|
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
|||
|
|||
Markalar.. Marka takıntısı olanlara gelsin..
Endonezya’daki Nike fabrikasının kapısında silahlı güvenlik görevlileri tarafından giriş-çıkışlarda işçilere çanta kontrolü yapıldığını biliyor muydunuz?
İşverenler, molalar dışında tuvaletleri kilitli tuttuklarından, GAP, Guess ve Old Navy için kıyafet dikilen bir fabrikada terzi kadınların kimi zaman tuvaletlerini makinelerin altındaki plastik torbalara yapmak zorunda kaldıklarını biliyor muydunuz? Ağustos 1995’te GAP’in El Salvador’daki fabrika müdürünün, sendika girişimi nedeniyle 150 işçiyi işten kovduğunu ve “Örgütlenme sürerse, fabrikada kan akacak” diyerek işçileri tehdit ettiğini biliyor muydunuz? 10 bin çocuğun belgeli köle işçi olarak işverenlere satılıp, damgalandığı Pakistan’da Nike, Adidas ve Reebok’un top üretmek için fabrikaları olduğunu biliyor muydunuz? Honduras’ta on üç yaşından beri, Lee Gifford için kıyafet diken bir fabrikada çalışan Wendy Diaz’ın “Benim gibi küçük yaşta yaklaşık yüz çocuk var. Bazen bütün gece bizi çalıştırıyorlar. Şefler bize bağırıyor ve daha hızlı çalışmamız için azarlıyorlar. Bazen müdürler kızlara dokunuyor. Şaka yapar gibi bacaklarınıza dokunuyorlar.” dediğini biliyor muydunuz? Honduras’ta bazı çalışan kadınların kürtaja zorlandığını, Meksika’daysa aylık ped kontrolü gibi aşağılayıcı uygulamalara maruz bırakıldıklarını, hamile kalan kadın çalışanlardan kurtulmak için işverenlerin işçilerle ortalama bir regl dönemi olan 28 günlük sözleşme yaptıklarını biliyor muydunuz? Shell, uygar dünya olarak gördüğü İrlanda’da folk festivallerine sponsor olurken, yerkürenin başka bir yerinde, Nijer deltasındaki yoksul Ogoni halkının topraklarında petrol çıkartıp, ekonomik faaliyetleri için pürüz çıkartan kişileri Nijerya askeri gücünü kullanarak saf dışı bırakıyor. Nike, ABD’de reklamlarında oynaması için Michael Jordan’a yıllık 20 milyon dolar öderken, Endonezya’daki taşeron işçilerine 1998 yılı fiyatlarıyla günlük bir doların altında maaş ödüyor. ABD’de Wal-Mart’ta satılan sıradan bir Disney tişörtü, Haiti’de o tişörtü yapan işçilerin beş günlük ücretine denk geliyor. |
#2
|
||||
|
||||
Konuya yakın olduğu için yeni konu açmadan buraya ekliyorum..
Yaşar Ali Meşe Az önce · İNSANLIĞIN BİTTİĞİ KARA YILLAR Gençler güce tapar,bu yaşlarının onlara verdiği doğal bir olgudur.Zamanla hayat arenasında pişe pişe ,duyguların değil, mantığın ön planda olduğunu,empati kurmanın önemini kavrarlar.Gönderi yaptığım sitelerde,özellikle gençlerin, nazi Almanyası'nı,bilinçsiz ve haksız şekilde yücelttiğini gözlemliyo rum.Zamanla, mantık zihinlerine egemen olduğunda,empati sahibi olmayı öğrenince ve vicdan denilen en etkili polisle tanıştıklarında bu hastalıklı düşünceden sıyrılacaklarını umut ediyorum.Bu yazıyı da amacıma uygun olur umuduyla sizinle paylaşmak istedim. İnsan,savaş tarihi boyunca kanlı katliamlar yapmış,kendi onuruna ve kurbanına ağır bir leke sürebilmiş tek canlıdır.Güç lünün haklı olduğu dünya arenasında,gelmiş geçmiş en sistematik katliamı,nazi denilen eşi benzeri görülmeyen canavarlar sürüsü yapmıştır.Kurbanların tek suçları Musevi,çingene yada eşcinsel,yada partiye muhalif olmaları idi.Üstün ırk inancıyla o kadar vicdanlarını törpülemişlerdi ki Almanya da 100 bin insanı sırf sakat ,yada akıl hastası diye igneyle uyutup yok edebildiler. Naziler, ilk toplama kampı Dachau’yu Hitler'in 1933 yılında iktidarı ele geçirmesinin hemen ardından kurmuşlardır. Savaşın sonuna kadar, 22 ana toplama kampının yanı sıra, 1.200 kamp, Aussenkommandolar ve binlerce daha küçük kamp kurulmuştur. 1945 yılında, Müttefik kuvvetleri Dachau, Bergen-Belsen, Buchenwald, Sachsenhausen, Auschwitz ve diğer yerlerdeki toplama kamplarını ele geçirdiğinde, dünya bu kamplardaki cesetlerin ve yarı ölü insanların görüntüleri ile şoka girmiştir. İnsanları “öteki olmaları” yüzünden ya da köle işçilikte kullanmak amacıyla kamplara hapseden Nazilerin bu korkunç suçundan geriye sadece bunlar kalmıştı. Toplama kampları, özellikle Yahudileri ve diğer kurban gruplarını kitlesel olarak katletme amacı ile inşa edilen imha kamplarından farklıydı. Buna rağmen, toplama kamplarında da binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Bir toplama kampına kapatılmak, insanlık dışı zorla çalıştırmaya, korkunç gaddarlıklara, açlığa, hastalıklara ve rasgele infazlara maruz kalmak anlamına geliyordu. Birkaç yüz bin insanın kurulan bu toplama kamplarında öldüğü kesin olarak bilinmektedir. Öte yandan, imha kamplarında üç milyonun üzerinde Yahudi öldürülmüştür. Başlangıçta, toplama kamplarının ilk sakinlerini Nazi rejiminin siyasi muhalifleri oluşturuyordu. Ancak, Yahudiler, Çingeneler ve suçlular gibi “farklı” insanlar da, Nazilerin ırka dayalı ve tasnif ideolojisi adına yakalanarak toplama kamplarına konuluyordu. Naziler, insanları “koruyucu nezaret” (Schtzhaft) ile gözaltına alma yetkisini, 28 Şubat 1933 tarihli Reichstag Yangını Kararnamesi ila aldılar. Bu, SS ve polis kuvvetinin başı olan Heinrich Himmler’in yönetimi altına verilen örgütlü ve merkezi olarak yönetilen bir kamp sistemine giden yolda bir başlangıç oldu. Kamplar, amaçları ve işlevlerine göre farklı kategoriler altında toplanabilir. Zorla çalıştırma kampları, çalışma ve ıslah kampları, savaş esiri kampları, transit kampları, polis kampları, kadın kampları ve getto kampları. İmha kampları, Nazi kamp sistemi içinde özel bir konuma sahipti. Tipik olarak bir toplama kampı, kaçışı önlemek için dikenli teller, gözetleme kuleleri ve muhafızlar ile çevrili barakalardan oluşuyordu. Kamp sakinleri aşırı kalabalık barakalarda yaşıyor ve ranzalarda uyuyorlardı. Örneğin, zorla çalıştırma kamplarında, kamp sakinleri günde 12 saat boyunca ağır fiziki işlerde çalıştırılıyor, çaput giyiyor, çok az yemek yiyebiliyor ve sürekli olarak bedeni ceza tehdidi altında yaşıyordu. Hatta mahkumlara özellikle vitaminsiz besinler verilerek gıdasızlıktan ölmeleri bekleniyordu. Hastalar, yaşlılar ve iş temposuna ayak uyduramayanlar “seçilerek” gazla, enjeksiyon ile veya vurularak öldürülüyordu. Nazi doktorlarının tıbbi deneyleri sonucunda üretilen Zyklon B gibi kitle imha gazları, gaz odalarına alınan yüzlerce insanın bir kerede öldürülmesini sağlıyordu. Kimileri ise, insanın kanını donduran sözde bilimsel deneylerde kobay olarak kullanılmak üzere seçiliyor, çok sıklıkla da bu deneyler esnasında hayatını kaybediyordu. Bunlara, Muselmanner haline gelen mahkumların bekleyen korkunç kader de ekleniyordu. Bu terim, yetersiz beslenme ile adeta yaşayan ölü, yuvarlak omuzlu yaşayan iskelet haline gelmiş kamp sakinlerine verilen isimdi. Muselmanner, ya öldürülüyor ya da infaz edilmeden önce ölüyordu. Esirler özellikle çocuklar üzerinde korkunç bilimsel deneyleri burada yazmak istemiyorum.Midem kaldırmadığı için değil,bu yazıyı okuyan duyarlı insanların üzülmesini istemiyorum.Resimdeki çocukların gözlerine bakarsanız savaşın ve ideolojik saplantının ne iğrenç olduğunu anlayacaksınız. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Makam ve etiket takıntısı olanlara.. | Dua | Derin Konular & Beyin Fırtınası | 18 | 17.07.20 02:11 |