Ömür boyu zulm altında olan kişi mümin değilse cennete giremez mi? - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > HavasOkulu Genel Bölüm > Sorularınız

Sorularınız her türlü soruyu buradan sorabilirsiniz.

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 13.03.21, 00:53
 
Üyelik tarihi: 13.08.20
Bulunduğu yer: Düzce
Mesajlar: 174
Etiketlendiği Mesaj: 10 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Ömür boyu zulm altında olan kişi mümin değilse cennete giremez mi?

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Bu linkten sonraki sorum; ömür boyu zulm altında olan kişi mümin değilse cennete giremez mi

Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 13.03.21, 01:02
imas - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Bilgili Üye
 
Üyelik tarihi: 18.01.20
Bulunduğu yer: her yer
Mesajlar: 16,960
Etiketlendiği Mesaj: 3663 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
Cihadfarz1453 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Bu linkten sonraki sorum; ömür boyu zulm altında olan kişi mümin değilse cennete giremez mi
ne olursa olsun,kelimeyi sahadeti diliyle ikrar kalbiyle tastik etmeyen cennete giremez

__________________
'Muhammedün Seyyidü’l-Kevneyni; / Ve’l-Ferikayni min Arabi’n ve min Acemi' (Muhammed (s.a.v)
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 13.03.21, 13:12
 
Üyelik tarihi: 20.11.19
Bulunduğu yer: aydın
Mesajlar: 178
Etiketlendiği Mesaj: 9 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Zulmen öldürlen ehli kitapta cennete girebilir.

Alıntı:
Cihadfarz1453 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Bu linkten sonraki sorum; ömür boyu zulm altında olan kişi mümin değilse cennete giremez mi
Değerli Kardeşimiz;

“Bediüzzaman, Hristiyanları kurtarmak ve cennete sokmak istiyor.” şeklindeki iddia ön yargılı olduğu gibi, oldukça cahilce bir itirazdır. Bediüzzaman hazretlerinin ifadelerinde imanın muhteşem haşmetini, coşkun şefkatini görmek yerine, bu tür önyargılarla itiraz etmeye yeltenmek gerçekten oldukça tuhaf bir yaklaşımdır. Bu konuyu bir kaç madde hâlinde açıklamaya çalışacağız:

a) Bu gibi düşünceler, Üstad tarafından durup dururken ortaya atılan fikirler değildir. Bilakis, büyük insanlık olan İslam’ın verdiği imani ve insani merhametten kaynaklanan kalbi tasavvurlardır. Şu ifadelerinden bunu anlamak mümkündür:


“Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevi ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu.”(1)

Allah’ın sonsuz rahmetinin iman vasıtasıyla imanın zirvesinde olan mümin kullarının kalbine yansımasından ibaret olan bu “ahsen-i takvim” kıvamındaki lahuti ve nebevi ahlakı, müminlerin medar-ı iftiharı bir tablo olarak değerlendirmek gerekirken, bunu “kısacık aklının ve daracık kalbinin” ölçütlerine göre değerlendirmek yerden göğe haksızlıktır.

b) Unutmamak gerekir ki, bu şefkatin coşkun feveranından kaynaklanan büyük bir üzüntüyü gidermeye yönelik olarak teskin edici bu değerlendirmeler, Üstad'ın düşünerek ortaya koyduğu bir fikir mahsulü değildir. Bilakis, insaf sahibi dost ve düşmanın kabul ettiği gibi, ilhama mazhar olan ve Risale-i Nur Külliyatı gibi 6.000'den fazla sayfa tutan eserlerinin büyük bir kısmını bu ilhamla yazan, “İşaratu’l-İ’caz” gibi harika bir tefsiri, savaşırken/savaş esnasında yazan Bediüzzaman hazretlerinin kalbine ilham edilen bir hakikattir. Onun şu ifadelerinde bu gerçeği görüyoruz:


“Birden ihtar edildi ki:

"Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfât vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor."(2)

c) II. Dünya savaşında kâfirlerin birbiriyle boğuştuğu o harbin acımasız yüzünü –görünürde hiç bir medya ve benzeri vasıtalardan duymadığı hâlde- manen müşhade eden Üstad, aynı şekilde ona teselli veren bir hakikat da manevi canipten ihtar edilmiştir.

Demek ki, Üstad, bu savaşın acımasız yüzünü de manen görmüş ve üzülmüş olduğu gibi, bu manevi muşahedelerden kaynaklanan üzüntüyü gideren teselli edici hakikat da manevi yönden ilham yoluyla ihtar edilmiştir. Aşağıdaki ifadelerinden bu gerçeği görmek mümkündür:


“Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevi ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:"

1) O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsuun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfât-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.”(3)

Bediüzzaman’ın bu manevi ihtardan aldığı bu değerlendirme, tamamen İslam’ın prensiplerine uygundur ve İslam alimlerinin görüşleriyle tamamen örtüşmektedir.


2) “(bu savaşta ölenler, yaş olarak) On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfâtı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü ahir zamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem ahir zamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslamiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (a.s.) mensup Hristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten teselli buldum.”(4)

Bu ifadede yer alan şu önemli noktalara dikkat etmek gerekir:

Birincisi: Bu savaşta masum ve mazlum olarak ölenlerin mükafatı vardır. Masum demek, bu savaş cinayetinde hiçbir dahli olmamış kimseler demektir. Mazlum demek, haketmediği hâlde haksız yere zulmen öldürülmüş kimseler demektir. İslam’a göre, mazlumun hakkı mutlaka verilir. Hatta “boynuzsuz koyunun hakkı dahi boynuzlu olandan alınır.” Hayvanların hakkını ihmal etmeyen Allah, insanların hukukunu hiç zayı eder mi? “Karıncaya bilerek basmayı yasaklayan bir şeriat hiç insanların hukukunu gözardı eder mi?”

Demek ki “masum- mazlum” kavramları bu meselenin çözümünde iki anahtar kelimedir. Bu iki unsurun dini olmaz. İlahi adalet, zalim ve cani Müslümana ceza; mazlum ve masum gayri müslime de mükâfat verir. Bu ilahi adaletin gerekli bir tezahürüdür.

İkincisi: Bu asır bir fetret asrıdır. Çünkü İslam dini bir derece gizlenmiş, Müslümanlar içinde bulundukları perişan konumları sebebiyle özellikle, uzaktaki gayri müslimlere dini tebliğ etme kabiliyetini bir derece kaybetmişlerdir. Öyle ki kimse onları artık “kâle” almıyordu.

İşte bilinen Fetret devrindeki insanlar dini sorumluluktan muaf tutulduğu gibi, bir nevi fetret devri olan bu çağda da önemli ölçüde müaf tutulmaları İslam’ın “fetret”prensibinin gereğidir.

O hâlde “bu gaddar canilerin tutuşturduğu savaşın mağdur ve mazlumları olan bu fetret masumlarının mükâfatı, Müslümanlar gibi bir nevi şahadet rütbesi olması”, İslam’ın fetret anlayışına tamamen örtüşmektedir.

Üçüncüsü: Yaşlılar, müsibetzedeler/yani boş yere ateşe atılanlar. Kadınlar, sırf ibadetleriyle meşgul olanlar, silahlarıyla savaşa katılmayanlar ve benzeri mazlum ve mağdurların mükâfatı masumiyetlerinin bir gereği olduğu gibi, Allah’ın o sonsuz adalet ve merhametinin muktezasıdır.


3) “Eğer o felaketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden (hazırlayan) gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.”

(Burada söylenecek başka sözün olduğunu düşünmüyoruz.)

4) “Eğer o felâketi çekenler mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi (bütün semavi dinlerin otak paydası olan iman esaslarını) ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakarlığın manevi ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir.”(5)


“Zerre kadar iyilik yapanlar onu görür, zerre kadar kötülük yapan onu görür.”(Zilzal, 99/7-8)

mealindeki Kur’an’ın ifadesi bu konuda çok açıktır. Ve buradaki ifade dahi tamamen Kur’an’ın ve İslam’ın ruhuna uygundur.

Sonuç olarak denilebilir ki: Bu konudaki değerlendirme manevi canipten gelen bir ilhamdır. İslam’ın ruhuna uygundur. Bu ilhama mazhar olan zat ise, bu son asrın müceddididir.

Yanında hiçbir kaynak olmadığı hâlde 130 eser yazan bir allamedir. Zahir ve batın ilimlerinden ötürü “Bediüzzaman” unvanına layık görülmüş bir ferd-i feriddir.

Bu özelliklere sahip olan bir zatın söylediklerini ön yargı fanatizmiyle bir çırpıda kestirip atmak, ilmi insaf ve fıtri vicdan ölçüleriyle bağdaşmaz.

En kötümser bir yaklaşımla: "Şayet bu konu onun bir içtihadı ise ve hatalı olduğu ispat edilse bile, bu husus ilmen –itirazcıların yaptığı gibi aşırı bir- medar-ı tenkit olamaz. Çünkü, müctehit hata da etse bir sevap alır."

Genel olarak müctehitler hakkında kabul edilen bu kuralı, “Bediüzzaman” gibi maddi ve menevi ilimlerle mücehhez bir müçtehid hakkında geçersiz saymak, çok hatalı ve taraflı ve de garazkâr bir yaklaşım olarak kabul edilmek durumundadır.

Dipnotlar:

(1) bk. Kastamonu Lahikası , (76. Mektup)

(2) bk. a.g.e.

(3) bk. a.g.e.

(4) bk. a.g.e.

(5) bk. a.g.e.

.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 13.03.21, 22:23
Üye
 
Üyelik tarihi: 31.01.21
Bulunduğu yer: İzmir
Mesajlar: 32
Etiketlendiği Mesaj: 1 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Allah herkese ölüm anında kelimei şehadet getirmeyi nasip etsin

Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 13.03.21, 22:47
 
Üyelik tarihi: 13.08.20
Bulunduğu yer: Düzce
Mesajlar: 174
Etiketlendiği Mesaj: 10 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
Ayhanhoca Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Değerli Kardeşimiz;

“Bediüzzaman, Hristiyanları kurtarmak ve cennete sokmak istiyor.” şeklindeki iddia ön yargılı olduğu gibi, oldukça cahilce bir itirazdır. Bediüzzaman hazretlerinin ifadelerinde imanın muhteşem haşmetini, coşkun şefkatini görmek yerine, bu tür önyargılarla itiraz etmeye yeltenmek gerçekten oldukça tuhaf bir yaklaşımdır. Bu konuyu bir kaç madde hâlinde açıklamaya çalışacağız:

a) Bu gibi düşünceler, Üstad tarafından durup dururken ortaya atılan fikirler değildir. Bilakis, büyük insanlık olan İslam’ın verdiği imani ve insani merhametten kaynaklanan kalbi tasavvurlardır. Şu ifadelerinden bunu anlamak mümkündür:


“Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevi ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu.”(1)

Allah’ın sonsuz rahmetinin iman vasıtasıyla imanın zirvesinde olan mümin kullarının kalbine yansımasından ibaret olan bu “ahsen-i takvim” kıvamındaki lahuti ve nebevi ahlakı, müminlerin medar-ı iftiharı bir tablo olarak değerlendirmek gerekirken, bunu “kısacık aklının ve daracık kalbinin” ölçütlerine göre değerlendirmek yerden göğe haksızlıktır.

b) Unutmamak gerekir ki, bu şefkatin coşkun feveranından kaynaklanan büyük bir üzüntüyü gidermeye yönelik olarak teskin edici bu değerlendirmeler, Üstad'ın düşünerek ortaya koyduğu bir fikir mahsulü değildir. Bilakis, insaf sahibi dost ve düşmanın kabul ettiği gibi, ilhama mazhar olan ve Risale-i Nur Külliyatı gibi 6.000'den fazla sayfa tutan eserlerinin büyük bir kısmını bu ilhamla yazan, “İşaratu’l-İ’caz” gibi harika bir tefsiri, savaşırken/savaş esnasında yazan Bediüzzaman hazretlerinin kalbine ilham edilen bir hakikattir. Onun şu ifadelerinde bu gerçeği görüyoruz:


“Birden ihtar edildi ki:

"Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfât vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor."(2)

c) II. Dünya savaşında kâfirlerin birbiriyle boğuştuğu o harbin acımasız yüzünü –görünürde hiç bir medya ve benzeri vasıtalardan duymadığı hâlde- manen müşhade eden Üstad, aynı şekilde ona teselli veren bir hakikat da manevi canipten ihtar edilmiştir.

Demek ki, Üstad, bu savaşın acımasız yüzünü de manen görmüş ve üzülmüş olduğu gibi, bu manevi muşahedelerden kaynaklanan üzüntüyü gideren teselli edici hakikat da manevi yönden ilham yoluyla ihtar edilmiştir. Aşağıdaki ifadelerinden bu gerçeği görmek mümkündür:


“Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevi ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:"

1) O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsuun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfât-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.”(3)

Bediüzzaman’ın bu manevi ihtardan aldığı bu değerlendirme, tamamen İslam’ın prensiplerine uygundur ve İslam alimlerinin görüşleriyle tamamen örtüşmektedir.


2) “(bu savaşta ölenler, yaş olarak) On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfâtı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü ahir zamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem ahir zamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslamiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (a.s.) mensup Hristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten teselli buldum.”(4)

Bu ifadede yer alan şu önemli noktalara dikkat etmek gerekir:

Birincisi: Bu savaşta masum ve mazlum olarak ölenlerin mükafatı vardır. Masum demek, bu savaş cinayetinde hiçbir dahli olmamış kimseler demektir. Mazlum demek, haketmediği hâlde haksız yere zulmen öldürülmüş kimseler demektir. İslam’a göre, mazlumun hakkı mutlaka verilir. Hatta “boynuzsuz koyunun hakkı dahi boynuzlu olandan alınır.” Hayvanların hakkını ihmal etmeyen Allah, insanların hukukunu hiç zayı eder mi? “Karıncaya bilerek basmayı yasaklayan bir şeriat hiç insanların hukukunu gözardı eder mi?”

Demek ki “masum- mazlum” kavramları bu meselenin çözümünde iki anahtar kelimedir. Bu iki unsurun dini olmaz. İlahi adalet, zalim ve cani Müslümana ceza; mazlum ve masum gayri müslime de mükâfat verir. Bu ilahi adaletin gerekli bir tezahürüdür.

İkincisi: Bu asır bir fetret asrıdır. Çünkü İslam dini bir derece gizlenmiş, Müslümanlar içinde bulundukları perişan konumları sebebiyle özellikle, uzaktaki gayri müslimlere dini tebliğ etme kabiliyetini bir derece kaybetmişlerdir. Öyle ki kimse onları artık “kâle” almıyordu.

İşte bilinen Fetret devrindeki insanlar dini sorumluluktan muaf tutulduğu gibi, bir nevi fetret devri olan bu çağda da önemli ölçüde müaf tutulmaları İslam’ın “fetret”prensibinin gereğidir.

O hâlde “bu gaddar canilerin tutuşturduğu savaşın mağdur ve mazlumları olan bu fetret masumlarının mükâfatı, Müslümanlar gibi bir nevi şahadet rütbesi olması”, İslam’ın fetret anlayışına tamamen örtüşmektedir.

Üçüncüsü: Yaşlılar, müsibetzedeler/yani boş yere ateşe atılanlar. Kadınlar, sırf ibadetleriyle meşgul olanlar, silahlarıyla savaşa katılmayanlar ve benzeri mazlum ve mağdurların mükâfatı masumiyetlerinin bir gereği olduğu gibi, Allah’ın o sonsuz adalet ve merhametinin muktezasıdır.


3) “Eğer o felaketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden (hazırlayan) gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.”

(Burada söylenecek başka sözün olduğunu düşünmüyoruz.)

4) “Eğer o felâketi çekenler mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi (bütün semavi dinlerin otak paydası olan iman esaslarını) ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakarlığın manevi ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir.”(5)


“Zerre kadar iyilik yapanlar onu görür, zerre kadar kötülük yapan onu görür.”(Zilzal, 99/7-8)

mealindeki Kur’an’ın ifadesi bu konuda çok açıktır. Ve buradaki ifade dahi tamamen Kur’an’ın ve İslam’ın ruhuna uygundur.

Sonuç olarak denilebilir ki: Bu konudaki değerlendirme manevi canipten gelen bir ilhamdır. İslam’ın ruhuna uygundur. Bu ilhama mazhar olan zat ise, bu son asrın müceddididir.

Yanında hiçbir kaynak olmadığı hâlde 130 eser yazan bir allamedir. Zahir ve batın ilimlerinden ötürü “Bediüzzaman” unvanına layık görülmüş bir ferd-i feriddir.

Bu özelliklere sahip olan bir zatın söylediklerini ön yargı fanatizmiyle bir çırpıda kestirip atmak, ilmi insaf ve fıtri vicdan ölçüleriyle bağdaşmaz.

En kötümser bir yaklaşımla: "Şayet bu konu onun bir içtihadı ise ve hatalı olduğu ispat edilse bile, bu husus ilmen –itirazcıların yaptığı gibi aşırı bir- medar-ı tenkit olamaz. Çünkü, müctehit hata da etse bir sevap alır."

Genel olarak müctehitler hakkında kabul edilen bu kuralı, “Bediüzzaman” gibi maddi ve menevi ilimlerle mücehhez bir müçtehid hakkında geçersiz saymak, çok hatalı ve taraflı ve de garazkâr bir yaklaşım olarak kabul edilmek durumundadır.

Dipnotlar:

(1) bk. Kastamonu Lahikası , (76. Mektup)

(2) bk. a.g.e.

(3) bk. a.g.e.

(4) bk. a.g.e.

(5) bk. a.g.e.
Aradigin cevaplar Risale-i Nur da diye bir mesaj gelmişti bana. Gerçekten okudukxa tatmin oldum. 'Ben böyle düşünüyorum' demek yerine üstadı gayet güzel aciklamaniza hayran kaldım. Allah razı olsun.

Bir soru daha eklemek istiyorum,cevaplamaniz üzere biiznillah.
Zerre kadar iyilik yapanlar onu görür, zerre kadar kötülük yapan onu görür.”(Zilzal, 99/7-8) ayetine hitaben;
Belam bin Bahurayi bilirsiniz.
'o istese dağları yerinden oynatacağım bir kuldu.' der Allahu Teala,gecesi gündüzü ibadetle. 'Fakat iman nimetine hiçbir zaman şükretmedi,bu yüzden sonu böyle oldu der/bir sebeple helak oldu. ' peki onca ibadet iyilik vs unuttuğu/eksik bıraktığı/aklına gelip ihmal ettiği bu bir konudaki şükür eksikliği niçin böyle bir sonuç doğurdu?

Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 13.03.21, 23:01
 
Üyelik tarihi: 20.11.19
Bulunduğu yer: aydın
Mesajlar: 178
Etiketlendiği Mesaj: 9 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart


İslam ve İhsan

Huzem
Bel'am Bauranın Hikayesi
Bel'am Bauranın Hikayesi
29 Şubat 2016 İslam Tarihi
Rivâyete göre, Şam’da yaşayan Kenânîler, özellikle de Belka Kabilesi kâfirdi ve Allah tanımazlıkta o kadar çok ileri gitmişlerdi ki, Cenab-ı Hakkın işareti ile bu zulmün bitmesi için Hazret-i Mûsâ komutanlığındaki İsrailoğulları’nın bu millet ile savaşıp zulme son vermeleri emredildi.
Mûsâ -aleyhisselâm- Allah Teâlâ’nın emrine itaat edip Şam’ı fethetmek için ordusu ile harekete geçti.

O sırada Şam’ın Belka köylerinden Bala’da Bel’am bin Baûrâ isminde “ism-i a’zam”ı bilen, duâlarına icâbet edilen büyük bir âlim yaşamaktaydı. Kenânîler, içine düştükleri bu tehlikeli durumdan kendilerini kurtarması için Bel’am’ın kapısını çaldılar. Bel’am’a, “Musa bin İmran’ın kendilerini yurtlarından sürmek ve öldürmek üzere ülkelerine geldiğini, ülkelerine İsrailoğulları’nı yerleştireceğini, kendilerinin gidecek hiçbir yerleri olmadığını, bu belanın def’i için Mûsa ve ordusuna bedduâ etmesini” istediler.

Bel’am, onlara “Allâh’ın elçisi için bedduâ edemeyeceğini, inananların ve meleklerin Hazret-i Mûsâ ile beraber olduğunu, Allâh’ın dostlarına bedduâ etmenin çok büyük vebali olduğunu” söylese de azgın ve îmansız Belka halkı ısrarlarına devam ettiler. Birçok hediyelerle gelip dünyalıklar vaat ettiler. Bel’am bunlara itibar etmeyince, durumu zâlim hükümdarlarına bildirdiler.

Hükümdar, bedduâ etmediği takdirde kendisini idam ettireceği tehdidinde bulunup idam sehpasını kurdurdu. Kimsenin sözünü dinlemeyen Bel’am’ın en büyük zaafı karısıydı. Bel’am’ın hanımına karşı düşkünlüğü vardı, onu çok severdi. Kavmi, hiçbir zaman karısının sözünden çıkmayan Bel’am’ı, karısını kandırmak sûretiyle ikna etmeye karar verdi. Hediyelerle Bel’am’ın karısını kandırdılar. Kadın, hediyelerin şatafatından kocası ile konuşup ikna etmeye karar verdi:

“-Bunlar bizim yakınlarımız!.. Üzerimizde komşuluk hakları var. Darda kalana yardım etmek görevimizdir. Şimdi yakınlarımız, büyük bir sıkıntı ile karşı karşıyalar. Senin gibi bir adam, nasıl olur da komşusuna yardımdan kaçınır. Mûsâ ve ordusu, Allâh’ın emri olmadan kendi istekleriyle ülkemizi istilâ ediyorsa, hepimize çok yazık olacak!” dedi.

Başarılı olmak için son kozunu kullandı; Mûsâ ve ordusunun topraklarından gitmesi için bedduâ etmediği takdirde kendisinden boşanacağını bildirdi. Uzun uğraşmalar sonucunda, kadın, Bel’am’ı ikna etti. Nihayet Bel’am, Mûsâ -aleyhisselâm-’ın aleyhine duâ etmeyi kabul etti.

DİLİME ALLAH HAKİM OLDU BEDDUA EDEMİYORUM

Bel’am’a, o gece rüyasında:

“-Ey Bel’am, helak olacaksın!..” denilse de karısının baskıları ve teklif edilen nimetler gözünü kör etti ve rüyasındaki ikazı önemsemedi.

Sabah olduğunda, her zamanki gibi eşeğine binerek duâ ve niyazda bulunduğu Husban Dağı’na çıkmak için yola koyuldu. Eşek dağa tırmanmak istemediği için devamlı çökmekte, Bel’am da kalkıncaya kadar eşeği dövmekteydi. Çaresiz eşek dile gelip:

“-Bel’am nereye gidiyorsun? Meleklerin önümde durarak beni yolumdan çevirdiklerini görmüyor musun?” dese de Bel’am, bütün gücü ile eşeği döverek dağa çıkıp beddua etmeye başladı.

Bedduâ ederken Allâh’ın bir mûcizesi olarak, dili kendi kavmine bedduâ edip, Hazret-i Mûsa kavmi için hayır duâ etmekteydi. Bel’am, Allâh’ın duruma müdahale ettiğini, dünyasını da âhiretini de kaybettiğini anladı. Dili, köpek dili gibi ağzından sarkmış, salyaları etrafa saçılmaktaydı.

Durumun garâbetini gören kavmine:

“-Dilime Allah hâkim oldu, beddua edemiyorum! Dünya ve âhiret ellimden gitti, hileye başvurmaktan başka çaremiz yok!.. Size bir akıl vereyim, onu yapın; belki de kurtulursunuz!” deyip kabilesinin güzel kızlarını İsrailoğulları’nın içine salıvermelerini, kızların askerlere hiç karşı çıkmayıp onları yoldan çıkarmalarını tavsiye etti.

Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 13.03.21, 23:03
Swordsfish - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.10.19
Bulunduğu yer: TR
Mesajlar: 2,490
Etiketlendiği Mesaj: 78 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Bir iki kaynakta önceden okudum birde cübbelinin Belam bin bahura videosu var işin özü adam arşı gördüğü söyleniyor.Üstüne ismi azam duası okuduğu söyleniyor ve o ismi azam ile ne istese kabul olurmuş.İşte bu bahura sen git Musa AS karşı onu kullan Allah CC kullanma sakın desin sen karısının lafı ile kullan.Cübbelinin anlatımı ile karısına azcık hediyeler gelmiş o hediyeleri alıp bahuraya baskı yapmış orasını Allah CC bilirde.Meselenin özü Peygambere karşı kullanması işte bir nevi kendi ayağına sıkmış derim.
Hatta şöylede bir yazı var
------------------------------------------
Kur’ân-ı Kerîm’de ismi zikredilmeksizin, “Onlara şu adamın kıssasını anlat: Ona âyetlerimiz hakkında bilgiler verdik ve o -bunlara önce uyduğu halde- daha sonra bunlardan tamamen sıyrılıp uzaklaştı; şeytan onu peşine taktı ve bu suretle azgınlardan biri haline geldi. Biz dileseydik o kişiyi âyetlerimizle yüceltirdik; fakat o dünyaya sımsıkı sarıldı, ihtiraslarına uydu. -Allah’ın âyetleriyle bilgilendirdiği, fakat tabiatının kötülüğü yüzünden bu bilgileri daima dünya menfaatlerine âlet eden- bu adamın durumu, kovsan da kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp durmadan soluyan köpeğin durumuna benzer. İşte âyetlerimizi yalanlayanların hali budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünür, öğüt alırlar” (el-A‘râf 7/175-176) ifadeleriyle kendisinden söz edilen kişi, müfessirlerin çoğunluğuna göre Bel‘am b. Bâûrâ’dır. Kaynaklarda bu kişi Bel‘am (بلعم), Bel‘âm (بلعام), Bel‘âm b. Bâurâ (بلعام بن باعرا), Bel‘am b. Eber (بلعم بن أبر) veya Bel‘âm b. Bâûrâ (بلعام بن باعوراء) şeklinde kaydedilir (Taberî, Tefsîr, IX, 82; Kurtubî, VII, 319).

Tevrat’ta Beor’un oğlu Balaam olarak geçen (Sayılar, 22/5), kâhin (Yeşu, 13/22) ve peygamber (Petrus’un İkinci Mektubu, 2/15) diye takdim edilen Bel‘am’ın kehanetlerine büyük önem verilmektedir (Sayılar, 22/6). Bel‘am’ın kıssası Tevrat’ta en az iki ayrı rivayet halinde nakledilir ki bu rivayetler birbirinden farklıdır (Sayılar, 22-24). Elohist denilen rivayete göre o Ârâmî veya Amorî bir kâhindir. Tanrı’ya inanmakta ve O’ndan ilham almaktadır. Moab Kralı Balak’ın İsrâiloğulları’na lânet etmesi hususundaki ısrarlarını ancak Tanrı tarafından müsaade edilince kabul eder (Sayılar, 22/5-21). Yahvist denilen rivayete göre ise o Midyanlı (Medyen) bir kâhin olup (Sayılar, 31/8) Balak’ın davetine Tanrı’nın izni olmaksızın icabet etmiştir (Sayılar, 22/22-34). Tevrat’taki kıssaya göre, Hz. Mûsâ başkanlığındaki İsrâiloğulları’nın çölde Ken‘an diyarına doğru ilerlediklerini gören Moab kralı endişeye kapılır. İsrâiloğulları’na karşı kendilerine yardım etmesi için Bel‘am’ı davet eder. Zira Bel‘am’ın mübarek kıldığı mübarek olmakta, lânetlediği ise lânetlenmektedir (Sayılar, 22/6). Bel‘am ise rabden alacağı emre göre hareket edeceğini bildirir; ne var ki bu konuda kendisine müsaade verilmez. Moab kralının ikinci defa ısrarı üzerine yine rabbe danışan Bel‘am’a bir rivayete göre gitme izni verilir (Sayılar, 22/20), diğer bir rivayete göre ise o izin verilmeksizin yola çıkar (Sayılar, 22/22). Yolda eşeği melek tarafından durdurulur. Sonra yoluna devam eder ve Balak’a sadece, Allah’ın kendisine söyleteceği şeyleri söyleyebileceğini ifade eder. Söylediği dört meselin hepsinde de kralın beklediğinin aksine, İsrâiloğulları’na lânet edeceğine onları mübarek kılar (Sayılar, 23/7-10, 18-24; 24/3-9, 15-24). Bel‘am, Allah’ın lânet etmediğine lânet edemeyeceğini, rabbin beddua etmediğine bedduada bulunamayacağını, O’ndan emir aldığını, Allah’ın sözlerini işittiğini, yüce olanın bilgisini bilen kişi olduğunu, rabbin sözünden öteye geçemeyeceğini ifade eder (Sayılar, 23/8, 20; 24/4, 12, 16). Bununla beraber Kitâb-ı Mukaddes’te Bel‘am’ın İsrâil’e düşman olarak tasvir edildiği de görülür. İsrâiloğulları’nın Midyan kadınlarıyla zina ederek felâkete uğramaları Ruhban metninde (bk. TEVRAT) Bel‘am’ın bir hilesi olarak gösterilir (Sayılar, 31/16). Balak’a, İsrâiloğulları’nın Moablı kadınlarla zina etmelerini, putlara kesilen kurbanlardan yemelerini sağlamasını, böylece onların günahkâr olup cezalandırılacaklarını öğreten Bel‘am’dır (Vahiy, 2/14). Bel‘am ile ilgili kıssada bu hususa yer verilmez, ancak İsrâiloğulları’nın Moablı kızlarla zina ettikleri, onların ilâhlarına eğildikleri ifade edilir (Sayılar, 25/1-3). Bel‘am İsrâiloğulları tarafından öldürülmüştür (Sayılar, 31/8; Yeşu, 13/22).

İslâm kaynakları genellikle yukarıda meâli verilmiş olan A‘râf sûresinin 175 ve 176. âyetlerinde kastedilen kişinin Tevrat’ta da zikredilen Bel‘am b. Bâûrâ olduğunu, söz konusu âyetlerden önce Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’ndan bahsedilmesinin de bunu gösterdiğini belirtirler. Fakat bu kişinin Ümeyye b. Ebü’s-Salt es-Sekafî veya Nu‘mân b. Sayfî er-Râhib olduğuna dair görüşler de vardır (Taberî, Tefsîr, IX, 83; Kurtubî, VII, 320; İbn Kesîr, Tefsîr, III, 507; Sa‘lebî, s. 182).

İslâm kaynaklarında Bel‘am b. Bâûrâ ile ilgili farklı rivayetler yer almaktadır. Bu rivayetlerden birine göre Hz. Mûsâ’nın, Kur’ân-ı Kerîm’de “cebbar bir kavim” şeklinde nitelendirilen bir toplulukla savaşmak için hazırlanması üzerine Bel‘am’ın kavmi ona durumu anlatarak Mûsâ’nın etkisiz kılınması için dua etmesini isterler. Ancak Mûsâ’nın peygamberliğine inanan ve iyi bir mü’min olan Bel‘am bu isteği reddeder ve Allah’ın kendisine Mûsâ’ya beddua konusunda izin vermediğini belirterek öteki isteklerini de geri çevirir. Ancak kavmi onu hediyelerle kandırıp beddua etmesini sağlarlar. Bunun üzerine Allah bu bedduayı onun kavmine çevirir ve Allah tarafından bir ceza olmak üzere Bel‘am’ın dili göğsüne doğru sarkar. Artık dünya ve âhiretinin yıkıldığını düşünen Bel‘am, hiç olmazsa kavmini kurtarmak için onlara Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’na karşı kullanılmak üzere bir hile öğretir. Buna göre bu kavim kadınları süsleyerek Mûsâ’nın sefer halinde olan askerleri arasına gönderecek ve bu kadınlar onları baştan çıkaracaktır. Gerçekten Şimeonîler’in reisi Zimri, Sur kızı Kozbi ile zina etmiş ve bu yüzden ilâhî bir ceza olmak üzere baş gösteren veba salgınında 70.000 kişi ölmüştür (İbn Kesîr, Tefsîr, III, 511; Âlûsî, IX, 112).

Bir başka rivayete göre ise Bel‘am Hz. Mûsâ’ya beddua edemeyeceğini, çünkü aynı dine mensup olduklarını belirtmiş, çarmıha gerilerek öldürülme tehdidi üzerine ise ism-i a‘zamı okuyarak Hz. Mûsâ’nın şehre girmemesi için dua etmiş, duası kabul olunmuş ve böylece İsrâiloğulları çölde kalmışlardır. Bunun üzerine Hz. Mûsâ, Bel‘am’dan ism-i a‘zam ile imanın alınması için dua etmiş ve ilgili âyette belirtildiği gibi Bel‘am’a verilen “âyetler” geri alınmıştır (Âlûsî, IX, 112).

Bel‘am’ın İsrâiloğulları’ndan, Ken‘ânîler’den veya Yemenli olduğu, ona verilen âyetlerden maksadın ise “ism-i a‘zam”, “suhuf” veya “kitap” olduğu da rivayet edilmiştir. Hatta ona peygamberlik verildiği de söylenir. Ancak İslâm inancına göre kendisine peygamberlik verilen bir kişinin hak dini terketmesi mümkün olmadığından bu rivayete itibar edilmemektedir (Kurtubî, VII, 320; İbn Kesîr, Tefsîr, III, 509).

Söz konusu âyetlerde kıssası anlatılan kişinin Bel‘am b. Bâûrâ olduğuna dair bir işaret yoktur. Burada hak ve hakikati gördükten sonra onu bırakıp şeytanın peşine düşenin kötü durumu ifade edilmektedir. Mutasavvıflar ise Bel‘am b. Bâûrâ’yı, kibir ve dünyevî arzular sebebiyle sapıklığa düşenlerin bir örneği olarak takdim etmektedirler (EI2 [Fr.], I, 1014).

kaynak islam ansiklopedisi.

__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var.
-Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
ömür boyu büyü ve sihirlerden koruma ? lindaa Sorularınız 22 30.05.24 21:33
Ömür Boyu Hastalanmama vefki muratsen Vefk & Tılsım 6 13.03.24 01:57
Ömür Boyu Zenginsin .. Aliye Farkındalık 21 07.01.24 21:48
ömür boyu korunmak ıcın Frost Hacet & Dilek Uygulamaları 25 11.11.23 13:25
Farelerden Ömür Boyu Kurtulmak İçin Azimeti Fare Eylül Diğer Havas Konuları 14 28.07.23 19:50


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 17:44.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com
Havasokulu.com appears to be a website focused on "Havas ilmi," which involves various metaphysical and spiritual practices such as vefk (amulets), tılsım (talismans), bağlama (binding spells), celb (attraction spells), nazar (evil eye protection), rukye (healing through prayer), and other related topics like hadim, hüddam, and tasavvuf (Sufism). The site offers content related to personal development, metaphysical studies, and secretive or esoteric knowledge.

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147