|
Sorularınız her türlü soruyu buradan sorabilirsiniz. |
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#11
|
|||
|
|||
Alıntı:
gerçekten güzel bir soru sormuşsunuz. Gelen bazı cevaplarda kaliteli. Vereceğiniz bilgileri sorunun mahiyeti açısından güzel bilgiler olucağı düşüncesindeyim. merakla bekliyorum. |
#12
|
|||
|
|||
Konuyu bir bütünlük halinde sunmaya musevvesiyetler birakmiyor. lakin zaman i kavramak adına azi tarif ve sırlarla çizmeye valisacagim dairenin merkezinde onun hakikati tebaruz edecektir inşallah. Zamanin izafiyet ve bu göreceliligin hareketle ilgisine bakarsak. Mirac risalesinde gecen:
Şimdi iki şahıs farzediyoruz: Biri, saati sayan ibreye binmiş gibi o ibrenin harekâtına göre temaşa ediyor. Diğeri, âşireleri sayan ibreye binmiş. Bu iki şahsın bir zaman-ı vâhidde müşahede ettikleri eşya; saatimizle arzın medar-ı senevîsi nisbeti gibi, meşhudatça pekçok farkları vardır. İşte zaman, (Çünki) harekâtın bir rengi, bir levni yahut bir şeridi hükmünde olduğundan, harekâtta cari olan bir hüküm, zamanda dahi caridir. İşte bir saatte meşhudatımız, bir saatin saati sayan ibresine binen zîşuur şahsın meşhudatı kadar olduğu ve hakikat-i ömrü de o kadar olduğu halde; âşire ibresine binen şahıs gibi, aynı zamanda, o muayyen saatte Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, burak-ı tevfik-i İlahîye biner; berk gibi bütün daire-i mümkinatı kat'edip, acaib-i mülk ve melekûtu görüp, daire-i vücub noktasına çıkıp, sohbete müşerref olup, rü'yet-i cemal-i İlahîye mazhar olarak, fermanı alıp vazifesine dönebilir ve dönmüş ve öyledir. Sözler - 571 Xamanim izafiyeti baska başka yerlerde fatkli uzunluk kisalikta gecmesi harekete bağlıdır. hareket hizli ise zaman genişler uzun zaman sraliginda yapılan isker daha kisa zaman sığar. hareket yavas ise de tersidir. hareketin hizlanmasinda kesafetten cismaniyetten nuraniyete ve seffafiyete bir yolculuk vardir. Zira nuraniyet ziyafekestikce tecelli i esma daha siddetli ve per desiz zuhur etmeye başlar. esban aralanir. şifa ruh ve rahmette cok seylere kiyasen öyledir. bu da bu alemi yazan katibin kalemindeki mürekkep hukmunde olan nuru Muhammedinin sav aslina yaklastigi miktarincadir. O asil ki bu dagdagali ve esbabin tasallutu zitlarin tedahulu ve izafiyetin sultasi altindaki esmanin gölge ve cuziyetinin hukumferma oldugu alemden askiyetinin kulliyetiyle azam derece hakim olduğu en saf ve mutlak nurani ihatasiz olduğu aleme seyerani nisbetinde xaman genisler. Kaba bir benzetme ile bulut ile denizin ilişkisi gibi ki denizi ruha temsil olarak düşünelim: Hissiyati indaniye ruh derecesine çıktığı vakit zaman genisler. seni bur gunde yap tigin isi o ruh sahibi bir saat belki bir dakikada biranda yapabilir. Hissiyati ruhun derecei hayatina cikarmanin yolu 4 tur. ilki ve en keskini muhabbeti ilahiye . marifet i rabnaniye. marziyati rabbani ubudiyeti subhaniye. hissiyatin isyikameti muhabbetuah iledir. dunyada tum insan ve aile iliskilerinde tum sorunlar istikametini bulmamis cig ruhlarin eseridir. tum kesmekes ve kavgalarin tevhid bozan şikayet hallerinin kaynağı bu hislerin terbiye olmamasidir. ibadetler muhim bir vazifesi bu hisleri terbiye edip ruh derecesine çıkarmak ola. Zamanin en kisa tarfi ve ne olduğu: Nuru Muhammedidir o. Alemeri yaxan kalemin murekkebidir o. Hakikati budur. Mahiyeti ise mahiyetini anlamak ve fizik kanunları cercevesinde izah etmek tum ilk yaratilan ve tum Alemlerin ondan -bikac istisnasi var- nebean ve teşekkül ettigi esir maddesini incelemek gerek. Havadan daha latif hayalden kesif maddi alemin ilk basamagi ve bu sehadet alemi ile misal akemi arasindaki hatti muvasaka gecis zemini bu esirdir ki Ellahu teala ilk yaratmada ona nazar edip ulvi ve sufli akemkerin aksamini o dan ihrac etmistir. ihractir lakin iltisaki vardir. esire ait ve zamanin eğip buken uzatıp kisaltan hassa esirdeki en tem tecelliyat olan cekim kuvvetidir. bu kuvvetin azligi fazlalığı tesiri miktarinca zaman uzar kisalir. kainatta esir bir naylon ve ecram onun uzerindeki bilye gullleler gibi dusunulurse naylina cizilen tum dogrusak cizgiler maddeye rastgeldigi heryerde egim oluşturur. maddenin ağırlığı miktarinca. aslinda ne madde var ne agirlik. madde denilen elektromanyetik alanlarin yoğunlaşio cesutli desenlerde kendi uzerine kapanmis hali. agirlikta o naylinda yada uzayzamandaki egriliier. ve aslinda egimi dahi esma ve esmanin özündeki sonsuz enerji yapıyor. Xaman uzay zaman egrilerindeki egrilim miktarinca uzayıp kisaliyir. kutlesi buyuk bir gezgende yavas akiyor. burda bir sene gecerken orda bir gun gecebiliyor.cok daha buyuk ve kesme sekeri kadar bir par casi bikac trilyon ton gelen süper novalarda akcucelerde xamam cok cok yavas akiyor. Evrenin yaratdigi bu kumasin bir gerilme i deksi ve tahammul siniru mevcut. Bu sinir herseyin zamanin esaretinde oldugu bu alemi edaretten azat eden bir yol diger ismiyle gokkailarinin geçiş yapıldığı yerler. madde 1.21 gwatlik bir elektromanyetik akanin kafesine alinir ve Radyasyondan korunulursa hareketin seyliyle oynayabildigi xamanin icinde sicrama yapa bilir. seyr degil sicrama diyoruz. cunku fotonlarin yorunde degistirmeleri deki ayni tecelli ve kanun buradada caridir. burada kaybilur yuz sene sonra ortata cikar burada görünmez olur gecmise gider. Bu manata devam edemiyecem bi yerden tlfn geldi tum mana kacti. inşallah sonra başka özellikleriyle berabet zamanin bu ozelligine de deginiriz. arkadaslar konuya yorumda ve katkıda bulunursa tekrar devam ederiz insallah |
#13
|
|||
|
|||
Ben bu soruya Üstad Said Nursi’nin açıklamasıyla cevap vermek istiyorum. Bu beni çok tatmin etmişti, belki sizler de beğenirsiniz.
Zaman ve İnsan Kur’an-ı Kerim’de iki sure vardır ki, bunların isimleri zaman mefhumuyla bağlantılıdır; Dehr Suresi ve Asr Suresi. Dehr Suresi’nin diğer ismi İnsan Suresidir. Aynı surenin taşıdığı bu iki isim, iki kavramın arasındaki bağlantıya çok ilginç bir şekilde işaret eder. Kur’anî terminolojide zamanı ifade için kullanılan kavramlar çok geniş bir yelpaze teşkil eder.1 Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Asr (yüzyıl, öğleden sonraki vakit), Asr Suresi, 1. ayet; Dehr (uzun bir zaman dilimi), Dehr Suresi, (Bir başka surede ise dalalete sapmış insanların zamanı nasıl ilahlaştırdığını ifade için kullanılan bir kavramdır), Casiye Suresi, 24. ayet; Vakt, (zamanın belirli bir dilimi) Hicr Suresi 37 ve 38. ayet; Aynı kökten türeyen kelimelerden olan “Mevkut” (belirli bir zaman) Nisa Suresi 103. ayet, “Mikat” (tayin edilmiş zaman) ise A’raf Suresi 142, 143 ve 155. ayetler; Hîn (ne zaman ki, iken, vakit), Bakara Suresi, 36. ayet; Yevm (bir gün, bir zaman dilimi), Sebe Suresi 30. ayet, Kasas Suresi 41. ayet, Saffat Suresi 20. ayet, Fatiha Suresi 4. ayette Kıyamet günü, Haşir günü ve Ahiret günü gibi anlamlarda zikredilmiştir. Devir manasında ise, göklerin ve dünyanın yaratılışının anlatıldığı A’raf Suresi 54. ayet, Furkan Suresi 59. ayet ve Hud Suresi 7. ayette zikredilmiştir; Sa’a (an, saat, zaman), dönem manasında A’raf Suresi, 34. ayet; İkinci mana olan saat ise Kıyamet günü ve Mahşer gününün tarif edildiği Rum Suresi, 12. ayette zikredilir. Müddet (bir zaman dilimi, bir vakit) kelimesi, Tevbe Suresi, 4. ayet; Emed (devre, zaman dilimi) kelimesi, Ahiret gününün tarif edildiği Al-i İmran Suresi, 30. ayet; Hukub-Ahkab (uzun bir zaman dilimi, uzun yıllar) kelimeleri şu ayette zikredilir: “Azgınlar orada uzun bir zaman kalırlar…”; El-an (şimdi, şimdiki zaman) kelimesi, Nisa Suresi, 18. ayet; Sermed (sürekli zaman) kelimesi Kasas Suresi, 72. ayet; Ecel (zaman dilimi, sınırlı süre) kelimesi A’raf Suresi, 34. ayet. Kur’an’da “zaman” kelimesinin geçmiyor oluşu dikkat çekici bir noktadır. Bu kelimenin lügat manası, “kısa veya uzun bir vakit dilimini ifade eden bir isimdir” (ismun li-kalilü’l-vakti ve kesirihi)2 şeklinde ifade edilmiştir. Bu kelime, Müslüman alimlerin teknik lügatlerinde yerini almış, ancak her alimin zaman meselesine yaklaşımlarını ve ortaya koydukları disiplini yansıtır şekilde manalar verilmiştir. Bununla birlikte zaman kavramını kullanırken değişmeyen sabit bir unsur vardır ki, o da bu kelimenin mekânla olan ilişkisidir. Zaman hakkındaki Kur’anî hitabın farklı lügat manalarını sergilemesi, sadece Kur’anî tarzın ana karakteristiğini değil, aynı zamanda bu vakıanın tabiatını da yansıtır. Zamanla ilgili olarak Kur’an, sadece zamanın özü ve orijini hakkındaki sorulara atıfta bulunmaz.3 Kur’an-ı Kerim farklı zaman türlerine de işaret eder. İnsan için önemli olması hasebiyle belli bir zaman türü üzerine vurgu yapar. Bu açıdan zaman insan için güneşin ve ayın hareketleriyle belirlenmiş bir mefhumdur. Bu zaman türü, ibadetlerin ifa edilmesi, insanın asıl görevinin yerine getirilmesi, faaliyetlerini, işlerini sürdürebilmesi, insan toplumlarının organizasyon ve fonksiyonlarının gerçekleştirilebilmesi için çok önemlidir. Zamanın realitesi çerçevesinde yöneltilen soruya bir cevap arama işlemi çok zor olsa da asla yasaklanmamıştır. Zaman hakkındaki Kur’anî ifade ve terminolojiden hareketle Müslüman alimler farklı tür ve farklı özelliklerde zamanın bulunduğu sonucuna varmışlardır. Onların yaptıkları tasnifler farklı farklıdır.4 Fakat, iki tür zaman üzerinde yoğunlaşmışlardır: 1) Dünyevî zaman. 2) Metafizik zaman.5 Dünyevî zaman (ez-Zamanü’d-Dünyevî), özel zaman veya fiziksel zaman olarak da bilinir ve uzaydaki cisimlerin (gezegenler ve yıldızların) hareketleriyle belirlenen bir zamandır. İnsanın hayatı bu tür zamanla ölçülür. İbadetlerin bir çoğu bu zamanla ilişkilidir ve Kıyamet Günü de böyle bir zaman mefhumu üzerine kuruludur. Kur’an bu tür zaman üzerinde vurgu yapmıştır. İnsan için. Bu zaman geçmiş, şimdi ve gelecek olarak farklı şekillerde geçerlidir. Kur’an insana geçmişi iyi öğrenmesini, şimdiki zamanı en verimli şekilde değerlendirmesini ve gelecek için ümitvar olmasını tavsiye eder. (Nisa Suresi, 123) Bu dünyevî zaman içinde, zaman üzerinde gerçekleşen kişisel tecrübelerden kaynaklanan bir vakıa vardır. Bu vakıa, bazı alimler tarafından “Psikolojik Zaman” (ez-Zamanü’n-Nafsî), bazı alimler tarafından “Genişleyen Zaman” veya “Varoluşsal Zaman” olarak isimlendirilmiştir. Bu ifadeler, zaman hakkındaki tecrübelerin kişiden kişiye değiştiğinin bir göstergesidir. Örneğin, tehlike anında elde edilen bir tecrübeye göre o zaman dilimi belki bir yıl kadar uzun gelir. Ama mutluluk içinde yaşanan bir yıl, belki bir dakika kadar kısa hissedilir. Bu vakıanın göstergeleri veya bu zaman türü pek çok Kur’an ayetinde bulunmaktadır; Tevbe Suresi, 118. ayetinde olduğu gibi. Dünyevî zamanın tam tersi metafizik zamandır (ez-Zamanü’l-Gaybî). Bu zaman türü göklerin ve yerin yaratılışından önce de vardı. Aynı zamanda bunlar yok olunca da varlığını devam ettirecektir. Literatürde bu zaman türünü ifade için “Yaratılış Öncesi Zaman”, “Eskatolojik Zaman” ve “İlahî Zaman” tanımlamaları kullanılır. Bu zaman türü temel olarak şunları içerir: Arşın ve suyun zamanı (ez-Zamanü’l-Arşî), yerin ve göklerin yaratıldığı periyod (Zamanü’l-Halku’s-Semavati ve’l-Ard), Meleklerin ve Ruh’un (Hz. Cebrail’in) yükseldiği zaman (Zamanü’l-Uruc) ve Ahiret zamanı (Zamanü’l-Ahire). İnsan, bu zaman türlerini ölçme imkânına sahip değildir. Çünkü bu zamanların ölçü birimi, dünyevî zamandan çok farklıdır: “Melekler ve Ruh (Cebrail) oraya miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar.” (Mearic Suresi, 4); “Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.” (Secde Suresi, 5) Metafizik zaman, Allah tarafından yaratılan diğer zamanlar gibi yine O’nun tarafından yaratılmıştır. Zamanın realitesi ve tabiatı üzerindeki değerlendirmeler Müslüman ilahiyatçılar, filozoflar, mutasavvıflar, fakihler ve tarihçilerin telif ettikleri eserlerde yer almaktadır. Örneğin, ilahiyatçılar Allah’ın Yaratıcı Kudreti, İlmi, İradesi ve Dilemesiyle zaman, zamanın sonu ve eskatoloji arasındaki ilişkiyi değerlendirmişlerdir. Zaman hakkındaki teolojik tanımlamaya bir örnek olarak verebileceğimiz el-Taftazani’nin (1322-1389) Akaidü’n-Nesefi isimli eserinde şu yoruma yer verilir: “Zaman, başlangıcı olan şeyler için tabir edilir. Başlangıcı olan şey ise belli ölçülere bağlıdır… Allah ise bütün ölçü ve sınırlamaların ötesindedir.”6 Filozoflar da aynı şekilde zamanın ne olduğuna, bunun bir varlığa, bir başlangıç ve sona sahip olup olmadığına dair gelen soruları cevaplandırmaya çalışmışlardır.7 Mutasavvıflar, vaktin veya zaman-ı halin öneminden hareketle zamanın realitesiyle çokça ilgilenmişlerdir. Zira Allah’a ulaşmak için katedilmesi gerekli sufi yolun önemli unsurlarından birisi zamandır. Müslüman fıkıh alimleri, insanların ibadetlerini yerine getirme, haklarını elde etme ve koruma, görevlerini ifa etme gibi faaliyetlerle bağlantılı önemli bir faktör olarak zamanı ele almışlardır. Bu yaklaşımı takip ederek, fukaha, dünyevi zamanla ilgilenmişlerdir. Zamanla ilgili olarak onların kullandıkları literatürde sözlük manasıyla zaman, ecel, müddet ve vakit gibi kelimeler yer alır ve bunlar sıklıkla kullanılır.8 İbadetlerin pek çoğu. (namaz, oruç, hac, zekat, fitre gibi) hep spesifik vakitle bağlantılıdır. İbadetler için tayin edilen spesifik zaman, Allah’ın emirlerine riayet etmek suretiyle O’nunla olan bağlantının yenilendiği vakit manasını taşır.9 Şahıslar hukukunda zaman, taahhüt, nafaka işlemleri, şahitlik, hakları elde etme ve koruma hususları üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Ceza hukukunda, zamana (dehre) lanet etmeye yönelik önemli bir yasak vardır. Bu yasak Ebu Hureyre tarafından nakledilen meşhur bir hadis-i şerifin üzerine kuruludur: “Zamana (dehre) lanet etmeyin. Çünkü onu Allah yaratmıştır.”10 Netice olarak, tarihçilere göre zaman, insanlıkla doğrudan alakalı olaylar için bir iskelet özelliğini taşır. Onlara göre zaman, aynı zamanda geçmişin ve onun yansımalarının organize edilmesi için önemli bir kriterdir.11 Müslüman alimlerin zaman konusundaki farklı yaklaşımlarını zengin bir spektrumla gösterdikten ve Kur’anî hitabın bu konudaki yorumlarını aktardıktan sonra, konu hakkındaki Said Nursi’nin yorumlarına eğileceğiz. Said Nursi’nin zaman konusunda ortaya koyduğu görüşleri ve bu konuda kullandığı terminolojiyi bütün yönleriyle ele almaya çalışacağız. Said Nursi zamanın manasını, diğer bazı meselelerle birlikte, yaratılışın müzakere edildiği 14. Söz’de, İlahi takdirin (kader) ele alındığı 26. Söz’de, Allah’ın Baki oluşunun anlatıldığı 3. Şua’da incelemiştir. Bahsedilen bu konular genellikle mütekellimûn (kelam alimleri) ve mutasavvıflar tarafından zaman kavramı çerçevesinde ele alınmıştır. Buna karşılık aynı konu filozoflar, fıkıh alimleri ve kronolojist tarihçiler tarafından bu bağlamda değerlendirilmemiştir. Zaman ve zamanla ilgili kavramları ifade eden Kur’an ayetlerini yorumlarken Said Nursi şu sözcükleri kullanır: Zaman, ezel, tarih, mazi (geçmiş zaman), hâl (şimdiki zaman) ve istikbal (gelecek zaman). Said Nursi Risale-i Nur’da, zamanın gerçekliği konusuna işaret eder. Bu dünyevî zamanın ve bu zamanın varlıklar ve dünya üzerindeki, eşya üzerindeki etkisi üzerinde durur. Not:Üstad Hazretlerinin Anlatımıdır. |
#14
|
||||
|
||||
Alıntı:
|
#15
|
|||
|
|||
Bu kısım baştaki yariftem sonra risalei nur Enstitüsü nden alıntıdır. Tarif ise Kuranin hakikatinin tefsiri olam Risalei nurda gecmektedir:
Amma, Levh-i Mahv, İspat ise, sabit ve daim olan Levh-i Mahfuz-u Azamın daire-i mümkinatta, yani mevt ve hayata, vücud ve fanaya daima mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki; hakikat-i zaman odur. Evet her şeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kainatta cereyan eden bir nehr-i azimin hakikati dahi Levh-i Mahv, İspat’taki kitabet-i kudretin sayfası ve mürekkebi hükmündedir.” Bir önceki kısmın şerhinde, ortaya, esir ekranında oyuncuların iradesinin de dikkate alındığı, kendilerine hissettirilerek yazılan ve İmam-ı Mübin adını alan senaryonun oynandığı bir hologramlar alemine benzer varlıklar alemi tablosu çizmiştik. Televizyon ekranı misalinde, elektromanyetik dalgalar şeklinde ulaşan senaryonun manyetik alan oluşturan plakalara yansıtıldığını ve tanecik üreten kısımdan akan taneciğin, manyetik plakalardan birinin içinden geçmediği takdirde ekranın her hangi bir yerine çarpabileceğini ifade etmiştik. Taneciğin önünde, ekranda kare kare tanımlanmış görüntü oluşturacak birim sayısı kadar ihtimal vardır. Varlık aleminde görüntü oluşturabilecek bir zerre için ise, hesaba gelmez, sonsuz ihtimaller söz konusudur. Maddenin şehadet alemine yani algılanan şekle girmeden önceki hali, imkan dairesi olarak tanımlanmaktadır. “Daire-i mümkinat” tarif edilirken “mevt ve hayata, vücud ve fenaya daima mazhar olan eşya” açılımı kullanılmaktadır. Yani eşyanın bulunduğu dairelerden öyle biri vardır ki, orada “hem canlı-hem ölü, hem var-hem yok” olduğunun emareleri mevcuttur. “Daima mazhar olmak” tabirinin bu şekilde anlaşılabileceğinde yada böyle anlaşılması gerektiğinde bir itiraz noktası olmasa gerek. Zerrelerin hadsiz imkanlar ortasında, tereddüt halinde tarif edildiği an yada yer de bu daireye işaret ediyor olmalıdır. Bu halin kainat kitabında zamanımıza yönelik tefsiri, Bilim ve Teknik dergisinin Ekim/2000 (395) sayısında “Kuantumun 100 Yılı” kapak konusu seçilerek geniş bir şekilde ortaya konmuştur. “Üst üste Gelme” başlıklı bölüm ise tam anlamı ile “mevt ve hayata, vücud ve fenaya daima mazhar olan eşya” tamlamasının tefsiri olarak kabul edilebilir. “Kuantum kuramının belki de en garip (ve en çok itiraz alan) yönü bir sistemin aynı anda, birkaç farklı durumda bulunabilmesi. Parçacıklar doğal olarak böyle durumlara giriyorlar. Örneğin bir elektron tek bir noktada değil de değişik noktalarda aynı anda bulunabilir. Max Born, 1926 yılında de Broglie dalgalarının fiziksel bir dalga olmadığını, bir olasılık dalgası olarak yorumlanması gerektiği düşüncesini ortaya attı. Buna göre parçacıklar de Broglie dalgasının bulunduğu her yerde bulunur; bunlar dalganın güçlü olduğu yerlerde yüksek olasılıkla, zayıf olduğu yerlerde de düşük olasılıkla bulunuyor. Böylece parçacığın konumu doğal bir belirsizlik taşır. Max Born bu çalışmasından ötürü 1954 yılında Nobel ödülünü kazandı. “Erwin Schrödinger, üst üste gelme ilkesinin yarattığı gariplikleri en açık bir biçimde ortaya koyan bir düşünce deneyi tasarladı. “Schrödinger’in Kedisi” olarak bilinen bu deneyde bir kedi aynı anda hem diri hem de ölü olduğu bir duruma sokulabiliyordu. Hem mikroskobik ölçekte hem de bazı mikroskobik cisimlerde varolduğu bilinen üst üste gelme olgusunun yorumu sürekli tartışma konusu olagelmiştir.” Burada olasılık dalgalarının oluşturduğu parçacıklar ya da “zerrat” alemi, kainat kitabında “daire-i mümkinat”ın günümüze yönelik tefsiri; Schrödinger’in kedisinin “aynı anda hem diri hem de ölü olduğu bir duruma sokulabilmesi”, “mevt ve hayata, vücud ve fenaya daima mazhar”iyetin tefsiri olarak algılanabilir. “Kuantum Kuramı ve Belirlenimcilik” başlıklı bölümde ise şunlar ifade edilmektedir: “Kuantum kuramının üst üste gelme ilkesine göre herhangi bir fiziksel sistem olası durumlardan sadece birinde değil, bir çoğunda birden, aynı anda bulunabilir. “Örneğin hidrojen atomu çevresinde dolaşan bir elektron aynı anda her yerde bulunur. Bu gibi garip durumları, bizim günlük hayatımızda tanıdık olduğumuz kavramlarla bağdaştırmak için başta Niels Bohr olmak üzere fizikçiler Kuantum kuramının ölçme postülasını ortaya attılar. Bohr’a göre bir elektronun nerede olduğunu bulmak istediğimiz zaman ölçme aletimiz “bu elektron her yerdedir.” gibi garip bir cevap vermez, aksine elektronun bulunduğu yerlerden bir tanesini rastgele seçer. Üstüne üstlük ölçme işlemimiz elektronun içinde bulunduğu durumu da bozar. Aletimiz hangi konumu göstermişse ölçümden önce her yerde olan elektron artık bu yeni konuma yerleşmiştir. Bu olaya kısaca çökme (collapse) denir.” Bu durum “gerçeğin gözlemciye göre şekillenmesi”, “dalga işlevinin çöküşü” gibi kuantum kavramlarının da izahı olarak ele alınabilir. Bohr’un ölçme aleti yerine kendi algılarımızı koyduğumuzda kainat ve varlık alemi tariflerimizde de çok çarpıcı bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Aslında bizim elle tutup, gözle gördüğümüz, zaman ve mekan gibi kavramlarla algıladığımız alem her zaman ve her yerde olan esmânın, bizim ölçme cihazlarımız olan bedenlerimizle zaman ve mekan içinde algılanışından ibaret olmalıdır. Zat-ı Vacibü’l Vücud, O’nun isimleri ve sıfatları imkan dairesinde, zerreler boyutunda her zaman ve her yerdeler, zaman ve mekandan münezzehler. Ancak bizim ölçüm alanımıza, algılarımızın sınırına girdiklerinde zaman ve mekan sınırlılığı içinde algılanıyorlar diyebiliriz. Yalçın İnan’ın “Kozmos’tan Kuantum’a” isimli kitabında geçen şu cümleler, varlık ve yokluğa mazhariyeti farklı bir açıdan değerlendirmektedir: “Elektronların çekirdek etrafında dönme hızları saniyede 1000 kilometredir. Elektronlar bunun yanında ayrıca, kendi eksenleri etrafında da dönerler. Elektronların bu dönüşleri hem saat ibresi yönünde hem de saat ibresinin tersi yönünde olabilir. Elektronların bu dönme hareketine, “spin” adı verilir. Çekirdek etrafındaki hızlı dönüşleri sırasında kazandıkları açısal hızları, çekirdeğin çekim kuvvetini dengeler. “Çekirdeğin etrafındaki yörüngelerinde devamlı dolanmalarına rağmen bir elektronun herhangi bir anda yörünge bulutunun neresinde bulunduğu asla bilinemez. Evrenin bir “yaratıcısının” bulunduğuna dair bir örnek, hiçbir zaman insanoğlunun gözle göremeyeceği, buna karşılık varlığı kesin olan elektrondur.” Bu tabloya şöyle bir yaklaşımla da ışık tutulabilir: Sinema veya televizyonda levha tarzı perde ya da ekranda ard arda oluşan görüntüleri sürekli gibi algılarız. Bu sürekliliğin gerisinde bir kesiklik, ard ardalık olduğunu, bu oluşumların teknolojik detaylarından haberimiz yoksa belki de hiç fark etmeyiz. Böyle bir işleyişle seyrettiğimiz bir filmde herhangi bir an için perdede görüntü var mı yok mu bilemeyiz. Ancak film makarası veya yayın o an durdurulursa perde ya da ekranda görüntü olup olmadığını anlayabiliriz. Böyle bir imkanın olmadığı halde perdedeki görüntü belirli bir an için “Schrödinger’in Kedisi” gibidir. Yani an süreklilik kutusu içinde gizlenmiştir. “O an görüntü var mı, yok mu?” sorusunun cevabı “Hem var, hem yok” ya da “Ne var, ne de yok” şeklinde olacaktır. Çünkü anlarda, küçük zaman dilimlerinde varlık ve yokluk üst üste gelmiştir. Kainat levhalarında da benzer bir durum söz konusu olmalıdır. Sabit, devamlı, sürekli kesintisiz tek alan, her şeyin asıllarının, özlerinin ve nesillerinin kayıtlı olduğu, bütün incelikleri ve ayrıntıları ile ve baştan sona kainatı ve varlık alemlerini içine alan “Levh-i Mahfûz-u Âzam” olmalıdır. Bu levhanın içerikleri şuur sahiplerinin algılarına, esbap alemine imkan dairesinden, daire-i mümkinattan geçerek yansırlar ki, bu alan zerrelerin oluşturduğu alan olarak anlaşılmaktadır. Olasılıklar alemi ile “daire-i mümkinat” benzer manaları ifade ediyor olmalıdır. Levh-i Mahfûz-u Âzam’ın zerreler aleminde yansıması “Levh-i Mahv, İspat” adını alıyor olmalıdır. Çünkü bu boyutta, zerreler aleminde ya da partiküller dünyasında varlık ve yokluk, ölüm ve hayat üst üste binmiştir. Bu dünyanın algılar aleminde esbap dairesinde yansıması ise yine bir süreklilik, daimilik ve kalıcılık görüntüsü arz eder. Oysa bu, işleyişin aslını yansıtmayan farazî, yalancı, surî, aldatıcı bir sürekliliktir. Asıl işleyişin şöyle olduğu anlaşılmaktadır: Sabit, daimi ve tekliğin yeri esma boyutu, melekûtiyet yönü olan Levh-i Mahfûz-u Âzam’dan kesret ve teşahhusat alemine, mülk boyutuna, esbaba yansımalar şeklinde bir varlık dünyasından, o dünyanın bir parçası olan bizlere bir hitap söz konusudur. Bu her şeyi içine alan Büyük Levha’daki manalar imkan dairesindeki, “daire-i mümkinat”taki zerreler hadsiz imkanlar ortasında, varlık boyutundaki her şeyin zerresi olabilmek, her ihtimal onlar için eşit iken Levh-i Mahfûz-u Âzam’ın etkisi ile bir yola girerler, bir yöne yönelirler. Bu yönelimler bizim tarafımızdan, mülk boyutunda ve esbap aleminde hikmetli sanatlara, muhteşem eserlere, hayret veren hikmetlere dönüşürler. Bir yaprağın düşüşünde, bir sineğin uçuşunda, şehirleri dolduran insanların koşuşturmalarında, akıl almaz teknolojik gelişmelerde, tarihi ve sosyolojik olaylarda, yıldızlar ve galaksilerin ahenkle dönüşünde hep bu işleyiş vardır. Kararsız zerreler Levh-i Mahfûz-u Âzam’dan gelen kontrolle imkandan vücûba, melekûttan mülke, gaybdan şehadete geçerler ve ibda oluşur. Bu geçişler o kadar hızlıdır, o kadar ard ardadır ki, şehadet, mülk levhalarını teşkil eden her bir varlık anında, aslında varlık ve yokluk iç içedir. Bu yüzden ard arda gelen bu levhaların her biri “Levh-i Mahv, İspat” adını alır. Ancak ard arda gelen levhalarda bize bir süreç, süreklilik, devamlılık manası yaşatacak tarzda tanzim vardır. Bu ise inşa gerçeğini oluşturur. Bir filmde izlediğimiz büyümeler, gelişmeler, sevgiler, alış verişler en ideal şekliyle hareketler olduğunda ifade edilebilir. Varlık aleminde de pek çok şeyin, hayatın, ölümün, kazanmanın, kaybetmenin ve hepsinden önemlisi bunların gerisindeki esmânın ifadesi hareketle mümkündür. Hareket ise zaman kavramı ile açığa çıkabilir. O halde zaman dediğimiz kavramın aslı levhaların sürekli ve ard arda yazılıp silinmesi ve birbirini takip eden levhaların bir anlama yönelik irtibatını temin eden ve inşa gerçeğini ortaya çıkararak değişim ve hareketleri anlamlandıran bir yazı gibidir. Süreç, işleyiş, değişim, gelişim başkalaşım ifade eden kainat ayetlerinin mürekkebidir. Mülk boyutunda farklılaşma, gelişme, başkalaşmayla ifade edilen esmâ aslında zaman mürekkebi ile yazılmaktadır. Ard arda gelen şimdiler mazi ve müstakbel, eski ve yeni, fena ve beka gibi manaları yazarken, pek çok esmânın zuhuruna zemin, zihindeki manaları ifadeye dönüştüren mürekkep olurlar. Kudret kitabının sayfa ve mürekkebini ard arda gelen zerreler ve ard ardalığın irtibatını turnusol gibi açığa çıkaran zaman oluşturur. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Bast-ı zaman ve kabz-ı zaman nedir? | Dindar | Sorularınız | 18 | 06.05.21 20:34 |
Cinler ne zaman Yaratıldı? Cin nedir? Ne yaparlar ne yapmazlar | Sin | Cin & Şeytan & Melek & Ruh | 2 | 12.07.20 20:51 |
Tarikat nedir? Ne zaman ortaya çıkmıştır? | Naim | Tasavvuf & Tarikatler | 0 | 27.08.19 16:58 |
Tasavvuf alanında zaman zaman görülen bozulmanın nedenleri nelerdir | Naim | Tasavvuf & Tarikatler | 0 | 27.08.19 16:03 |
-zaman Kayması- Bermuda Şeytan Üçgeni Zaman Boşluğu mu? | DiLara | Gizemli Olaylar ve Mekanlar | 5 | 16.06.18 22:43 |