illuminatinin Doğuşu ve Sır Perdesi - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > Serbest Bölüm > Off Topic > Sizden Gelenler

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 11.05.16, 17:14
Jq Jq isimli Üye şimdilik offline konumundadır
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Mesajlar: 491
Etiketlendiği Mesaj: 13 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart illuminatinin Doğuşu ve Sır Perdesi


Aslında illuminati için Dünya'nın kontrol merkezi desek, pek de yanılmış olmayız. Çünkü bu örgüt, bulunduğumuz sistemin başında yönetici katogerisinde bulunanların doğrudan veya dolaylı olarak illuminati'ye hizmet ettiği var sayılıyor. İlk olarak 1 Mayıs 1776"²da Adam Weishaupt isimli Kabbalacı bir Hukuk Profesörü ve Baron von Knigge ile kurulan gizli topluluktur. Ayrıca İlluminati'nin sözcük anlamı "˜Aydınlanmış Olanlar' anlamına gelmektedir.
Rönesans döneminde kurulmuş olan bu topluluğun amacı kelime anlamına eşdeğer olan insanların düşüncelerini hür kılmak, dinsel dogmatik düşüncelerden arındırmak ve Newtoncu pozitif bilimi geliştirmek olsa da, Dünya siyasi tarihinin en fazla komplo teorisi almış topluluğudur. Son derece gizlilik içinde tutulan üyelerin kayıtları ve bilgilerini kimse biImemekteydi. Üyerlerin her birinin kod adları olup, yazışma ve haberleşmede bu takma adlar kullanılmaktaydı. Örnek vermek gerekirse, Adam Weishaupt'un kod adı "˜Spartacus' idi.
En başta 12 kişilik üye ile kurulan bu topluluk daha sonra 80 kişiye ulaşmıştır. 1874"²de İlluminati, gizli siyasi amaçları olduğu öne sürülerek yasaklanmıştı. Fakat benimde en dikkatimi çeken nokta ise 19. yüzyılın başlarında ünlü Alman filozof Hegel'in katılımı bu topluluğa yeni bir nefes, canlılık katmış ve İlluminati eski parlak dönemine geri dönmüş.
İlluminati, üyesi olan Hegel'in tez-antitez kuramlarıyla Yeni Dünya Düzeni düşüncesinin geliştiği bir ütopya topluluğu haline gelmiştir. İlluminati daha sonra dinsel dogmatik düşüncelerin egemen olduğu İtalya'ya ulaşmıştır ve ünlü rönesansçı şahıslar tarafından Katolik Kilisesi'ne siyasi bir savaş başlatmıştır. Bu savaşın amacı ise bilimin ispatladığı gerçekler için kiliseyi ikna ettirmekti.
Günümüzde dahi son derece faal olan bu örgüt birçok siyasi, askeri ve ekonomik olayın sorumlusu haline gelmiştir.Birçok ABD Başkanı illuminati'ye hizmet etmiş olup alınan tüm siyasi kararların illuminati'den geçtiği düşünülüyor.
Myron Fagan'a göre Waterloo Savaşı, Fransız İhtilali ve açıklanamayan John F. Kennedy suikasti bu örgütün işidir. Dikkat çeken başka nokta ise Holywood film sektörü bu örgütün elindedir. Günümüzde ise 10 adet yöneticisi ve 300"²e yakın alt kadrosu bulunduğu, bu grubun içinde tanınmış ünlüler, bankacılar ve sanatçıların bulunduğu iddia edilmektedir.

Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 11.05.16, 17:15
Jq Jq isimli Üye şimdilik offline konumundadır
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Mesajlar: 491
Etiketlendiği Mesaj: 13 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Gelelim bu Dünya’yı yöneten bu dev örgütün nasıl yürütüldüğüne: Öncelikle her yıl bir kere toplanan İlluminati topluluğu, ‘Yeni Dünya’ ve ‘Tek Din’ planlarını masaya yatırıyor. Peki bunu nasıl yapmayı planlıyorlar? Kendi düzenlerini, ilkelerini benimsetmek ve yoluna koymak için ülkeler arası çıkar kavgaları, ekonomik krizler ve terrör yanlısı savaş sinyalleri ile ellerinde tuttukları güç ile Dünya geleceğine yön çiziyorlar. Peki bunu neden mi yapıyorlar? işte sebebi; İlluminati örgütünün esas ilkesi ‘kaostan kaynaklanan düzen’ olarak nitelendirilen var olan rejimi bozup, tek devlet ve tek dine dayalı istedikleri tek dünyayı kurmak.
Örgütün geçmişinde ki diğer ilginç nokta ise tarihe göz attığımızda ortaya çıkmakta. İlluminati’nin seçkin üyeleri Yuvarlak Masa tabirini verdikleri plan ve programların görüşüldüğü bir konsey oluşturdular. Oluşturdukları alt kadrolar diğer ülkelere yayılmış ve devlet adamlarını kapsamaktaydı. Bunun etkisi ise I. Dünya Savaşında görülüyordu. Peki nasıl mı? Savaşta yer alan karşıt ülkelerin temsilcileri savaşın devamında Yuvarlak Masa’da bir araya gelip savaşın gidişatı ve sonucunda çıkacak çıkar ortamları konusunda planlarını görüşüyorlardı. Savaşın çıkış sebebinden, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar plan program içinde olan İlluminati, savaşların sonucunda çıkan düzensizlikten faydalanıp hedeflerindeki Tek Dünya için bütün ülkeleri çemberi içine almış olucaktı.
Bu bilgiyi de sizinle paylaşmak isterim ki; İlluminati’nin On Gizli Liderinin serveti, 102 bagımsız devletin gayri safi milli hasılasından daha fazladır. Şu anda ABD’nin uyguladığı diğer strateji ise enerji kaynaklarını ele geçirmektir. Hatta ABD’den Christoper Fettews, Parameter dergisindeki makalesinde şöyle diyor: Orta Asya ve Hazar denizini merkez bölge olarak niteleyip, bu bölgenin önemli Enerji kaynaklarına sahip olunmuştur. Söz konusu rezervlerin kontrolü için ABD, Rusya, Çin, İran ve Türkiye büyük Satranç oyununda rol almaktadırlar.
11 Eylül olayı da bu satranç oyununun hamlelerinden biriydi sadece. Fakat bu olayların suçlusu olarak görülen ABD yönetimi bu planın sadece aracılığını üstlenmişti. Asıl yöneten kişiler İlluminati’nin seçkin üyeleriydi. Birçok araştırmacının ortak görüşe vardığı kanı ise ABD’nin 100 yılı aşkındır İlluminati’nin kontrolü altında olması.
Dünya’nın en büyük Siyonist örgütü olan İlluminati’nin iç çemberinde bulunan seçkin üyelerinden biri ise ABD’nin tanınmış zengini David Rockefeller olduğu söyleniyor. 91 yaşında olan Rockfeller dünyanın en büyük bankalarından Chase Manhattan Bank, Citibank ve Standard Oil, Mobil gibi dünya petrol pazarını elinde tutan dev şirketlerin en büyük hissedarıydı. Şirketlerinin cirosu dünyadaki pek çok devletin yıllık gelirlerinden daha fazla olduğu söyleniyor. Aşağıdaki resimde 1 Amerikan Dolar’ının üstündeki illuminati simgeleri belirtilmektedir.

Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 11.05.16, 17:15
Jq Jq isimli Üye şimdilik offline konumundadır
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Mesajlar: 491
Etiketlendiği Mesaj: 13 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

İşte günümüzde yer alan olayların birçoğu bu kuruluşun elindedir. Sadece siyasi değil, bütün insanlığa ulaşabilecek bütün yayın organlarını kullanmaktadırlar. Peki ya Bilgisayar oyunları? Cizgi filmler veya herkesin dilinden düşürmediği şarkıların içeriğindeki mesaj? Evet bu konu bizi en tedirgin eden nokta. Dünyaca ünlü MMORPG online oyunlar birçok masonik etkileşim aracıdır.
Algının en güçlü ve karakter arayışının çocukluk çağında olduğunu hepimiz biliyoruz ve bazı cizgi filmler de rol alan karakterler ve simgeler İlluminati eğilimli mesajlar vermektedir. Günümüzde ünlü camiasından birçok kişi bu topluluğa bağlı olduğunu iddia ediyor, belki doğru belki de dikkat çekmek amaçlı ama şunu bilmeliyiz ki yaşadığımız çevrede gelişen teknoloji ve medya ile birlikte her sektörde varolan bir örgüttür illuminati. Kimbilir belki bizde bu topluluğa doğrudan ya da dolaylı olarak hizmet edenlerden bazılarıyız. Bu konuya ilgi duyanların ise ‘Mozart’ın Yapıtlarındaki Masonik Örgü’ kitabını okumasını tavsiye ederim


Mozart, Mason Derneği için bazı yapıtlar ve bir de Masonik bir alegori olan Sihirli Flüt operasını bestelemiştir. Bunun dışında benzer motifler içeren daha başka, enstrümantal birtakım yapıtları da vardır. Katharine Thomson bu kitabında Wolfgang Amadeus Mozart (1756-1791)’ın mason olduğu ve eserlerinde masonluk sırlarını ifşa ettiği için öldürüldüğü iddiasından yola çıkar
Ecevit’in Hastalığı İsrail Tezgâhı mı İlâhî Ceza mı?
Öncelikle şunu ifade edelim. Bülent Ecevit, eğer o sözleri söylememiş olsaydı, bu kadar sahipsiz kalır mıydı? Onu alaşağı etmeye yönelik ayak oyunlarına, tezgâhlara ve Bizans entrikalarına bu millet, hiç bu kadar tepkisiz kalır mıydı? Ama, ne zaman ki O sözleri söyledi; önce oy olarak düştü, sonra da güçten, kuvvetten düştü ve birilerinin oyuncağı oldu!

.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 11.05.16, 17:16
Jq Jq isimli Üye şimdilik offline konumundadır
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Mesajlar: 491
Etiketlendiği Mesaj: 13 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

HADDİNİ BİLDİRİN!
O sözler malûm. Ecevit, Meclis’te yemin töreninin yapıldığı 2 Mayıs 1999′da; Genel Kurul Salonu’na başörtüsü ile gelen Merve Kavakçı‘yı hedef alarak diyordu ki;
Burası hiç kimsenin özel yaşam mekânı değildir. Burası, devletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar, devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar. Burası, devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!
Eline tutuşturulan kâğıttan bunları okuyan Ecevit, bir gün yalnız kalacağını bilseydi, acaba Merve Kavakçı’nın şahsında başörtülü hanımları hedef alır mıydı?
Elbette bilemem.
Zaten, şu an hesabını da veriyor, ya da Hesap Günü verecek olmalıdır!
Ama o sözlerin bedelini ödedi! Merve Hanım’a haddini bildirin derken, millet ona haddini bildirdi!
1999 seçimlerinde yüzde 22.1 oy alıp Başbakan olan Ecevit, 2002 seçimlerinde yüzde 1.2 oy aldı ve bir daha da belini doğrultamadı! Gördü ki; Bu ülke, başörtüsüne meydan okunacak topraklar değildir!
İSRAİL’İ SOYKIRIMLA SUÇLAYINCA!
Ecevit’in yerinden kalkamayan Başbakan olmasında; tek sebep, elbette İlâhî adalettir. Ecevit, Merve Kavakçı’nın şahsında başörtülülere dil uzatmanın bedelini; yüzde 22′den yüzde 1′e düşmekle ödemiştir!
Bugün, düşünmeden edemiyorum.
Bunda İsrail’in de rolü var mıdır acaba? Bu da nereden çıktı? derseniz, derim ki;
Unutmuştum. Ben de DSP Genel Başkanı Masum Türker söyleyince hatırladım!
Efendim, birkaç gün önce Beyaz TV’de Ecevit’in hastalığı ve hastane serüveni tartışılıyordu. Programda, Ergenekon Dâvâsında tanık olarak dinlenen Ecevit’in eski Koruma Amiri ve eski DSP Milletvekili Recai Birgün vardı. Programa telefonla bağlanan DSP Genel Başkanı Masum Türker de; Mehmet Haberal‘dan Sinan Aygün‘e kadar birçok ismin Ecevit’e komploda rol aldıklarını söyledikten sonra, dedi ki;
İşin içinde İsrail de olabilir! Çünkü Ecevit, İsrail’e ağır suçlamalar yöneltmişti. Zaten, Ecevit’in sağlığı da bu demeçten sonra bozuldu!
Ne yalan söyleyeyim; Unutmuşum!
Evet, Ecevit’in İsrail aleyhinde söylediği sözleri unutmuşum.
Hafızamı yoklayınca, hatırladım.
Ecevit, gerçekten de 4 Nisan 2002′de, DSP Grubu’ndaki konuşmasında İsrail‘i soykırım yapmakla suçlamış ve demişti ki;
Filistin devleti yok ediliyor. Arafat şimdi İsrail askerlerinin elinde tutsak durumda! Ya sürgüne gidecek ya da belki canından olacak. Yalnız Arafat değil, tümüyle Filistin devleti adım adım yok edilmekte. Filistin halkına karşı dünyanın gözleri önünde soykırım uygulanmakta. İsrail yönetimi BM Güvenlik Konseyi kararlarına da meydan okumakta.
Dediğim gibi; Ecevit’in 4 Nisan 2002′de yaptığı bu konuşmayı unutmuşum. Acaba, Masum Türker’in iddia ettiği gibi, Ecevit’in başına gelenler bu konuşmadan sonra mı oldu?

Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 11.05.16, 17:17
Jq Jq isimli Üye şimdilik offline konumundadır
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Mesajlar: 491
Etiketlendiği Mesaj: 13 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Tıp Profesörü Mehmet Haberal ve Bülent Ecevit

BİR AY SONRA HASTANEDE!

Bana sorarsanız;
Pek de yabana atılır bir iddia değil. Masum Türker, haksız sayılmaz.
Hele de tarihlere bakınca!
Ecevit’in; İsrail’i soykırım yapmakla suçladığı tarih, 4 Nisan 2002.
Lütfen dikkat;
4 Mayıs 2002′de de, yani tam 1 ay sonra da, hastalık gerekçesiyle apar-topar hastaneye kaldırılıyor!
Evet, Başkent Hastanesi’ne!
Tarih 4 Temmuz 2002.
Dönemin ATO Başkanı Sinan Aygün, dönemin DİSK Başkanı Süleyman Çelebi ile görüşmektedir. Sinan Aygün, makamında görüştüğü Süleyman Çelebi’ye demektedir ki; Başbakan Ecevit’in vesayet altına alınması için yarın mahkemeye başvuracağım!
Tabiî, Çelebi’de tık yok!
Tarih, 5 Temmuz 2002.
Sinan Aygün, dediğini yapar.
Koltuğunun altına alır dosyayı, doğru mahkemeye! Bir ATO heyeti ile birlikte, dilekçesini mahkeme kalemine sunar. Sinan Aygün’ün dilekçesinde, özetle şu gerekçeler bulunmaktadır:
Başbakan Bülent Ecevit, 1982 Anayasası ile kendisine verilen görevleri yapmaktan, hatta kendi ihtiyaçlarını bile karşılamaktan uzaktır! Ecevit’in sağlık durumu bozulmuştur! İki aydır makamına bile gelemiyor, Türkiye’yi yurtdışında temsil edemiyor! Hukuk düzenimizde ve idari yapımızda Başbakan’ın üstlendiği ağır görevler dikkate alındığında, Sayın Bülent Ecevit’in sorumluluklarını yerine getirip getiremeyeceğinin tespitinin gerekli olduğu düşünülmektedir.
Dilekçesinde bunları yazan Sinan Aygün, talebini de şöyle dile getirir:
Türk Medeni Kanunu’nun 405. ve ilgili maddeleri uyarınca Bülent Ecevit vesayet altına alınmalıdır!
Dahasını da der Aygün;
Sayın Bülent Ecevit’in hastalığının faturası 3 milyar dolardır. Her gün faiz oranları yükselmekte, ekonomi kötüye gitmektedir. Artık sayın Ecevit’in çekilmesi gerekiyor.
Bunu söyleyen, sadece Sinan Aygün de değildir. Aynı talep, Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek tarafından da dile getirilmektedir.
O da şöyle demektedir:
Yürüyebilen bir Başbakan’a ihtiyacımız var! Ecevit’le bu işler yürümez!
Ecevit, kendisine yönelik; Azledilsin taleplerine şöyle karşılık verir:
Ben gidersem kaos olur!
Aygün cevap verir:
Atatürk, İnönü, Özal gittiğinde kaos oldu mu ki, siz gidince olsun!
Uzatmayalım. Dâvâ dosyası 16. Sulh Hukuk Mahkemesi’ne gelir.
Sizce de enteresan değil mi?
Ecevit, 4 Nisan 2002′de İsrail’in, Filistin’de soykırım uyguladığını söylüyor. 4 Mayıs 2002′de, hastalık gerekçesiyle hastaneye kaldırılıyor, 4 Temmuz 2002′de Sinan Aygün iş göremez raporu almak için nabız yokluyor, 5 Temmuz 2002′de de vasi tayini için mahkemeye müracaat ediyor.
Tekrar edelim.
4 Nisan 2002. İsrail’e suçlama!
4 Mayıs 2002. Hastaneye götürülüş.
4 Temmuz 2002. Vasi girişimi.

Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 11.05.16, 17:17
Jq Jq isimli Üye şimdilik offline konumundadır
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Mesajlar: 491
Etiketlendiği Mesaj: 13 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Mason Sinan Aygün
DSP’DEN İSTİFALAR
Peki, Haziranda neler oldu? MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin; 3 Kasım’da erken seçime gidelim sözü üzerine DSP’de deprem yaşandı.
Tarih 8 Temmuz 2002. Rahşan-Bülent Ecevit çiftinin kaprisleri, hükümeti tam anlamıyla çökertti. Yıllardır Başbakan Ecevit’in sağ kolu olan Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan ile DSP’li Kültür Bakanı İstemihan Talay ve Devlet Bakanı Recep Önal ile Mustafa Yılmaz peş peşe istifa ettiler.
Ardından, DSP’li milletvekillerinin de istifaları yağmur gibi yağmaya başladı. Böylelikle; Apo sayesinde iktidara oturan DSP ve Anasol-M, saman alevi gibi birkaç saat içinde söndü!
Tarih 12 Temmuz 2002. DSP’deki toplam istifalar 44′e yükseldi ve partinin TBMM’deki sandalye sayısı 128′den 84′e, koalisyonun sandalye sayısı da 334′den 290′a düştü. Bağımsızların sayısı ise 57′ye yükseldi. Böylelikle bağımsızlar, AK Parti ve SP’nin sandalye sayısını geçerken DSP de 85 milletvekili olan DYP’nin sandalye sayısının altına düştü. Muhalefet ve bağımsızların sayısı da DSP’li istifacılar dahil 247′ye yükselmiş bulunuyor. TBMM’de 537 milletvekili var.
Tarih 22 Temmuz 2002. DSP’den istifa eden milletvekillerinin kurucuları arasında yer aldığı Yeni Türkiye Partisi’nin kuruluş dilekçesi, İstemihan Talay, Metin Bostancıoğlu ve DSP’den istifa eden bir grup milletvekili tarafından İçişleri Bakanlığı’na verildi.
Hüsamettin Özkan’ın toplantılara katılmaması dikkat çekerken, geniş tabanı kapsayacak denilmesine rağmen kurucular arasında DSP’den istifa eden milletvekillerinin dışında kimsenin bulunmadığı gözlendi.
Partinin kuruluş dilekçesinin verilişinin ardından TESK Otel’de yapılan Kurucular Kurulu toplantısında İsmail Cem, toplantıya katılan 59 üyenin oybirliğiyle genel başkanlığa getirildi.
Uzatmayalım. Türkiye; Başkent Hastanesinde uygulanan tedavi ile yerinden kalkamaz hâle getirilen Ecevit’le 3 Kasım 2002′de seçime gitti. 1999 seçimlerinde yüzde 22 olan DSP’nin oyu yüzde 1′e düştü.
Tabiî, düşen sadece DSP olmadı, Ecevit de güçten-kuvvetten düştü.
ÖDÜLLENDİRİLDİLER Mİ?
Bana sorarsanız; Bu İlâhî bir cezadır!
Ama, İlâhî cezaya inanmayanlar; 4 Nisan 2002′de; İsrail, Filistinlilere soykırım uyguluyor diyen Ecevit’in, tam 1 ay sonra 4 Mayıs 2002′de hastaneye kaldırılmasına ve iş göremez hâle getirilmesine herhalde komplo teorisi demez!
Buna komplo teorisi diyenler; Ecevit’in sağlığını bozmakla suçlanan Mehmet Haberal ile, Ecevit hakkında vasi tayini talep eden Sinan Aygün’ün, bugün CHP’den milletvekili olmalarını nasıl izah ederler acaba?
Bu da mı komplo teorisi?
Yoksa, bir ödüllendirme mi?
Ya da, ya da; Mason dayanışması mı?
(Hasan Karakaya, 2012-06-03
İran’dan Barnabas İncil Açıklaması
İran‘da Devrim Muhafızları ile bağlantılı Basij Press sitesi, Türkiye’nin elinde bulunan Barnabas İncilinin Hıristiyanlık dinini çökerteceğini ileri sürdü. İngiliz Daily Mail gazetesi Barbaranas İncili’nin orijinalinin Ankara Adalet Sarayı’nda olduğunu öne sürerek adalet sarayının bir fotoğrafını paylaştı. Daha önce sözkonusu İncil’in Türk Genel Genelkurmay Arşivi’nde olduğu öne sürülmüştü. Hatta Büyük Birlik Partisi yetkilileri helikopter kazasında hayatını kaybeden Muhsin Yazıcıoğlu‘nun Barbanas İncili ile ilgili çalıştığını belirterek ve ölümüyle bunun bağlantılı olabileceği gündeme gelmişti.
Hazreti İsa’nın havarilerinden Barnabas‘ın yazdığı ve İslamiyet’in gelişini haber verdiği söylenen İncil’in bir versiyonunun, 12 yıl önce düzenlenen bir kaçakçılık operasyonunda Türk askerlerinin eline geçtiği ifade ediliyor. İran kaynakları İncil’in halen Türk ordusunun elinde bulunduğunu ve “Siyonistlerin ve Batı yönetimlerinin kitapta yer alan iddiaları örtbas etmek istediğini” iddia ediyor.
Vatikan yetkililerinin kitabı incelemek için Türkiye’ye başvuruda bulunduğu ve Türk yönetiminin İncil’i kamuoyuna açıklamayı planladığı iddialar arasında. Vatan’da yer alan habere göre, Hıristiyan dünyasınca sahte olduğu öne sürülen Barnabas İncili’nin 41′inci bölümünde, cennetten kovulan Hazreti Adem’in geriye dönüp baktığında kapının üzerinde, “Allah birdir ve Muhammed onun elçisidir” yazdığını gördüğü öne sürülüyor. Kitapta ayrıca, Hazreti İsa’nın asla çarmıha gerilmediği, Tanrı’nın oğlu olmadığı ve Hazreti Muhammed‘in peygamber olarak geleceğinin öngörüldüğü söyleniyor.

Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 11.05.16, 17:18
Jq Jq isimli Üye şimdilik offline konumundadır
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Mesajlar: 491
Etiketlendiği Mesaj: 13 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Soysuzların Sezaryen Planı

Başbakan Tayyip Erdoğan, önceki gün İstanbul’da Uluslararası Parlamenterler Konferansı’nda yaptığı kürtaj açıklamasını dün bir adım ileri götürerek sürdürdü. Ankara ASKİ Spor Salonu’nda yapılan AK Parti Genel Merkez Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi’nde, kürtaj ve sezaryeni eleştiren Erdoğan, vurgusunu, gündemdeki ‘Uludere‘ tartışmasıyla kuvvetlendirdi. “Ben sezaryenle doğuma karşı olan bir başbakanım.” diyen Erdoğan, “Bunların planlı yapıldığını, özellikle yapıldığını biliyorum. Bunun bu ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum.” açıklamasını yaptı. Kürtajla ilgili ifadesini hatırlatırken de, “Bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere ve medya mensuplarına sesleniyorum. Yatıyorsunuz, kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir.” dedi. Başbakan, anne karnında bir yavruyu öldürmenin doğumdan sonra öldürmekten hiçbir farkı olmadığını savundu.
Karun Gibi Şişenler Kim?
28 Şubat’ın hemen ertesinde gelen. Ekonomik krizleri hatırlayın. Türkiye bir gecede yoksullaştı. Gecelik faizin bin 500′e çıktığı dönemi. 8000′e çıktığı anı hatırlayın. Acaba kimler vurgunu vurdu burada? Aslında o vurguncuların hesaba çekilmesi lazım. Suç duyurusu yapıyorum burada” Bu sözler Başbakan Erdoğan‘a ait.
Gerçekten birileri o dönemde fena halde. Malı küfelerle götürdü. Memlekette üretimin durduğu. Fabrikaların kapanmaya başladığı dönemdi. Bir profesör ekranlara çıkıyordu. “Üç kağıt ekononomisi var memlekette. Döviz, borsada hisse senedi, tahvil” diye. Bas bas bağırıyordu. Parası olan Parasını Kağıda yatırıyordu. 28 Şubat’ın dizayn ettiği yeni hükümet. MGK toplantısında Bir Anayasa kitapçığı fırlatma krizi yaşadı. Hep merak etmişimdir mesela. O kitapçığı Cumhurbaşkanı fırlattı. Neden MGK toplantısı biter bitmez açıklanmadı? Niçin Hükümet üyeleri Başbakanlığa gidip. Toplantı yaptıktan sonra açıkladılar? Arada geçen saatler içinde. Kimlerin nasıl haberi oldu olaydan? Çünkü daha açıklama yapılmadan. Birileri patır patır hisse sattı borsada. Kağıtlar dibe vurdu. O kitapçık krizinin yaşandığı saatten açıklandığı saate kadar borsada satış yapanlar karun gibi şiştiler. Kim bunlar? Evet buradan soruyorum. Sahi kim bu Karunlar?
Rahmetli Sakıp Sabancı. O günü anlatırken. “Bir gecede 100 milyar dolarım. 60 milyar dolara indi” diyordu. Soygunu ve vurgunu böyle anlatıyordu. Sadece Sabancı’nın 40 milyar dolarını. Götürenler kimler? Ve dahası. Başbakan suç duyurusunda bulunuyor da. Koskoca Sabancı Holding. Neden sessiz kalıyor? 40 milyar dolarını çalanların peşine. Niçin düşmüyor? Neden gıkını çıkarmıyor? DHKP-C diye bir örgüt. Sabancı Holding’e çaycı olarak sızıp. Özdemir Sabancı‘yı hunharca öldürdü. Şimdi görüyoruz ki bu örgüt. Derin yapılanmanın maşasıymış. Taşeron çete firması yani. Kimler Sabancı’nın öldürülmesi için. Taşerona neden havale ettiler? Sabancı’nın yakınları da dedektifler tutup olayı araştırdı. Bir yerde durdular. Araştırmaların sonucunu rafa kaldırdılar. Tek kelime açıklamadılar. Neden? Niçin susuyorlar? Bu sorular cevap bulduğunda. Belki de Başbakan’ın işaret ettiği vurguncular. Çorap söküğü gibi. Bir başka deyişle. Kabak gibi ortaya çıkacak. İşte o günleri de göreceğiz elbet. Birileri derinlerin avukatlığından istifa edip doğruyu gördüğü zamanda. (Bekir Hazar, Nisan 2012)

Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 11.05.16, 17:18
Jq Jq isimli Üye şimdilik offline konumundadır
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Mesajlar: 491
Etiketlendiği Mesaj: 13 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Amerika ve İslam Medyası
Suriye’nin başkenti Şam’dayız. Şam Üniversitesi Profesör’lerinden Mehmet Bey’le Damascus otelin lobisinde sohbet ediyoruz. El Cezire’den şikayet ediyor:
- El cezire nereye büro açtıysa, orası karıştı.
- Mesela?
- Mesela Libya bürosunu açtı, Libya karıştı.
- Tunus bürosunu açtı Tunus karıştı.
- Suriye bürosunu açtı. Suriye karıştı.
- Yani neresi karışıyorsa oraya büro açıyor?
- ayır. Nereye büro açıyorsa orası karışıyor!
Sustu. Sonra birden beni şok eden o soruyu sordu?
- Bil bakalım? dedi.
- El Cezire Türk ilk bürosunu nereye açtı?
- Nereye?
- Diyarbakır’a!
Baktım, doğru.
Şu anda İslam ülkelerine yayın yapan Radyo Sawa ve El Hurre televizyonu bizzat Amerika tarafından fonlanıyor.
CIA ile birlikte çalışan Rand Corporation’un, raporuna göre; bu iki kanalın Amerikan yönetimine maliyeti yıllık 700 milyon dolar!
El Hurre televizyonu uydu üzerinden yayın yapıyor. Hurre; “özgür kadın!” demek.
Radyo Sawa ise pop müzik ve haber kanalı. Şu an Ortadoğu’da en popüler radyo istasyonlarından biri. Özellikle arap gençler üzerinde etkili.
Sıkı durun; ABD destekli Radyo Sawa ile El Cezire’nin Ankara Büroları aynı adres. Temsilcileri de aynı kişi!
Ortadoğu uzmanı Hüsnü Mahalli geçen haftaki yazısında; “El Cezire televizyon gibi değil, CIA ve Mossad’ın operasyon merkezi gibi çalışıyor” dedi.
Birkaç gün önce gazetelerde; “Suriye ile ilgili yalan haber yapmaya zorlandıkları için El Cezire’den 5 muhabir istifa etti!” haberini görünce aklıma bu notlar geldi.
Sizce de yeterince tuhaf değil mi?

(Mustafa Yılmaz, Nisan 2012)

Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 11.05.16, 17:19
Jq Jq isimli Üye şimdilik offline konumundadır
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Mesajlar: 491
Etiketlendiği Mesaj: 13 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Süttozu Kardeşliği
Dumlupınar İlkokulunda okudum.
Yıl 1967.
Birinci sınıf öğretmenimiz Oğuz Bey.
Müdürümüz Hamdi Çağatay.
Evden çıkarken annem beslenme çantamı hazırlardı.
Bir küçük poğaça, bir temiz peçete ve bir bardak.
İkinci ders ortalarında, okul hademe annemiz kapıyı çalar ve süt saati geldiğini öğretmenimize hatırlatırdı.
Müthiş bir centilmen olan öğretmenimiz Oğuz Bey, “Çocuklar defter ve kitaplarınızı toplayın, şimdi süt içeceksiniz” komutunu alınca gözlerimiz çakmak çakmak olurdu.
Önce geniş peçetemizi sıramızın üstüne yayar, poğaçamızı çıkarır, bardağımızla süt alma sırasına girerdik.
Sıcak sıcak kaynamış sütümüzü afiyetle içerdik.
Okulun sokak girişinde taş merdivenler vardı.
Okula gidiş ve gelişlerde bu taş merdivenlere bırakılmış süt torbalarını görürdük.
Üzerindeki resmi asla unutmuyorum.
Birbirine kenetli iki el ve her elin üstünde iki ayrı ülke bayrağı:
Amerika ve Türkiye.
Yıllar sonra öğrendiğim üzere bu sütler Amerika’dan “Marshall Yardımı” adı altında alınan bedava sütlermiş?
Pardon süttozları.
İlkokuldaki arkadaşlarımızla hala kendi aramızda birbirimize “süttozu kardeşim” diye hitap ederiz.
60’lı yıllarda başlayan bu yardım altında sadece süttozu değil, balıkyağı ve peynir yardımı da alınmış Amerika Birleşik Devletlerinden.
Ve işin en ilginci bu bedava yardımlardan sonra ne olmuş biliyor musunuz?
Anadolu tarihinde ilk kez çocuk felci vakaları hortlamış!
Ve güzel yurdumun aziz sağlık politikaları bizi aniden “Çocuk felci aşısı” girdabına sokmuş!
Çocuk felci aşısı rutin aşılar arasına da dahil edilmiş bu süreçte.
Siz sormadan ben söyleyeyim,
Bu aşılar Türkiye’ye bedava mı verilmiş?
Hayır, şeker kardeşim, bu aşılar Türkiye’ye büyük paralarla satılmış!
Küba kanser aşısını bulan ilk ülkelerden.
Küba’nın kanser aşısını, yoksul ülkelere ilacını, isteyen zengin ülkelere de patentini ücretsiz verdiğini notlarım arasında size aktarayım.
Neden?
Çünkü, Küba’da “İnsan sağlığı ile ticaret olmaz” prensibi var.
Oldum olası AB, ABD ve İsrail üzerinden gelen firmaların ücretsiz ikramlarına hep kuşku ile bakarım.
Şimdi ABD menşeli bir kola firması, büyük kola alana ücretsiz su veriyor!
Acaba neden?
Yakın zamanda kuş gribi diye bir şey hortlamıştı.
Ve ardından da devletimiz aniden bedava aşı kampanyası başlattı.
Ne oldu peki?
Koca bir fos ve devletin aşıya aktardığı senin benim cebimdeki paralar.
Yurdumun iflah olmaz sağlık politikaları!
Aman dikkat diyorum
Sağlığımızı ve hazinemizi emiyor sülükler haberiniz olsun.
(Gürsel Gençsoy, Şubat 2012)
Marshall Planı ve Türkiye
Marshall Planı II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır. Siyasal alandaki Truman Doktrini’nin ekonomik uzantısı, Marshall Yardımı biçiminde ortaya çıktı. Türkiye, Marshall yardımlarından faydalanan ülkelerden biriydi ve Marshall yardımı, Türkiye için, ekonomik bağımlılığın başladığı yerdir. Marshall Planı, Avrupa’ya yardım etmek istiyordu. Bu amaçla, 1948 yılında OEEC (Ekonomik İşbirliği Örgütü) kurulmuştu, ama Türkiye bunun dışında bırakılmıştı. İleri sürülen gerekçe, Türk ekonomisinin savaştan çok zarar görmediği ve kendi kendine yeterli niteliklere sahip olduğuydu. Fakat, Türk hükümeti durumu böyle görmüyordu. Amerikan yardımı, Sovyetler’e karşı bir güvence olduğu gibi, hazırlanmış bulunan ekonomik kalkınma planının gerçekleştirilmesinde de kullanacaktı.

Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 11.05.16, 17:19
Jq Jq isimli Üye şimdilik offline konumundadır
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Mesajlar: 491
Etiketlendiği Mesaj: 13 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Bu yüzden Türkiye, ABD’ye baş vurarak kendisinin de “Marshall planı” içine alınmasını istedi. Sonunda Amerika, Türkiye’yi de ekonomik yardım programının kapsamına aldı. Demokratik Partinin iktidara geldiği ilk yıllarda ekonomik ilerleme büyük çaptaki Amerikan yardımıyla desteklendiği için etkileyiciydi. Alına krediler ithal makinelerin alınmasında kullanılıyordu. Örneğin, 1948-1952 yılları arasındaki toplam traktör sayısı 1750’den 30000’e yükseldi. Bu da 1948’de 14,5 milyon hektar olan ekilip biçilen dönüm miktarını çok fazla büyüyüp 1956’da 22,5 milyon hektara ulaşmasına olanak sağlamıştı. Bu büyüme nüfus artışının hayli üzerindeydi. Çok iyi giden hava koşulları da eklenince demokrat parti yönetiminin ilk 3 yılında tarım ürünleri bollaştı, çiftçinin geliri bariz bir şekilde arttı. Tarım kesimindeki bu büyümenin öncülüğünde, ekonomi bir bütün olarak %11-13 gibi hızlı bir oranda büyüdü. Yeni yollar ve de hızla yükselen ithal otomobil ve kamyon sayısı daha da etkin bir pazarlama ve dağıtım olanağı sağladı. Demir yolları yapımı ise tamamıyla durdu. Kara yolu taşımacılığına tam geçiş, kamu mülkiyeti taşımacılığından özel mülkiyet taşımacılığına geçiş anlamına geliyordu; çünkü kamyon ve otobüslerin çoğu özel mülkiyetin elinde, demir yolları ise devletin elinde idi.
Bütün bu gelişmelere rağmen Türkiye, 1950’li yılların ortalarına kadar ekonomik olarak çok iyi durumdaydı. Marshall Planının getirdiği olumsuz etkiler asıl 1960’lara doğru görülmeye başladı. Bir neden sonuç ilişkisi içinde de günümüze kadar etkileri gelmektedir. Marshall Planı ile ülkemize bedava buğday, çocuklara süt tozu, peynir ve de beraberinde “Çocuk Felci” yardım olarak geldi. Amerikanın Emperyalizm aracı olan Dünya Bankası boş durmamış, ülkemize uzun vadeli ticaret karşılığı krediler açmış; karşılığında siyasetçilerimiz için makam arabaları, kadınlarımız için naylon çoraplar, askerlerimiz için demode silahlar bu kredilerler Amerika Birleşik Devletlerinden alınmıştır. Bu anlamda Marshall Planı‘nın amacı:
Az gelişmiş ülkelerin savaşta yıpranan ekonomilerini düzeltmek, yoksul ve aç kalmış insanlarını besleyip tembelliğe alıştırmak; bu ülke halkının tüketim alışkanlıklarını değiştirip kendi ekonomilerine gelecek yaratmak; yapılanları yardım amaçlı gösterip, ülke halklarına sevimli görünmek, bu sayede işbirlikçi siyasetçilerin ve gözünü para hırsı bürümüş tüccarların işlerini kolaylaştırmak.
Amerika’daki tarım sürecini gördükten sonra tabi ki alanın maddelerinden biri de “bedava buğday” olacaktı. Ve ülkemize bu bağlamda bedava buğdaylar gelmeye başladı. Peki bu bedava buğday ülkemizi nasıl etkiledi? Görünüm olarak sadece bir yardım olarak biliniyordu. Ama Amerikanın tutumu daha sonraları anlaşılacaktır. Sonuç olarak, Amerika Birleşik Devletlerinin “Marshall Planı” ile ortaya koyduğu yepyeni strateji ülkemizde de hedefine ulaşmıştır. Bu yardım ülkemizdeki sonuçlarına dönersek:
Türkiye köylüsü, tüm stoklar Amerikan yardımı ile dolduğundan artık üretemez duruma düşmüştür. Ve 1950’li yıllardan sonra başlayan tarım sektörü işsizliği altmışlı yıllara gelindiğinde hat safhaya ulaşmış, zamanın iktidarının “her mahallede bir milyoner yaratacağız” vaatleriyle tarımsal alanlardan kent varoşlarına akınlar başlatmıştır. Bu hızlı göç daha sonraki yıllarda Türkiye’nin kaderini önceden çizmiş ve toplumsal alanda Türkiye’nin çöküşü olmuştur. Amerikan buğdayları tükenince dışarında ithal edilen buğdayların ekmeğine halkımız çaresiz razı olmaya başlamıştır. Köylüler kent bile sayılamayacak şehirlerin sınırlarında derme çatma konutlarda, bir çeşit mülteci gibi yaşamaya başlamıştır. İşte bugün İstanbul ortadadır. Amerikan emperyalizminin yayılma aracı olan “Marshall Planı” ülkemizin bugünkü durumunu oluşturan temel faktörlerden önemli olanlardan biridir. İşte yine bugün kent varoşlarında arabesk bir toplumun oluşması “Marshall Planı”nın Türkiye toplumsal alanda görülen sonuçlarındandır
Kızıl Pençe Örgütü ve Mustafa Kemal
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk derin devleti Kızıl Pençe miydi? Bu örgüt Mustafa Kemal’e mi bağlıydı? Yeni cumhuriyet Lozan’dan sonra mı İslam’dan uzaklaştı? Bu soruların yanıtları tarihçi Mustafa Armağan tarafından derlenen ve milli mücadelenin kahramanlarından Kazım Karabekir Paşa’nın hatıratlarından oluşan Kızıl Pençe adlı kitapta yer alıyor.


2012 yılı milli mücadelenin kahramanlarından Kazım Karabekir’in 130’uncu doğum, 64’üncü ölüm yıldönümü. Gerek Birinci Dünya Savaşı gerekse Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan başarılarda büyük pay sahibi olan Karabekir, kalemini elinden hiç düşürmemiş de bir şahsiyet. O yıllarda yaşadığı her şeyi kaleme almış, yazdıkları yakılmış, takip altında sıkıntılı bir hayat geçirmiş. Hayata veda ettiğinde TBMM Başkanı olan Karabekir’in işte bu hatıratlarını derleyen tarihçi Mustafa Armağan, İstiklal Savaşı’nın yenilgisiz komutanının kendisini nasıl idam sehpasında bulduğundan, Atatürk ile yaşadığı fikir ayrılıklarına her şeyi Kızıl Pençe adlı kitapta topladı. Kitap, 1922-1933 yılları arasındaki yaşananlara ışık tutuyor, bir komutanın gözünden cumhuriyetin ilk yıllarında perde arkasında yaşananları anlatıyor. Karabekir’in dağınık olarak beş ayrı yerde yayınlanmış hatıralarını toplayıp bu kitapta bir araya getiren Armağan “Tarihzade Kazım Karabekir’i kendi yazdıklarından yola çıkarak yeniden seslendirmeyi denedim” diyor.

Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
dousu, illuminatinin, perdesi, sir


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
4 5 yaşında göz perdesi açık çoçuk için Karas03 Sorularınız 9 15.11.23 20:42
Zikir musalat göz perdesi Mechullllll Sorularınız 18 13.03.23 02:36
Keşif Göz Perdesi Kaldırma Hususunda..Gerçek Usul Ehl Dost Tecrübe Ettikleriniz 13 09.11.22 23:58
göz perdesi kalkması ve keşif yardımı salvador Sorularınız 37 23.06.22 18:16
Diyelim ki göz perdesi kalktı cinlerle konuşulur mu ? Sjan Sorularınız 20 06.02.22 10:29


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 21:08.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147