#1
|
|||
|
|||
Kore'de YAREN
Kore savaşına sonradan katılan Türk birlikleri, inanılmaz başarılara imza atmıştı. Daha gelir gelmez, Amerikan ve İngiliz askerlerinden oluşan 8. orduyu kuşatılmaktan kurtaran Türkler, General Tahsin Yazıcı'dan, Albay Celal Dora'dan başlayarak tüm subay ve erleriyle destanlar yazıyordu. Birleşmiş milletler ordusunda görev yapan Avustralyalılara Türk askerleri hakkında soru sorulduğunda, yıllarca büyüklerinden Çanakkale'yi dinlemiş Avustralyalılar bu kez aynı tarafta olmanın gururuyla 'Tıpkı Çanakkale'de savaşan ataları gibi savaşıyorlar' demişti.
Ne kadar kahramanlık yapılırsa yapılsın, düşman da yabana atılacak bir düşman değildi. Birleşmiş Milletler komutanlarının 'Yenilmez Ordu' demeye başladıkları Çin ordusu, özellikle sayıca çok üstündü. Ne kadar Çinli asker ölse, yerine daha çok geliyor, bu da Birleşmiş Milletler Ordusunda erinden komutanına, hepsinin moralini bozuyordu. Türklerin Kunuri'deki inanılmaz kahramanlıkları, çevrelerini saran düşman sayısına göre 'Bir avuç' denecek Türk askerinin, dört defa sarılmasına rağmen her defasında düşmanı yarıp, sonunda kurtulması kararları değiştirmiş, savaşa devam edilmesine karar verilmişti. Genelde bire karşı on düşman askeriyle savaşan Türk askerleri de kayıplar veriyordu. Çin ordusu özellikle gece baskınlarında başarılı oluyor ve esirler alıyordu. Sonradan düşmanın bu avantajına tedbir alsalar, gece aydınlatmalarına önem verseler de, Çinliler bu yolla çok sayıda Birleşmiş Milletler askerini esir almıştı. Düşmanın gece baskınlarında başarısını bilmeyen Türklerden de çok sayıda esir düşen olmuştu. Esir düşen Türk askerleri arasında en yüksek rütbeli olan yüzbaşı İbrahim’di. *** *** *** Çinliler topladıkları esirleri, uzun bir yürüyüşle cepheden uzağa götürmeye başlamışlardı. Soğuk kış şartlarında gerçekleşen bu yürüyüş ‘ölüm yürüyüşü’ diye adlandırılmıştı. Yürüyüş boyunca, yaralı,hasta olup veya yorgunluktan kafileden ayrılan, yol kenarına çekilen esirler hemen Çinli askerlerce ayağa kalkmaya zorlanıyor, tüfeğin dipçiği vuruluyor. Bir iki ikaz da ayağa kalkıp kafileye katılmayan esir hemen kafasına bir kurşun sıkılarak oracıkta öldürülüyordu. Çoğu milletten esir bu yolla öldürülüp, yol kenarında bırakılmıştı. Fakat Türk esirler için bu geçerli değildi. Bir Türk askeri yorulup kafileden kenara çıkarsa, Çinli askerlerden önce Türk askerleri koşuyor ve onu sırtlarına alarak kafileye dönüyordu. Yoruldukça bu halsiz askerleri taşıyanlar da yer değiştiriyor ama arkadaşlarını yol kenarında ölüme terk etmiyorlardı. Halbuki koşup arkadaşlarına yardımcı olan askerlerden de yorgun ve hasta olanlar vardı. Onlar bile, kendilerinden daha kötü, daha zor durumda olanlara yardıma koşmakta tereddüt etmiyordu. Bu zor ve korkunç göç, öldürülen esirler ve Çinli askerlerin eziyetleri altında devam eder. Kore topraklarından kuzeye hareketle, nihayet İmjin ve Yalu nehirleri de geçilerek Kızıl Çin topraklarına ulaşılır. Sağ kalanlar, esir kamplarına yerleştirilir. *** *** *** Kampta Çinlilerin yaptığı ilk iş, subaylar da dahil, herkesin askeri elbiselerini çıkartıp, tek tip elbise vermek olmuştur. Bununla birlikte Türkler hariç hemen hemen tüm ülke askerlerinde disiplinsizlik görülmeye başlar. Yüzbaşı İbrahim ve halen komutasında gibi disiplinli davranan Türklerde ise hiçbir şey değişmemiştir. Çinliler bunu Türk askerlerinin yüzbaşı İbrahim’den korkmasına bağlar. Daha sonraki günlerde yeni sitemler geliştirirler, tayınları azaltırlar. Diğer birliklerde çoktan tayınlarda zorbalık başlamış, güçlü olanlar fazla alıp, güçsüz, hasta olanlar ölmeye başlamıştı. Türklerde tayınlardaki adalet bozulmadığı gibi, yemek tayınları azaltılınca öncelik hasta olanlara, halsiz olanlara verilmişti. Diğer askerlerde hastalar dışlanıyor, Yüzbaşı İbrahim, askerleriyle tek tek ilgileniyor, hastalara bakması için daha iyi durumlardakilerden sağlık görevi yapacak gruplar oluşturuyordu. Soğuk kış şartlarından kolayca ölmesi beklenen hasta Türk esirleri ise, arkadaşlarından uzaklaştırılmak bir yana, üşümemeleri için sağlam arkadaşlarınca aralarında yatırılıp ısıtılıyordu. *** *** *** Türk askerleri sonunda uzun ve zor yolculuğun ağır zararlarını atlatmayı başarmış ve çoğu iyileşmeye başlamıştı. Yüzbaşı İbrahim, teğmeni ve çavuşlarıyla beraber her sabah ve her akşam içtima yapıyor, yoklama alıyordu. Esirler arasında disiplinsizlik çıkarmayı, propaganda açısından çok önemli gören Çinliler bu duruma kızıyorlardı. Sonunda bir bahane bulup yüzbaşıyı hapse attılar. Ertesi günlerde şaşkınlık Türkleri gözlemleyen Çinliler şaşkınlık içerisindeydi. Türkler, bu kez teğmenin emir komutası altında içtima yapıyor, bulundukları sahada temizlik yapıyor, hastalara bakıyor, hatta eğitim koşuları ve güreş müsabakaları yapıyordu. Esaretin olumsuz şartları, diğer ülke askerlerinde psikolojik sorunlar, kavgalar baş gösterirken Türk askerleri bunu eğitim, disiplin ve çalışmayla, dostluklarıyla yeniyordu. Bu yüzbaşının hücre hapsine atılmasıyla da değişmemişti. Birkaç gün sabırsızlıkla inceledikten sonra, Çinliler teğmeni de hapse atarak Türkleri subaysız bıraktı. Yine de disiplinin bozulmaması, çavuş ve askerlerin aynı düzeni devam ettirmesi Çinli uzmanlarca profesörlerce incelemeye alındı. Sonunda bu işin sırrını öğrenmek için subayları sorguya almaya, gerekirse işkence yapmaya karar verdiler. *** *** *** İki Türk subayı sorgu odasına getirildiklerinde, işkence aletlerini gördüler, birbirleriyle helalleştiler. Yüzbaşı İbrahim; -Teğmenim, anlaşılan bizden orduyla ilgili bilgi almaya kalkacaklar. Bildiklerimiz her ne kadar geçerli, güncel bilgi olmasa da, kendi birliklerimiz hakkında da, Birleşmiş milletler ordusu hakkında en ufak bilgi söylemeyelim. - Emredersiniz yüzbaşım. - Biz öyle veya böyle hakka kavuşacağız ama geride kalan arkadaşlarımıza utanç bırakmayalım. Onurumuzla ölelim. Hakkını helal et. - Helal olsun komutanım. - Benden yana da helal olsun. Çinlilerden, üst rütbeli olduğu anlaşılan birisi ayağa kalktı, sindirme korkutma amacıyla öfkeli bir şeyler söyledi. Bir yandan da işkence aletlerini gösteriyordu. Üzerinde bilerek temizlenmediği belli olan kan izleriyle dolu işkence aletlerine öz ucuyla baktılar. Dudaklarında dualar dolaşıyor, korkusuz bakışla, hatta gülümsemeyle şehadet getiriyorlardı. Çinli komutanın konuşması bitince, Çinli bir subay İngilizce olarak tercüme etmeye başladı. Türk askerleri Kore için hazırlanırken, Amerikalılarla, İngilizlerle aynı safta çatışacakları için İngilizcesi en iyi olan subaylar seçilmişti zaten. Çinlinin konuşmasını rahatça anlıyorlardı; -Komutanımız, Türk askerlerinde nasıl böyle bir disiplin sağladığınız açıklamanızı istiyor. Hangi eğitimler ve psikolojik düzenlemelerle sağladığınızı söylemezseniz işkence ile söyleteceklerini söyledi. Yüzbaşı, teğmene baktı. Her ikisi de kendilerini tutamayıp gülmeye başlamıştı. Az önceki Çinli komutan ayağa fırladı, öfkeyle bir şeyler bağırdı. Tercüme yapan subay telaşla konuştu; -Albayımız, size yapacakları işkence ile netice alamazsa, her gün askerlerinizden bir kısmını öldüreceklerini söyledi. Teğmen öfkeyle söylendi; -Bu milletler arası antlaşmalara aykırı! Yüzbaşı gülümsemeye devam ederek; -Teğmen, yol boyu esirleri öldürmek de anlaşmalara uygun değildi. Çinli tercümana dönerek devam etti; -Konuşacağım merak etme. Çinli subay, albayına bu sözleri çevirince çoğunun yüzünde şaşkınlık oluşmuştu. Bu kadar kolay cevap almayı beklememişlerdi. Albay sesindeki öfkeyi azaltmakla beraber, otoriter sordu, tercüman çevirdi; -Albayım, bu eğitimin tüm askeri aşamalarını, sırlarını istiyor. -Konuşacağım ama komutanına söyle bu askeri bir sır değil. Çinliler oturdu ve Türklerin konuşmasını izleyip, tercümanın çevirdiği cümleleri dinlemeye başladılar; -Siz önce beni, sonra teğmenimi askerlerimin yanından alarak disiplinsizlik oluşturmak istediniz ama biliniz ki, şimdi de çavuşları, onbaşıları hapsetseniz askerlerimizdeki disiplin bozulmaz. Son iki er kalsa da kıdemli olan komutayı alır, kıdemsiz olan da saygıyla itaat eder. -Bu nasıl olur, bunu hangi eğitim sağlayabilir? -Bu askeri bir eğitimden kaynaklanmıyor bu ata ocağından, ana ocağından örflerimizden, törelerimizden kaynaklanıyor. Türk’ün örf, töre kelimeleriyle zorlukla kurduğu İngilizce cümleyi, Çinli daha da zorlukla komutanlarına çevirdiğinde, hepsi merak içinde bakıyordu, yüzbaşı İbrahim devam etti; - Bu büyüklerine, askerde de amirlerine saygı ve itaat, asker ocağından önce verilir. Tüm cephane ve teçhizat yokluğundaki askeri başarılarımızın çoğu da atalarımızdan aldığımız bu terbiye ve disipline dayanır. Köylerimizde bile bu eğitim verilir ama askeri bir eğitimle değil. Ben Türk’üm, Türkiye’den de Çankırı’danım. Çankırı’daki köylerimizde Yaren vardır, yaren’in liderine saygı vardır. Kim yaren ağası, yani lider seçildiyse ona saygı gösterilir. Yaren ağası, garipleri, yaşlıları kollar, hata yapanları, saygısızlık yapanları cezalandırır. Bu Çankırı’da böyledir, başka şehirlerimizde başka başkadır. Mesela teğmenimin memleketi Urfa’da başka, askerlerimin memleketlerinde başkadır ama özü birdir, özü saygı ve disiplindir Tercüman kızarmış, ne yapacağını şaşırmış düşünürken, teğmen gülümsedi; -Komutanım, bu Çin’li sözlerinizi zor çevirecek ama çevirse de onların anlamaları çoook zor. Ahmet Ünal ÇAM |
|
|