|
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
|||
|
|||
Jinekoloji (kadın hastalıkları ve dogum)
Ağrılı cinsel ilişki: Disparoni
Cinsel ilişki esnasında kadının geçici bir zaman için ya da sürekli olarak ağrı duyması durumudur. Cinsel tatminin önünde çok büyük bir engeldir.Kadınların yaklaşık %15'i bu rahatsızlığı zaman zaman yaşar, %1-2 kadında ise sürekli bir disparonia durumu söz konusudur. Cinsel yönden aktif hemen her yaştaki kadını etkileyebilir. Disparonide etkilenen organlar vajinal kaslar, hymen, bazı durumlarda rahim ve beyindir. Cinsel aktivite esnasında ya da öncesinde genital bölgede yaşanan ağrı olarak tanımlanır. Bu ağrı zaman zaman ilişki sonrasında da görülebilir. Ağrının şiddeti ilişkiden ilişkiye ya da pozisyona göre değişkenlik gösterebilir. Yüzeyel ve derin disparonia olarak 2 ana başlık altında incelenir. Yüzeyel ya da eksternal disparonia da ilişki esnasında sürtünmeye bağlı olarak yanma ya da kuruluk hissi bulunur. Yetersiz ıslanma sonucu ortaya çıkar. Önsevişmenin uzun tutulması yolu ile doğal kayganlığın sağlanması ya da bazı kayganlaştırıcı jellerin kullanılması sorunu giderebilir.Yüzeyel disparoniye bazı enfeksiyonlar (özellikle mantar) neden olabilir. Bu yüzden detaylı bir jinekolojik muayene gerekir. Derin disparonia ise ilişkinin kuvvetli anlarında derin penetrasyon esnasında duyulan ağrıdır. Bu ağrıya derin penetrasyon esnasında basınca duyarlı olan iç organların normal cevabı neden olabilir. Bu durumda derin penetrasyondan kaçınılmalıdır. Kadının derin penetrasyonu kontrol edebildiği cinsel birleşme pozisyonları bu sorunun giderilmesine yardımcı olabilir. Eğer sorun ısrarcı ise jinekoloji konsültasyonu faydalı olabilir. Bu gibi durumlarda altta yatan neden bir enfeksiyon ya da endometriozis olabilir. Nedenleri Bunlar fiziksel ya da psikolojik kökenli olabilir. Fiziksel nedenler: Genital organlarda enfeksiyon Geçirilmiş operasyon ya da radyoterapi gibi nedenlere bağlı nedbe dokusu Epizyotomi nedbesi Myom ya da diğer rahim tümörleri Endometriozis Normalden daha kalın kızlık zarı Ürethrada (mesanenin vajinaya açılan kısmı) zedelenme Yetersiz kayganlık Menopoz sonrası olduğu gibi hormon yetersizliğine bağlı vajinal kuruluk Psikolojik nedenler Gebe Kalma korkusu Gebelik esnasında bebeğe fiziksel zarar gelebileceği korkusu Yetersiz önsevişme neticesinde Cinsel tecrübe ve bilginin yetersiz olması Daha önceden geçirilmiş seksüel yaralanma ya za psikolojik travma Partnere karşı geçici isteksizlik Olarak sayılabilir. Ayrıca stress, yeni geçirilmiş ya da henüz devam eden hastalık hali, yorgunluk gibi durumlar riski arttırabilir. Tedavi Disparonia tedavi edilmediği taktirde kişisel ilişkilere zarar veren, cinsel deneyimlerden keyif almayı engelleyen ve uzun dönemde kişinin kendine olan saygısını zedeleyen bir durumdur. Tedavide asıl amaç altta yatan fiziksel veya psikolojik nedenleri gün ışığına çıkarmak ve bu faktörleri ortadan kaldırmaktır. Tedavi amaçlı günde 3-4 defa tekrarlanan 10-15 dakikalık ılık oturma banyoları hassasiyeti ortadan kaldırmaya yardımcı olur. Cinsel ilişki esnasında allerji yapmayan bebe yağı gibi kayganlaştırıcılar kullanılabilir. Hekim kontrolü altında vajinayı genişletmeye yönelik egzersizler ya da cerrahi girişimler yapılabilir. Disparoninin tedavisinde en etkili yönemlerden biriside değişik birleşme pozisyonları deneyerek en az ağı verenini bulmaya çalışmaktır. Ağrılı cinsel ilişki ya da tıbbi terminolojideki adıyla dispronia jinekoloğa başvuran kadınlar arasında oldukça yaygın bir yakınmadır. Pek çok kadın dönem dönem bu tür şikayetler yaşar buna karşın bazı kadınlar sürekli hemen her ilişkide bu durumla karşı karşıya kalırlar. Dispronia çoğu zaman nedeni saptanabilen ve kolaylıkla tedavi edilebilen bir durumdur. Üç ana tür dispronia vardır. Bunlardan en nadir görüleni ilişki ya da orgazmdan hemen sonra ortaya çıkan türüdür. Bu durum orgazm sırasında rahimde görülen kasılmalara bağlı olabilir. İlişki öncesinde ağrı kesici alınması sorunu çözer. Bu tür ağrının bir diğer nedeni ise meniye karşı olan alerjidir ve çok nadir olarak görülür. Erkek boşaldığında vajina ve dış genital organlarda şidetli bir yanma ve kızarıklık ortaya çıkar. Literatürde bu tür bir alerji nedeni ile şok ortaya çıkan çok az sayıda kadın bulunmaktadır. Mantar enfeksiyonu başta olmak üzere bazı vajinal enfeksiyonlar da irritasyona bağlı olarak bu tür yakınmalara neden olabilirler. Penisin vajinaya penetrasyonu ya da dış bölgeye teması sırasında ortaya çıkan ağrı birkaç tıbbi probleme bağlı olarak görülebilir. Örneğin genital herpes enfeksiyonları (uçuk) dokunmaya oldukça duyarlı lezyonlara yol açarlar. Genital temizlik sırasında vajinada oluşan kesikler ya da sıyrıklar da ilişkinin başlangıcında ağrı yaşanmasının altında yatan sebep olabilir. Bazı kadınlarda kızlık zarı kalıntıları da bu tablonun nednei olabilmektedir. Mantar başta olmak üzere vajinal enfeksiyonlar ya da liken skleroz gibi dermatolojik hastalıklar dokunmaya karşı hassasiyet yaratırlar. Özellikle yaz aylarında görülen alerjik reaksiyonları da unutmmak gerekir. İlişki öncesi yeterli vajinal kayganlığın oluşmaması ağrılı cinsel ilişkinin bir başka nedenidir. Penetrasyon sırasında ağrıya neden olabien bir başka durum da vajinismustur. Kadın istem dışı olarak kendini kastığında doğal olarak ağrı duyar. En sık karşılaşılan disparonia türü derin penetrasyon yani ilişki süresince duyulan ağrıdır. Pek çok durum bu tür ağrıya neden olabilir. Örneğin doğumdan sonra ortaya çıkan tablo rahimdeki sarkmaya bağlı olabilir. Rahim sarkmasının en önemli ve belki de tek nedeni normal doğumdur. Benzer şekilde mesanede sarkma ya da epiyotomi kesisine bağlı nedbe dokusu da disparoniaya neden olabilmektedir. Nadiren karın içerisindeki yapışıklıklar, yumurtalık kistleri ve büyük myomlar da altta yatan neden olabilir. Endometriozis de ağrılı cinsel ilişkinin önemli bir nedenidir. İrritabl kolon sendromu adı verilen barsak hastalığı durumunda, ilişki sırasında rahimin barsaklar ile temas etmesi ağrı duyulmasına yol açabilir. Derin penetrasyon sırasında ortaya çıkan ağrının nedeninin saptanması her zaman çok kolay olmayabilir hatta bazı durumlarda tanıya ulaşabilmek için laparoskopi yapılması dahi gerekebilir. Bu tür disparonianın en önemli ve ihmal edilmemesi gereken nedenlerinden biri de pelvik enfeksiyonlardır. Görüldüğü gibi pekçok durum ağrılı cinsel ilişkiye yol açabilmektedir. Yaygın kanının aksine psikolojik nedenler oldukça nadirdir ve genellikle altta yatan tıbbi bir sorun mevcuttur. Bu nedenle disparonia sorunu yaşayan kadınlar mutlaka jinekologlarına baş vurmalıdırlar. Kısa bir araştırma ve işbirliği ile neden ortaya konabilir ve sorun çözülebilir. Özetleyecek olursak disparonia nedenleri şunlardır: Orgazm Semen alerjisi Mantar enfeksiyoları Vajinal enfeksiyonlar Alerjik reaksiyonlar Cilt hastalıkları Genital uçuklar Travma ve tahrişler Kalın kızlık zarı kalıntıları Vajinal kuruluk Vajinismus Pelvik enfeksiyonlar Epizyo nedbesi Rahim ve idrar kesesinde sarkma Karın içi yapışıklıklar Yumurtalık kistleri Myomlar Barsak hastalıkları Endometriozis
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#2
|
|||
|
|||
ANOREKSİA NERVOZA
Genel olarak 12-18 yaşları arasında başlayan ve şişmanlamaya karşı ağır korku yüzünden bilinçli olarak aşırı zayıf kalma çabaları ile belirlenen bir bozukluktur. Toplumda ortaya çıkma sıklığı bilinmemekle birlikte eskiden sanıldığı gibi çok ender rastlanan bir rahatsızlık değildir. Anoreksia Nervozalı bireylerin yaklaşık %95' i kadındır. Ve bir kişinin kız kardeşinde bu tür bir bozukluk varsa o kişide aynı hastalık riski belirgin oranda artmaktadır. Bozukluk daha üst sosyoekonomik sınıflarda daha sıktır. En temel belirti aşırı kilo alma korkusudur. Bu durum kişinin yiyecek konusunda neredeyse fobik olacak noktaya dek varmasına neden olabilir. Şişmanlama korkusunun yanı sıra beden imgesinde de bozulma vardır. Buna bağlı olarak bu kişiler çok zayıf ve ince olsalar bile kendilerini şişman bulabilirler. Vücut ağırlığını kontrol altında tutabilmek için iki yolu kullanırlar: Kişilerin bir bölümü yiyecek alımını ileri derecede kısıtlarlar. Zaten aldıkları çok az yiyeceğin de çok az kalorili yiyecekler olmasına dikkat ederler. Bu kişiler buna rağmen ağır egzersizler de yaparlar. Diğer gruptaki kişilerde yiyecek alımının ileri derecede azaldığı açlık dönemleri ile aşırı yeme dönemlerinin birbirini izlediği gözlenir. Bu gruptaki kişiler, aşırı yemeden sonra şişmanlayacakları korkusuyla boğazlarına parmaklarını bastırarak kusarlar. Sık sık bunu yapan kişilerin el sırtında deri sertleşmesi olabilir. Sık kusan kişilerde mide asidinin etkisiyle dişlerde bozukluklar, çürümeler olur. Bu kişilerin yeme davranışlarında ve yiyeceklerle olan ilişkilerinde gariplikler gözlenebilir. Yiyecekleri saklayabilir, yemek yapmak için mutfakta saatlerce uğraşabilirler. Anoreksia Nervoza' nın nedenleri günümüzde kesin olarak bilinmemektedir. Hastalığın oluşumu psikolojik, sosyolojik ve biyolojik olmak üzere üç boyutta ele alınabilir. Hastalığın ergenlikte ortaya çıktığı; bu dönemin cinsel ve sosyal çatışmalarla yüklü oluşu dikkate alınacak olursa; cinsel ve sosyal çatışmalarla başa çıkma konusundaki yetersizliklerin yiyeceklerden fobik kaçınma şeklinde ortaya çıkması öne sürülebilir. Aşağıdakilerin varlığı halinde bu rahatsızlıktan bahsedilmektedir. 1-Bulunduğu yas grubu ve boy uzunluğu acısından normal kabul edilen en az kilo ya da bu ağırlığın üzerindeki bir kiloyu kendisi için uygun bulmayıp,kabul etmeme. 2-Yas ve boy göz önüne alındığında beklenenden daha düşük bir kilosu olmasına rağmen kilo almak veya şişmanlamaktan aşırı derecede korkma. 3-Kişinin kilosu ya da vücut şeklini algılayışında bozukluk vardır. Kişinin kendini değerlendirişinde kilo ya da vücut seklinin ,olağandan çok daha fazla ve anlamsız ölçüde bir yer kaplaması veya o anki kilosunun düşük olmasının öneminin farkına varmama. 4-Bayanlarda birbirini izlemesi gereken en az 3 adet döneminin olmaması Bu rahatsızlığın kısıtlı ( bu durum yaşanırken kişide bir anda "patlayıncaya dek" yeme ya da kendini kusmaya ya da lavman- idrar söktürücüler ile yediklerini çıkarma davranışının olmadığı) tip ya da bu sayılan davranışların olduğu tiksinircesine yeme/ çıkartma tipi olarak 2 şekli vardır. Hastaların çoğunun düşünce içeriği yemek ile ilişkilidir. Kimileri kalan, artan, yiyemedikleri yiyecekleri bırakamayıp, biriktirir, bazıları da hiç yapamayacağı yemek tariflerini edinmeye çalışabilir. Topluluk içinde yemek yeme konusunda isteksiz davranabilirler. Başlangıç ta çevrelerinden ilgi ve beğeni görmek için , kendileri üzerinde kontrol sağladıklarını görmek amacıyla alınan besinleri kısıtlamaya başlarlar. Eski kilolarına ya da çevrelerinde görünüm olarak beğeni kazanan kişilerin kilosuna inmek için hedef belirler. Kendileri gün içinde farklı zamanlarda tekrar tekrar tartar Tıkınırcasına yeme-çıkartma tipine ait grubun alkol-madde kötüye kullanımı, daha çok duygusal durumda dalgalanmalar ve cinsel aktivitelere sahip olup, dürtülerini kontrollerinin daha zor olduğu gözlenmiştir. Kişiler kilo kayıplarını arttırmak için fiziksel egzersizler yapar ya da yorucu fiziksel uğraşılar içine girerler. Öyle ki kişi daha çok enerji harcayıp, kilo verebilmek için oturmayıp, ayakta durmayı yeğleyebilir ya da durduğu yerde el ve ayaklarını hareket ettirebilir. Kişinin toplumsal ilişkileri azalabilir. Sadece is, fiziksel egzersiz ve kilo düşünceleri ile ilgilidir. Bir deri bir kemik kalsa bile kilolu olduğu düşüncesindedir. Kişiler kendilerine listeler hazırlayarak kendilerine yasakladıkları yiyecekleri belirterek, bunları yemeyeceklerine yeminler ederler. Yarim kilo bile almaları onları zayıflıktan şişmanlığa geçtikleri seklinde düşündürür. Uzun sure bir konuya dikkatlerini veremezler . Kendilerine güvensizlik yoğun bir şekilde kendini hissettirmektedir. Gitgide sosyal çevrelerini kısıtlarlar. Çocuk gelişiminin erken evrelerinde, anne-çocuk iletişiminde çocuğun kendi başına,özgür davranışları üzerine yapılan müdahalelerin önemine dikkat çekilmektedir. Anoreksia başlangıcı sonrasında genellikle obsesif- kompulsif davranışlar başlayabilir. Özellikle temizlik saplantıları ( ev temizliğine yönelik aşırı aktiviteler gibi) ve ders çalışma ile ilgili saplantılara rastlanabilir. Cinsel gelişimlerinde sorun olduğu gibi , cinsel isteksizlik ve diğer cinsel sorunlar da beraberindedir. Bu kişilerde hastalığın yol açtığı vücutsal değişimler: Hastalarda kansızlık, vücut su- tuz dengesinin bozulması, kanda kolesterol ve üre düzeylerinin artışı, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, tiroid bezi hormonlarının düşmesi, kadınlarda ostrojen dediğimiz kadınlık hormonu ,erkeklerde testesteron denen erkeklik hormonu düzeylerinde düşme sonucu cinsel işlevlerde azalma, kalp atımında azalma ve düzensizlikler, beyin boşluklarının beyin dokusuna oranla kapladığı hacmin artışı oluşabilmektedir. Kimlerde görülmektedir: Bu rahatsızlık düzenli ve bol çeşitli yemek yeme olanaklarının olup, göze hoş görünmenin zayıf bir vücut yapısı ile paralel düşünüldüğü bati toplumlarında, kentsel alanlarda daha çok gözlenmektedir. Hastaların % 90-95 i kadındır. Anoreksia nervosa genç kızlarda % 0,5 oranında saptanmakta, genellikle 12-25 yas arasında rastlanmaktadır. Son yıllarda yurt dışında yapılan çalışmalara göre hastalığın yüz bin kişide 15-20 arasında görüldüğü saptanmıştır. Rahatsızlığın oluşumunda etkili risk faktörleri: - Yaşanılan sosyo-kültürel çevrenin etkisi ile zayıflığın kesin güzellik ölçütü olması durumu yaygınlaştırmaktadır. Bazı mesleki alanlar ( hosteslik, modellik, dans ve müzikle uğraşanlarda) bu yüzden özellikle risk altındadır. -Bu rahatsızlığı olanların ailelerinde depresyon, alkolizm, şişmanlık ve gene bir yeme bozukluğuna daha çok rastlanmaktadır. Bu kişilerin annelerinin daha çok diyet yapıp,yeme bozukluğunun olduğu, sürekli diyet yapma düşünceleri ile haşır nesir oldukları, kızlarının da diyetleri konusunda yoğun düşünceler içinde olabildikleri gözlenmiştir. - Aile yapıları itibariyle, bağımsız hareket serbestisinin verilmediği ve aile işleyişi açısından yeterli keyif alınmayan doyum sağlanamayan ilişkilerin varlığı. -Öncesinde var olan aşırı şişman beden yapısı -Çocukluk cağı başlangıçlı diabet ( seker hastalığı) varlığı - Geçmişte yaşanan cinsel, fiziksel tacizler. Rahatsızlıktaki kişisel düşünce yapıları: - Kişisel açıdan kendilerini yardıma muhtaç ama yardim edilemez görürler - Kendi ve çevreleri üzerindeki denetimi kaybetme korkuları vardır. - Aşırı bir şekilde başkalarının görüşlerine bağımlı olarak özgüvenlerini koruyabilen, onların yeterli ya da olumlu desteği olmadığında kendilerini bir hiç olarak görürler - Bir şey ya tam olmalı ya da hiç olmamalı seklinde bir düşünce yapısı olan kişilerdir. Hastalığın seyri: Hastaların yarısının ilerleyen donemde iyileştiği, dörtte bir oranında hastanın kısmen iyileştiği, ancak bir miktar yakınmalarının sürdüğü belirlenmiştir. Hastalık sonucu olum oranının % 5 civarında olduğu gözlenmiştir. Hastalığın gidisine olumsuz etki yapan faktörler: -Ailede aşırı geçimsizlik, tartışmalı ortam -bulimianın hastalığa eslik etmesi -Kusma, dışkılamayı arttırıcı ilaç kullanımları -Obsesif-kompulsif, histerik, depresif, nörotik davranış yapıları, zeminde bulunan psikiyatrik sorunlar nedeniyle, kişide vücutsal yakınmaların fazlaca gündeme gelmesi (gastrit, kolit vb.) -Hastalığı inkar eden davranışlar içine girilmesi. Hastalığın gidisini olumlu etkileyen etmenler arasında ise erken başlangıç yaşı, hastalığı kabul etmek ve kendine güvenen bir kişilik yapısının bulunması sayılmaktadır. Tedavi: Anoreksia Nervozalı hastaların tedavisi çoğu kez güçlüklerle doludur. Hastaların çoğunda, hastalık birkaç yıl önce başlamıştır. Tedaviye katılmak ve tedavi planları için isteksizdirler. Bu sebeple genellikle çocuklarının bu durumundan üzüntü ve endişe duyan anne babaları tarafından doktora getirilirler. Tedavide bireysel psikoterapi, grup ve aile terapisi, ilaç tedavisi gibi yöntemler kullanılabilir Psikoterapide hastanın kendi duygularını uygun bir şekilde ifade edebilmesi, yeme davranışı üzerine kurulu yanlış düşünce tarzının değiştirilmesi, vücuduna yönelik olumsuz algılamaların düzeltilmesi, özgüvenin oluşturulması, kişilerarası sorunların belirlenip, çözümüne yönelen bir yaklaşımın oluşturulmasına çalışılır.Tedavide davranışçı terapi, aile terapisi ve grup terapisi kullanılabilir ---------- Post added 19.02.17 at 01:15 ---------- Ağrılı Adet Görme: Dismenore Tanım: Adet kanaması esnasında ya da hemen öncesinde kasıklarda ortaya çıkan rahatsızlık ve kramp tarzında ağrılara dismenore ya da menstrüel kramp adı verilir. Dismenore primer (1.cil) ve sekonder (2.cil) olmak üzere iki şekilde incelenir Primer (birincil) dismenore : Sıklıkla adet kanamasının başlangıcından sonraki ilk 1-2 yıl içinde ortaya çıkar ve kırklı yaşlara kadar sürebilir. Bazen kadınlarda ilk doğumdan sonra ağrılar hafifleyebilir. Ağrının nedeni rahimde ağrıya ve kasılmaya yol açan prostaglandin maddesinin yapımının artmasıdır. Ağrı genellikle adet kanaması başlamadan 1-2 gün önce ortaya çıkar, adetin birinci gününde belirginleşir ve genellikle 2.günde sakinleşir. Ağrı karnın alt kısmında aralıklı gelen kramp şeklindedir. Ağrı bir bölgede toplanabileceği gibi sırta, bele, kasıklara ve vulvaya (idrar yapılan açıklık ve vajinal açıklık) da yayılabilir. Ağrıya bazen terleme, yorgunluk, iştahsızlık, bulantı, kusma, ishal, baş dönmesi, baş ağrısı, baygınlık, kabızlık gibi belirtiler eşlik edebilir. Neden sancılı adet görülür? Sancılı adet görme aslında normal adet görme mekanizmasının önemli bir parçası olan uterus (rahim) kasılmalarının kadın tarafından ağrı şeklinde hissedilmesidir. Bu uterus kasılmalarının amacı uterus iç tabakasını atılarak yenilenmesi sırasında oluşan kanama miktarını en az seviyede tutmaktır. Kasılmalar esnasında uterusta bölgesel olarak prostaglandin adı verilen bazı maddeler salgılanır. Ağrıya yol açan bu prostaglandinlerin ya aşırı miktarda salgılanması ya da kadınlarda prostaglandinlere ağrı şeklinde aşırı duyarlılık oluştuğu kabul edilmektedir. Prostaglandin salgısı yumurtlama sonrasında oluşan bir olay olduğundan tipik olarak adet görmeden kısa süre önce başlayan adet bittikten sonra tümüyle kaybolan adet sancısı yumurtlama olduğuna dair belirtilerden biridir. Sancılı adet görmenin nadir görülen nedenleri arasında serviks (rahim ağzı) girişi, kürtaj, enfeksiyon gibi nedenlere bağlı olarak daralmış olması ve buna bağlı olarak adet kanının "zorlukla atılması" ve spiral kullanımı yer alır. Ne gibi belirtiler verir? Dismenore karnın alt bölgelerinde kramp benzeri ağrılar ve rahatsızlıklardır. Bu eşlik eden diğer belirtiler; Sırt ağrısı, baş ağrısı, bulantı, bacakların iç yüzünde hassasiyet olabilir. Dismenore ile birlikte adet öncesi gerginlik sendromu (PMS) de görülebilir ancak bu şart değildir. PMS genelde adet başlangıcından birkaç gün önce görülür. Dismenoreli kadınların yaklaşık %10-15'inde şikayetler normal günlük aktivitelerini kısıtlayacak kadar şiddetlidir. Eğer ağrılar; Normal zamanında gelen bir adet kanamasına eşlik etmiyorsa Her zaman olduğundan çok daha şiddetli ise 2-3 günden daha uzun sürüyor ise Her zaman olandan daha farklı ise mutlaka bir hekim kontrolünden geçilmesi gerekir. Sekonder (ikincil) dismenore: Seconder (ikincil) dismenorede (ağrılı adet görme) altta yatan bir patolojik (hastalık yapan) durum mevcuttur. Bir kaç örnek verecek olursak doğuştan olan kızlık zarının kapalı olması, bazı vajinal (hazneye ait) veya rahime ait anormallikler veya daha sonradan ortaya çıkan bazı hastakıklar gibi… Doğuştan olan problemler daha nadir olduğundan, sıklıkla daha genç yaşlarda ortaya çıkar. Sekonder dismenore nedenleri nelerdir? 1-Endometriozis 2-Yumurtalık kistleri veya tümörleri 3-Pelvik inflamatuar hastalık (PID) 4-Myomlar 5-Uterus polipleri 6-Rahim içi yapışıklıklar 7-Rahim içi araçlar 8-Rahim boynu darlıkları 9-Rahim tümörleri 10-İmperfore hymen (kızlık zarının adet görmeyecek şekilde tam kapalı olması) 11-Çift uterus veya uterusda septun bulunması 12-Enfeksiyonlar Ne zaman jinekolojik değerlendirme gerekir? Adet sancıları ağrı kesicilerle kontrol altına alınabiliyorsa ve başka bir jinekolojik belirti yoksa jinekolojik muayene gerekli değildir. Ancak adet sancıları çok şiddetli olup genel iyilik halini etkilemeye başlamışsa ve/veya iş kaybına neden oluyorsa mutlaka jinekolojik değerlendirme yapılmalı etkili bir tedavi uygulanmalıdır. Jinekolojik değerlendirmenin çok önemli bir amacı vardır. Endometriozis (rahim iç tabakasının normal dışı bölgelerde bulunması), kronik enfeksiyon, yapışıklıklar, yumurtalık kistleri, uterus myomları ve diğer bazı jinekolojik hastalıklar kendilerine özgü belirtiler dışında aynen adet sancısı gibi belirtiler de verebilirler. Yapılan jinekolojik muayene bu durumların varlığını ortaya çıkarır ve böyle durumlarda tedavi tamamen farklı olur. Nasıl tanı konulur? Tanıda öncelikle hastanın öyküsü önem kazanır. cevaplanması gereken bir takım sorular vardır. Bunlar: Ağrının ne zaman olduğu Ağrıyı geçirmek için ne yapıldığı Eşlik eden başka bir şikayetin olup olmadığı Doğum kontrol haplarının ağrıyı azaltıp azaltmadığı Gün geçtikçe ağrının şiddetlenip şiddetlenmediği ve Ağrılar nedeni ile aktivitenin bozulup bozulmadığıdır. Ağrıların primer ya da altta yatan başka bir patolojiye bağlı olup olmadığını anlamak maksadıyla detaylı bir muayene yapılmalıdır. Herhangi bir enfeksiyon ya da kist gibi bir patolojiyi ayırt etmek için kan ve idrar tetkikleri ile ultrason incelemesi çoğu zaman gerekli olmaktadır. Primer dismenore tedavisi nasıl yapılır? Dismenorenin (ağrılı adet görmenin) oluşmasını önlemek mümkün değildir. Ağrı doktorun size tavsiye edeceği ilaçları kullanarak hafifletilebilir. Yine; Orta dereceli bölgesel sıcak uygulama iyi gelebilir. Bunun için sıcak banyo ya da ayaklara sıcak uygulama (sıcak bir havlu, termofor) önerilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta sıcak uygulama direkt karına yapılmamalıdır; çünkü karın içerisinde herhangi bir iltihabı reaksiyon varsa bu karın zarına yayılabilir ve oldukça tehlikelidir. Her zaman iyi beslenme ve bunun adet kanaması sırasındada sürdürülmesi ağrıyı azaltama da etkilidir. Eğer kişide adet kanamasından önce baş ağrısı, karında şişlik,...vb problemler oluyorsa adetten 1 hafta önce tuz kısıtlanmasına gidilebilir. Yine doğal idrar yaptırıcı olan maydanoz, ıhlamur, kuşkonmaz gibi besinlerin bu dönemde alınması ödemi(vücutta su toplaması)ve ödemin neden olacağı rahatsızlığı giderir. Yine diyette B vitamini ve Mg (magnezyum)'dan zengin besinlerin alınması bu dönemde oluşan rahatsızlıkları ve ağrıyı gidermede yardımcı olur. B Vitamininden zengin yiyecekler: Et, balık, karaciğer, kurubaklagiller, yeşil yapraklı sebzeler, diğer sebzeler... Mg(magnezyum)'dan Zengin Yiyecekler: Yağlı tohumlar(fındık, fıstık, susam...vb.), koyu yeşil yapraklı sebzeler, öğütülmemiş tahıllar(kepekli ekmek) Ağrıyı gidermede kullanılan bir diğer yöntem düzenli egzersizdir. Kas tonüsünü güçlendirici egzersizler ve nefes egzersizleri dismeonoreyi kontrol eder. Menstrual problemleri önlemek ve kas tonusunu artırmak için yüzme önerilen bir egzersizdir. Bunun yanında kişinin ev ortamında yapacağı hafif egzersizlerde ağrıyı azaltmada yardımcıdır. Masajda ağrıyı azaltmada etkili bir yöntemdir. Ağrıyan bölgenin altına yoğurma tarzında ritmik masaj uygulanırsa ağrının algılanması azaltılabilir. Düzenli uyku,gerginliği azaltacağından ağrıyı kontrol etmede kullanılır. Kişinin kadın olmaya ve adet görmeye ilişkin pozitif tavır takınmasında ağrıyı oluşturabilecek psikolojik etkenleri giderir. Psikolojik faktörler primer (1.cil) dismenorenin nedenlerinden biri olarak kabul edilir. Bu yüzden cinsiyete ilişkin olumlu duyguların sergilenmesi ağrının azaltılması için önemlidir. Sekonder dismenore tedavisi nasıldır? Nedene yol açan hastalıklar gerekli tıbbi ve cerrahi tedavi ile düzeltilir ve tedavi sonunda ağrı azalır veya kaybolur. Nasıl önlem alınmalıdır? Dismenore alınacak bazı basit önlemler ile bir miktar engellenebilir. Örneğin adet kanaması öncesinde ve esnasında kahve, çay, kola, çikolata gibi kafein içeren gıdalardan uzak durulması, karın bölgesine masaj yapılması, uzun süre ayakta durmaktan ya da yürüyüş yapmaktan kaçınılması şikayetler üzerinde olumlu etki yaratır. Aşırı yorgun, sinirli kişilerde adet sancısı daha fazla görülür. Bu nedenle kanama esnasında dinlenmek son derece önemlidir. Yine kabızlığı olanlar bu sancıları daha şiddetli yaşarlar. Lifli gıdaların bol tüketilmesi kabızlığı önler. Bol miktarda su içilmesi, sigaradan uzak durulması, fazla miktarda alkol tüketilmemesi gibi basit ve kısa süreli önlemler ile sancılı adet kanamaları biraz daha rahat geçirilebilir.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#3
|
|||
|
|||
Adet Düzensizlikleri
Tanım: Her kadın zaman zaman adet duzeninde sapmalar, gecikmeler ya da ara kanamalar yaşayabilir. Normal insan hayatında yaşanılan stresler, sıkıntılar, ani kilo değişiklikleri, spor, üzüntüler gibi pekçok faktör adet düzenini etkileyebilir ve adeta bir saat gibi işleyen bu mekanizmada sapmalara neden olabilir. Adet düzenindeki sapmaların hiçbir türlüsü normal değildir ve araştırılması gerekir. Çünkü kadın üreme sistemindeki hemen hemen bütün patolojilerin en sık verdiği belirti adet düzensizlikleridir. Her adet duzensizliği anormal olmasına rağmen herzaman bir patolojiyi, kisti, myomu ya da en korkuncu kanseri işaret etmez. Altta yatan anatomik bir patoloji olmadığı halde normal adet düzeninde meydana gelen anormal kanamalara disfonksiyonel uterin kanama (DUK) adı verilir.Burada önemli olan nokta kanama bozukluğunu açıklayacak organik bir lezyonun bulunmamasıdır. İlk kez 1927 yılında tanımlanan bu tabloya methropathia hemorrhagica ya da başka bir deyişle metropatik uterus adı verilmiştir, günümüzde ise disfonksiyonel uterin kanamalar başlığı altında incelenmektedir. Klinik Disfonksiyonel kanamalar adet kanamasının ritminin, miktarının ya da her ikisinin birden bozulması ile belirgindir. Genelde beyin-hipofiz-yumurtalık üçgenindeki hormonal dengenin bozulmasından kaynaklanır. Beyinden salgılanan gonadotropin adı verilen hormonların salgılanma bozuklukları ya da uyumsuzlukları altta yatan ana nedendir. Bu durum yumurtlama bzoukluklarına neden olarak östrojen ve progesteron arasındaki dengenin de bzoulmasına yol açar. Neticede disfonkisyonel uterin kanamalar, endometrial hiperplazi, over kistleri gibi hastalıklar ortaya çıkabilir. Klinik olarak kanamanın patternine göre isimlendirilirler.Buna göre; Amenore 3 ya da daha fazla adet dönemi icin gereken sürede hiç adet görmemek Oligomenore 35 günden daha seyrek olan kanamalar Polimenore 21 günden daha sık olan kanamalar Hipomenore Adet kanamasının miktarının az olması Hipermenore Adet kanamasının miktarının fazla olması Menoraji Adet kanamasının süresinin uzaması Metroraji Ara kanamaların olması Menometroraji Düzensiz aralıklarla fazla miktarda kanama olması Ovülasyon kanaması Siklus ortasında görülen hafif kanama Spotting Lekelenme DUK jinekolojik şikayetlerin yaklaşık %10'unu meydana getirir.En sık ergenlik başlangıcında ve menopoza yakın dönemde görülür. Düzensiz kanamalar yumurtlamanın olduğu (ovülatuar) ve olmadığı (anovülatuar) olarak kabaca 2 ye ayrılır. DUK'ın yaklaşık %90'ı anovülatuardır. Yani herhangi bir nedene bağlı olarak o adet siklusunda yumurtlama olmamıştır. Ovülatuar Kanamalar Genelde üreme çağındaki kadınlarda görülür. Göreceli olarak FSH eksikliği nedeni ile yumurta gelişimi gecikir ve çatlama geç oluşur. Bunun sonucunda kişide oligomenore görülür. Eğer yumurta hücresinin FSH'a duyarlılığı artmış ise bu kez yumurta hücresi vaktinden önce gelişir ve çatlar neticede polimenore ortaya çıkar.Adet ortasıda yumurtlama döneminde denk gelen kanama da bu sınıfta değerlendirilir. Anovülatuar Kanamalar Gelişen yumurta hücresinin çatlamaması sonucu buradan östrojen hormonu salgılanmaya devam eder. Bu etki ile rahim iç zarı olan endometrium kalınlaşmaya devam eder. Yumurtlama olmadığı için progesteron dolaşıma yeterli kadar salınamaz ve kalınlaşmaya başlayan endometrium bir süre sonra kırılır ve kanama ortaya çıkar. Anovülatuar sikluslar ilk adet kanamasından sonraki ergenliğe geçiş döneminde, polikistik over hastalığında, menopoz öncesi dönemde, emzirme dönemlerinde ve şişman hastalarda sık rastlanılan bir durumdur. Hormonal etkiler Endometrium sürekli yenilenen ve her ay değişim gösteren bir dokudur (Bkz.Endometrial hiperplazi). Bu doku östrojen ve progesteron adlı hormonlara karşı çok hassastır. Endometriumu etkileyecek organik bir patoloji olmadan östrojen ve progesteronun düzensiz ve değişik düzeylerdeki etkileri düzensiz kanamalara yani disfonksiyonel uterin kanamaya neden olur. Bu tür kanamalar oluş mekanizmasına göre 5 başlık altında toplanırlar: 1.Östrojen çekilme kanaması: Östrojenle uyarılmış ve kalınlaşmakta olan endometriumda östrojenin aniden ortadan çekilmesi ile meydana gelen endometrium dökülmesi ve görülen kanamadır. Bu kanama türünde progesteronun bir etkisi yoktur. Dışarıdan verilen östrojenin kesilmesi ya da ameliyat ile her iki yumurtalığın alındığı durumlarda görülür. Pratikte pek sık karşılaşılan bir tablo değildir. 2.Östrojen kırılma kanaması: Östrojenle sürekli uyarılmakta olan endometriumda östrojene olan cevap endometriumun her alanında aynı ve eşit değildir. Östrojen uyarısı devam ettikçe fazla gelişmiş ve kalınlaşmış kısımlarda kanlanma ve dolayısı ile beslenme bozuklukları başlar ve bu kısımlar dökülerek kanamaya neden olur. Anovülasyonda ortaya çıkan kanama bzoukluklarının mekanizması budur, dolayısı ile disfonksiyonel uterin kanamaların altında yatan en önemli mekanizma da östrojn kırılma kanamasıdır. 3.Progesteron çekilme kanaması: Östrojenle uyarılmış ve kalınlaşmış endometrium yumurtlamadan sonra progesteronun etkisi altına girer ve artık kalınlaşmaz. Progesteron ortamdan çekildiğinde ise endometrium üzerindeki destek ortadan kalkar ve tüm fonksiyonel endometrium dökülerek kanamaya neden olur. Normal adet kanamaları ve doğum kontrol hapı kullanırken ilaç bittikten sonra görülen kanama bu türdedir. 4.Progesteron kırılma kanaması: Progesteron düzeyi endometrium kalınlığını korumaya yetmez ve kanamaya yol açar. 5.Atrofi kanaması: Östrojen ve progesteronun ortamda yeterli miktarlarda bulunmamasına bağlı olan kanamalardır. Menopoz sonrası dönemde görülürler. Tanı Anormal vajinal kanama olan hastalarda altta yatan organik bir lezyonun bulunamaması ile tanı konur.Ayırıcı tanıda myomlar, endometrium iltihabı, spiral, dışarıdan verilen ilaç ve hormonlar, gebelik, düşükler, dış gebelik, habis tümörler, kan hastalıkları, karaciğer hastalıkları düşünülmelidir. Tedavi Tedavide amaç kanamanın durdurulması ve yeniden tekrar etmesinin engellenmesidir.Bu amaçla değişik hormon kombinasyonları kullanılır. 35 yaş üzeri kanamalar durdurulamıyorsa cerrahi müdahale gerekebilir. Bazen genç hastalarda da akut kanamayı durdurmak için kürtaj gerekli olabilir. ---------- Post added 19.02.17 at 01:16 ---------- Astım ve Gebelik Astım mutlak tedavisi bulunmayan solunum sisteminin kronik bir hastalığıdır. Astımlı kişilerdeki en önemli değişim solunum yollarında görülen iltihap yani enflamasyondur. Bu mikrobik bir olay olmayıp solunum sistemini oluşturan yapıların şiş ve kızarık olması şeklinde basitleştirilebilir. Bu enflamasyon hava yollarını astım ataklarına neden olan ya da başlatan dış etkenlere karşı çok daha duyarlı hale getirir. Normal soluk alma sırasında hava önce burundan geçer. Hava burada ısınır, nem oranı artar ve yabancı küçük maddelerden temizlenir. Alınan hava daha sonra gırtlaktan geçerek trakea adı verilen soluk borusunua girer. Trakea akciğerlere girmeden önce ikiye ayrılır ve bunlar sağ ve sol bronkus olarak adlandırılır. Bronkuslar daha sonra giderek incelen binlerce hava yoluna ayrılır ve bunlar da bronşiyoller olarak isimlendirilir. Astımda genellikle etkilenen kısım işte bu bronşiyollerdir. Astımlı bir kişi atakları başlatan herhangi bir etkenle karşılaştığında aşırı hassas hava yolları daha da şişer, enflame olur ve daralır. Sonuçta akciğerlere giren ve çıkan hava akımında bir tıkanıklık meydana gelir ve kişinin soluk alıp vermesi güçleşir. Kaç çeşit astım vardır ? Astım kronik bir hastalıktır. Zaman zaman iyileşmiş gibi görünebilir ve ataklar çok uzun süre ortaya çıkmayabilir. Ancak hava yollarında kronik enflamasyon olduğundan herhangi bir dönemde yeniden alevlenebilir. Temel olarak 2 tür astım varlığından söz edilebilir. Alerjik astım: Genelde çocuklarda ve ergenlik çağındaki kişilerde görülür. Alerjiye neden olabilen herhangi bir madde örneğin hayvan tüyü, ev tozu bu atakların başlamasına yol açabilir. Genelde 35 yaşından önce ortaya çıkan astım hastalığı alerjik türdedir. Alerjik olmayan astım: Bu tür astım daha ziyade orta yaştaki kişilerde görülür. Astım atakları egzersiz, soğuk hava, üst solunum yolu enfeksiyonları gibi faktörlerce tetiklenir ve ortaya çıkar. Astım ataklarından alerjik mekanizmalar sorumlu değildir. Astım atağı nedir? Astım atağı zaten aşırı duyarlı olan hava yollarının gösterdiği reaksiyon sonrasında ortaya çıkan solunum sıkıntısı olarak özetlenebilir. Alerjik ya da başka bir nedenle hava yolları daralınca hava akımları zorlaşır. Bu daralmanın 3 temel nedeni vardır. Hava yollarını çevreleyen kasların kasılması Hava yollarını döşeyen dokuların şişmesi Hava yollarında normal olarak üretilen salgılar (mukus, balgam) dışarı atılamadığı için buraları tıkaması Astım bulguları çok hafif ya da çok şiddetli olabilir. Bazı kişilerde sadece mevsimsel alevlenmeler görülürken, bazılarında sadece egzerszi sonrası ya da alerjik bir maddeyle karşılaşılmasını takiben ortaya çıkabilir. Bazılarında ise olay çok daha kroniktir ve hemen hergün bulgular görülebilmektedir. Hava yolları daralıp tıkandıkça soluk alıp vermek ve havayı buradan geçirebilmek için daha fazla efor harcanması gerekir. Hava daralmış bir alandan geçerken ıslık benzeri bir ses çıkmasına neden olur. Bu ses astım ataklarında tipiktir. Astım ataklarında en sık karşılaşılan yakınma ve bulgular şunlardır: Öksürük: Öksürük çok sık karşılaşılan ancak kolaylıkla atlanabilen bir astım bulgusudur. Genelde astım dışında başka bir soruna bağlanır. Genel kural olarak sağlıklı kişiler boğazlarında birşey olmadığı ya da soğuk algınlığı gibi enfeksiyonlara yakalanmadıkları sürece öksürmezler Wheezing: Daralmaya bağlı olarak görülen ıslık sesi wheezing olarak adlandırılır. Astım için tipiktir. Göğüs sıkışması: Daralmış hava yollarından havayı geçirebilmek için daha fazla efor gerektiğinden pekçok astımlı kişi göğsünden rahatsız edici bir his ve daralma tanımlar. Nefes darlığı: Bazı kişilerce hava açlığı olarak tanımlanan ve sanki alınan nefes yetmiyormuş hissini uyandıran durumdur. Mukus üretimi: Pekçok astımlı kişide kalın ve aşırı miktarda balgam üretimi vardır. Bu mukus solunum yollarını tıkayarak öksürüğe neden olur. Çoğu zaman astım bulguları geceleri ya da sabahın ilk saatlerinde şiddetlenmektedir. Uzun yıllardır astım ile yaşayan kişiler atakları nelerin tetiklediğini az çok bilirler. Öte yandan bir astım atağı çoğu zaman ortaya çıkmadan önce belirtiler verir. Kişinin hastalığını iyi tanıması ve bu belirtilere dikkat etmesi atak gelmeden önce önlem alabilecek zamana sahip olmasını sağlar. Astım tehlikeli bir hastalık mıdır? Astım atakları çoğu zaman hafif ya da orta şiddette görülür ve ilaçlara kolay cevap vererek birkaç dakika ile birkaç saat arasında düzelir. Ancak bazı ataklar rutin ilaçlara cevap vermeyebilir ve acil müdahale gerektirebilir. Bu tür şiddetli ve uzun süren ataklar hayati tehlike doğurabilir. Astımın iyi kontrol edilmesi ne demektir? Astım kesin tedavisi olmayan kronik bir hastalıktır. Bu nedenle tüm tedavi girişimlerinde amaç iyi astım kontrolü sağlamaktır. Burada kastedilen uzun süre ataksız dönem geçmesini ve atak varlığında biran önce normale dönmesini sağlamaktır. İyi astım kontrolünün hedefleri şunlardır: Wheezing, öksürük ve nefes darlığının olmaması Gece uykusunun astım atakları ile bölünmemesi Egzersiz ve günlük aktivitelerin sorunsuz yapılabilmesi Atakları rahatlatan ilaçların haftada üç kereden az kullanılmasının sağlanması Hamilelik ve astım Astım hamilelikte en sık karşılaşılan sistemik kronik hastalıklardan birisidir ve tüm hamilelerin %4-7'sinde görüldüğü kabul edilmektedir. Bununla birlikte hayatı tehdit edecek şekilde şiddetli astım atakları çok daha nadir olarak %0.05-2 arasında görülür. İyi kontrol edilmediği taktirde hem anne adayında hem de bebekte ciddi sorunlara neden olabilir. Astım daha önceden var olabileceği gibi ilk kez hamilelik sırasında da ortaya çıkabilir. Hamilelikte solunum sisteminde ortaya çıkan fizyolojik değişiklikler: Hamilelik dönemi tüm vücut sistemlerinde olduğu gibi solunum sisteminde de bazı değişikliklere neden olur. Bu değişikliklerin hemen hepsi normal kabul edilir ve vücudun gebeliğe uyumu için gereklidir. Özellikle son dönemlerde genel ödeme paralel olarak ve östrojen hormonunun etkisiyle solunum yollarında da ödem ve şişlikler olur. Bunun sonucunda burun tıkanıklığı, akıntı, horlama ortaya çıkabilir. Rahim büyüdükçe diyafram kasını yaklaşık 4 cm yukarı iter ve göğüs çapı artar. Progesteron hormonu ise akciğer kapasiteleri üzerinde değişikliğe neden olur. Buna bağlı olarak hamile bir kadın daha hızlı soluk alıp verir ve kandaki oksijen ve karbondioksit oranları değişir. Tüm bu değişimler hamile kadınlarda daha kolay ve şiddetli solunum yetmezliği ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Gebeliğin astım üzerindeki etkileri : Astım gebelik döneminde değişken bir seyir izler. Genel olarak hastaların 1/3'ünde hastalığın seyrinde düzelme, 1/3'ünde kötüleşme saptanırken geri kalan üçtebirlik kısımda herhangi bir değişiklik gözlenmez. Hastalık genelde gebeliğin son dönemlerinde düzelme eğilimi gösterir ve akut atakların sıklığı azalır. Bunun nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte progesteron hormonundaki değişimlerin neden olduğu düşünülmektedir. Akut ataklar en sık gebeliğin 24. haftaları civarında görülürken ortaya çıkan değişimler doğumdan 3 ay kadar sonra gebelik öncesi haline döner. Genel olarak eğer astım hamilelikten önce kötü ve şiddetli ise hamilelik sırasında daha da şiddetleneceği öngörülebilir. İkinci ya da daha sonraki hamileliklerini yaşayanlarda ise ilk hamilelikte ortaya çıkan değişikliklere benzer değişimler beklenmelidir. İlginç olarak kız bebek bekleyenlerde astımın şiddetlendiği ileri sürülmektedir. Astımın gebelik üzerindeki etkileri: Astımın gebe kadın ve karnındaki bebeği üzerindeki etkileri değişkendir. İyi kontrol edilen bir astım varlığında hem anne adayı hem de bebekte sorun çıkma olasılığı oldukça düşüktür. Öte yandan iyi kontrol edilmeyen olgularda ortaya çıkan istenmeyen etkilerin altında yatan temel sebep yan etkilerinden çekinerek yetersiz ilaç kullanılmasıdır. Bu oldukça yanlış bir yaklaşımdır çünkü astım ilaçları gebelikte güvenli olarak kabul edilen maddelerdir. İyi kontrol edilemeyen astım anne adayında : bulantı ve kusmalarda Vajinal kanama görülme sıklığında Gebeliğe bağlı hipertansiyon görülme riskinde Anne ölümlerinde artışa neden olabilir. Bebeklerde ise Erken doğum Büyüme geriliği Düşük doğum ağırlığı Kronik hipoksi (oksijen yetersizliği) Anne karnında ölüme neden olabilmektedir. .
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#4
|
|||
|
|||
Tedavi
Astımlı bir hamilelinin tedavisi hamile olmayanlardan çok farklı değildir ve genelde aynı tür ilaçlar kullanılır. Astım tedavisinde kullanılan ilaçların gebelik ve bebek üzerinde zararlı etkileri gösterilmemiştir ve bu nedenle güvenli olarak kabul edilirler. Asıl korkulması gereken kontrol edilemeyen astımın neden olduğu bebekteki zararlı etkilerdir. Astım tedavisinde amaç en iyi solunum fonksiyonuna ulaşarak ataksız bir dönem sağlamaktır. Tedavide genel prensipler ise mümkün olan en az sayıdaki ilacın kullanılması, optimal solunum fonksiyonunun sağlanması, havayolu iritanlarından kaçınılması, astımı alevlendiren üst solunum yolu enfeksiyonları, sinüzit ve reflünün tedavi edilmesidir. Gebelerde astım tedavisinin amacı hipoksi yani oskijen azlığına neden olan atakların önlenmesi ve ideal solunum fonksiyonunun sağlanarak bu hipoksinin bebeğin gelişimi üzerindeki olumsuz etkilerinin engellenmesidir. Tedavide belki de en önemli faktör hasta eğitimi ve bilinçlendirmedir. Öte yandan hastalığın ve gebeliğin solunum sisteminde neden olduğu değişimler sık aralıklarla yapılacak olan solunum fonksiyon testleri ile değerlendirilmeli, hastaya göre tadavi dozu ve şeması belirlenmelidir. Doktorunuza haber vermeden ilaç dozlarını değiştirmeniz olumsuz etkilerin ortaya çıkma riskini arttıracaktır. Astım ataklarını tetikleyen ev tozu, küf, mantar, evcil hayvanlar, sigara dumanı, kirli hava, kokular, yiyecek katkı maddeleri gibi alerjenlerden kaçınmak ilaç gereksinimini de en alt düzeye indirecektir. Gebe kalmayı planlayan bir kadında ise önceden astım kontrol altına alınmalıdır. Bebekte astım ortaya çıkması Astım hastası anne adaylarının en büyük endişelerinden birisi de bebeklerind ede bu hastalığın ortaya çıkma olasılığıdır. Yapılan araştırmalar astımlı annelerden dünyaya gelen bebeklerin %20'sinde bu hastalığın görüldüğünü ortaya koymaktadır. Bu oran genel popülasyonda görülen oranın çok üzerindedir. Ancak anne sütü ile besleme, alerjen faktörlerden kaçınma, bebeğin bulunduğu ortamda sigara içmeme gibi basit önlemler bu oranların azaltılmasında yardımcı olabilmektedir. Amniyosentez ve Gebelik Amniyosentez nedir? Bebeğiniz tüm hamileliğiniz süresince amniyon kesesi adı verilen bir kese içinde gelişimini sürdürür. Bu kesenin içi amniyon sıvısı adı verilen bir sıvı ile doludur. Amniyon sıvısı statik bir sıvı olmayıp sürekli emilim ve yapım halinde bulunur. Sıvının ana kaynağı bebeğin akciğerleri ve boşaltım sistemidir. Bu sıvı aynı zamanda bebekten dökülen hücreleri de içerir. Bu hücreler bebeğinizin tüm hücreleri ile aynı genetik yapıya sahip olduklarından incelenmeleri bebeğinizin genetik durumu hakkında bilgi verir. Amniyosentez bebeğinizin içinde yüzdüğü amniyon sıvısından ince bir iğne yardımıyla örnek alınması demektir. En sık uygulanan anne karnında tanı yöntemlerinden birisidir. İlk kez 1882 yılında fazla olan amniyon sıvısının miktarını azaltmak için uygulanmıştır. Daha sonraları ise kan uyuşmazlığı olan çiftlerde bebeğin etkilenme derecesini saptamak için ya da erken doğum tehditi olgularında bebeğin akciğer olgunlaşmasının yeterli olup olmadığını değerlendirmek amacıyla kullanım alanı bulmuştur. Günümüzde ise başta bebekteki bazı doğum defektlerini ve genetik bozuklukları saptamak olmak üzere pek çok nedenle gebeliğin ikinci trimester'ında uygulanan bir testtir. Tıp alanında ve gebelik takibinde pek çok modern gelişme lmasına rağmen amniyosentez hala daha en yeterli bilgiyi sağlayan altın değerinde bir testtir. Amniyosentezin en sık uygulanan prenatal test olduğunu belirtmiştik. Koriyonik villus örneklemesi (CVS) gibi diğer bazı testler ise doğumsal anomalilerin pek çoğunu saptamakla birlikte amniyosentez kadar etkili değillerdir. CVS gebeliğin daha erken döneminde yapılmakla birlikte amniyosenteze göre daha yüksek oranda düşük ve başka komplikasyon riskleri taşır. Bazı araştırmalar CVS sonrası çok düşük oranda el ve ayak parmaklarında doğum anomalilerine rastlanabildiğini ileri sürmektedirler. Bebeklerin bir kısmı çeşitli anomaliler ile doğarlar. Bunlardan bazıları yaşam ile bağdaşmazken bazıları hayati olmamakla birlikte bireyin ve çevresinin hayat kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir. Bu gruba en güzel örnek down sedromudur. Amniyosentez ve diğer tüm prenatal testlerin (anne karnında teşhise yönelik testler) amacı özellikle tedavi olanağı olmayan genetik hastalıklar başta olmak üzere bu hastalıkları ve anomalileri mümkün olduğunca erken dönemde saptamak, anne baba adaylarına hastalık ve bebeğin dünyaya geldikten sonraki olası durumu hakkında bilgi vermek ve yine onların kararı ve onayıyla mümkün olduğunca erken dönemde gebeliğin sonlandırılmasını sağlamaktır. Bazı anne baba adayları Down sendromu gibi yaşam ile bağdaşan anomalilerin varlığında hamileliği devam ettirme yönünde karar verebilirler. Bu tamemen çiftlerin seçimi olup yasal ya da vicdani hiçbir zorlama mevcut değildir. Benzer şekilde amniyosentez yapılıp yapılmaması kararı da yine yalnizc çifte aittir. Doktorunuz sizi amniyosenteze zorlamaz, sadece önerir. Amniyosentez kimlere önerilir? Amniyosentez hem invazif bir girişim olduğu için hem de az da olsa düşük riski taşıdığı için rutin olarak her hamile kadına önerilmez. Kromozomal ya da genetik doğum defekti ya da bazı malformasyonlar açısından yüksek risk altında olduğu saptanan kadınlrda önerilen bir testtir. Genel olarak amniyosentez önerilmesi gereken durumlar şunlarıdır: İleri anne yaşı: Down sendromu başta olmak üzere bazı genetik hastalıkların görülme riski kadının yaşı ile paralel olarak artış göstermektedir. Eğer anne adayının yaşı beklenen doğum tarihinde 35 ya da daha fazla olacak ise amniyosentez yapılması önerilir. İleri anne yaşı en sık amnyosentez önerilen durumdur. Pozitif öykü: Daha önceki bir hamilelik genetik bir sorun nedeni ile sonlandırıldıysa ya da nöral tüp defekti, spina bifida gibi doğum defektli bir bebek öyküsü varsa sonraki hamileliklerde amniyosentez önerilir. Bilinen genetik hastalık varlığı: Anne ya da baba adayında, ya da yakın akrabalarında bilinen genetik bir hastalık varsa amniyosentez önerilir. Bazı metabolik hastalıklar kalıtsal geçiş gösterir. Anne ya da babada hastalık olmamasına karşın bunlar taşıyıcı olabilirler ve sorunu bebeklerine aktarabililirler. Her iki ebeveyneden de hastalıklı gen geldiğinde bebekte hastalık ortaya çıkar. Bu gibi duruların araştırılmasında amniyosentez yararlı olabilir. Akdeniz anemisi gibi hastalıklar ise bazı bölgelerde çok sık görülür. Bu gibi durumların varlığında da amniyosentez bebeğin hastalık taşıyıp taşımadığını anlamak için yararlı olabilir. Bir diğer konu da akraba evlilikleridir. Akraba evliliklerinde çiftin her ikisinin de taşıyıcı olma olasılıkları normal topluma göre daha yüksek olduğundan bbekte hastalık görülme riski yüksektir ve bu nedenle amniyosentez önerilebilir. Bu grup hastalarda amniyosentez şart değildir. Şart olan hamilelik öncesi ya da erken dönemde genetik danışmanlıktır. Genetik uzmanı sizden ve eşinizden detaylı bir öykü alarak risk oranınızı belirler ve amniyosenteze gerek olup olmadığına karar verir. Pozitif tarama testi: Günümüzde genetik hastalıklar ve anomaliler açısından yüksek risk taşıyan hamilelikleri saptamak amacıyla bazı testler her hamile kadında rutin olarak uygulanmaktadır. Bu testlerden en sık kullanılan üçlü tarama testidir. Tarama testleri adından da anlaşılabileceği gibi anomali varlığını belirtmez sadece yüksek risk altındaki kişileri işaret eder. Bu testlerin pozitifi çıkması durumunda kesin tanıya ulaşmak amacıyla amniyosentez önerilir. Ultrasonografide anomali saptanması: Hamilelik takibi sırasında yapılan rutin ultrason incelemelerinde anomali saptanması varlığında, anomali ile birlikte görülebilecek genetik bozukluk riskine göre amniyosentez önerilebilir. Akciğer gelişiminin değerlendirilmesi: Erken doğum riski olan, ya da hamileliğin devamının anne ya da bebek açısından risk oluşturduğu durumlarda amnyon sıvısından örnek alınarak lesitin/sfingomeyelin gibi bazı maddelere bakılarak akciğer olgunlaşmasının tamamlanıp tamamlanmadığında karar verilebilir. Yenidoğan yoğun bakım şartları günümüzde çok iyi düzeye gelmiştir. Ülkemizde de iyi merkezlerde 24-25 haftalık bebekler yaşatılabilmektedir. Bu nedenle akciğer gelişimi değerlendirmek amacıyla amniyosentez uygulaması artık eskisi kadar popüler değildir. Polihdramniyos: Amniyon sıvısının normalden fazla olması durumunda anne adayını rahatlatmak amacıyla amniyosentez yapılarak bir miktar sıvı alınabilir. Amniyosentez ne zaman yapılır? Bebeğin amniyon sıvısından örnek almak için en uygun zaman son adet tarihinden itibaren hamileliğin 16-18. haftaları arsıdır. Sonuçlar genelde 1-2 hafta içinde bazan daha geç çıktığından bu haftalarda yapılması idealdir. Son zamanlarda erken amniyosentez (15. haftdan önce) uygulansa da hem laboratuvar şartları hem de işlemden kaynaklanan risklerin yüksekliği nedeniyle pek tercih edilmemektedir. Bu uygulama henüz deneysel aşamadadır. ---------- Post added 19.02.17 at 01:17 ---------- Amniyosentez nasıl yapılır? Amniyosentez işlemi esnasında çok ince bir iğne ile bebeğin içinde yüzdüğü amniyon kesesine girilir ve sıvı çekilir. İşlemden önce detaylı bir ultrason incelemesi yapılarak bebeğin durumu ve pozisyonu değerlendirilir. Daha sonra amniyosentez için uygun bir alana karar verilerek hazırlıklara başlanır. İşlem sırasında iğnenin bebeğin plasentasından geçmeyeceği bebekten uzakta bir bir alan bulmak önemlidir. İşlemden önce hamile kadın ultrason masasında sırtüstü uzanır. İğnenin girileceği alan antiseptik solüsyonlar ile temizlendikten sonra karın steril örtü ile örtülür. Bir doktor ultrason ile işlemi gerçekleştirecek olan doktora rehberlik eder. İşlem tek kişi ile yapılacak ise özel tasarlanmış ultrson guide'ları kullanılmalıdır. İşlemi yapacak olan kişi ultrason görüntüsü altında iğneyi karın üzerinden yerleştirir ve önce karın katlarını daha sonra rahim kasını geçerek amniyon kesesine girer. İğnenin ucunu ultrasonda gördükten sonra arkasına bir enjektör takarak yaklaşık 20 mililitre sıvı alır.Bu aşamada bebeğin tüm amniyon sıvısının miktarı yaklaşık 200-300 mililitredir. Alınan sıvının kanlı olmaması gerekir. Yeterli miktarda sıvı alındıktan sonra iğne tek bir hamlede çıkarılır ve işlem tamamlanmış olur. Alınan sıvıyı bebek 1-2 saat içinde yeniden üretir Daha sonra ultrasonografi ile bebek ve kalp atımları yeniden değerlendirilir. Hasta 10-15 dakika dinlendirildikten sonra evine gönderilebilir. Alınan sıvı oda sıcaklığında muhafaza edilerek laboratuvara gönderilir. Tüm işlem 1-2 dakika kadar sürer. Alınan sıvıda ne gibi işlemler yapılır? Amniyon sıvısı bebeğe ait canlı hücreler içerir. Bu hücrelerin kaynağı bebeğin solunum , sindirim, boşaltım sistemi ve cildinden dökülen hücrelerdir. Alınan sıvı laboratuvarda ayrıştırıldıktan sonra hücreler kültür ortamınada çoğaltılır ve elde edilen hücrelerde genetik inceleme yapılır. Eğer amniyosentez bebeğin akciğer gelişimini değerlendirmek amacıyla yapılıyor ise laboratuvara gönderilmez. Değerlendirme aynı anda yapılabilr. Sonuçlar ne zaman alınır? Amniyosentez sonuçları iki aşamalı olarak değerlendirilebilir. İlk planda florasan teknik ile (FISH) hücrelerin genetik yapısı incelenir. FISH 2-3 gün içinde sonuçlanır fakat her zaman kesin sonuç vermeyebilir. Kesin sonuç için hücre kültürlerinin beklenmesi gerekir. Bu genelde 1-3 haftarasında zaman alır. FISH yöntemi her yerde uygulanmayan sadece belirli laboratuvarlarda uygulanan güncel bir yöntemdir. Amniyosentez güvenli midir? Her yıl dünyada milyonlarca kadında amniyosentez yapılmaktadır ve bu anne adaylarıın hepsinin zinhini kurcalayan temel soru budur. Ultrasonun yaygın olmadığı dönemlerde işlem körlemesine yapıldığından riskler daha yüksekti. 1976 yılında geniş kapsamlı bir araştıma sonucu Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüleri gebeliğin ikinci trimesterında yapılan amniyosentezin güvenli olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Ancak tüm invazif girişimlerde olduğu gibi amniyosentezde de bazı riskler vardır. Bu riskler şunlardır: Düşük: Amniyosentez önerilen çiftleri en fazla endişelendiren konu olmakla birlikte amniyosenteze bağlı düşük riski son derece azdır. Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezinin verilerine göre amniyosenteze bağlı düşük riski 200-400 işlemde 1'dir. İşlemi yapan kişinin tecrübesi ile düşük riski arasında ilişki olduğu düşünülmektedir. Düşük riski erken amniyosentezde daha fazladır. 1998 yılında Kanada'da yapılan bir araştırmada erken amniyosentez sonrası düşük riski %2.6 olarak bulunmuştur. Bu oran ikinci trimestarda yapılan amniyosentezlerde %0.8'dir. Günümüzde kabul edilen görüş amniyosentezin düşük riskini sadece %1 oranında arttırdığıdır (%1 düşük riski taşır demek değildir). Enfeksiyon: Amniyosentez sonrası enfeksiyon görülme riski 1000'de birden daha azdır. Steril şartların sağlandığı durumlarda son derece nadir olarak görülür. Su gelmesi: Yaklaşık %1 olguda vajinadan az miktarda sıvı gelebilir. Sıvı kaçağının yeri iğnenin giriş deliğidir. Amniyon zarı 1-2 gün içinde kendini onarır ve sıvı kaçağı kaybolur. Su kesesinin açılması: Çok nadir karşılaşılır. Bu durumda gebeliğin sonlandırılası gerekir. Plasenta veya kordonun zedelenmesi : Nadir görülen bir komplikasyondur. Erken doğum eylemi: Nadir görülen bir komplikasyondur. İşlemin başarısız olması: Uygun bir giriş alanı bulunamadığında ya da amniyon zarı rahim duvarından ayrılıp içeri doğru bombeleştiğinde iğnenin kese içine girmesi mümkün olmyabilir. Bu gibi bir durumda işlem birkaç gün sonra tekrarlanır. Bebeğin zarar görmesi : İşlem ultrason altında yapıldığından son derece nadir olarak karşılaşılır. En sık olabilecek olan problem iğne batmasıdır. Bu durum bebekte kalıcı bir zarar yaratmaz. İşlemin tekrarlanması: Alınan sıvı miktar olarak yetersiz ise ya da çok kanlı ise birkaç hafta sonra işlemin tekrarlanması gerekebilir. Bazı durumlarda tek bir girişte kese içine ulaşılamaz. Birden fazla giriş yapıldığında tüm riskler artar. İşlem için herhangi bir ön hazırlık gerekir mi? Hayır. Amniyosentez öncesinde herhangi bir hazırlık yapmanız gerekmez. Bazı durumlarda mesanenizin dolu olması işlemi kolaylaştırabileceğinden doktorunuz su içmenizi önerebilir.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#5
|
|||
|
|||
İşlem sırasında acı olur mu?
Hayır. Amniyosentez genelde ağrısız bir işlemdir ancak iğne rahim kasına girerken ve çıkarken adet sancısı tarzında kramplar olabilir. Bundan daha fazla bir rahatsızlık sık karşılaşılan bir durum değildir.Bu nedenle lokal aneztezi uygulanmaz. İşlem sonrası nelere dikkat etmek gerekir? Amniyosentez sonrası yatak istirahati ya da aktivite kısıtlaması gerekli değildir. 24 saat süre ile ağır fiziksel aktiviteden kaçınılması, 15 dakikadan daha uzun ayakta durulmaması önerilir. Eğer kan grubunuz Rh (-), eşiniz de Rh(+) ise işlem sonrasında koruyucu iğne yapılması gerekir. Çoğul gebeliklerde amniyosentez yapılabilir mi? Evet. Çoğul gebelikler amniyosentez için kontraendikasyon oluşturmazlar. Eğer mümkün ise tek bir iğne girişi ile tüm bebeklerden ayrı ayrı sıvı almak idealdir. Bir bebeğin kesesine girilip sıvı alındıktan sonra kese içine indigokarmen adı verilen renkli bir sıvı verilir. Bu sıvının bebeğe herhangi bir zararı yoktur. Amaç sıvı alınan bebeği belirlemektir. Daha sonra ultrason eşliğinde diğer bebeğin kesesine girildiğinde eğer renkli sıvı gelir ise yanlış kesede olunduğu belli olur ve bu sayede aynı bebekten iki defa sıvı alınmasının önüne geçilebilir. Tek bir kese içinde bulunan monoamniyotik ikizlerde ise böyle bir şans yoktur. Normal olarak bulunan bir sonuç bebeğin sağlıklı olacağını garanti eder mi? Yüksek risk saptanan anne adaylarının %95'inde prenatal testlerin sonucu normal olarak bulunur. Ancak hiçbir perinatal test sağlklı bir bebek için %100 garanti veremez çünkü bazı anomaliler doğumdan önce hiçbir şekilde saptanamaz. Bebeklerin %3-4'ü anomalili olarak doğarlar. Amniyosentezin kromozomal anomalileri saptamadaki başarısı %99.4 ile %100 arasında değişir. Amniyosentez ile saptanan anomaliler tedavi edilebilir mi? Günümüzde pekçok defekt doğum öncesi saptanabilmekte ancak çok azı tedavi edilebilmektedir. Down sendromu gibi genetik hastalıkların tedavisi ne yazık ki mümkün değildir. Amniyosentez sonrası doktorunuzu aramanız gereken acil durumlar: Eğer Kasılmalarınız ya da şiddetli kramplarınız olursa Vajinal kanamanız olursa Vajinal sıvı kaçağı fazla miktarda olur ya da 1-2 günden uzun sürerse Ateşiniz 37.5 derecenin üzerine çıkarsa Kötü kokulu bir akıntınız olursa zaman kaybetmeden doktorunuzu aramalısınız Adet öncesi gerginlik Adet kanaması yaklaşırken kadınların %75'inde değişen hormon düzeylerine bağlı olarak bazı şikayetler ortaya çıkar.Bu kadınların yarısında yakınmalar hafiftir ve kişinin günlük yaşantısını etkilemez. Diğer yarısında ise depresyon da dahil olmak üzere çok daha ciddi şikayetler ortaya çıkar. (Premenstrüel Sendrom, PMS) Adet kanaması yaklaşırken kadınların %75'inde değişen hormon düzeylerine bağlı olarak bazı şikayetler ortaya çıkar.Bu kadınların yarısında yakınmalar hafiftir ve kişinin günlük yaşantısını etkilemez. Diğer yarısında ise depresyon da dahil olmak üzere çok daha ciddi şikayetler ortaya çıkar. Premenstrüel şikayetler fizyolojik ya da psikolojik olabilir ve kültürel farklılıklardan etkilenebilir. PMS hem fizyolojik hem de psikolojik olayların bileşkesidir. Çalışmalar değişik kültürlerden gelen kadınlarda farklı şikayetlerin ortaya çıktığını göstermektedir. Uzakdoğulu kadınlarda en sık rastlanılan şikayet ağrı iken gelişmiş batı toplumlarında depresyon en sık karşılaşılan bulgudur. Kişinin sosyal yaşamını olumsuz etkileyen ve her ay görülen yakınmalar kadının kendine olan güvenini yitirmesine dahi neden olabilir. Fiziksel belirtiler PMS bulguları veren kadınların hemen hemen hepsinde memelerde hassasiyet ve hafif geçici kilo artışı saptanır.Diğer belirtiler ise sindirim sitemi bozuklukları, başağrısı, döküntüler, kas ve eklem ağrıları, halsizlik, diş eti kanamaları, çarpıntı, denge bozuklukları, sıcak basmaları, ses ve kokulara aşırı hassasiyet, ajitasyon, uykusuzluk olarak sayılabilir. Adet kanamasının ağrılı ya da fazla olması yani dismenore PMS olarak değerlendirilmez. Duygusal belirtiler Duygusal hipersensitivite PMS de çok sık görülür. depresyondan endişeye ve aşırı sinirliliğe kadar pekçok değişik duygu durumu olabilir. Bazı kadınlarda hafif hafıza kaybı görülebilir. Konsantrasyon bozukluğu PMS'de nadir olmayan bir durumdur. Bazı kadınlarda görülen depresyon hali, huzursuzluk ve gerginlik tablosuna premenstrüel disforik bozukluk (PMDD) adı verilir. Nedenleri PMS nedenlrini bulmaya yönelik çalışmalar bu tablonun altında yatan faktörleri tam olarak ortaya koyamamıştır.Ancak bazı teoriler mevcuttur. Ovülasyonu baskılayan bazı hormonların verilmesi halinde PMS belirtilerinde gerileme olmaktadır. Buna göre üreme hormonları PMS'ye neden olabilir, ancak bu rolün ne olduğu açıklanamamıştır. PMS'nin bu hormonlar ile sinirlerde iletimi sağlayan bazı maddelerin ortak hareket etmesi sonucu ortaya çıktığı yönünde güçlü bulgular vardır. En çok suçlanan maddeler GABA ve serotonin adı verilenlerdir. Bazı araştırmacılar ise kalsiyumve magnezyum dengesindeki bozukluğun PMS tablosuna yol açtığına inanmaktadırlar. Bu iki mineralin vücuttaki dağılımı sinir hücreleri arasındaki iletişimi etkileyerek tabloya neden olabilir. Bu araştırmacılar PMS'li kadınlarda magneyum eksikliği ya da kalsiyum fazlalığının şikayetleri yarattığını öne sürmektedirler. PMS etiyolojisinde öne sürülen bir diğer neden de stress hormonlarıdır.Bu hormonların fazlalığı şiakyetlerin daha yoğun yaşanmasına neden olabilir. PMS etiyolojisinde vücutta salgılanan hemen hemen tüm hormon ve maddeler suçlanmaktadır. Ancak kanıtlanmış bir neden bulunamamıştır. Kimlerde görülür PMS tüm dünyada bütün kültürlerde rastlanılan bir durumdur.Yapılan bir çalışmada kadınların %88'inde değişik düzeylerde PMS bulgularına rastlanmıştır. Yaş arttıkça şikayetlerin şiddeti azalmakta ancak çocuk sayısı ile birlikte şiddet artmaktadır.Annesinde PMS olan kadınlarda da şikayetlere daha sık rastlanmaktadır. PMS bazı hastalıkların da şiddetini arttırabilir. Örneğin migreni olankadınlarda atakların büyük bir kısmı adet öncesi döneme rastlamaktadır. Yine şeker hastalarında kan şekeri düzeyleri ve insülin ihtiyacı adet öncesi dönemde değişiklikler gösterir. Astım atakları daha sık görülür ve pekçokkronik hastalık alevlenmeler gösterir. Bu dönemde kişinin çevresi ile olan uyumu bozulur işte veya evde ilişkide bulunduğu kişiler ve çocukları ile arası bozulabilir. Ergenlik dönemindeki genç kızlarda intihara olan eğilim artabilir. Yeme bozukluklarına rastlanabilir. Tanı PMS tanısı pozitif bulgulara dayanmaz. Tanı için en güvenilir yol 2-3 ay süre ile şikayetleri kaydetmek ve şiddetlerini skorlamaktır. Şikayetler fiziksel ve ruhsalolarak ayrılmalı ve ne zaman başlayıp ne zaman bittiği düzenli şekil de kaydedilmelidir. Tedavi PMS nedeni tam olarak bilinmediği için tedavisi de kesin değildir. Bu konuda çok değişik tedavi yaklaşımları mevcuttur. Diet: Azar azar ve sık sık yemek yemenin şikayetleri azalttığı yönünde raporlar vardır.Adet öncesi dönemde taze meyve ve sebze tüketilmesi, kırmızı et ve donmuş yağlardan uzak durulması, içinde katkımaddesiiçeren besinlerin tüketilmemesi bazen yararlı olabilmektedir. Aynı şekilde kafein ve alkol tüketiminin azaltılması da faydalı olabilmektedir. Egzersiz: yapılan bir çalışmada egzersiz yapmayan kadınlarda PMS'ye daha sık rastlandığı bulunmuştur. Hergün yapılan 30 dakikalık bir yürüyüş yararlı olabilir. Kalsiyum ve Magnezyum: Günlük 1200 mg kalsiyum alımının 3 ay sonunda şikayetleri yarı yarıya azalttığını bildiren bir çalışma vardır. Bazı kadınlarda ise magnezyum desteğinden fayda sağlanmışıtr.Ancak bu konuda kesin bulgular henüz yoktur. Vitaminler: A, E ve B6 vitaminlerinin PMS'ye neden olduğu ileri sürülmüş olsa da kesin olarak kanıtlanmış bir bulgu yoktur. Diğer tedavi seçenekleri arasında seratonin metabolizması ile ilgili ilaçlar, hormon ilaçları, antidepresan ve anksiyete gibi psikiyatrik ilaçlar, idrar söktürücüler, erkeklik hormonları sayılabilir ancak bunlardan hiçbirinin kesinleşmiş faydası yoktur. Diğer nadir tedavi yaklaşımları arasında ise psikoterapi ve akupunktur bulunur. ---------- Post added 19.02.17 at 01:18 ---------- Ağrısız doğum Doğum ağrılı bir olaydır, ama sancılarında bir amacı olduğunu unutmayın. Her kasılma sizi bebeğinizin doğumuna biraz daha yakınlaştırır. Ağrı giderme yöntemlerini kullanmak konusunda ne kadar kararlı olursanız olun olaya geniş bir açıdan bakmanızda fayda vardır. Bu yöntemlerin gerekliliği yaşayacağınız doğurma sürecine ve sizin ağrıya dayanma gücünüze bağlıdır. Eğer katlanabileceğinizden fazla acı ile karşı karşıyaysanız ağrı giderme yöntemlerine başvurulmasını istemekten çekinmeyin. Epidural Anestezi Epidural anestezi vücudun alt bölümlerine giden sinirleri geçici bir süre uyuşturur. Özellikle doğumdaki sırt ve bel ağrılarının giderilmesinde faydalıdır. Her hastanede uygulanan bir yöntem değildir. Epidural blok şiddetli doğum ağrılarının giderilmesinin yanı sıra hem normal yolla hemde sezaryen doğumlar için giderek daha popüler hale gelmektedir. Bunun temel nedeni daha güvenli ve kolay uygulanabilir olmasıdır. Epiduralin zamanlaması etkisi doğumun ikinci evresinde geçecek şekilde yapılmalıdır, yoksa bebeğin doğumu gecikebilir. Epidurali uygulamak yaklaşık 20 dakika alır. Dizlerinizi karnınıza çekerek yan yatmanız istenir. Anestezik madde ince bir tüp ile belinize enjekte edilir. Bu tüp yerinde bırakılarak gerektiğinde ağrı kesicinin yeniden verilmesi sağlanır. İlacın etkisi yaklaşık 2 saat sürer. Epidural uygulandığında sürekli kontrol altında kalacaksınız ve belinizdeki kateter varlığından dolayı hareketleriniz kısıtlanacaktır.Epidural gereği gibi etki gösterirse doğumda hiç ağrı duyulmaz. Bazı hamilelerde bayılma hissi ve baş dönmesi yapabilir. Ayrıca bebeğin kalp atışlarını etkiliye bileceğinden bebek kalp atışları sürekli monitörden izlenir. Pudental Anestezi Bu yöntem ikinci aşamadaki ağrıları gidermek için kullanılır ve genellikle normal yolla doğumda tercih edilir. Perine ve vajina çevresindeki bölgeye sokulan bir iğne yoluyla uygulanır, o bölgedeki ağrıları azaltır ancak rahimdeki ağrılara pek etki etmez. En çok forseps kullanıldığında yararlıdır ve etkisi epizotomi yapılana dek sürebilir. Gaz ve hava Oksijen ve azot oksit karışımı kendinizi iyi hissetmenizi sağlayarak ağrıları durdurur. Doğumun birinci evresinin sonlarına doğru etkilidir. El maskesi ile uygulanan gazı solumanız istenir. Etkisi bir iki dakika içerisinde görüldüğünden sancının başlayacağını hissettiğinizde gazdan bir kaç derin soluk almanız yeterli olur. Gaz ağrıyı ancak kısmen giderdiği için bazen yeterli olmayabilir. Gazı solurken başınız dönebilir,bulantı gelebilir. Bu gazın bebeğe zararlı bir etkisi yoktur ancak yinede günümüzde kullanımı nadirdir. Diğer ağrı kesiciler Güçlü bir ağrı kesici olan meperidin hidroklorid kadın doğumda en çok kullanılan ağrı kesicidir. En etkili uygulama şekli damar içine veya kas içine enjekte edilmesidir. İki ile dört saatte bir tekrarlanabilir. Genellikle kasılmaları etkilemez. Doğumdan yaklaşık 2-3 saat önce verilir. Annenin ilaca yanıtı ve ağrının azalma derecesi çok değişkendir. Bazı kadınlar ilacın kendilerini gevşettiğini ve kasılmalara daha iyi dayandıklarını ileri sürerler, bazıları ise uyuşukluk duygusundan hiç hoşlanmazlar ve kasılmalarla başa çıkmakta zorlandıklarını söylerler. Kadının duyarlılığına göre değişen yan etkiler arasında bulantı, kusma, solunumun zayıflaması ve kan basıncında düşme sayılabilir. Meperidin ayrıca doğum sonrası epizyotomi ve sezaryen acısını dindirmek içinde verilebilir. Eğer doğuma çok yakın verilmişse bebek uykulu olabilir ve emmekte zorlanabilir ama bu etkileri kısa sürelidir. Genel anestezi Bir zamanlar ağrısız doğum için en gözde yöntemlerden biri olan genel anestezi, artık yalnızca ameliyatlı doğumlarda (sezaryen) kullanılır. Hızlı etkisinden dolayı daha çok bölgesel anestezi yapılmasına zaman bulunamadığı acil sezaryen durumlarında uygulanmaktadır. Bazı ön ilaçların enjekte edilmesinden sonra genel anestezik madde hastaya solunum yolu ile verilir. Bunu bir uzman anestezist yapar. Anne doğumun bütün aşamalarında bilinçsiz olacaktır. Kendine geldiğinde de bir süre sersem, çevresini ve zamanı tanımaz ve huzursuz olabilir. Boğazına koyulmuş bir tüpten dolayı öksürebilir, boğazı sızlayabilir, bulantı ve kusması olabilir. Geçici bir kan basıncı düşmeside başka bir olası yan etkidir. Genel anestezinin büyük sorunu anneyle birlikte bebeğin de sakinleşmiş olmasıdır. Bununla birlikte tam doğum anında anestezik madde kesilerek bebeğin uyuşukluğu en aza indirilebilir. Bu yolla bebek henüz kendine fazla miktarda ilaç ulaşmadan doğabilir. Anne yan yatırılarak (genelde sola) ve oksijen verilerek, bebeğe giden oksijen arttırılmaya çalışılır. Genel aestezinin başka bir yan etkisi de annenin kusması ve kusmuklarının, öksürük refleksleri baskılanmış olduğundan,ciğerlerine kaçarak zatüreye yol açma olasılığıdır.Doğum öncesinde sizden hiçbir şey yiyip içmemenizin istenmesinin nedeni de budur ---------- Post added 19.02.17 at 01:18 ---------- Anne sütü Her bebek için en ideal besin kendi annesinin sütüdür.Yaşamın ilk 4 ayı başka ek bir gıdaya gerek yoktur. Anne sütü alan bebeğe D vitamininden başka bir şey verilmez. Annenin ilk sütü (ağız:kolostrum) bebeğin ilk aşısıdır..Süregelen adetlerin aksine İLK SÜT HER BEBEĞE MUTLAKA VERİLMELİDİR... Anne sütü bebeği, ishal, grip, idrar yolları iltihabı ve barsak parazitlerinden korur... Normal doğum yapan her annede, doğumdan hemen sonra bebeğin çıplak olarak annenin memeleri üzerine yatırılması, anne-bebek ilişkisinin hemen başlamasına, bebeğin huzurlu olmasına, emme başlayınca sütün daha erken ve bol gelmesine neden olur... Sezaryenle doğumla, anestezinin etkisinin devamı ve annenin ağrılı olması gibi nedenler, sütün gelmesini bir süre geciktirirse de bebeği en kısa zaman içinde annesine verip emzirmeye başlatılmalıdır... Doğumdan sonra bebeğin anne ile aynı odada kalması emmesini kolaylaştırır... Bebeğin, meme ucunu emmeye başlaması ile hipofiz bezinden süt yapımını sağlayan prolaktin adlı hormon salgılanır. Bebek ne kadar fazla emerse, bu hormonun etkisi ile bir sonraki emzirmede o kadar fazla süt yapılmış olur.. Annenin yemesi, içmesi, dinlenmesi dahil HİÇBİR ŞEY SÜT YAPIMINI BEBEĞİN MEMEYİ EMMESİ KADAR ARTTIRAMAZ. Annenin bebeğini görmesi, onunla birlikte olması, dokunması, sesini duyması sütün salınmasını sağlarken, bebeğinden ayrı kalmak, ağrı, endişe, sütün yetmediğini düşünmek gibi olumsuzluklar sütün akmasını engeller.. Anne sütünün bebeğe yetip yetmediğini anlamanın tek yolu, bebeğin kilo takibidir. Duygusal yaklaşımlarla bebeğin doymadığına kanaat getirerek ek besinlere erken geçmek, beraberinde birçok sorunu da birlikte getirecektir.... Emzirme bebek her istedikçe, gece ve gündüz sık aralıklarla yapılmalıdır...Özellikle gece emzirmeleri bebeğin beslenmesi ve bununla birlikte gelişmesi için önemlidir..Yaşamın özellikle ilk iki ayında gece emzirmelerine önem verilmelidir... Emzirmeden önce ve sonra meme temizliği çok önemlidir.. Kaynamış soğutulmuş su ile ıslatılan gazlı bezle memeler her seferinde iyice temizlenmelidir.. Gözlemlerimizin çoğunda annelerin, gece emzirmelerinde temizlik konusunda erindikleri saptanmıştır.. Sonuçta anne memelerinde çatlama ve yaralar oluşmakta, anne çektiği acıdan dolayı emzirememekte, göğüsler sütle dolup gerilmekte ve çatlak ve yaraların acısına gerilme ağrıları da eklenmektedir...Anne sütüne kavuşamayan bebek ise aç kalmaktadır.. Temizliğe dikkat edilmemesi sonucu bebeklerin ağzında başlayan pamukçuklarda (moniliasis) bebeğin emerken acı duymasına neden olmakta ve huzursuzluğu artmaktadır... Her emzirmede, memeden sona doğru gelen sütte yağ miktarı artar ve bu, bebekte doygunluk hissi yaratır ve bebek memeyi bırakır..Bu nedenle her emzirmede yalnızca bir meme verilmeli ve o meme tamamen boşalmadan diğerine geçmemelidir... Bebek emme sırasında memenin başı ile birlikte koyu kahverengi kısmını ağzına almalıdır... Emmeye hazırlanan bebek, meme ucunu tutarken saldırır gibidir.. Memeyi kavradığı an, hızla emmeye başlar ve doygunluk hissi ile memeden ayrılır... Yeni doğan döneminde hemen her bebekte gördüğümüz sarılıkların bir kısmı anne sütüne bağlıdır.. Anne sütünün 1-2 gün kadar kesilmesinin sarılığı azalttığı görülmüşse de, anne sütünün kesildiği dönemlerde bebeğin başka besinlerle beslenmesi, anne sütünün koruyucu etkilerinin olması ve anne sütü sarılığının hemen hiçbir zaman tehlikeli düzeylere çıkmaması göz önüne alınarak SARILIK DURUMLARINDA ANNE SÜTÜNÜN KESİLMESİ ÖNERİLMEMEKTEDİR... İNEK SÜTÜ ANNE SÜTÜNÜN SEÇENEĞİ DEĞİLDİR ! Süt çocukluğunda en önemli alerjik besin inek sütüdür ve yakınmalar genellikle ilk 2-3 ayda görülür... Çoğunda kusma, ishal ve karın ağrısı vardır.. Genellikle inek sütü ile beslenenlerin barsaklarında mikro kanamalar oluşur ve bu da demir eksikliğine neden olur... Ani bebek ölümleri, diş çürümeleri, orta kulak iltihabı, büyüme ve gelişme problemleri inek sütü ile beslenenlerde sık karşılaşılan hastalıklardır.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#6
|
|||
|
|||
Anomalili kusurlu bebekler
ltrasonografi incelemesinde uygun bir gebelik haftasında, çözünürlüğü iyi bir ultrasonografi cihazıyla, dikkatlice ve sistematik bir şekilde tarama yapıldığında bariz yapısal kusurlar nispeten kolay bir şekilde görülebilir. Ancak başta Down sendromu olmak üzere kromozomları ilgilendiren kusurların bazıları direkt olarak yapısal bir kusura yol açmayabilirler. Bunun yerine bu bebeklerde, kendi başlarına bir "kusur" olmayan, ancak bebeklerin yalnızca az bir kısmında görülebilen bazı işaretler saptanabilir. Bu işaretlerin genel özellikleri şunlardır: Bu işaretlerin önemli bir kısmı bunlar konusunda bilgisi ve deneyimi olan doktorlar tarafından çok dikkatli bir şekilde özellikle "bulmak amacıyla" ve çözünürlüğü yüksek ultrasonografi cihazlarıyla bakıldığında görülebilir. İşaretlerin önemli bir kısmı tümüyle normal olan bebeklerde de görülebilir ve bu nedenle başka bulgular ve risk faktörleri olmadığında genellikle kendi başlarına bir anlam taşımazlar. Bu işaretlerin bir kısmı gebeliğin ilk yarısında kendilerini gösterip, sonradan "yok olabilirler". Bu nedenle bu işaretler özellikle 11.-24. gebelik haftalarında araştırılırlar. Birinci trimesterde görülebilen işaretler şu şekilde özetlenebilir: Kistik higroma Bebekte şişme (hidrops) hali Ense pilisi kalınlığının artması Erken gelişme geriliği Kalp atım sayısı ve ritim özellikleri İkinci trimesterde görülebilen işaretler şu şekilde özetlenebilir: Kistik higroma Bebekte şişme (hidrops) hali Ense pilisi kalınlığının artması Ekojenik barsak Uyluk kemiği ve / veya üst kol kemiği kısalıkları Piyelektazi Kalp boşluğunda ekojen odak Ventrikül genişlemesi Koryoid pleksus kisti Pelvik açı genişlemesi Kordonda tek atardamar bulunması İşaretler hakkında ayrıntılar Kistik higroma "Kistik higroma", gebeliğin erken dönemlerinde bebeğin boyun bölgesinde saptanabilen birden fazla odacıklı kistik yapılara verilen isimdir. Bu normal dışı yapının ortaya çıkma nedeninin bölgede lenf kanallarının tıkanmasıyla lenf sıvısının birikmesi olduğu düşünülmektedir. Bazı durumlarda boyun bölgesinde yer alan başka kitleler de kistik higroma sanılabileceğinden tanının tecrübeli bir uzman tarafından doğrulanması önemlidir. Kistik higromanın önemi başta Turner sendromu olmak üzere bebekte bir kromozom kusuruna işaret edebilmesidir. Kistik higroma genellikle erken gebelik haftalarında gözlenir ve gebeliğin ikinci yarısından itibaren kaybolur. Kistik higroma gözlendiğinde muhtemel bir kromozom bozukluğunu araştırmak için koryon villus biyopsisi veya amniyosentez ile karyotipleme (kromozom tayini) yapılması önemlidir. Bebekte şişme (hidrops) hali Bebekte erken gebelik haftalarında şişme hali çok ender görülen bir bulgu olmakla beraber ciddi bir soruna işaret etmesi açısından önemlidir. Hidrops durumundaki bir bebeğin karın boşluğu ve diğer vücut boşluklarında normal dışı bir sıvı birikimi vardır. Erken gebelik haftalarında bir kromozom kusuruna işaret edebilen hidrops, gebeliğin ileri haftalarında saptandığında bebekte ciddi bir kalp kusuru sonucunda veya anne ve baba adayı arasında var olan ve önceki gebeliklerde gerekli önlemler alınmamış bir kan uyuşmazlığının (Rh uygunsuzluğu) bebeğin kan hücrelerini parçalamasıyla oluşmuş bir kalp yetmezliğinin belirtisi olabilir. Ense pilisi kalınlığının artması Ense pilisi kalınlığı başta kromozom kusurları olmak üzere kalp hastalıklarında veya çeşitli doğumsal kusurlarda artmış bulunabilir. Ense pilisi kalınlığı 11-14 tarama testinin bir parçası olarak bu gebelik haftaları arasında ölçülmektedir. Bunun yanında ayrıntılı ultrasonografide de ense pilisi kalınlığı ölçümü yapılmaktadır. Ense pilisi kalınlığı artışı genellikle geçici bir bulgudur ve ilerleyen gebelik haftalarında kaybolma eğilimi gösterir. Erken dönem gelişme geriliği İlk trimesterde ultrasonografide hesaplanan gebelik haftasının son adet tarihine göre hesaplanan gebelik haftasına göre daha ufak bulunması durumunda en muhtemel nedenler yumurtlamanın geç olması ve son adet tarihinin yanlış hatırlanmasıdır. Ancak başta Trizomi 18 olmak üzere çeşitli kromozom kusurlarında bebekte gelişme geriliğinin çok erken gebelik haftalarında başlayabilmesi nedeniyle özellikle aradaki fark çok yüksek olduğunda bebek daha yakın takibe alınır. Kalp atım sayısı ve ritim özellikleri Bebeğin kalp atışları ultrasonografide genellikle 7. Haftadan itibaren izlenebilir hale gelir. Kromozom kusurlarının bazılarında kalp atım sayısı çok düşük veya çok yüksek olabileceğinden kalp atım sayısı da mutlaka dikkate alınır. Kalp atım sayısının özellikleri yanında kalp ritminin düzensizliği de bebekte özellikle bazı kalp kusurlarına işaret edebilmesi açısından önemlidir. Dikkat: Özellikle ikinci trimesterde yapılan ultrasonografide bebeğin kalbinin incelenmesi esnasında ultrasonografi probunun bebeğin kalbi üzerine basınç uygulanması bebeğin kalp atışlarında geçici bir azalmaya ve hatta ""üzensizleşmeye" neden olabilmektedir. "Prob bradikardisi" adı verilen bu durum bir kalp hastalığına işaret etmemekle beraber kalbin ileri incelemesi için ikinci düzey detaylı ultrasonografi gerektirebilir. Ekojenik barsak Ultrasonografide barsakların içinin ekojenik, yani "parlak (beyaz)" görünmesi veya karın içinde kireçlenmeyi andıran parlaklıklar bulunmasıdır. Ekojenik barsak tüm gebeliklerde yaklaşık %1 oranında gözlenebilen bir bulgudur ve mutlaka bebekte bir kusur olduğunu göstermez. Bazı durumlarda ultrasonografi ayarlarının değiştirilmesiyle parlaklığın aslında gerçek olmadığı gözlenebilmektedir. Ekojenik barsak gebeliğin ikinci trimesterinde gözlendiğinde bebekte bir kromozom kusuruna işaret edebilmesi açısından önemli olmakla beraber tek başına bir anlam taşımayabilir Gebeliğin ileri haftalarında görülen ekojenik barsak ise bebekte çeşitli metabolizma hastalıklarına, rahim içi enfeksiyonlara, barsakların bebeğin ilk dışkısı olan mekonyum tarafından tıkanmasına ve bebeğin ciddi bir şekilde sıkıntıda olmasına işaret edebilen bir bulgu olması nedeniyle önemlidir. Uyluk kemiği ve / veya üst kol kemiği kısalıkları 16.-24. gebelik haftaları arasında yapılan ultrasonografide bebeğin uyluk kemiğinin ve / veya üst kol kemiğinin gelişiminin geri kalması Down sendromunun bir bulgusu olabilmektedir. Bu işaretin hatalı yorumlanmasını engellemek için gebelik haftasının doğru bilinmesi çok önemlidir. Piyelektazi (böbrek kanallarında genişleme) Tüm gebeliklerin yaklaşık %2'sinde ultrasonografide bebeğin bir ya da iki böbreğinde idrar kanallarında genişleme saptanabilir. Erken gebelik haftalarında saptandığında ve özellikle de diğer bazı işaretlerle beraber olduğunda bu bulgu Down sendromu ve diğer kromozom bozukluklarına işaret edebilmesi açısından önemlidir. Piyelektazi doğumsal kusura işaret edebilen bir bulgu olması yanında kendi başına da bir böbrek ve idrar kanalı hastalığına işaret edebilmesi açısından takibe alınması gereken bir bulgudur. Özellikle büyük piyelektazilerde bebeğin yenidoğan döneminde ayrıntılı incelenmesi ve bu inceleme sonuçlarına göre hareket edilmesi uygundur. Kalp boşluğunda ekojen odak Tüm gebeliklerin yaklaşık %3-4'ünde saptanabilen bir bulgudur. Kalp boşluklarından birinde ya da ikisinde parlak bir yapı gözlenir. Bu bulgu bebekte Down sendromu varolma olasılığını artırması açısından önemlidir. Ekojen odak genellikle 3. trimesterde kaybolur. Ventrikül genişlemesi Bebeğin kafa içindeki sıvıyı, yani beyin-omurilik sıvısını barındıran ve ileten yapılarda ("ventriküller") genişleme erken gebelik haftalarında Down sendromu bulgusu olarak ortaya çıkabilmektedir. Gebeliğin ilerleyen haftalarında ise ventrikül genişlemesi bebekte hidrosefali gelişimine işaret edebilmesi açısından ayrı bir önem kazanır. ---------- Post added 19.02.17 at 01:18 ---------- Koryoid pleksus kisti Koryoid pleksuslar beyin omurilik sıvısını barındıran ventriküller içinde sağlı sollu yer alan, erken gebelik haftalarında kelebek tarzı yapılarıyla kafa içinin büyük kısmını kaplayan, daha sonra beyin dokusunun gelişmesiyle boyutları nispeten ufalan yapılardır. Beyin omurilik sıvısının üretiminden sorumlu bu yapıların içinde kistik oluşumların gözlenmesine koryoid pleksus kisti adı verilir. Koryoid pleksus kistleri tüm gebeliklerde yaklaşık %1'inde gözlenebilir ve tek veya çift taraflı olabilirler. Bu oluşumlar erken gebelik haftalarında gözlendiğinde başta Trizomi 18 olmak üzere Down sendromu ve diğer kromozom kusurlarının varlığına işaret edebilmeleri nedeniyle önemlidirler. Koryoid pleksus kisti saptandığında genel yaklaşım, ayrıntılı incelemede bebekte başka bir işaret ve kusur saptanmadığında kistin izlenmesi yönündedir. Beraberinde başka bulgular da saptandığında ve /veya kistin nispeten büyük olduğu saptandığında amniyosentez ile bebeğin kromozomlarının incelenmesi gerekebilir. Bu oluşumlar gebelik haftası ilerledikçe kaybolma eğilimindedirler. Koryoid pleksus kistlerinin, bir kromozom kusuruna bağlı olmadıkları sürece bebeğin beyin gelişimini olumsuz etkilemeleri beklenmez. Pelvik açı genişlemesi Nispeten yeni keşfedilmiş bir bulgudur. Bebeğin leğen kemiklerinin birbirine yaptığı açının "geniş" bulunması ek bir Down sendromu işareti olarak kabul edilmekle birlikte bu bulgunun tanımının henüz net olarak yapılmış olmaması, Down sendromu taramasındaki önemini diğer işaretlere göre geri planda bırakır. Kordonda tek atardamar bulunması Bebeğin göbek kordonunda normalde bir toplardamar ve etrafına heliks şeklinde sarılmış iki adet atardamar bulunur. Tüm gebeliklerin yaklaşık %1'inde bebeğin göbek kordonunda tek atardamar bulunur. Bu durum tek başına bir doğumsal kusur olmamasına ve bebekte ileri bir inceleme gerektirmemesine karşın, yapısal başka kusurların varlığına işaret edebilmesi açısından önemlidir. Aile planlaması Aile planlaması, ailelerin istedikleri sayıda, istedikleri zamanda ve sağlıklı aralıklarla, bakabilecekleri kadar çocuk sahibi olmaları demektir. Aile planlaması çocuk sayısını kısıtlamak demek değildir. Aile planlaması çalışmaların temel amacı ailenin sağlığını korumak ve onların mutlu yaşamalarını sağlamaktır. Aile planlaması çalışmaları ile,çiftlere gebe kalmak ve doğum yapmak için en uygun koşulların neler olduğu öğretilir. Gebelikler arasında belli bir süre bırakılarak anne ve çocuk sağlığının korumaktır. Bu hizmet, ailedeki kişi sayısını sınırlandırma anlamı taşımaz! Çocuk yapmada aileler, tamamen serbest olup, kendi iradeleri ile istedikleri, bakabilecekleri, yetiştirebilecekleri sayıda çocuk sahibi olabilirler. Önemli olan ailelerin bilinçli olarak, sorumluluk taşıyarak karar vermeleridir. İstediği halde çocuk sahibi olamayan kısır çiftlere yardım edilir,yol gösterilir. Aile Planlaması, eşlere çocuk yapmak istedikleri veya istemediklerinde yol gösterir. Onlara çocuk sayısı ve doğumlar arasındaki süreyi belirlemelerinde yardımcı olur. Başka bir deyişle Aile Planlaması evli çiftlerin ekonomik olanaklarına ve kişisel isteklerine göre çocuk sayısını tayin etmelerini ve doğumların ana-çocuk sağlığına uygun aralıklarla olmasını sağlayan koruyucu bir hizmettir. Aile Planlaması, eşlere çocuk yapmak istedikleri veya istemediklerinde yol gösterir. Onlara çocuk sayısı ve doğumlar arasındaki süreyi belirlemelerinde yardımcı olur. Bununla birlikte iki yıldan sık aralıklarla yapılan doğumlar ile annenin çok genç ya da yaşlı olması anne ve çocuk sağlığını olumsuz etkilemektedir. Her yıl dünyada yarım milyondan fazla kadın gebelik ve doğumla ilgili sorunlar yüzünden ölmekle geride bir milyondan fazla anasız çocuk bırakmaktadır. Aile Planlaması ile bu ölümlerin çoğu önlenebilirdi. Yine istenmeyen gebelikler de ana ölümüne neden olmaktadır. Yine bu nedenle her yıl ülkemizde 500 binden fazla kadın kürtaj olmakta, daha da tehlikelisi kürtajla ilgili 50 binden fazla kadın yaşamını yitirmektedir. Etkin Aile Planlaması yöntemlerinin kullanılması ile ülkemizde yılda l500 annenin ve 60 bin bebeğin ölümü engellenebilir. Yine çok ve sık doğuma bağlı kadın hastalıkları, kansızlık; zor doğum ve bunlara bağlı olarak ana ölümleri artmaktadır. Çocuk sağlığı da çok ve sık doğumdan etkilenmektedir. Şöyleki; Doğumlar arasında geçen süre 2 yıldan azsa, bir önceki çocuğun ölüm tehlikesi yaklaşık %50 oranında artmaktadır. En az iki yıl ara ile doğan çocuklar daha sık aralıklarla doğan çocuklara göre fiziksel ve zihinsel açıdan daha iyi gelişmektedirler. iki yaşın altındaki bir çocuğun sağlığını ve gelişimini tehdit eden en büyük tehlike, ailede yeni bir bebeğin dünyaya gelmesidir. Bir anne bedeninin gebelik ve doğum etkilerinden tam olarak kurtulabilmesi için iki yıllık bir sürenin geçmesi gerekir. Eğer bir anne doğumdan sonra iki yıl geçmeden tekrar gebe kalırsa, yeni bebeğin zamanından önce doğması ve anne karnında iyi beslenemediği için düşük kilolu doğma ihtimali artar. Çok ve sık doğum sonucu çocuklar sık hastalanmakta, kansızlık artmakta, sonuçta fiziksel ve zihinsel açıdan iyi gelişememektedirler. Anne ise çok ve sık doğum sonucu yıpranmakta ve çocuklarına karşı ilgisi azalmakta, bunlara ek olarak ekonomik zorluklar da eklenince çocuğun yaşamına verilen değer azalmaktadır. AİLE PLANLAMASININ AMACI Çok ve sık gebelikleri önlemek, Çok ve sık doğumların anne ve çocuk sağlığına olan olumsuz etkilerini gidermek, İstenmeyen gebeliklerde tehlikeli yollarla yapılan düşükleri önlemek, Çocuğu olmayan ailelerin çocuk sahibi olmaları için yol göstermek, Ailelere gebelikten korunmanın modern ve tibbi yollarını öğreterek ana sağlığı ve çocuk sağlığı düzeyini yükseltmek - ANNE SAĞLIĞINA FAYDALARI Çok ve sık doğuma bağlı gebelikleri önler, Çok ve sık doğuma bağlı kadın hastalıklarını önler, Kansızlık ve kansızlığın neden olduğu hastalıkları önler, Zor doğuma bağlı tehlikeleri önler, Erken ve geç yaşta olan doğumları önler, İstenmeyen gebelik ve düşükleri önler, Anne sağlığı için zararlı, iki yıldan kısa aralıklarla olan doğumları önler, Annenin ruh sağlığını korur, Sonuçta; ANNE ÖLÜMLERİNİ AZALTIR, TOPLUMDA SAĞLIKLI VE MUTLU ANNE SAYISI ARTAR
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#7
|
|||
|
|||
Bebek Cinsiyet Tayini
Antik Çin, Mısır ve Yunan uygarlıklarından beri insanoğlu doğacak bebeğinin cinsiyetini doğmadan önce saptayacak ve istediği cinsiyette bebek sahibi olmasını sağlayacak fomüllerin peşinde koşmuştur. Bu konuda sayısız hurafe, halk öyküsü ve sihirli öneriler ortaya atılmıştır. Günümüzde bile bazı "otoriteler!" ve "konunun uzmanları!" çiftlere istedikleri cinsiyette çocuk sahibi olabilmeleri için yüzdeyüz garantili! öğütler vermeye devam etmektedirler. Maalesef sadece bizim toplumumuzda değil en gelişmiş toplumlarda bile bu tür hokkabazlar rağbet görmektedir. Erkek bebek için Y kromozomu taşıyan, kız bebek için ise X kromozomuna sahip spermin yumurtayı döllemesinin gerektiği bir asırdan beri bilinmesine rağmen1970'lerde Y kromozomu taşıyan spermlerin X'lerden ayrılabileceğinin keşfi ile isteyene istediği çocuğu vermenin bilimsel ve gerçekçi yolu açılmıştır. Zaman içerisinde yüksek teknolojiler geliştikçe X ve Y spermlerinin özellikleri daha iyi anlaşılmış ve bunları ayırmak için değişik teknikler gelişmiştir. 1998 yılında Virginia'a da yapılan bir çalışmanın sonuçları spermlerin ayrılmasında yeni bir tekniği dünyaya duyurmuştur. Bu teknik X ve Y spermlerin içerdikleri DNA oranlarına göre Y spermlerinin daha küçük ve hafif olmasına ve hareket hızlarına dayanmaktadır. Erkeğin ejekulatı (menisi) filtre edilmekte ve daha sonra basınç altında çok ince ve çokuzun bir tüpe verilmektedir.Bu spermlerin neredeyse tek tek boruda ilerlemelerini sağlamaktadır. Tüpün diğer ucu ikiye ayrılmakta ve birtkım teknikler ile X ve Y içeren spermler ayrılmaktadır. Bu sistemin başarı oranı X yani kız için %85 iken erkek yani Y içinse %65 olarak bulunmuştur. Teknoloji gerektirmeyen ve kişilerin kendilerinin uygulayabileceği bir yöntem de 1989 yılında tanımlanmıştır. Bu sistemde de Y spermlerinin daha küçük ve hızlı olduğu varsayımından yola çıkılmakta ve ilişki zamanlaması ile istenilen cinsiyette bebek sahibi olmak için öneriler verilmektedir. Buna göre erkek bebek isteyen çiftler öncelikle yumurtlama anını saptamak için piyasada satılan kitleri günde 2 defa kullanmalı, testteki renk değişimine göre ovülasyonun 24 saat içinde olacağı saptandıktan sonra tek bir sefer ilişkde bulunmalı, bu ilişki renk değişiminden sonraki 24 saat içinde olmalı, ve derin penetrasyonu sağlayacak pozisyonlar tercih edilmelidir. Bu sayede hızlı yüzen Y spermleri daha çabuk tüplere varabilecektir. Kadının erkeğin boşalmasından önce orgazm olması da şansı arttıracaktır.Kadının orgazmı vajendeki pH dengesini alkali yönde değiştirerek sperm ile serviks salgılarının temasını güçlendirecektir. Ek olarak ilişkiden 1 saat önce kafein içeren içeceklerin alınması spermlerin hızını arttıracaktır. İlişkiden önce 3-4 gün süre ile erkeğin boşalmaması şarttır. Bu sayede erkeğin sperm sayısı yükselecektir. Kız isteyenler için de bunun tam tersini yapmak gerekmektedir. Ovülasyonkitine gerek yoktur ve adet kanaması sona erdikten sonra sık cinsel ilişkide bulunmak yeterlidir. Ancak son zamanlarda yapılan çalışmalar bu yöntemin Tabiat Ana'nın verdiği olaslıklardan daha yüksek başarılar vermediğini ortaya koymuştur. İstenilen cinste bebek sahibi olmanın en garantili yolu embryo seçimidir. Tüp bebek uygulamalarında embryo birkaç hücreli hale geldiğinde hücrelerden biri alınarak Y kormozomu baklır ve eğer istenilen cinsiyette ise rahimne yerleştirilir. Bu yöntemin başarı şansı %100 dür. Etik Yönü Cinsiyet tayininin en önemli engelleyicisi işin etik yönüdür. Herhangi bir sebep olmadan çiftlere istedikleri cinsiyette bebek sahbi olmaları konusunda yardımcı olmak doğanın hassas dengelerini bozacaktır.Değişik toplumlarda farklı istekler olmasına rağmen özellikle ülkemizde erkek çocuğa olan merak geri dönüşü mümkün olmayan zararlar doğurabilir. Bu yöntemler sadece belirli hastalıkların varlığında kullanılmalıdır. Örneğin X-e bağlı geçiş gösteren kromozom bozukluğu olan çiftlerden doğacak kız bebekler %100 hasta olacağından bu tür çiftlerde yoğun çocuk isteği var ise değişik yöntemler ile kız bebek sahibi olmaları engellenebilir. ---------- Post added 19.02.17 at 01:30 ---------- Bebeğin Eşinin (Plasentanın ) erken ayrılması Abrubtio placenta hamileliğin, nadir görülen ancak hem anne hem de bebek hayatını tehlikeye atabilen çok ciddi bir komplikasyonudur. Tanım olarak plasentanın doğumdan önce rahim duvarından ayrılmasıdır. Gebeliğin son dönemlerinde görülen bebek ölümlerinin en önemli ve en sık görülen gelen nedenidir. Dekolman olarak da tanımlanan abrubtio placentaya bağlı anne ölümleri modern takip yaklaşımları sayesinde günümüzde %1'in de altına düşmüştür. Plasenta gerek yapı gerekse işlev açısından kendine özgü ve başka örneği olmayan bir organdır. Bebeğin rahim içindeki yaşamını sürdürebilmesi plasentanın sağlıklı işlev görmesine bağlıdır. Plasenta normalde bebeğin doğumunu takiben görevini tamamlayarak yerleşmiş olduğu yerden ayrılır ve vücut dışına atılır. Bu doğumun üçüncü evresi olarak adlandırılır. Plasentanın atılmasını takiben rahim kasları kasılarak açık olan kan damarlarının kapanmasını ve kanamanın durmasını sağlarlar. Hamileliğin 20. haftasından sonra normal yerleşmiş olan bir plasentanın bebeğin doğmasından önce yapışık olduğu yerden kısmen ya da tamamen ayrılması ise dekolman olarak adlandırılır. NE SIKLIKTA GÖRÜLÜR Plasental dekolman tüm gebeliklerin yaklaşık %1'inde görülen bir durumdur. ABRUPTİO PLACENTANIN SINIFLAMASI Dekolman ile birlikte görülen komplikasyonların şiddeti ayrılmanın ve kanamanın miktarı ile direk ilişkilidir. Dekolmanın şiddetini ve türünü tanımlamak için değişik sınıflamalar kullanılmaktadır: Evreye göre sınıflama Evre 0 Hastada herhangi bir bulgu yoktur.Tanı doğumu takiben plasenta ayrıldıktan sonra arkasında kan pıhtısı görülmesi ile konur Evre 1 Hastada rahimde hassasiyetle birlikte kanama vardır ancak ne annenin ne de bebeğin tehlikede olduğuna dair bir belirti yoktur. Evre 2 Rahimde hassasiyet ve sürekli kasılma (tetani) vardır. Eşlik eden kanama olabilir ya da olmayabilir. Annede şok tablosu yoktur ama bebek sıkıntıdadır. Evre 3 Uterusta şiddetli ve hiç gevşemeyen kasılmalar vardır. Kanamanın miktarı 1 litreden fazladır ve anne adayı genellikle şok durumundadır. Bebek büyük olasılıkla kaybedilmiştir. Kanamaya göre sınıflama Aşikar kanama Belirgin şekilde vajinal kanama vardır. Hastadaki bulguların şiddeti kanamanın miktarına bağlıdır. Rahimde tetani ve hassasiyet olabilir ya da olmayabilir. Gizli kanama Belirgin bir vajinal kanama yoktur. Plasentanın ayrılması nedeni ile oluşan kanama plasentanın arkasına hapsolduğu için vajinadan dışarıya akamaz. Belirgin yakınma ve bulgu rahimde tetani ve hassasiyettir. Bebek ya kaybedilmiştir ya da monitörde ciddi sıkıntı içinde olduğu görülür. Karışık Hem hassasiyet ve tetani hem de belirgin kanama vardır. Durumun şiddetine göre olan sınıflama Hafif Plasentanın 1/6'sından daha az bir kısmı ayrılmıştır. Kanama ya yoktur ya da 200 mililitrenin altınadır. Hafif bir uterus hassasiyeti olabilir ancak bebeğin sıkıntıda olduğuna dair bir belirti yoktur. Orta Plasentanın 1/6 sı ile 2/3'ünde ayrılma vardır. Koyu renkli kanama vardır ancak miktarı 1 litrenin altındadır. Uterusta hassasiyet ve tetani vardır. Bebekte plasental yetmezliğe bağlı sıkıntı belirtileri bulunur. Şiddetli Plasentanın 2/3'ünden daha fazlası ayrılmıştır. ve sürekli bir uterin hassasiyet ile şiddetli ve hiç gevşemeyen kasılmalar vardır. Kanama olabilir y ada olmayabilir. Eğer doğum gerçekleşmezse bebeğin ölmesi kaçınılmazdır. Damar içi pıhtılaşma problemi ortaya çıkarsa (DIC) anne adayının da hayatı tehlikeye girer. Hangi sınıflama olursa olsun kanama gizli olabilir. Plasenta kenarlardan değil de ortadan ayrıldığında kan arka kısımda hapsolabilir ve dışarıya akmayacağı fark edilelemez. Buna plasenta arkasına kanama anlamına gelen retroplasental kanama ya da hematom adı verilir. Yaklaşık %20 olguda kanama gizli kalır. NEDEN OLUR? Abrubtio placentaya yol açan mekanizma bilinmemekle birlikte plasentanın kendisini besleyen kan damarlarında yaşanan problemlerin bu duruma neden olduğu düşünülmektedir. Plasentanın kan desteği azalınca yerleştiği endometrium dokusunda ölüm ve nekroz olur. Daha sonra kan küçük kan damarları çatlar ve kanama başlar. Rahim dolu olduğu için kanamayı kesmek üzere kasılamaz. Kanama daha da artar ve plasenta arkasında oluşan basınç ayrılmayı daha da arttırır. Ayrılma plasentanın kenarında olduğunda kan süzülerek vajinadan dışarı akar.Ortada olan ayrılmalarda ise kan plasenta ve rahim arasında sıkışır. Yüksek basınç altıdaki kan amniyon zarını geçerek amniyon sıvısına karışabilir. Benzer şekilde rahim kas tabakası içinde de ilerleyebilir. Gebeliğe ait endometrium dokusu yüksek oranda pıhtılaşma faktörleri içerdiğinden kan hemen pıhtılaşır ancak daha sonra ortama gelen bazı maddelerin etksi ile pıhtı çözülür. Bu durum devam ettiğinde birçeşit damar içi pıhtılaşma bozukluğu olan DIC tablosu ortaya çıkar ve anne kaybedilebilir. RİSK FAKTÖRLERİ Abruptio placentanın nedeni bilinmemektedir.Bununla birlikte bazı risk faktörleri tanımlanmıştır. Dekolmana yol açabileceği bilinen en önemli durum yüksek tansiyondur. Gebelik zehirlenmesi olarak da bilinen preeklempsi varlığı dekolman açısından önemli bir risk faktörüdür. Şiddetli preeklempsi olgularının yaklaşık yarısında değişik derecelerde dekolman görülür. Diğer risk faktörleri arasında: 34 haftadan önce zarların açılması (özellikle amniyon sıvısının az olması durumunda), anne yaşının 35'in üzerinde olması, uterin anomaliler, myomlar, dolaşım sistemini etkileyebilen şeker hastalığı gibi sistemik hastalıklar, hamileliğin ileri dönemlerinde direkt karına olan travmalar Sigara Alkol Uyuşturucu madde (kokain) Çoğul gebelikler Amniyon sıvısının fazla olması Kordonun kısa olması Özellikle basit gibi görünen travmalar dekolmana neden olabilir ve dekolmanın evresi 24 saat içinde 1'den üçe uzanabilir. Sigara damarlarda ani daralmaya neden olarak plasentanın beslenmesini bozabilir ve dekolmana yol açabilir. Benzer şekilde haftada 14 ya da daha fazla bardak alkol alınması da dekolmana olan eğilimi arttırır. Çoğul gebeliklerde ilk bebek doğup rahimde ani bir boşalma olduğunda dekolmanın gerçekleşmesi ikinci bebeği riske atar. Dekolmanın kimde ve ne zaman, hangi şiddette ortaya çıkacağı önceden kestirilemez. Bunu anlayabilecek hiçbir test yoktur. TEKRARLAMA RİSKİ Daha önceki gebeliklerinde abruptio placenta olan hastalarda takip eden gebeliklerde durumun tekrar etme olasılığı %10-17 arasındadır. Daha önceki 2 hamileliğinde dekolman olan hastalarda ise %20 olasılıkla durum tekrarlamaktadır. ANNEDEKİ ETKİLERİ Modern takip yaklaşımları sayesinde dekolmana bağlı anne ölüm oranı %1'den daha aşağılara indirilmiştir. Dekolman doğum eylemi başlamadan da görülebileceği gibi düzenli rahim kasılmaları başladıktan sonra da ortaya çıkabilir. Dekolmanın annedeki en önemli komplikasyonu kanamadır. Kanamaya bağlı şok nedeni ile ölüm meydana gelebilir. Kan transfüzyonu uygulamalarının eskiye göre daha kolay yapılabilmesi ve kan verilmesine bağlı komplikasyonların azalması sayesinde bu nedene bağlı ölüm oranlarında azalma sağlanmıştır. İhmal edilmiş olgularda kanın pıhtılaşma sistemi bozulup DIC tablosu ortaya çıktığında durum daha da ciddileşir. DIC varlığında yoğun kan ve kan ürünleri nakli gerekir. Kanama kontrol edilemez ise anne ve bebeğin kaybedilmesi kaçınılmazdır. Kanamanın şiddetine bağlı olarak hastada akut böbrek yetmezliği görülebilir. Böbrekler damarlarda dolaşan kan miktarındaki azalmaya aşırı hassas organlardır. Saatlik idrar çıkışının 30 mililitrenin altında olması böbrek hasarının bir göstergesidir. Gizli kanama varlığında rahim kas dokusu aşırı gerilerek yırtılabilir. Bu hem annenin hem de bebeğin hayatını tehlikeye atabilecek bir komplikasyondur. Kanamaya bağlı olarak annede doğum sonrası anemi görülebilir. Dekolmanı takiben doğum sonrası kan kaybı da normalden fazla olmaktadır. Couvelarie adı verilen tabloda uterus kas dokusunun içi dahi kanla doludur ve bu nedenle doğum sonrasıda yeteri kadar kasılamaz. Bu da kanama miktarının artmasına neden olur. Bu hastalarda doğum sonrası enfeksiyon riski de daha yüksektir. ---------- Post added 19.02.17 at 01:30 ---------- BEBEKTEKİ ETKİLERİ Dekolmanın bebek üzerindeki etkileri plasentanın ayrılması, bebeğe gelen kan ve oksijen miktarının azalması, annede kanama nedeni ile kan hacminin azalması ve rahimin kasılma yeteneğininin azalmasına bağlıdır. Bu etkiler bebek ile anne arasındaki oksijen ve besin maddelerinin alışverişini bozar. Şiddetki kanama varlığında vücut kan akımını beyin ve kalp gibi hayati organlara yönlendirir. Rahim kadının hayatının devamı için gerekli bir organ olmadığından ulaşan kan miktarı azalır ve fetus tehlikeye girer. Fetus açısından riskler oksijensiz kalması nedeni ile sıkıntıya girmesi ve kanama dursa bile rahim ile temas eden plasenta yüzey alanındaki azalma bebeğin gereksinimlerini karşılamaya yetmemesidir. En ileri aşamada ve müdahalede geç kalındığında bebek kaybedilebilir. Doğum sonrası bebekte sinir sistemini ilgilendiren bozukluklar ortaya çıkabilir. Bebeklerin bir kısmı erken doğuma bağlı prematürite nedeni ile kaybedilirler. BELİRTİLERİ Daha önce de belirtildiği gibi abruptio placentanın temel bulgusu ağrıdır. Klasik olarak bıçak saplanır tarzda çok keskin ve sürekli ağrı olur. Ağrı ile beraber kanama görülebilir. Ağrı hastaların yalnızca %50'sinde ortaya çıkar. TANI Kanama olsun ya da olmasın gebeliğin son dönemlerinde ortaya çıkan ani ve şiddetli ağrı varlığında abruptio plasenta ilk önce akla gelmelidir. Belirtilerin varlığında tanı muayene ile konur. Ultrason her zaman tanıya yardımcı değildir ve hastaların sadece %25'inde tanı koydurur. Muayenede rahimin sürekli tahta gibi sert olması ve hiç gevşememesi tipiktir.Bu sert rahim dokunmaya karşı oldukça hassas ve ağrılıdır. TEDAVİ Dekolman varlığınıda yaklaşım ve tedavi olayın ve kanamanın şiddetine bağlıdır. Tek ve en etkli tedavi bebeğin doğurtulmasıdır. Kanamanın ve ayrılmanın az olduğu durumlarda eğer anne ve bebekte hayati tehlike işaretleri yoksa ve gebelik haftası küçükse beklenebilir. Ortaya çıkan şok, DIC gibi durumlar uygun şekilde tedavi edilir. Ani başlayan şiddetli kanama varlığında acil sezaryen gerekli olabilir. Bebeğin ölü olması ve kanamanın azalması durumunda ise vajinal doğum denenmelidir. Dekolman varlığında öncelikle anne adayının genel durumu değerlendirilir, nabız ve tansiyonuna bakılrak kanamanın miktarı tahmin edilmeye çalışılır. Daha sonra geniş ve birden fazla sayıda damar yolu açılarak sıvı desteğine başlanır.Bu sırada kan bankası ile temas kurularak uygun sayıda kan hazırlanması gereklidir. İdrar sondası takılarak saatlik idrar çıkışı kontrol edilir. Bulantı kusma ve gebelik hiperemezis gravidarum Günlük yaşamda midesi bulanan birisine en sık yapılan espirilerden birisi hamilemisin? diye sormaktır. Filmlerin bir çoğunda karakterlerden birinin hamile kaldığı izlenimi durup dururken midesinin bulanması ya da kusması yoluyla verilir. Hamilelik ve bulantı arasındaki ilişki bu derece güçlüdür. Yapılan pekçok araştırmada her 100 hamile kadından 50 ile 70'inin az ya da çok bulantı ve kusma sorunu yaşadığı saptanmaktadır. Her 1000 hamile kadından 5-10'unda ise bulantı ve kusmalar hastaneye yatacak ve besin maddelerinin damardan verilmesini gerektirecek kadar şiddetli olmaktadır. Yakınmalar sabahın erken saatlerinde daha şiddetli olduğu için durum İngilizce'de sabah hastalığı anlamına gelen "morning sickness" şeklinde adlandırılır. Duruma verilen bir başka isim de gebelik hastalığıdır. Bilimsel olarak ise emesis gravidarum olarak tanımlanır. Şiddetli olgular ise hiperemesis gravidarum adını alır. Hamileliğe bağlı bulantı ve kusmalar genelde gebeliğin 6. haftası civarında başlar ve 14-16. haftalar arasında şiddetli giderek hafifler ve kaybolur. Bununla birlikte bazı kadınlarda belirtiler 4. haftada başlayıp tüm hamilelik boyunca da devam edebilir. Bulantı ve kusmalar ilk hamileliğini yaşayanlarda daha fazla görülmekle birlikte bu bir kural değildir. Her hamilelik birbirinden farklı olduğu için aynı kadının iki hamileliği arasında da farklılıklar olabilir. İlk hamileliğinde sorun yaşamayan bir kadının ikinci hamileliğinde şiddetli bulantı ve kusmalar görülebileceği gibi bunun tam tersi de söz konusu olabilir. Gebeliğin erken dönemlerinde bu sorunu yaşayan ve bir miktar kilo da kaybeden anne adayının en büyük endişesi kendisi birşey yiyemediği için bebeğinde sorun çıkma olasılığıdır. Kilo kaybının aşırı olmadığı, anne adayında sıvı elektrolit denge bozukluklarıın görülmediği olgularda bebeğin zarar görme olasılığı son derece düşüktür: Genel olarak bulantı ve kusmaların olması gebeliğin yolunda gittiğinin bir göstergesi olarak kabul edilir. Gözleme dayalı çalışmalarda bulantı ve kusma yaşayan kadınlarda düşük yapma olasılığının daha az olduğu gösterilmiştir. Bu durumun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Ancak bazı araştırmacılar bulantıların anne adayını bebeğe zarar verebilecek bazı maddelerden uzak tuttuğunu kusmaların ise yine anne adayında bulunan ve yine bebeğe zarar verebilecek bazı toksinlerin uzaklaştırılmasına yaradığını ileri sürmektedirler ve bu iddialarını doğanın koruma mekanizmalarından biri olarak tanımlamaktadırlar. Ancak bu iddiaları destekleyecek yeterli bilimsel kanıt mevcut değildir. Öte yandan anne adayında bulantı ve kusma olmaması ya da çok hafif olması da asla birşeylerin ters gittiği anlamına gelmez. Nedenleri Hamilelik sırasında görülen bulantı ve kusmaların altına yatan nedenin ne olduğu tam olarak bilinmemektedir. Yakınmaların kanda gebeliğe bağlı olarak yükselen hCG, ve östrojen hormonlarının artış şekline paralel olması, hormonların normalden yüksek olduğu çoğul gebelik ve mol gebelik gibi durumlarda daha şiddetli görülmesi gibi gözlemler nedeni ile bu hormonların beyindeki bulantı merkezini uyararak tabloya neden olduğu düşünülmektedir. Öte yandan psikolojik ve fiziksel stress ve yorgunluk da bulantı ve kusmaları arttırabilmektedir. Özellikle istenmeyen gebelik varlığında durum daha şiddetli olabilmektedir. Hamile kadınların kokuya olan hassasiyetleri çok artmaktadır. Bu hassasiyet özellikle sigara, yemek ve parfüm kokularında daha belirgindir. Hamile bir kadın bu tür kokuları şaşılacak bir şekilde çok uzaklardan dahi fark edebilmektedir. Bu durumun altında yatan neden de tam olarak bilinmemekle birlikte artan östrojen hormonunun sorumlu olduğu düşünülmektedir. Kokular kadında öğürme refleksini harekete geçirerek kusmaları tetikleyebilir. Yapılan bir çalışmada şiddetli bulantı ve kusma sorunu yaşayan hamile kadınlarda mide ülserinden de sorumlu olduğu düşünülen h.pylori isimli bakteriye daha sık rastlandığı saptanmıştır. Bununla birlikte h.pylori ile gebelik hastalığı arasında herhangi bir ilişki ortaya konamamıştır. Gebelik bulantı ve kusmalarında en etkili sonuçların B6 vitamini ile alınması bu vitamin eksikliğinin altta yatan neden olabileceğini düşündürse de yapılan çalışmalarda kusma olan ve olmayan hastalar arasında B6 vitamini eksikliğinin görülme sıklığında bir fark olmadığı ortaya konmuştur. B6 vitamininin hangi mekanizma ile tabloyu düzelttiği bilinmemektedir. Bir başka iddia da hamilelik sırasında vücudun karbonhidratları sindirme şeklinde ortaya çıkan değişimlerin de bu tabloya neden olabileceğidir. Bu değişimler direkt olarak bulantı ve kusmalara neden olmasa da kişiyi olayı tetikleyen faktörlere karşı daha hassas hale getirebilir.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#8
|
|||
|
|||
Kimler daha yüksek risk altındadır?
Kesin olmamakla birlikte İkiz ya da daha fazla sayıda bebek bekleyen anne adaylarında hastalığın görülme olasılığı ve şiddeti daha fazladır. Ancak bu bir kural değildir. Hiçbir sorun yaşamayan pekçok çoğul gebelik olduğu da akıldan çıkartılmamalıdır. Daha önceden doğum kontrol hapı kullanan ve bu sırada hapa bağlı olarak bulantı yaşayanlarda gebelikleri sırasında gebelik hastalığı görülme olasılığı daha yüksektir. Bunun nedeni östrojene olan aşırı duyarlılık olabilir. Araç tutuması olanlarda hastalık daha sık görülmektedir. Kendi annesi ya da kız kardeşlerinde gebelik hastalığı olanlarda bu tablonun ortaya çıkma olasılığı biraz daha yükektir. Migren öyküsü olanlarda gebelik hastalığı daha sık görülür. Genç yaştaki anne adaylarında daha sık görülür İlk gebeliğini yaşayanlarda daha sık görülür. Belirtileri Gebelik hastalığında en sık karşılaşılan bulgu hastalığın adından da anlaşılabileceği gibi bulantı ve kusmalardır. Altıncı hafta civarında başlayan yakınmalar 8-12 haftalar arasında zirveye ulaşır, daha sonra giderek hafifler ve 14-16 haftalar civarında kaybolur.Yakınmalar genelde sabahları daha şiddetli olur. Ancak bazı kadınlarda gün sonunda şikayetler artabilir. Yemek, parfüm, sigara gibi yoğun kokular genelde yakınmaları tetikler. Bazı kadınlarda sadece öğürme hissi olurken bulantı ve kusma görülmez ya da sadece öğürtü ve bulantı olur ancak kusma olmaz. Pekçok yemek kokusu olayı tetiklediğinden kişi yemek yemek istemeyebilir. Buna bağlı olarak 3-4 kilogram civarında bir kilo kaybı görülebilir. Kişinin hayat kalitesi olaydan olumsuz yönde etkilenebilir iş ve ev yaşamında sorunlar yaşanabilir. Gebelik hastalığında görülebilen diğer yakınmalar çarpıntı, tükürük salgısında aşırı artış ve ağız kokusudur. Bulantıların şiddetine bağlı olarak yemek borusunda tahriş ve yemek borusu ile midenin birleştiği yerde küçük yırtıklar olabilir. Mallory-Weis sendromu adı verilen bu durumda kusmuk materyali içinde taze kan görülebilir. Çok şiddetli olgularda sıvı elektrolit dengesizlikleri, dehidratasyon (sıvı azalması), ateş, kanda asit-baz bozuklukları, deride kuruluk, kan basıncında azalma, idrar miktarında azalma ortaya çıkabilir. Bu hastalarda kanda keto asitler arttığı için diabet komasındakine benzer bir ağız kokusu olabilir. Tedavi edilmeyen ihmal edilmiş şiddetli hiperemesis gravidarum olgularında Wernicke ensefalopatisi adı verilen ve nadir görülen bir sinir sistemi hastalığı ve hatta ölüm dahi söz konusu olabilir. Bebek üzerindeki etkileri Hafif ve orta derecede bulantı ve kusma varlığının gebeliğin yolunda seyrettiği şeklinde yorumlanabileceğini belirtlmiştik. Tablonun daha şiddetli olduğu hiperemesis gravidarum olgularında yapılan pekçok çalışmada da yakınması olan ve olmayan kadınların bebeklerinin sağlık durumları arasında önemli bir farklılık olmadığı gösterilmiştir. Bununla birlikte hastaneye yatmayı gerektirecek kadar şiddetli yakınması olan kişilerin bebeklerinde düşük doğum ağrılığına daha sık rastlanmaktadır. Tanı Hafif ve orta şiddetle olgularda tanı öyküye dayanılarak konur. Şiddetli olgularda ise değerlendirme daha farklıdır. Şiddetli hipermesis gravidarum olgularında öncelikle bu tabloya neden olabilecek mol gebelik, böbrek enfeksiyonu, pankreas iltihabı, safra kesesi hastalıkları hepatit, apandisit, gastroenterit, mide ülseri, tiroid hormon yüksekliği gibi hastalıkların olmadığının gösterilmesi için genel bir fizik muayene yapılır. Ardından olayın şiddetini saptamak amacıyla bazı laboratuvar testlerine başvurulur. İdrar testi yapılarak yoğunluğu ölçülür ve vücudun sıvı açığı hakkında fikir edinilir. İdrarda aseton ve keton bulunması ve bunların miktarı da olayın şiddeti hakkında direkt bilgi verir. Kan şekeri ölçümü, kan sayımı ve hematokrit incelemesi yapılır, yine kanda sodyum, potasyum ve klor gibi elektrolitler ölçülür, sıvı açığından ve asit-baz dengesizliğinden direkt etkilenebilecek organlar olan böbrek ve karaciğerin fonksiyonlarını incelemeye yönelik testler ile tiroid fonksiyon testleri yapılır. Tedavi Gebelik hastalığında tedavi olayın şiddetine göre değişir. Hafif olgularda genelde herhangi bir tedavi uygulanmazken sadece basit önlemler ile olay atlatılmaya çalışılır. Bunlar: Bulantıyı tetikleyen sigara, yemek, parfüm kokusu gibi faktörlerden uzak durmak Öğün sayısını altıya çıkarmak, az ama sık aralıklarla yemek yemek. Midenin boş kalmasına izin vermemek Bulantı hissedildiği anda beyaz leblebi, tuzlu kraker, peksimet, kuru ekmek gibi besin madderi yemek Uyandıktan sonra yataktan kalkmadan önce kraker gibi kuru birşeyler yiyip bir süre yatakta dinlendikten sonra kalkmak Yemek aralarında yeterli sıvı almak Gün içinde zaman zaman mola vererek dinlenmek gibi basit önlemlerdir. Bilimsel kanıt olmasa da papatya çayı, zencefil, nane gibi bazı bitkilerin de yakınmaları azalttığı ileri sürülmektedir. Son zamanlarda gebelik bulantıları için bileklikler piyasada satılmaya başlamıştır. Bu bilekliklerin bileğin iç kısmına hafif bir basınç uygulayarak bulantıları giderdiği ileri sürülmektedir. Akupunkturun bir varyantı olan acupressure temeline dayanan bu bilekliklerden yarar gördüğünü ileri süren pekçok kişi olmakla birlikte bilimsel olarak kanıtlanmış bir veri yoktur. Ancak bu bilekliklerin herhangi bir zararının olmadığı da göz önüne alınırsa kullanılmasında hiç bir sakınca yoktur. Bu dönemde 3-4 kilo kaybedilmesi çok önemli bir sorun yaratmaz. Kişi canı ne istiyorsa ve ne yiyebiliyorsa onu yemelidir. Önemli olan kusmaların az olması ve sıvı kaybı olmamasıdır. Bu önlemler ile yakınmaların azalmadığı olgularda ilaç tedavisi gündeme gelir. En sık kullanılan ilaçlar bulantı gidericiler ve antihistaminiklerdir. Her bulantı giderici ilaç hamilelikte kullanılmaz ancak kullanılabilen ilaçlar yıllardır denenen ve bebek üzerinde olumsuz bir etkisi saptanmayan ilaçlardır. Bazı anne adayları doktorlarının önerisine rağmen ilaç kullanmaktan çekinmektedirler. Bu son derece yanlış bir davranış şeklidir Kullanılan diğer ilaç grubu ise B6 ve B12 vitaminleridir. Hamilelik bulantı ve kusmalarında en etkili ilaçlar bunlar olup bebek üzerinde hiçbir olumsuz etkileri yoktur. Ağzıdan alınan ilaç tedavisine cevap vermeyen, kişinin ağzıdan beslenemediği ve sıvı alamadığı nadir görülen şiddetli durumlarda ve %10'dan fazla kilo kaybı görülen olgularda ise hastaneye yatırılarak tedavi gündeme gelir. Burada amaç kişinin sıvı ve elektrolit açığını kapatmaktır. Bu amaçla damar yolu açılarak sıvı desteği sağlanır. Verilen sıvıların sodyum, potasyum ve klor gibi elektrolitlerden ve asit-baz dengesini sağlayıcı maddelerden dengeli miktarda içermesi gereklidir. Kişinin enerji gereksinimini de karşılamak amacıyla elektrolitlerin yanısıra karbonhidrat da içeren sıvılar tercih edillir. Sıvı içerisine genelde B6-B12 vitaminleri de eklenir. Bulantı giderici ilaçlar da kalçadan, ya da sıvı içerisinde verilir. Bulantı ve kusma kesilene kadar hastaya ağız yoluyla herhangi birşey verilmez. daha sonra ise diyetisyen tarafından planlanan hiperemesis dietine geçilir. Kişi ağızdan sıvı ve gıda alımını tolere ettikten sonra ise normal beslenmeye geçillir. Bu destekleyici tedavi ile genelde 2-3 gün içinde tablo hızla düzelir ve hasta ağızdan beslenebilecek hale gelir ve taburcu edilir. Bazı durumlarda hamile kadının birkaç kere bu şekilde hastanede tedavi edilmesi gerekebilir. Destekleyici tedaviye cevap vermeyen olgularda ise ek önlemler alınır. Hastanın loş bir odada yatırılarak ziyaret yasağı konabilir. Hatta bazı durumlarda birkaç gün süreyle eşinin bile ziyaretine izin verilmeyebilir. Ağzıdan hiçbir şekilde beslenemeyen kişilerde özel damar yolu açılarak total parenteral nutrisyon adı verilen tedavi uygulanır ve gereksinim duyulan karbonhidrat, protein ve yağ solüsyon şeklinde bu damar yolundan verilir. Çok nadir olarak hastada hiçbir tedaviye yanıt alınamaz ve gebeliğin sonlandırılması tek çözüm yolu olabilir. ---------- Post added 19.02.17 at 01:31 ---------- Bebeklerde beslenme Anne sütü tartışmasız bebeğiniz için en iyi besin kaynağıdır. Ancak bebeğiniz anne sütü alamıyorsa, onu en doğru şekilde beslerken hastalıklara karşı da korumak istiyorsanız içiniz rahat olsun: Bu dönemde bebeklerin besinsel ihtiyaçlarına göre hazırlanmış devam mamaları sağlıklı büyüme ve gelişme için anne sütünden sonra en doğru, en sağlıklı alternatiftir. Bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişimi için ilk bir yıl inek sütü kullanılmaması gereği tüm bilimsel çevreler tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Büyüme ve gelişmenin en hızlı olduğu hayatın ilk bir yılında bebeğinizin sağlıklı ve doğru beslenmesi kadar mide barsak enfeksiyonları, allerji ve ishale karşı korunması da önemlidir. FONKSİYONEL BESİNLER NE DEMEKTİR? Günümüzde sağlık için faydalı besin maddeleri araştırma çalışmaları yoğun olarak yapılmaktadır. Bu çerçevede değerlendirilen en güncel bilimsel gelişmelerden biri olan “Fonksiyonel Besinler,” “Sağlıklı Besinler” (Healthy Foods) olarak da adlandırılır. Fonksiyonel besinler, doğru ve dengeli bir beslenme sağlama haricinde, hastalıkların tedavisi de dahil olmak üzere tıbbi, koruyucu, faydalı ve sağlığa katkıda bulunan besinlerden oluşan bütünsel bir kavramlar dizisi olarak tanımlanabilir. PROBİYOTİK BESİN NE DEMEKTİR? Bu kavramlardan birisi probiyotik besindir ve tüketilmesi barsak florası için faydalı etkilere sahip canlı bakteriler bileşimini içeren besinler olarak tanımlanırlar. Probiyotikler, anne sütüyle beslenen bebeklerin barsak florasında yoğun olarak bulunur. BEBEK İÇİN PROBİYOTİKLERİN FAYDALARI NEDİR? Probiyotikler doğal korumayı temin eder. Bağışıklık sistemini destekler, hastalık yapan mikroorganizmaların üremesine engel olurlar. Hastalıklara karşı direncin artmasını sağlarlar. İshal ve allerjinin önlenmesi ve iyileştirilmesinde önemli faydaları vardır. Sindirimi kolaylaştırır, vitaminlerin sentezinde rol oynarlar. BEBEK MAMALARINA PROBİYOTİK İLAVESİ MÜMKÜN MÜDÜR? Bebek mamalarına probiyotik ilavesi yapılabilmesi ancak çok ileri teknolojinin kullanıldığı sistemlerde mümkündür. Probiyotik etkilerinin klinik çalışmalarla kanıtlanmış olmasının yanı sıra, bebek mamalarına ilave edilen probiyotiklerin, faydalı olabilmesi için taşıması gereken en önemli özelliklerden biri insan kaynaklı olmalarıdır. Çünkü probiyotik ilavesi değil, doğru anne sütüyle beslenen bebeklerde mevcut olan probiyotik ilavesi önemlidir. PROBİYOTİK İÇEREN BEBEK MAMASI ÜLKEMİZDE MEVCUT MUDUR? Anne sütü ile beslenen bebeklerde doğal korumayı sağlayan probiyotikler ülkemizde sadece ÜLKER HERO BABY 2 PROBİYOTİK devam mamasında kullanılmıştır. Bebeğinizi beslerken, onun aynı zamanda hastalıklardan doğal yollarla korunmasını sağlayacak çok yeni bir konsept olan fonksiyonel besinler Ülker Hero Baby 2 Probiyotik Devam maması ile sizlere ulaşıyor. Ülker Hero Baby 2, anne sütü ile beslenen çocuklarda dominant etkileri klinik deneylerle kanıtlanmış olan b.bifidum&b.longum türleri ile zenginleştirilmiş tek bebek maması olma özelliğini taşıyor. Ülker Hero Baby 2, 4. aydan itibaren anne sütü alamayan bebeklerde doğal korumayı sağlayan, büyüme ve gelişmeyi destekleyen besleyici devam sütüdür. • Vücudun bağışıklıkla ilgili savunma mekanizmalarını güçlendirir. • İshal ve alerjiyi önler. • Sindirimi kolaylaştırır. • Enfeksiyonlara karşı direnci artırır. • Bebeğin özellikle bu dönemde artmış olan DEMİR, ESANSİYEL YAĞ ASİTLERİ ihtiyacını karşılar. Ülker Hero Baby 2 Probiyotik Devam Maması, bebeğinizi mükemmel bir şekilde beslerken, aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendirir, hastalıklara karşı direncinin artmasını sağlar. DENGELİ BESLENME NEDEN ÖNEMLİDİR? İlk bir yılda doğru ve dengeli beslenme eğitimde başarı, bağışıklık mekanizmasının gelişimi, vücut kompozisyonunun doğru gelişimi, sağlıklı çalışma gücünü sağlarken, ilk bir yılda yanlış ve yetersiz beslenme, uzun dönemde şeker hastalığı, şişmanlık, kalp hastalığı, yüksek tansiyon ve yaşlanmanın hızlanmasına neden olmaktadır. ---------- Post added 19.02.17 at 01:32 ---------- Bakteriel vaginit Bakteriyel Vajinit İlk defa 1955 yılında tanımlanan ve Haemophilus vaginalis adı verilen bir bakterinin yol açtığı vajinal enfeksiyondur. Etkene Gardnerella vajinalis adı da verilir. Cinsel ilişki ile bulaşabilir ancak bu konuda bilimsel bir görüş birliği yoktur. Halk arasında en çok görülen vajinal enfeksiyonun mantar enfeksiyonu olduğu sanılmasına rağmen gerçekte en sık bakteriyel vajinozis yani Gardnarella enfeksiyonu görülür. Kadınların %10-68'inde gardnarelle vajiniti görülür.Genelde üreme çağındaki kadınlarda rastlanır. Gardnarella vajinlis etkeni Belirtileri Vajina, ürethra (mesane ile idrar çıkış noktası arasındaki boru), mesane ve genital bölgedeki deriyi tutar. Normalde kadın vajinasında belirli miktarda gardnarella vajinalis mikroorganizması bulunur. Vajina içerisinde pekçok mikroorganizma barınır ancak bunlar belirli bir denge içinde bulunduğundan enfeksiyona neden olmazlar. Bu dengeyi sağlayan en önemli unsurlardan birisi laktobasil adı verilen mikroorganizmalardır. Laktobasiller vajianın asit baz dengesini sağlayarak diğer organizmaların enfeksiyon yapacak kadar çoğalmalarını engellerler. Bu denege bozulduğunda enfeksiyon ortaya çıkar. Gardneralla vajinalis enfeksiyonu çoğu zaman herhangi bir belirti vermez. En sık karşılaşılan yakınma kötü kokulu bir akıntıdır. Tipik olarak gri renkli ve kötü kokulu akıntı mevcuttur. Vajinanın pH'ı bazik yöne kayınca ortaya bazı aminler çıkmakta ve enfeksiyonda tipik olan balık kokusu duyulmaktadır. Bu balık kokusu bakteriyel vajinit için tipiktir. En sık adet kanaması sonrası ya da cinsel ilişkiyi takiben duyulur. Tanı Tanı muyanede akıntının görülmesi ile ya da alınan akıntı örneğinin mikroskop altında incelenmesi ile konur. Bazen herhangi bir bulgu olmayan olgularda vajinal kültr ya da smear testi sonucu fark edilir. Tedavi Tedavi edilmediği taktirde pelvik enfeksiyonlara neden olabilir. Tedavide lokal ve sistemik antibiyotikler kullanılır. Olguların %79'unda erkek ürethrasında da bu mikroorganizmaya rastanır. Bu nedenle inatçı olgularda eş tedavisi de önerilmektedir Bebeğin suyunun azalması ( oligohidroamnios ) Anne karnındaki bebek (fetus), amniyon sıvısı adı verilen bir sıvı içinde bulunur. Bu sıvı, rahim içindeki bebeği dışarıdan gelecek travmalara karşı koruduğu gibi, bebeğin büyümesi ve gelişmesine de olanak sağlar. Oligohidramniyos amniyon (rahim içi) sıvısı miktarının 500 ml.'den az olması durumudur. Oligohidramniyos nedenleri şunlardır: Bebekte böbrek yokluğu (birinin veya her ikisinin) İdrar yollarında tıkanıklık oluşturan durumlar Fetüse ait bazı anomaliler Zarların erken yırtılması Gün aşımı Plasentada fonksiyon bozuklukları İntrauterin gelişme geriliği Oligohidramniyos saptandığında, gebeliğin son ayında ise veya gün aşımı varsa bebek doğurtulur. Daha erken dönemde görülürse ve bebekte bir anomali saptanmamışsa, amniyoinfüzyon yöntemiyle amniyon boşluğuna sıvı verilmesi uygulanabilir. Amniyoinfüzyon yöntemi her zaman başarılı olamamakta ve erken doğum engellenemeyebilmektedir.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#9
|
|||
|
|||
Cinsel İlişki ve Gebelik
Gebelik kadın hayatını kökten etkileyen son derece değişik bir süreçtir. Bu süreç içerisinde fiziksel değişikliklerin yanısıra pekçok psikolojik değişiklik de ortaya çıkar. Hayatın her evresinde büyük önem taşıyan cinsellik ve cinsel yaşam çoğu zaman gebelikten olumsuz etkilenir. Özellikle ilk gebeliğini yaşayan anne adaylarında bu sürece uyum sağlama aşamalarında cinselliğe karşı soğukluk olabilir. Aslında cinsellik ve cinsel istek insanın içinde doğuştan var olan 5 içgüdüden biridir. Bu güdünün amacı varlıkların kendi soyunu devam ettirme isteğidir. Gebeliğin fark edilmesi ile birlikte annelik içgüdüsü biraz daha baskın hale gelir. İlk gebeliğini yaşayanlar da dışarıdan gelecek her türlü müdahalenin bebeğe zarar vereceği düşüncesi anne addayının cinsel isteklerini köreltebilir. Oysa ki normal seyreden bir gebelikte cinsel ilişkinin olumlu yada olumsuz hiçbir etkisi yoktur. Halk arasında erken dönemde yaşanacak cinsel ilişkinin bebekte sakatlık ya da ölüme neden olacağı veya bir düşük ile sonuçlanacağı fikri hakim olmasına rağmen bunun hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Gebelik ilerledikçe ve anne adayı kendisinde gerçekleşen bu değişime uyum sağladıkça cinsel istekde de bir artış görülebilir.Rahimin iyice büyümesi ile birlikte cinsel ilişki teknik olarak zor bir hal alır. Bu durum zaman zaman anne adayında ağrı ve acıya neden olabilir. Gebeliğin son dönemlerinde bu nedenle cinsel istekte yeniden azalma görülebilir. Herşeyin normal olarak gittiği durumlarda son 4 haftaya kadar cinsel yaşamda hiçbir kısıtlama yoktur. Son 4 haftada ise erkeğin ejekulasyon sıvısı içinde bulunan bazı maddelerin rahim kasılmalarını başlatabileceği düşüncesi ile ilişki önerilmez. Daha önceden tekrarlayan düşük öyküsü olan veya erken doğum yapan kadınlarda ilk 2 ayda ilişki kısıtlanabilir. Yaşamakta olduğu gebeliğinde herhangi bir dönemde vajinal kanama olması durumunda ve düşük tehdidi, erken doğum tehtidi olan kadınlarda ilişki kesinlikle yasaklanır. Bu yasak tehlikenin ortadan kalktığı kesin olarak saptanana kadar devam eder.Erkekde veya kadında teşhis edilmiş genital enfeksiyon varlığında da enfeksiyon tedavisi tamamlanıncaya kadar yasak konmalıdır. Riskli gebelikler sınıfına giren plasenta previa durumunda da kanamayı başlatma riski nedeni ile ilişkiden kaçınmak gerekir. Gebe kadın psikolojik korkular nedeni ile ilişkiden kaçınıyorsa bu durumu anlayışla karşılamak ve zorlamamak gerekir.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#10
|
|||
|
|||
Cilt değişiklikleri ve gebelik
Gebelik kadın vücudunda pekçok değişime neden olan bir süreçtir. Hormonal ve mekanik nedenlere bağlı olarak gelişen bu değişimler gerek direk gerekse dolaylı yollardan kadının psikolojisini de etkiler. Bazı kadınlar gebeliğin vücudunda meydana getirdiği değişimlerden büyük bir hoşnutluk duyar ve gebeliğin kendisini güzelleştirdiğini düşünürken, oldukça önemli bir grup kadında çirkinleştiğini düşünür ve hatta kendi vücudundan utanır hale gelir. Oysa gebelik her kadına yakışan çok güzel ve farklı bir olaydır. Gebelikte kilo artışı, ve karnın büyümesi dışında görülebilen en önemli fiziksel değişim ciltte yaşanır. Hem hormonların hem de büyüyen karnın etkisi ile ortaya çıkan bu değişikliklerin bir kısmı gebelik sonrası eskiye dönerken, bir kısmı da kalıcı olur. Çatlaklar Gebelikte ortaya çıkan cilt değişimlerinden en sık bilineni karın çatlaklarıdır. Stria Gravidarum adı verilen bu çatlaklar tüm gebe kadınların %50 ile 90'ında ortaya çıkar. Hemen hemen bütün kadınlar bu çatlakların ortaya çıkmasından korkmakta ve çekinmektedir. Büyük çoğunluğu karnın alt kısmında görülen lezyonlar gebeliğin ikinci yarısından itibaren belirmeye başlar. Nadiren uyluklar, kalçalar, memeler ve kollarda da görülebilir. Tipik görüntüsü deride ufak ve fazla derin olmayan çöküntüler şeklindedir. Açık tenli kadınlarda pembemsi bir rengi olabilir. Esmer tenlilerde ise etrafındaki cilt bölümlerinden oldukça açık renkte, hatta gümüş rengindedir. Ciltte bulunan kollajen adı verilen maddenin ayrılmasından dolayı görülürler. Ağrılı değillerdir ancak hafif bir kaşıntıya yol açabilirler. Hem mekanik gerilmeye bağlı olarak hem de hormonal nedenler ile ortaya çıkabilirler. Çatlakların önlenmesi her zaman mümkün olmaz. Piyasada gebelik çatlaklarını engellemek için satılan pekçok ürün olmasına karşın etkinlikleri her zaman tatminkar değildir. Ailevi yatkınlık söz konusudur. Annesi ya da kızkardeşinde bu türden çatlaklar olanlarda daha sık görülür. Irkın da etkisi olduğu tahmin edilmektedir. Örneğin siyah ırkda daha az rastlanır. Ani ya da olması gerekenden fazla kilo artışı olanlarda çatlaklar daha kötü olur. Önlemek için yapılabilecek en iyi şey bol sıvı almaktır. Sıvı miktarı yüksek olan sağlıklı bir cilt gerilmeye daha iyi yanıt verir. Çatlakların büyük bir kısmı doğumdan sonra kaybolmaz. Rengi biraz daha açılarak gümüşi bir hal alır. Pekçok kadın bu durumdan rahatsızlık duymaz ve bunu anne olmanın bir işareti olarak gururla taşır. Daha az sayıda kadın ise çatlaklardan kurtulmak ister. Bu amaçla geliştirimiş pek çok cerrahi teknik vardır ve bu teknikler plastik cerrahlar tarafından uygulanır. Sonuçlar tatminkar olmaktadır. Özetleyecek olursak: Aile öyküsü ve genetik yatkınlık çatlakların ortaya çıkmasında önemlidir. Anneniz ya da kızkardeşlerinizde varsa büyük olasılıkla sizde de görülecektir. Eğer önceki hamileliklerinizde çatlak olduysa bu hamileliğinizde de oluşması kuvvetli bir olasılıktır. Önceden kalan çatlakların rengi geçici olarak koyulaşabilir. Ani kilo artışı. Çok hızlı ve fazla miktarda kilo aldıysanız çatak ile karşılaşma olasılığınız yüksek demektir. Beslenme durumu. Yeterli miktarda sıvı alan ve dengeli beslenen kadınlarda daha az ve daha hafif şiddette çatlak olduğunu unutmayın Irkın önemini akılda tutun. Gebelik Maskesi Cholasma olarak da adlandırılan gebelik maskesi gebelik esnasında yüzde meydana gelen değişimleri ifade eder. Gebelik sırasında melanotropin adı verilen madde fazla miktarda salgılanır. Bu madde burun, yanaklar ve alın civarında pigmentasyon artışına yani koyulaşmaya yol açar. Güneş ışınları duruma yol açmamakla birlikte olayın şiddetini arttırabilir. Gebe kadınların %45 ile 70'inde gebeliğin 4. ve 5. ayından başlayarak gebelik maskesi görülebilir. Kalıcı olmayan bu durum doğumdan sonra birkaç ayda kendiliğinden geriler ve kaybolur. Gebeliği sırasında makyaj yapan kadınlar cholasma'yı saklayabilirler. Gebelk maskesini önlemenin en kolay yolu güneşe çıkarken çok yüksek faktörlü koruma kremleri sürmektir. Kış aylarında da güneşin bu tür etkisi olabileceği unutulmamalı ve koruyucu krem sürmek ihmal edilmemelidir. Koyulaşmalar sadece yüzde olmaz. Meme başları, koltuk altları, genital bölge de de gebeliğin sonlarına doğru renk değişiklikleri görülebilir. Bu değişiklikler önemli değildir ve doğumdan sonra kaybolurlar. Linea nigra Orta hat üzerinde, kasıktan göbek deliğine kadar uzanan koyu renkli bir çizgidir. İlk gebeliğini yaşayanlarda gebeliğin üçüncü ayından başlayarak ortaya çıkar. Tecrübeli annelerde ise daha erken dönemde görülebilir. Her kadında görülmez.Bazı toplumlarda bu çizginin görülmesi bebeğin erkek olduğu şeklinde yorumlanır ancak bunun gerçekle bir ilgisi yoktur. Sivilce Gebelikte meydana gelen hormonal değişimler ciltte yağlanma ve sivilceye neden olabilir. tamamen geri dönüşümlü olan bu sivilceler gebelik sırasında bol sıvı alımı ve düzenli yapilan cilt temizliği ile bir ölçüde engellenebilir. Damarlanma Gebelik sırasında kanda artan östrojen seviyelerine bağlı olarak özellikle yüz, boyun, göğüs, kol ve bacaklarda değişik şekillerde damarlanmalar ortaya çıkabilir. Bu damarlanma yıldız şeklinde ve ciltten hafif kabarık yapılardır. Üzerine baskı uygulayınca renkleri solmaz. Bu yapılara örümcek ağına benzedikleri için İngilizce'de örümcek anlamına gelen spider kelimesinden esinlenerek "spider veins" adı verilir. Kadınların %60 civarında görülür ve doğumdan sonra kendiliğinden kaybolur. Palmar Eritem Tıbbi adı palmar eritem olan avuç içlerinde kızarıklık ve beneklenmenin nedeni tam olarak bilinmemektedir.Bununla birlikte artmış östrojen miktarına bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir. Gebe kadınların %50-55'inde rastlanır. Zencilerde daha nadir görülür. Nadiren ayak tabanlarında da saptanabilir. Herhangi bir yakınma yaratmayacağı gibi hafif yanma ve kaşıntı olabilir. Her zaman kullanılan nemlendiriciler yararlı olabilir. Karaciğer hastalıklarının önemli bir bulgusu olan palmar eritem varlığında kan tetkileri ile karaciğer fonksiyon testleri yapılmasında fayda vardır. Palmar eritem doğumdan sonra östrojen düzeylerinin normale inmesi ile kaybolur. Diğer değişiklikler Gebelik sırasında bazı kadınlrda saç ve tırnaklar normalden daha hızlı uzar. Tırnaklarda incelme ve kolay kırılma görülebilir. Bazı bölgelerde aşırı tüylenme olabilir. Terleme artabilir. Tüm bu değişiklikler hormonal artışlara bağlıdır ve gebelik sona erdikten sonra gerilerler
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Kadınlara ait özel dini bilgiler | Cazgircinx | islam & islami Konular | 5 | Bugün 19:19 |
Kadının eşine karşı görevleri | Ayhanhoca | Fıkıh Soru ve Cevaplar | 1 | 13.12.23 13:42 |
Kürtaj olan veya düşük yapan kadın lohusa sayılır mı? | Ayhanhoca | Fıkıh Soru ve Cevaplar | 0 | 04.03.21 12:30 |
"İslama Göre Kadınlar Aşağıdır" İftirası | Och | islam & islami Konular | 0 | 17.08.20 12:06 |
Güçlü Kadın .. | Aliye | Güzel Sözler & aŞka Dair | 3 | 06.01.19 01:28 |