|
Sorularınız her türlü soruyu buradan sorabilirsiniz. |
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
|||
|
|||
Bir Kişiyi kendine Celb etme islam dini açısından hükmü?
Es-Selâmün Aleyküm ve Rahmetüllahi ve Berakâtüh abilerim, büyüklerim;
Sitede yeniyim, bazı hususlarda hiç bilgim yok fakat başlığı görünce sormak istedim. Bir kişiyi kendine celb etmek için Allah'a dua etmek dışında zikr yapmak, vird yapmak doğru mudur? Yani demek istediğim bana büyü gibi geldi. Dinimizde hükmü nedir? Cevaplarınız için teşekkürler. |
#2
|
|||
|
|||
yani yazıcaklarımı hüküm vermek filan olarak algılamayın fakat en basit hali ile vebaldir şahsi kanaatim.
Yani dua etmek başka bir şey. Fakat bu niyetle zikirler, terkipler vebale girer diye düşünüyorum. Mealen; estaüzübillah "Ameli ile dünyalık isteyene de veririz fakat ahirette bir alacağı kalmamıştır." diye de bir ayet var idi. Hatırıma gelmedi şuan hangi sure olduğu. Herşeyi bir yana bırakırsak İnce bir meseledir. E malum şüphede kalınabilecek hallerden ise mümkün olduğunca uzak kalmak eftaldir. Terkip edilir ise kabul ihtimali var. Tecrübe edildi cahiliye zamanımızda.. Fakat ahiret kısmı Allahu alim.. Kanaatim kaçınmak gerekir.. |
#3
|
|||
|
|||
Alıntı:
. |
#4
|
||||
|
||||
insan iradesiyle oynamayi,iradeye hukmetmeyi islam dini hic kabul edermi? eger oyle olsaydi hz peygamber,ehli beyt,ashab ,sahabe,evliyalar islam dusmanlari ile hic mucadele etmez,hic savasmaz kanlarini dokmez,celb yoluyla hepsinin iradesine hukmeder 1 tane Allah,peygamber,din dusmani birakmazlardi...ne guzel olurdu boyle...
__________________
'Muhammedün Seyyidü’l-Kevneyni; / Ve’l-Ferikayni min Arabi’n ve min Acemi' (Muhammed (s.a.v) |
#5
|
||||
|
||||
Bahsedilen ayet sanırım Şura suresi 20. ayet
''Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.'' Bu günlerde çokça zihnimde dönen bir ayetti bu. Elin kızına, oğluna celp olsun diye okumak bunların dinimizde asla yeri yoktur. Biz çok güzel kendimizi kandırırız, ama diye başlayan cümleleri sıralarız yaptığımız şeye sözüm ona uygun sebep uydurmak için. Ama hiçbir sebep bu yapılan işe gerekçe olamaz. İsterse ölsün aşkından karşıdaki kişinin gönlü yoksa, bunu kabullenme olgunluğunu gösterebilmeli. Celp için yapılan amelde Allaha teslim ve tevekkül etmememin günahı ayrı, kaderi zorlamanın günahı ayrı, okuma yapılan kişinin hakkına girilmesi ayrı, gerçekten ağır bir vebaldir. Halbuki neyleri neylere tercih ediyoruz bir bilsek. Ayette geçtiği gibi ahiret nasibinide kaybetmektir bu, tabi tövbe edilmediği müddetçe, helallik alınmadığı müddetçe. Ben okuma, büyü vs yapılan insanlarında helallik vereceğini pek düşünmüyorum açıkçası. O sebeple bunların yükünü yüklenmeden, tertemiz bir şekilde, araya hiçbir şey koymadan açıp elleri yalnız Allah'tan istemeli.. Olmuyorsa da vardır bir hayır diyebilmeli.. |
#6
|
|||
|
|||
@[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] belirli şartları var tercih edilen bir yöntem değil. Ör. Karı koca 10 yıllık evliler 3 çocuk ortada hiç bir sebep yokken adam soğudu büyü vs de yok etkileyen. Tabi iki tarafın da rızası olursa bu karı koca için birşeyler yapılabilir diye biliyorum. Hatalı isem düzeltsin daha iyi bilenler. Ama helali olmayan nikahsız durumlarda olmaz
|
#7
|
||||
|
||||
Çobanın Aşkı Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi, konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini: -“Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kâr etmiyor, son bir çare diye geldik size. Halbuki “sen bir garip çobansın, o padişahın kızı, davul bile dengi dengine” dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim..” İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deriden bir zırh giydirilmişcesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı süzüyordu. Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıya çevirip tebessüm etti. Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane tane anlatmaya başladı. İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu dağ kulübesinde dertlerine derman aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı, her meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıp sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede yaşıyor, gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının aşkıyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu. Aşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, her şeyin bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz teslimiyetiyle: Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde tesbih , kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla evlenebilir miyim? Evet , dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin, kırk gün sonra padişahın kızı senindir. İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerine derman, yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tespih, gönlünde aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini kapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tesbihini aldı ve dudakları kıpırdamaya başladı: Allah, Allah, Allah… Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibi kovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı. Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çeşme başında kadınlar, tarlada işçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyordu: Şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah’a adamış, gece gündüz durmadan Allah diyormuş, Allah Allah …” Aşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban, mağaraya geldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı, dudaklarının da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye düşündü. Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce de, bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam , karşısında arkadaşını görünce, günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını birbiri ardınca anlatmaya başladı: Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti, o durmadan Allah diyordu, ama ne padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir ümit kırıntısı… Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine bakıyor, bir kalp gibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor, avuçlarını sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalaştılar. Ay ışığında dostunun gözlerine yayılan başkalık dikkatini çekmişti genç çobanın. Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldı, gözlerini kapattı, boynunu neye bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü, dudakları kıpırdamıyordu artık, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldı: Allah… Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namı bütün ülkeyi sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmuştu. Meselenin aslını merak eden padişaha, bu insanların bir yerde sürekli kalmadıklarından, bulundukları mekâna bereket getirdiklerinden, ne yapıp edip bu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsetti baş veziri. Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah, nasıl yapması gerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, dağ kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde. Derdini anlattı, derman diledi. Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan, o dervişi veziri yapmaya, sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey, bilgenin: Hünkârım , gönül erleri mala-mülke, makama-mansıba itibar etmezler, demesiyle son buldu. Kaderdi bu, padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür, birinin derdini diğerine derman eyler, ikisini de aynı tebessümle bahtiyar ederdi. Güldü ihtiyar: Neden kerimenizin nikâhını teklif etmiyorsunuz sultanım, dedi. Şaşırma sırası padişaha gelmişti. Nasıl yani, diyebildi, bu şerefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi? Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasının üstünden… Padişah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarında vezirler, onların arkasında halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir mana vermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı, mağaraya doğru yürümeye başladılar. Bu arada bizim aşık kendinden öylesine geçmiş, tespihiyle öylesine bir olmuştu ki, gelenler içeri girseler ve bir tesbihten başka bir şey bulamasalar şaşırmazlardı. Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi, ellerini birbirine bağladı, duyulması güç bir sesle; -“Efendim , dedi, sizi ziyarete geldik.” Yavaşça başını çevirdi aşık , sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu, sapsarı bir heykel gibiydi. Herkes heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, mağara, tespih, sessizlik, duvar.. Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine doğru uzatarak olan biteni görme telaşındaydı. Padişah meramını anlattı, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne vezirlik, ne tuğ ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervişin. “Efendim , diyebildi en son, sessizce, benim bir kızım var efendim, zat-ı âlinize layık değil belki, ama lütfeder nikâhınıza alırsanız bizi bahtiyar edersiniz…” Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen olmuştu. İşte aşık maşukuna kavuşacak, murad hasıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçten ağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabı verilsin diye yaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak, haykırmak istiyordu ve bütün gözler genç adamdaydı. Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdükten sonra, gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle: “Hayır , dedi, kızınızı istemiyorum.” Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halk hayret içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessüm ediyordu. Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden ileri atılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip: Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi reddettiğinin farkında mısın? Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
-“A dostum” dedi, “ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim, Allah padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allah deseydim..” |
#8
|
||||
|
||||
Alıntı:
__________________
'Muhammedün Seyyidü’l-Kevneyni; / Ve’l-Ferikayni min Arabi’n ve min Acemi' (Muhammed (s.a.v) |
#9
|
|||
|
|||
@[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] dikkatli okursan kardeşim, "Tabi iki tarafında rızası olursa" diye belirtmişim. Okumadan hüküm vermeyelim. Ya da hüküm verelim de az öte tarafta başkasının yazdığına alıntı yapmadan lütfen.
|
#10
|
|||
|
|||
İki tarafında rızası varsa niye büyü yapma gereği duyuluyor oğuz kardeşim ? Saçmalık . Bu olaylar BÜYÜDÜR . Kimse farklı kılıfa uydurmaya çalışmasın
|
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
islam Dini Nedir? | mgunes27 | islam & islami Konular | 0 | 15.05.21 15:30 |
islâm Şiddet ve Öfke Dini mi, Müslümanlar insanların Kafasını Kesiyorlar mı? | AllahYolunda | islam & islami Konular | 3 | 27.04.21 00:37 |
Katılım bankalarından alınan kar payının dini hükmü nedir? | ebu ubeyde bin cerrah | islam & islami Konular | 1 | 04.04.21 13:12 |
Bir kişiyi kendinizden uzaklaştırmak ve aşk acısından kurtulma duası | Torlak | Galibiyet ve Başarı Uygulamaları | 5 | 02.07.20 15:12 |
islam Alimleri Açısından Ebced ve Cifir ilmi | Sin | Ebced & Cifir & Remil | 0 | 29.09.15 14:19 |