazan’da ise bu mukàbeleyi iki kere yapmışlardı. (Bkz. Müslim, Fedâil 50.) Resûlullah, Kur’ân-ı Kerîm’i, Cebrâil’den (a.s.) sonra bâzı sahâbîleriyle de mukàbele ederdi. (Ahmed, I, 405) Yine İbni Mesut’tan (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resûlullah şöyle buyurdu: “Kim Kur’ân-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 16) ---------- Post added 11.04.21 at 16:19 ---------- Dua Etmek İbâdetlerin özü olan duâ da, kulun benliğinden sıyrılarak Rabbine sığınmasıdır. Allâh ile kul arasında en mühim bir mânevî bağ durumundadır. Bu bağı koparanlar, Hak katındaki değerlerini de zâyi etmiş olurlar. Ramazan ayında bilhassa gecelerde ve oruçlu iken rabbimize yalvarmalı ve ona sığınmalıyız. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur: “(Resûlüm!) De ki: Sizin (kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?!..” (el-Furkân, 77) |
#3
|
|||
|
|||
@[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ramazan ayının önemini çok güzel anlatan bir yazı olmuş hocam, Allâh razı olsun. Lâkin soruma da cevap verebilirseniz çok müteşekkir olurum, tekrardan Allâh razı olsun.
---------- Post added 11.04.21 at 16:21 ---------- Benim için çok önem teşkil ediyor cevaplamanız, bir hacetim için bir uygulamaya başlayacağım da, inşallah. . |
#4
|
|||
|
|||
Ramaza ayı af ve mağfiret ayıdır. Ramazân-ı Şerîf’i lâyıkıyla ihyâ edenler, sayısız nîmetlere nâil olurlar. Ona duyarsız kalanlar ise, dehşetli bir mahrûmiyete dûçâr olurlar. Zîrâ hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“Cebrâîl (a.s.) bana göründü ve; «Ramazan’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi. Ben de «Âmîn!» dedim…” (Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545) Yine Hazret-i Peygamber: “Ben, günde yüz kere istiğfâr ederim…” (Müslim, Zikir, 42) buyurmuşlardır. ---------- Post added 11.04.21 at 16:30 ---------- Ahirette Peygamber Efendimiz’e yakın olmak için her daim salavat getirmelidir. Ramaza-ı Şerif’te salavatlarımızı çoğaltabiliriz. Nitekim Ayet-i kerîmede buyrulur: “Şüphesiz ki Allâh ve melekleri, Peygamber’e çokça salât ederler. Ey müminler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin!” (el-Ahzâb, 56) Abdullah bin Mesut Hazretlerinden rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet günü insanların bana en yakın olanı, bana en çok salât ü selâm getirenidir.” (Tirmizî, Vitir, 21/484) ---------- Post added 11.04.21 at 16:32 ---------- Faydalı oldu ise ne mutlu bana Senden de Allah razı olsun Allah yapacağın8n hacetini kabul etsin Aminnn |
#5
|
|||
|
|||
Ramazan Ayında Rabbimizi zikretmeye daha çok önem verilmelidir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle, sabah-akşam Rabbini an. Gâfillerden olma!” (el- A’râf, 205) Bu konuda Allâh Resûlü şöyle buyurur: “Allâh’ı sevmenin alâmeti, Allâh Teâlâ’yı zikretmeyi sevmektir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 52) Zikrin muhtelif çeşitleri vardır. Allâh’ı şöyle veya böyle zikredin, diye bir emir yoktur. Her zikirde ayrı ayrı tecellîler bulunmaktadır. İSM-İ A'ZAM ZİKRİ Kıymet, rütbe ve netîce bakımından zikirlerin en güzeli ism-i a’zam zikridir ki, o da umûmiyetle ism-i celâl yâni “Lafzatullâh” olarak kabûl edilir. Bu isim, bütün isimlerin mânâlarını özünde toplamıştır. Bu sebeple ism-i celâlin diğer isimlere göre müstesnâ bir keyfiyeti vardır. Meselâ başındaki «ا» (elif) kaldırılsa «لله» (lillâh) olur. Birinci «ل» (lâm) harfi kaldırılsa «له» (lehû) olur. İkinci «ل» (lâm) harfi kaldırılacak olsa «ه» (hû) kalır. Bunların her biri de Allâh Teâlâ’ya işâret eder. "ALLAH ALLAH DİYEN BİRİ VAR OLDUKÇA KIYAMET KOPMAYACAKTIR" Bir hadîs-i şerîfte kâinâtın ayakta durmasının bile zikrullâhın devâmına bağlı olduğu ifâde edilerek: “Yeryüzünde Allâh Allâh diyen biri var oldukça, kıyâmet kopmayacaktır.” (Müslim, Îmân, 234/148) buyrulmaktadır. LAFZA-İ CELÂL ZİKRİ NEDEN ÇOK ÖNEMLİ Lafza-i celâl, seçkin ve muhlis kulların çok ehemmiyet verdiği bir zikirdir. Bu zikre devâm eden kullar var oldukça, kıyâmet kopmayacaktır. O kullar öyle keyfiyette kullardır ki, Allâh -celle celâlühû-, dînî hayâtı onlarla korur. Onlar, hangi belde ve mekânda olsalar, orası muhâfaza edilir. KELİME-İ TEVHİD ZİKRİ Kelime-i tevhîd (لا اله الا الله) zikri de, hadîs-i şerîflerde devamlı tavsiye edilmiştir. Nitekim bunlardan birinde Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “لا اله الا الله zikrini çok tekrarlayarak îmânınızı yenileyin!” (Hâkim, Müstedrek, IV, 285/7657) buyurmuşlardır. Kendisine bütün dünyâ tasarrufu verilen Süleymân -aleyhisselâm- da: “Benim saltanatım geçicidir. Bir tevhîd zikrinin getireceği saltanat ise ebedî*dir...” buyurmuştur. TOPLU HALDE KELİME-İ TEVHİD ZİKRİ YAPMAK Zi*kir*ler için*de bil*has*sa ke*li*me-i tev*hî*din top*lu*luk hâ*lin*de zik*re*dil*me*si*nin hu*sû*sî bir ye*ri var*dır. Ni*te*kim sa*hâ*be*den Şed*dâd bin Evs -ra*dı*yal*lâ*hu anh-’ın ri*vâ*yet et*ti*ği şu ha*dîs*te bu hu*sûsa işâ*ret buyrul*muş*tur: Haz*ret-i Pey*gam*ber -sal*lâl*lâ*hu aley*hi ve sel*lem- ya*nın*da bu*lundu*ğu*muz bir sı*ra*da bi*ze hi*tâ*ben: “–Ara*nız*da ya*ban*cı bi*ri var mı?” di*ye sor*du*lar. Bu*ra*da*ki “ya*ban*cı” ile yahudî ve hristiyanları kasdet*miş*ti. Biz de: “–Ha*yır, yok* yâ Ra*sû*lal*lâh!” de*dik. Bu*nun üze*ri*ne Al*lâh Ra*sû*lü -sal*lâl*lâ*hu aley*hi ve sel*lem-, ka*pı*la*rın ka*pa*tıl*ma*sı*nı em*re*de*rek şöy*le bu*yur*du: “–El*le*ri*ni*zi kal*dı*rın ve «Lâ ilâ*he il*lâl*lâh» de*yin!” Şed*dâd bin Evs -ra*dı*yal*lâ*hu anh-, bu zi*kir mec*li*si*nin de*vâ*mı*nı şu şe*kil*de an*la*tır: “– El*le*ri*mi*zi bir müd*det kal*dı*rıp söy*le*nildi*ği şe*kil*de (Lâ ilâ*he il*lâl*lâh! di*ye*rek) zik*ret*tik. Mü*teâkı*ben Al*lâh Ra*sû*lü -sal*lâl*lâ*hu aley*hi ve sel*lem- el*le*ri*ni in*dir*di ve şöy*le duâ et*ti: «–Al*lâh’ım sa*na hamd ol*sun! Rab*bim, be*ni “bu cüm*le” ile gön*der*din. Onu (söy*le*me*yi ve ge*re*ği*ni ye*ri*ne ge*tir*me*yi) ba*na em*ret*tin. Bu*na kar*şı*lık ba*na cen*ne*ti va’det*tin. Sen va’din*den as*la dön*mez*sin!» "ALLAH TEÂLÂ SİZİ BAĞIŞLADI" Da*ha son*ra Al*lâh Ra*sû*lü -sal*lâl*lâ*hu aley*hi ve sel*lem- as*hâ*bına şöy*le bu*yur*du: «–Müj*de*ler ol*sun si*ze! Mu*hak*kak ki Al*lâh Te*âlâ si*zi ba*ğış*la*dı.»” (Ah*med b. Han*bel, Müs*ned, IV, 124) ALLAH KATINDAKİ DEĞERİ EN BÜYÜK ZİKİR Bir baş*ka ha*dîs-i şe*rîf*te de şöy*le buyrulur: “«Lâ ilâ*he il*lâl*lâh», Al*lâh ka*tın*da*ki ye*ri ve de*ğe*ri pek bü*yük olan bir ke*li*me*dir. Kim tam bir ih*lâs ve sa*dâ*kat için*de onu söy*ler*se, Al*lâh onu cen*ne*te ko*yar. Kim de onu inan*ma*dı*ğı hâl*de sâ*de*ce di*liy*le söy*ler*se, ca*nı ve ma*lı ko*ru*nur; lâ*kin ya*rın Al*lâh’a ka*vu*şun*ca, Al*lâh da onun he*sâ*bı*nı gö*rür.” (Hey*se*mî, Mec*mau’z-Ze*vâ*id, I, 26) KALBİ KATILAŞTIRAN ŞEY Her an zik*rul*lâh ve mu*râ*ka*be şu*uru için*de bu*lun*ma*nın lü*zû*mu*nu ifâ*de eden şu ha*dîs-i şe*rîf de câ*lib-i dik*kat*tir. “Al*lâh’ı unu*ta*rak lüzum*suz ko*nuş*ma*la*ra dal*ma*yın. Çün*kü Al*lâh’ı unu*ta*rak ya*pı*lan çok ko*nuş*ma*lar kal*bi ka*tı*laş*tı*rır. Al*lâh’tan en uzak olan kim*se ise kal*bi ka*tı olan*dır.” (Tir*mi*zî, Zühd, 62) ÖLÜM ANINDA ZİKİR Kelime-i tevhîd zikri, ölüm ânında da çok mühimdir. Hadîs-i şerîfte buyrulur: “Kimin (hayâtta söylediği) en son sözü لا اله الا الله olursa, cennete gider.” (Ebu Dâvud, Cenâiz, 15-16/3116) Ra*sû*lul*lâh -sal*lâl*lâ*hu aley*hi ve sel*lem- Efen*di*miz, kal*bî eği*tim hu*sû*sun*da as*hâb-ı ki*râ*mın is*tî*dâ*dı*na gö*re zi*kir tâ*li*min*de bu*lu*nur*du. Üm*mü Hâ*nî ile ara*sın*da ge*çen şu ko*nuş*ma bu*nu ne gü*zel mi*sâl*len*di*rir: RESÛLULLAH'IN ÖĞRETTİĞİ ZİKİR Ebû Tâ*lib’in kı*zı Üm*mü Hâ*nî -ra*dı*yal*lâ*hu an*hâ-, Al*lâh Ra*sû*lü -sal*lâl*lâ*hu aley*hi ve sel*lem-’e mü*râ*ca*at ede*rek: “–Yâ Ra*sû*lal*lâh! Ben ih*ti*yar*la*dım ve za*yıf*la*dım. Ba*na otur*du*ğum yer*de ya*pa*bi*le*ce*ğim bir ibâ*det tav*si*ye eder mi*sin?” di*ye ricâda bulundu. Bunun üzerine Ra*sû*lul*lâh -sal*lâl*lâ*hu aley*hi ve sel*lem-: “–Yüz de*fâ «süb*hâ*nal*lâh», Yüz de*fâ «el*ham*dü*lil*lâh», Ve yüz de*fâ «lâ ilâ*he il*lâl*lâh» de!” bu*yur*du*lar. (İbn-i Mâ*ce, Edeb, 56; Ah*med bin Han*bel, Müsned, VI, 344) Hulâsa zikrullâh, kulun, mâsivâ karanlığından kurtularak Hakk’a vuslatın yegâne âmili olan muhabbetullâh ile gönlünü nûrlandırması demektir. Bu dünyâ hayatında Rabbimizi ne kadar zikredebilirsek, yarın âhirette ilâhî vuslata o nisbette nâil olacağız. Bu sebeple dînimizdeki zikr u tesbîhin ihtişâmına dikkat et*mek mecbûriyetindeyiz. Ayrıca zikrin bereketi, gönüllerde tahakkuk ettiği için de, ehlullâh “her gördüğünü Hızır bilmek” düstûruna dikkat etmişlerdir. Çünkü zikirle dolu gönüller, her biri ayrı tecellîler içerisinde Hakk’a açılan muhabbet ve vuslat pencereleridir. Velhâsıl Hakk’a giden yollar, mahlûkâtın nefesleri sayısıncadır. |
#6
|
||||
|
||||
Benim net bir bilgim yok ancak bazı mühlet verilmiş cinler olduğunu düşünüyorum örneğin bazı büyük ifritler demonlar vesaire..
|
#7
|
|||
|
|||
Son On Gün İtikafa Girmek
Ramazan’ın son on gününde dünya işleriyle ilgiyi kesip camiye kapanarak ibadetle uğraşmaya denir. Peygamber Efendimizin de son on günde itifkafa girdiğine dair bir çok hadis-i şerif mevcuttur. Hz. Ayşe’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmiştir. Vefatından sonra eşleri itikâfa girmeye devam ettiler. (Buhârî, İ’tikâf 1; Müslim, İ’tikâf 5.) Yine Hazret-i Ayşe anlatıyor: “Resûlullah Ramazan ayında ibâdet husûsunda diğer aylarda görülmeyen bir gayret içerisinde olurdu. Ramazan’ın son on gününde ise kendisini çok daha fazla ibâdete verirdi. Bu günlerde geceyi ihyâ eder, âilesini uyandırır ve izârını bağlardı. (Yâni ibâdet için hazırlıklarını tamamlar ve büyük bir azimle Hakk’a yönelirdi.)” (Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr, 5; Müslim, İ’tikâf, 8) İtikâf nedir? İtikâfa nasıl girilir? Dinî bir terim olarak itikâf akıl sağlığı yerinde ve ergenlik çağına gelmiş bir müslümanın beş vakit namaz kılınan bir mescitte ibadet/Allah’a yakınlık elde etme niyetiyle bir süre durması demektir. İtikâfa giren kimse, camide yer, içer, uyur ve ihtiyacı olan şeyleri mümkün olduğu takdirde camide tedarik eder. Tuvalete gitmek, abdest almak ve gerekli olduğunda gusletmek gibi tabiî ihtiyaçları için ise camiden dışarı çıkabilir. Bulunduğu camide cuma namazı kılınmıyorsa, cuma namazını kılmak üzere başka bir camiye gidebilir. Cenaze namazı için ise dışarı çıkamaz. Kendisine veya malına bir zarar geleceği korkusuna kapılması ya da zorla çıkarılması hâlinde başka bir camiye gitmek üzere içerisinde bulunduğu cami veya mescidden çıkabilir. Bu zorunlu hâllerin dışında camiden çıkarsa itikâfı bozulur (Merğînânî, el-Hidâye, II, 291-293). Hz. Peygamberin (s.a.s.) Ramazan’da ve özellikle bu ayın son on gününde itikâfta bulunduğunu bildiren birçok hadis-i şerif vardır (Buhârî, İtikâf, 1; Müslim, İtikâf, 1-5; Ebû Dâvûd, Ramazân, 3; Savm, 77). Nafile olan itikâfın en azı bir gündür. Ebû Yusuf en az süreyi, bir günün yarıdan fazlası olarak belirlerken İmam Muhammed itikâf için bir saati de yeterli bulur (Merğînânî, el-Hidâye, II, 290). Yukarıda izah edildiği şekli ile camide itikâf erkeklere mahsustur. Kadınlar ise evlerinin namaz kılmak üzere belirledikleri bir yerinde itikâfta bulunabilirler (Merğînânî, el-Hidâye, II, 291). Şâfiî mezhebine göre ise, mescid dışında itikâf caiz değildir. Kadın, kocasından izin alarak mescitte itikâf yapar. Zira Hz. Peygamberin (s.a.s.) eşlerinin mescidde itikâfa girdikleri rivayet edilmiştir (Müslim, İtikâf, 6). Bu mezhebe göre itikâf sırasında oruçlu bulunmak da şart değildir (Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 350; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 658-662). ---------- Post added 11.04.21 at 16:37 ---------- Kadir Gecesini Aramak Kadir gecesi, Cenâb-ı Hakk’ın, ümmetler içinde sadece ümmet-i Muhammed’e müstesnâ bir ikrâmı olarak lutfettiği, en zengin mânevî hazinelerden biridir. Onun ihtişam ve azameti, kıymet ve ehemmiyeti, müstakil bir sûre-i celîle ve birçok hadîs-i şerîflerle müjdelenmiştir. Rabbimiz bu gecenin şânını şöyle beyan buyurur: “Biz onu (Kur’ân’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Rûh (Cebrâil), her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Tâ fecrin doğuşuna kadar.” (el-Kadr, 1-5) Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân 25, 27, 28, 35, Savm 6, Terâvih 1, Leyletü’l-kadr 1; Müslim, Müsâfirîn 173-176.) Kadir Gecesi yapılacak dua ve ibadetler nelerdir? Kadir Gecesinin fazileri ve Kadir Gecesinde yapılacaklar İSLAM’DA KADİR GECESİNİN FAZİLETİ VE ÖNEMİ NEDİR? Kur’ân-ı Kerimde bin aydan daha hayırlı olarak buyrulan bu gece (Kadir Sûresi 3) hakkında Peygamber Efendimiz: “Kadir gecesini, fazilet ve kudsiyetine inanarak ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek ibâdet ve tâatle geçiren kimsenin -kul hakkı hâriç- geçmiş günâhları bağışlanır.” (Müslim, Müsâfirîn, 175) buyurmaktadır. Bu gecede yapılacak ibadet ve duaların kıymeti bin aydan evladır. Kadir Gecesi yapılması tavsiye edilen dua ve ibadetler... 1- KADİR GECESİ OKUNACAK DUA Kadir Gecesi’nde yapılacak en mühim ibâdetlerden biri duâdır. Nitekim Peygamber Efendimiz de bize aşağıdaki duayı yapmamızı tavsiye etmişlerdir. Hz. Ayşe şöyle dedi: – Ey Allah’ın Resulü! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl dua edeyim? diye sordum. kadirduasi Okunuşu: "Allahümme inneke afuvvün tuhibbul afve fa'fu annî" Anlamı: “Allahım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla! diye dua et” buyurdu. (Tirmizî, Daavât 84. Ayrıca bk. İbni Mâce, Dua 5) |
#8
|
|||
|
|||
2- KAZA VE KADİR GECESİ NAMAZI
Hak dostları namaz borcu olanların mübârek gecelerde kaza namazı kılmalarını tavsiye etmişlerdir. Kaza ve Tüm Namazların kılınışı için tıklayınız… Kadir Gecesi Namazı: Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri Dualar ve Zikirler kitabında Kadir Gecesi Namazını söyle tarif ediyorlar: Evvelâ iki rekat namaz, her rekatta Fâtiha’dan sonra yedi kere İhlâs-ı şerîf okunacak, selâmdan sonra yetmiş kere istiğfar edilecektir. Sonra yine iki rekat namaz, her rekatta Fâtiha’dan sonra üç kere İhlâs ve selâmdan sonra şu duâ okunacak: 131_1 Anlamı: “Dâimâ ayakta ve uyanık olan zâtı tesbih ederim. Dâimâ vâr olan zâtı tesbih ederim. Hiçbir zaman gâfil olmayıp dâimâ muhafaza eden zâtı tesbih ederim. Cömert olup cimrilik yapmayan zâtı tesbih ederim. Cezâlandırmada acele etmeyip merhametle muâmele eden zâtı tesbih ederim. Allah’ı tesbih ederim, hamd Allah’a mahsustur, Allah’tan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür. Güç ve kuvvet ancak yüce ve azamet sahibi Allah’ın tevfîki iledir. Sen’i tesbih ederim ey Alîm, Sen’i tesbih ederim ey Azîm! Benim pek büyük olan günahlarımı mağfiret eyle!” 3- KUR’ÂN-I KERÎM OKUMAK Kurʼân-ı Kerim’in fiilen indirildiği gece Kadir Gecesidir. Nitekim ayet-i kerimede buyrulur: "Şüphesiz, biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir." (Kadir Sûresi 1-5) Allah dostları bu gecelerde çokça Kur'ân-ı Kerîm okunmasını tavsiye buyurmuşlardır. İbni Mesut’tan (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resûlullah şöyle buyurdu: “Kim Kur’ân-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 16) İbni Abbâs’tan (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resûlullah şöyle buyurdu: “Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.” (Tirmizî, Fazâilü’l-Kur’ân 18) 4- TEVBE İSTİĞFAR ETMEK Allah Teâla şirke düşmeyenlerin büyük günahlarını affedeceğini bu gecede müjdelemiştir. (bk. Müslim, Îman, 279) Hazret-i Peygamber: “Ben, günde yüz kere istiğfâr ederim...” (Müslim, Zikir, 42) buyurmuşlardır. TEVBE VE İSTİĞFAR NE DEMEKTİR? Tevbe, Hakk’a dönüş demektir. Hakk’ı unutan ya da O’ndan gafil olan bir kulun, girdiği yanlış yolun farkına varıp yüzünü ve gönlünü Rabbine yöneltmesi ve affını dilemesidir. Böyle bir kulun kalbi büyük bir nedâmetle, için için yanar ve ılık gözyaşlarıyla Rabbine gönlünü açar. İşte bu yanış ve pişmanlık “tevbe”dir. Ardından af dilemek için kalplerden taşan niyazlar da “istiğfar”dır. ALLAH'A YAKINLIĞIN EN MÜHİM VÂSITASI Başta peygamberler olmak üzere bütün velîler, sâlihler ve sâdıklar; darlıkta ve bollukta, kederde ve sevinçte dâimâ Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmişler ve O’na niyâz hâlinde bulunmuşlardır. Duâ ve istiğfardan müstağnî kalabilecek hiçbir kul tasavvur olunamaz. Duâ ve istiğfar, gerçek mâhiyetiyle derûnî bir nedâmet ve ilticâ mânâsını ihtivâ ettiğinden, Allâh’a yakınlığın en mühim vâsıtasıdır. ALLAH'A YAKINLAŞMANIN İLK ADIMI Hiç günahımız olmasa dahî, lutfedilen ilâhî nîmetlere şükredebilmemiz, tâkatimizin üzerindedir. Bu bakımdan da acziyet içinde istiğfâr etmemiz, kulluğun zarûretindendir. Cihânı gönül gözüyle temâşâ ettiğimizde görürüz ki bütün mahlûkât, ilâhî nîmetlere şükürden önce acziyetlerini îtiraf mevkiinde bulunmaktadır. Bu itibarla irâde sâhibi olan ve bu irâdeyi kullanmakta hatâdan mutlak bir sûrette sâlim kalması mümkün olmayan Âdemoğlu için istiğfar, Allâh’a takarrub/yakınlaşma yolunda atılacak ilk adımdır. İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- şöyle der: “Biz, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bir mecliste yüz defa: yuzdefa «Allâh’ım! Beni bağışla ve tevbemi kabul buyur! Çünkü Sen tevbeleri çok kabûl eden ve çok merhamet edensin.» dediğini saymıştık.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26/1516; Tirmizî, Deavât, 38/3434) MÂNEVÎ KİRLERDEN TEMİZLENMENİN VÂSITASI Allâh’a yöneliş ve kalbin ulvî bir seviye kazanmasında mühim bir yeri olan istiğfar, mânevî kirlerden temizlenmenin de en mühim vâsıtasıdır. Makbûl bir tevbe, kul ile Rab arasındaki engelleri ve perdeleri kaldırır, Allah Teâlâ’nın sevgisine mazhar eder. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah, çok tevbe eden ve çok temizlenenleri sever.” (el-Bakara, 222) SEHER VAKTİ İSTİĞFAR ETMEK Seherlerden sonra nasıl ki şafak vakti gelip karanlıklar uzaklaşır ise seher vakitlerindeki istiğfarlar da, günah karanlıklarından kurtulup nurlu mağfiret şafaklarına kavuşmamızın rahmet iklîmidir! Beşeriyet îcâbı herhangi bir günâha düşüldüğünde, derhâl tevbe ve istiğfâra sarılmak ve Allâh’a yönelmek îcâb eder. Zira Cenâb-ı Hak, râzı olduğu müttakî kullarını şöyle medhetmektedir: “Onlar, bir kötülük yaptıkları veya kendilerine zulmettikleri zaman, Allâh’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe ve istiğfâr ederler. Zâten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri günahta bile bile ısrâr etmezler.” (Âl-i İmrân, 135) “O müttakîler, geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devâm ederler.” (ez-Zâriyât, 17-18) TEVBE EDENİN KALBİ CİLALANIR Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur: “Kul bir günah işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şâyet o günâhı terk edip istiğfâra sarılarak tevbeye yönelirse, kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar günahlara dönerse, siyah noktalar artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. İşte Hak Teâlâ Hazretleri’nin: «Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) ameller sebebiyle, kalplerinin üzeri pas tutmuştur.» (el-Mutaffifîn, 14) diye bahsettiği durum budur.” (Tirmizî, Tefsîr, 83/3334) İSTİĞFÂRIN ÜÇ FAYDASI Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir başka hadîslerinde, istiğfârın faydalarını şöyle beyan buyurmuşlardır: “Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona ummadığı yerden rızık verir.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26/1518; İbn-i Mâce, Edeb, 57) İSTİĞFAR EDENLERE MÜJDE! Diğer taraftan tevbe ve istiğfar, dünyada ve âhirette azaptan kurtuluş vesîlesidir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurur: “Allah Teâlâ Hazretleri (şu âyetle) ümmetim için bana iki emân indirdi: Sen aralarında olduğun müddetçe Allah onlara (umûmî bir) azap indirmeyecektir. Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allah onlara azâb etmeyecektir. (el-Enfâl, 33) Ben aralarından ayrıldığımda, (Allâh’ın azâbını önleyecek ikinci emân olan) istiğfârı kıyâmete kadar ümmetimin yanında bırakıyorum.” (Tirmizî, Tefsîr, 8/3082) SEHER VAKİTLERİ NEDEN ÖNEMLİ? Seher vakitleri Hak Teâlâ Hazretleri’nin kullarına ikram ve ihsanlarının sağanak hâlinde yağdığı demlerdir. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır: “Rabbimiz her gece dünya semâsına iner ve: «Tevbe eden yok mu, onun tevbesini kabûl edeyim? İsteyen yok mu, ona istediğini vereyim? İstiğfâr eden yok mu, onu bağışlayayım?» diye nidâ eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 168-170) Tevbenin seviye kazanabilmesi için şu hususlara da ehemmiyet vermek îcâb eder: Tevbe edenin kalbinden çıkan ilk söz, “acziyet”in îtirâfı olmalıdır. İçimizdeki sefil “ben”likten bir zerre bile kalmış ise, tevbe ve duâ gayesine varamamış demektir. Tevbede istenen, ilâhî rahmet ve berekettir. Tevbede dileriz ki, sonsuz bir kudret sahibi olan Hak Teâlâ bize acısın ve üzerimize lutfunu yağdırsın!.. Yani istiğfar, dilimizle muayyen bir sayıyı doldurma faaliyeti değildir. Engin bir tefekkür ve tehassüsün eşlik ettiği bir yakarıştır. TEVBEDE SAMİMÎ VE İHLÂSLI OLMALI! Her amel-i sâlihte olduğu gibi tevbede de samîmiyet ve ihlâs şartı vardır. Öyle ki, birçok ehlullâh, ettikleri tevbelere dahî tevbekâr olmuşlardır. Yâni tevbeye muhtaç tevbelerden Allâh’a sığınmak ve âyette buyrulan “tevbeten nasûhâ” sırrına nâil olmak zarûreti vardır. Çünkü nefs ve şeytan, gönlü çelmeye yol bulamayınca, sûret-i haktan görünürler de bu defa güzellikleri ve iyilikleri telkin eden birer üstad kesilirler. Böylece kulu tuzağa düşürerek tevbeleri yele verirler. TEVBE EDİLEN GÜNAHI BİR DAHA TEKRAR ETMEMELİ! Tevbe, bir af dileme olduğundan samîmî pişmanlığın gerçekleşmesi ve affı istenen günahın bir daha yapılmaması husûsundaki kat’î azmi îcâb ettirir. Bunun için Cenâb-ı Hak şöyle îkaz buyurur: “…Sakın şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokmân, 33) Tevbe ve istiğfârın son derece ehemmiyetli olması sebebiyledir ki rûhî tekâmül için bütün tasavvuf yollarında seherlerdeki evrâd ü ezkâra istiğfâr ile başlanır. En veciz istiğfar cümlesi: estagfirullah “Şânı pek yüce olan Allah’tan bağışlanmamı diliyorum.” ifadesidir. BÜYÜK TEVBE DUÂSI istigfarduasi Mağfiretini talep ediyorum Allâh’ım! Bağışlamanı diliyorum Rabbim! Kusur ve günahlarımdan beni tertemiz kılmanı istiyorum Yüce Mevlâm! (Bir aciz kul olarak ben) Kerîm olan, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan, dâimâ diri (el-Hayy) ve her şeyin kendisiyle ayakta durduğu ve varlığını sürdürdüğü (el-Kayyûm) Yüce Rabbimin mağfiretini (bağışlamasını) niyaz ederim. O’na yönelir ve Yüce Zât’ından bizlere tevbe, mağfiret ve hidâyet lutfetmesini talep ederim. Zira tevbeleri kabul eden ve kullarına son derece merhametli olan O’dur. Kendi nefsine zulmeden ve ölmeye de, hayatta kalmaya da, yeniden dirilmeye de kendi iktidârı olmayan aciz bir kul olarak Rabbime tevbe ederim. Kul, “Estağfirullah” sözü ile hatasının farkında olarak, Cenâb-ı Hak’tan hiçlik duygusu içinde bağışlanmayı isterken, yine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den nakledilen “Seyyidü’l-İstiğfâr” sözleri ile de Rabbine, yeniden bir kulluk sözü verir. Diğer bir ifadeyle “Elest bezmi”ndeki ahdini tazelemiş olur. SEYYİD'ÜL İSTİĞFAR DUÂSI İstigfar “Ey Allâh’ım! Sen benim Rabbimsin. Sen’den başka ilâh yoktur. Beni Sen yarattın ve ben Sen’in kulunum. Ve ben îmân ve ubûdiyetimde/kulluğumda gücüm yettiği kadar Sen’in ahd ü misâkın üzereyim. Yâ Rabbi! Yaptıklarımın şerrinden Sana sığınırım. Sen’in bana ihsân ettiğin nimetleri ikrar ve îtirâf ederim. Kendi kusur ve günahlarımı da ikrar ve îtirâf ederim. Yâ Rabbi! Sen beni af ve mağfiret eyle. Zira Sen’den başkası günahları af ve mağfiret edemez.” (Buhârî, Deavât, 2, 16) TEVBEYİ SEHERDE YAPINIZ |
#9
|
|||
|
|||
Hocam Rabbim ne muradınız varsa versin, peygamber efendimiz sizden şefaatçi olsun inşallah. İlginiz ve ilminizi paylaştığınız için Allâh razı olsun.
|
#10
|
|||
|
|||
SALAVAT İLE İLGİLİ AYET
Âyet-i kerimede buyrulur: “Şüphesiz ki Allah ve melekleri, Peygamber’e -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çokça salât ederler. Ey mü’minler, siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin!” (el-Ahzâb, 56) Cenâb-ı Hak ve sayılarını O’ndan başka kimsenin bilemediği melekleri, Peygamber Efendimize -sallâllâhu aleyhi ve sellem- devamlı salât etmektedirler. O hâlde biz de hayatımızın her ânında Resûlullah’ı -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hatırlamalı, O’na tam mânâsıyla teslîm olmalı ve çokça salât ü selâm göndermeliyiz. Zira “İsim, müsemmâyı celbeder.” hakîkati mûcibince her salevât-ı şerîfe, bize Peygamber Efendimizin -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yüksek ahlâkını, müstesnâ fazîletlerini hatırlatarak Oʼnunla kalbî irtibâtımızı daha canlı tutmamızı temin eder. SALAVAT İLE İLGİLİ HADİS Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır: “Yanında anıldığım kişi bana tam bir salât ü selâm getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim. Allâh’ım! Benimle alâkasını devam ettirenle Sen de alâkanı devam ettir. Benimle alâkasını kesenle Sen de alâkanı kes.” (Deylemî, el-Firdevs, III, 634) “Cimri, yanında adım anıldığı hâlde bana salât ü selâm getirmeyen kimsedir.” (Tirmizî, Deavât, 100) “Kim bana salât ü selâm getirmeyi unutursa cennetin yolunu şaşırır.” (İbni Mâce, İkâmet, 25) “Cenâb-ı Hakk’a yarın rızâya ermiş olarak mülâki olmak arzusunda bulunanlar bana çokça salât göndersinler.” (Ali el-Müttakî, I, 504/2229) “Tahkîkan sizden bana en yakın olan kimse beni çokça salât ve selâmla yâd edenlerdir.” (Tirmizî, Vitr, 21/484) “İhtiyâcı bulunan bir şeyi te’minde zorluğa düşen bir kimse bana çokça salât ve selâm göndersin. Tahkîkan salât ve selâm gam ve kederleri izâle eyler, rızıkları bollaştırır ve müşkilleri halletmek için yegâne bir vesiledir.” (Kenzü’l-İrfân, 5) PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN ÖĞRETTİĞİ SALAVAT Ebû Muhammed Ka’b bin Ucre -radıyallâhu anh- şöyle anlatır: Bir gün Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yanımıza gelmişti. Kendisine: “–Yâ Resûlallâh! Sana nasıl selâm vereceğimizi öğrendik, ancak sana nasıl salavât getireceğiz?” diye sorduk. O da şöyle buyurdu: Salavat “–«Allâh’ım! (İbrâhîm’e ve) âline salât (rahmet) ettiğin gibi Muhammed’e ve âline de salât et. Şüphesiz Sen övülmeye lâyık ve yücesin. Allâh’ım! (İbrâhîm’e ve) âline hayır ve bereket lutfettiğin gibi Muhammed’e ve âline de hayır ve bereket ihsân et. Şüphesiz Sen övülmeye lâyık ve yücesin!» deyiniz.” (Buhârî, Deavât 32; Tirmizî, Vitir, 20; İbn-i Mâce, İkâme, 25) |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Ramazan Ayında En Sık Rastlanan Hastalıklar | SiLence | Sağlık | 2 | 20.07.24 18:25 |
ramazan ayında kilinabilecek namazlar | gunes | Ramazan & Oruç | 5 | 20.07.24 18:23 |
ramazan ayında büyü yapmak tutar mı | Bil48 | Sorularınız | 5 | 12.04.21 14:03 |
Ramazan ayında neden kilo alırız? | aşk | Sağlık | 1 | 05.05.17 23:15 |
Ramazan Ayında Sıvı Kaybını Önlemenin Yolları | SiLence | Sağlık | 1 | 16.04.17 15:41 |