#1
|
|||
|
|||
ilahi vahy
Din, ahlâk, hukuk gibi İçtimaî müesseselerin mahiyeti ancak
insan ruhunu inceleyenler tarafından lâyıkı ile kavranabilir. Ruh üzerinde durmadan bu müesseselerin künhüne nüfuz edilemez. Din, ahlâk, hukuk esaslarının insan eseri olduğunu iddia edenler tetkiklerini derinleştirirlerse bunların neye istinad ettiğini tâyinde güçlük çekmezler: Büyük kâinat organizmine ve insan vücudüne hükmeden yüksek bir varlığın kuvvet ve iradesi insan ruhunda muhtelif vetireler halinde tecelli ediyor. Öyle ki, o kuvvet ve irade bir taraftan insanda muayyen bir gayeye doğru icbar edici, zorlayıcı hayat ve idamei hayat kanunlarıdır. Muhafaza! nefs ve nesil meyelânları halinde insanları bir arada yaşamağa, aile, kabile, millet teşkiline sevkediyor. Yine o kuvvet ve irade bir taraftan insanda çerçevesi insan isteki dışında muhkem bir surette çatılmış akıl, mantık, nutuk veya lisandır (*). İnsanları şahsî menfaatleri ile sığındıkları kaleler hükmünde olan cemiyetlerin menfaatlerini telife muktedir ve fikir mübadelesi suretiyle temeddüne müstaid kılıyor. Yine okuvvet ve irade bir taraftan insanda daha açık bir kılavuz halinde mütezahir fıtrat mevhibesi olarak mahsus doğruluk, mantıkilik, salim düşünce, iyilik, güzellik, düzenlik prensipidir. İnsanları münferiden ve müctemian akli selime, mantıkîliğe, doğruya, iyiye, güzele, intizama meylettiriyor... Bu sonuncusu fevkalâde yaratılışlı bazı kimselerin ruhlarında vakit vakit tazelenen kuvvetli cereyanlar halinde doğrudan doğruya din, ahlâk ve hukuk şeklini almış bulunuyor ve insanlığın doğduğu gündenberi «İlâhî vahy» ,(*) adı ile anılıyor. Keza o kuvvet ve irade diğer taraftan insanda hırs ve tamam, zulüm ve teaddinin, şüphe, inkâr ve küfrün münebbihidir. İlâhî vahye «şeytanî» vesveseyi karşı çıkararak insanların insanlık kısmına şerri yendirmek ve böylece hayırı mücadele ile kazanılmış bir zafer halinde kalblerde kökleştirmek istiyor. Şerrin halkından murad bu olduğunu ruhlarında İlâhî vahy tecelli eden kimselerin rivayetlerinden biliyoruz. Bu kimseler peygamberlerdir. İlâhî vahy esaslarını yer yüzünde umuma duyuruncaya kadar muhtelif fasılalar ile gelip gitmişler ve esasatta daima ayni şeyleri söylemişlerdir. İlâhî vahy seçkin insanların ruhlarında dile gelmiş tabiî cemiyet nizamı: tabiî ahlâk, tabiî din, tabiî hukuk olarak gözüküyor. Asla değişmiyor. Yayılmasına tavassut edenlerin kendi akılları mahsulü olmadığı halde daima akli selime uygun oluşundan tabiatteki ahengin, intizamın, mükemmeliyetin refleksleri olduğu anlaşılıyor. Bu sebepten İlâhî vahye müstenid doktrinler hakkında tabiat kanunları değişmedikçe değişmiyecektir hükmü ile iman ehline iltihak etmek mantıkî bir zaruret oluyor. İlâhî vahyin isyan ile karşılanması, nisyana uğraması, söz veya yazı şeklinde nesilden nesle intikal ederken sehven, yahut kasdi mahsus ile tahrif edilmesi mümkündür. Bunlar Tanrı takdiri ile Tanrı irşadı hakkında hep vâki olmuştur. Fakat onun her tazelenişinde daima ayni prensipler göze çarpıyor. Keza tahrifi halinde, efsaneler ile örtülmesi takdirindebile gayri İlâhî, İnsanî noksanlık ile İlâhî mükemmeliyeti belli olmıyacak surette birbirine eklemek mümkün olmadığmdan dikkatli bir göz İlâhî olanı olmıyandan derhal tefrik ediyor. Hindlilerin Manu kanunları, bir çok yahudi, hıristiyan teologunun itirafı tahtında bugünkü Tevrat ve İncil (*), eski Yunan, Roma, Mısır, İran, Gildan, Çin, Japon, Afrika ve Amerika yerlileri mitolojileri bunun tipik misalleri ile doludur. Tarihlerine nüfuz edebildiğimiz kadar eski milletlerde görüyoruz ki bidayette onlarda tek Tanrı esasına müstenid bir din hâkim olmuş, sonra bu din çok yüksek ve çok mücerred olduğundan mahdut şahısların idealinde kalarak teslis akidesine ,onun da bozulması ile kesreti ilâha, putperestliğe ve mânevî seviye sukut ettikçe animizme, fetişizme, totemizme inkilâp etmiştir. Fakat dini, dini aslîye irca etmeğe uğraşanlar o milletlerde eksik olmamıştır. Anlıyoruz ki bir tarafta unutulup giden İlâhî vahy başka bir tarafta tekrar meydana çıkmış, tekrar karıştırılmış, tekrar zuhur etmiştir. Bundan istidlâl edilebilir ki İlâhî vahy esaslarının insaniyete ışık tutması ve bir kısım insanların onu karartmağa kalkması İlâhî bir kanundur ve bu hal İlâhî vahyin nihaî zaferine kadar devam edecektir. Totemcilikten itibaren yukarıya doğru gittikçe artan bir suhuletle monoteizm dışında kalan dinlerde tek Tanrı imanına müstenit dini aslînin izlerini bulmak ve böylece binlerce sene evvel insanlara sunulmuş ulviyetler karşısında huşu içinde kalmak dinî tetkikat erbabını bekleyen manevî bir mükâfattır. Dâvanın aksi, yani totemizm veya fetişizm, yahut animizm ile Tanrı taharrisine koyulmuş olan insaniyetin din fikrinin tekâmülü ile mooteiznmde (vahdaniyeti ilâhiyede, tek Tanrı telâkkisinde) karar kılması teori bakımından çok muhtemel gözüküyorsa da medeniyetin başlangıcı sayılabilecek kadar eski devirlerde tek Tanrı akidesi ile karşılaşanları tatmin etmiyor. Bunlara göre medeniyet tek Tanrı akidesinin feyzi ile başlamıştır. Bu cihet tarih bilgisinin gelişmesi nisbetinde vuzuh kesbeden bir hakikat halinde meydana çıkıyor. Dinler ve diller hakkındaki fikirlerini dünya münevverlerinin ekseriyetine kabul ettirmiş olan îndolog Max Müller’ ki ayni zamanda tanınmış teozoflardandır, tek Tanrı akidesinin insaniyet ile başladığına kafiyen kani olmuş, ilk insanın peygamberliğine inanmıştır. Mânevi feyzin bugünkü Tevrat ve İncil muhteviyatından ibaret olmadığına hükmeden bilginlerden Samoel Laing’in tarihî bedahetler eliyle yürüttüğü mütaleayı telhisen arzediyoruz: — «... Pek eski devirlerde ayni esasatı diniyeye rastlamak hali hazırda aramızda hüküm süren dar din görüşünü izaleye yardım edebilir... Bütün eski müterakki insan toplulukları kendilerine mahsus evamiri aşereye veya Tur-ı Sina hitabesine malik olmuşlardır. Mısırlıların «Ölüler kitabı» nda, Babil’lilerin sırrî İlâhilerinde, zerdüştîlerin «Zendavesta» sında, Brehmenlerin gizli «Veda tefsirleri» nde, budistlerin «Buda dersleri» nde, Konfuçyüs taraftarlarının «Ecdad felsefeleri» nde. Eflâtunun ve Stoiklerin güzel amel, sabır ve tahammül, metanet doktrinlerinde veya hıristiyanların «Kitabı mukaddes» inde temel olarak ayni özü görmemek dar düşünce çenberinden kurtulmuş bir kimse için mümkün değildir. Birbirinden haberdar olmayan milletler bile ruh-u İnsanîde mündemiç sevk-i tabiînin inkişafı ile aynı ahlâk düsturlarına tutunmağa çalışmışlardır... Eski milletlerin dininde degeneration hâdisesini takip etmek kolaydır: Müterakki fikirlerde çığır açan önderlerin yeri boş kalır. Rahibler evvelâ muhafazakâr, sonra ilim ve irfan düşmanı olurlar. Tek Tanrının sıfatlarına şahsiyetler isnat edilir. Ruh-u küllinin veya kâinat küllünün tanrılığından çok tanrılara düşülür. Din azlığın azlığı münevverlerden cahil rahibler eliyle halka intikal ettikçe kabalaşır. Efsanelerin, simbollerin hakikî delâletlerini bilenler kalmaz, yahut gözden gizli bir seçkinler mahfeli iç dairesinde bir kaç kişiye inhisar eder. Bu bir kaç kişi ise hakikati sırrın sırrı olarak saklar. Tekrar umumun malı olmamasına var kuvvetiyle çalışır. Eski Mısırlılarda, Gildanîlerde, îranlılarda böyle olmuştur.» — Human Origines — İnsanın Menşeleri. En eski devirlerde tek Tanrıyı bildiren âlemşümul bir dinin yer yer bozularak politeizm kalıplarına döküldüğünü, yahut şevki tabiî, vahy ve ilham, irşad halinde tecelli eden bir kuvvetin insanları evvelâ vahdaniyeti ilâhiyeye götürdüğünü gösteren emarelerçoktur. Hattâ, çok tanrı tanıyan bazı dinlerde bu emareler sezinti ve tahminden ibaret değil, red ve inkâr kabul etmiyen bariz çizgiler halindedir. İlk misal olarak hinduizmi ele alabiliriz: Bugünkü îndologil’nin yani hind bilgisinin tesbit ettiğine göre halen Hindistanda yüzlerce milyon insanın vicdanını teşkil eden bu dinin sathî şekli pek iptidai, gülünç, hatta iğrençtir: Agni (Ateş), İndra (hava), Suria (güneş), Dahana (tan, sabah kızıllığı) ibadetleri. Bir çok putlar ve inek, öküz, geyik, fil, maymun, timsah, kaplumbağa, yılan, akbaba, güvercin, sığırcık ilâh, gibi bir çok mukaddes hayvanlar. Brahma, Vişnu, Siva adlarını taşıyan putlar, putların büyükleri. Rahibler putlara ve mukaddes hayavnlara karşı nasıl davranılacağını halka öğretir. Bu hususta edeb, erkân tarif eder. Tarifata uygun hareket etmiyenler öldükten sonra fena hayvanlar heyetinde dirilecektir. Mukaddes hayvanlar içinde bilhassa inek, öküz çok muhteremdir. Etleri asla yenmez. Sidikleri yüze göze sürülür, içilir. Köyde, şehirde bevil çıkaran bir inek - öküz görüp de «rahmet» inden nasibedar olmağa koşmamak büyük bir ayıp ve günahtır (* ). Çünkü inek - öküz cinsi yağmur yağdıran gök ineğinin (yağmur tanrısının) neslindendir. Vritra ismindeki dev (şeytan) gök ineğinin memesini kopararak yer yüzünü kuraklığa mahkûm etmek ister. Fakat İndra (hava tanrısı) buna müsade etmez. Soma suyu ile (Ab-ı hayat ile) kuvvetlenerek sarı atlar koşulu arabasına biner. Maruts’m (fırtına tanrısının) yardımı ile Vritra’ya çatar. Gök gürültüsü baltası ile Vritra’nm kafatasını parçalar. Gök ineğini kurtarır. Yeryüzünü yağmura kavuşturur. Yer ineğinin eti yenir, derisi giyilir, yağı kullanılır (*), bevlinden her türlü şifa beklenmezse gök ineği gücenir. Rahmet düşmez. Bir taraftan toprak, bir taraftan ruhlar kavrulur... Mukaddes hayvanlar çoktur. Hattâ bazı Hindu mezheplerinde bütün hayvanlar mukadestir. Hiç biri öldürülmez. O kadar kı meselâ ayağı kırıldığı için yolda terkolunmuş, gözleri kargalar tarafından oyulmuş, iyi olması, iş görmesi imkânsız zavallı bir merkebi bir merhamet kurşunu ile ıztıraptan kurtarmağa kimse cesaret edemez. Zira hayvan «hürmetkârı» böyle bir vaziyet karşısında herhangi bir ölmüşünün, bilfarz babasınm o merkep kılığında karşısına çıkmış olabileceği ihtimali ile titrer. Gücü yetiyorsa hayvancığı kaldırır, bir hayvan asileumına teslimeder. Hindistanda hayır sahipleri böyle bir çok hayvan kDarülaceze» leri kurmuşlardır. Bunlar hastahane değildir. Onlara yalnız işe yaramıyacak hayvanlar kabul edilir... Buraya kadarı ihtimal çok İnsanî fakat bundan ötesi herhalde pek fecidir: Hayvanlara karşı olan bu «saygı» kuraklık ve kıtlık senelerinde intihar yerine geçer. Ehlî ve yabani hayvanların etiyle felâketi atlatması mümkün iken binlerce, hindu günah korkusu ile onlara el süremiyerek açlıktan ölür. Bir taraftan korunmak istenen hayvanlar da açlıklarını gidermek için toprak yiyen insanların gözü önünde açlıktan kırılır. Hayvan sevgisine hayvan hürmetkârlığı şeklini veren ve dişlerinin vaziyetinden hem ot, hem et yemesi icap ettiği açıkça belli olan insana yalnız ot ile yaşamayı kat’î surette emreden Hinduizm şubelerini insaniyet ile telif etmek kolay değildir... Dul kalan kadınlar kocaları ile birlikte yakılır. Yanmağa razı olmıyanlar mel’un olurlar. Hindu kadını Hindu erkeği gibi mabudlarm lânetinden pek korkar ve diri diri yanmağa rıza gösterir. Her dinde mantığın yeri yoktur... Ganj nehri mukaddestir. Usulü mahsusası ile Ganjda yıkadıkları kimselere rahibler dünyevî, uhrevî saadet bahşederler. Ganjdan uzak yerlerde mabedlerden alman okunmuş sular Ganj suyu yerine geçer. Kir ile beraber bütün günahları temizler. İçilirse her derde devadır. Bu sebepten herkes bir rahib delâleti ile Ganjdan su tedarik etmeğe veya mahallî mabedden okunmuş su almağa çalışır. Bununla ara sıra yıkanacak ve bunu ara sıra içecektir. Başka türlü fena huylu ruhların şerrinden kurtulamaz. Rahib Ganja, maiyetinde sakalar, bedava gitmez. Mabed de savabma okunmuş su dağıtmaz. Fiyatlar mesafeye ve su miktarına göre ayarlı ve maktudur. Ganj suyu veya okunmuş su bilhassa ölüler için pek lâzımdır. Yakıldıktan sonra masrafı göze alınarak cenazenin külü ayrıca tertip olunan mutantan bir alay ile dalgalarına tevdi olunmak üzere Ganja kadar gönderilememiş ise daha ucuz sulama alayları ile ölünün istirahatı ruhu temin olunur. Alaydan avdette merasimi idare eden rahib cenaze sahibine söyler: Müteveffanın azabı ancak kısmen azalmıştır. Tekrar sulanır ise belki tamamen refedilir. Cenaze sahibi ister istemez ikinci, üçüncü bir alay daha tertip ettirir... Hindunun hürriyetini dini elinden almıştır. Yaşayışının her safhası sınıfının icaplarına uygun olacaktır. Hindu dini, tâbilerini dörde taksim eder: Brehmenler, Çatria’lar, Vaysia’lar, Sudra’îar.Brehmenler, yani Brahma adamları, rahibler mabud Brahmanm başından (veya ağzından), Çatrialar, yani taç sahipleri, askerler kollarından, Vaysialar yani tacirler, büyük çiftlik sahipleri kalça ve bacaklarından, Sudralar, yani küçük esnaf ve küçük sanayi erbabı, çiftçiler, çobanlar, ameleler ayaklarından peyda olmuştur. Brehmenler Brahmanm başından gelmeleri hasebiyle diğer sınıflar üzerinde onu temsil ederler ve şahsen Tanrı sayılırlar. Onlar düşünür, taç sahipleri: racalar, mihraceler ve maiyetleri düşünülenler dairesinde halkı itaat altında tutar... Sınıflardan matrut günahkârlar ve bunlarm nesilleri ile sair dinlere mensup insanlar Hinduizme göre Paryaları teşkil ederler. «Elsiz doğmak paryaya el sürmekten hayırlıdır». «Paryaya bakan gözler görmese daha iyi olur». Bu sebepten yabancılara el uzatmak mecburiyetinde kalan hindu erkekleri evlerine gidince mukaddes su ile yıkanırlar veya vücutlarını ateşe tutarlar. Çünkü «Paryadan geçen levsi ancak mukaddes su veya mukaddes ateş giderir». Mütaassıb kadınlar ise yerli yabancı herhangi bir paryaya gözü ilişmesin diye sokağa çıktığı vakit yüzüne kalın bir peçe örter, elini bir çocuğa tutturur, kör gibi çocuğun yedmesi ile gideceği yere gider. Hinduizmin sınıflara taallûk eden ahkâmı cidden ağır ve gariptir: «Yalnız brehmenlerin yapmağa salâhiyettar oldukları işleri yapmağa cür’et edenlerin, diğer sınıflardan din ve felsefe ile uğraşanların müstahak oldukları ceza paryalıktır. Bunlarm emvali de zaptolunur... Brehmen tuz satarsa bir derece, süt satarsa üç derece aşağı sınıfa iner. Meyva satarsa dinî camiadan koğularak paryalar arasına atılır... Brehmen dilenemediği vakit bedenî olarak çalışmaktan, amele, rençber gibi yaşamaktan veya mukaddes bir hayvana dokunmaktan ise adam öldürecek, ölü eti yiyecektir. Acigarta oğlunu öldürüp yemeğe kalktığı zaman günah işlemedi. Çünkü aç kalmıştı. Odun taşıyarak geçinmek istemiyordu. Şisvamitra körpe buzağıyı sağ bıraktı. Köpek ölüsü ile karnını doyurmağa katlandı... Brahmanm duvarlarından aşılmaz, düşülür. Alt sınıftan olanlar hiç bir suretle üst sınıfa terfi edemezler. Fakat sınıflarının yasalarını ihlâl etmedikleri takdirde böyleleri müteakip hayatlarında bir üst sınıfa mensup ana ve babadan dünyaya gelebilirler... Mabudlar karışık bir halde ibadet eden ve yemek yiyenlerden hoşlanmazlar. Onlara her sınıf ayrı ayrı ibadet etmeli ve herkes yemeğini kendi sınıfından olan ile yemelidir... Brehmen erkeği yalnız brehmen sınıfından olan kadınlar ile evlenebilir. Brehmen kadını ise her kasttan erkeğe varmakta serbesttir. Ancak kocası brehmen değilse onun ile bir sofrada yemek yiyemez ve beraber dua edemez..». — (Manava - Darma - Satra)da (*) kastlara ait böyle binlerce madde vardır... «Bu günkü hinduizm kast zincirleri, maddî - manevî esaret, batıl itikatlarm envai,, koyu ve kaba hayvanperestlik, koyu ve kaba cemadat perestlik, din kılığma girmiş ahlâksızlıklar, müttefik familyalar arasında iştiraki emval (kommünizm), küçük çevrelere münhasır kardeşlikler, mânâsız merasim ve teşrifattır. Saliklerinin ruhunu körletmiş, hinduları sınıf smıf ve sınıflar dahilinde kısım kısım birbirine düşman etmiştir... Amele kasti üstündeki kastlarda familyalar arasında üç nesil sürecek ittifaklar akdi dinî bir vazifedir. Müttefik familyalarm her şeyi orta malıdır. Telif hakkmm temin ettiği menfaat bile paylaşılır. Aile ittifakları İçtimaî bir sigortadır. Fakat ayni zamanda haylazlığı, meskeneti besler, enerjiyi azaltır, şahsî teşebbüsü öldürür, amele kastmdan olanlar da aile ittifakları yapabilirler. Fakat sefaletten başka paylaşılacak şeyleri olmadığından bunlar arasında böyle ittifaklara nadiren rastlanır... Hindu köylüsü köy rahibinin ayaklarını yıkadığı suyu içer. Çünkü o ve diğer brehmen kastı mensupıları yeryüzü tanrılarıdır. Bu hususta Manu kanunlarının bir maddesi şöyle der: Âlim olsun, cahil olsun, dilencilik etsin, yahut bir sarayda saltanat sürsün, her brehmen tanrıdır... Ekseri hinduların brehmenlerden bir Guru’ları, şeyhleri bulunur. Guru dilerse en ağır günahı gökdeki tanrılara affettirir. Fakat o kızar, affetmezse tanrıların affedebileceği günah yoktur. Bu sebepten Hindular gökte kilerden çok ziyade yerdeki tanrılardan korkarlar. Guru’suna so kakta rast gelen Hindu hemen yere kapanarak onun ayağını öper ve bastığı toprağı alır, başına koyar. Vaişnava’larm Vallabha mezhebinde mihrace - şehinşah diye hitap edilen ve mabud Krişnanın incarnation’ları sayılan büyük rütbeli rahiblere karşı kelbîlik en hâh derecesinde umumîdir. Onlar geçerken binlerce kişi yerde sürünür, ağlar, yalvarır... Bütün Hindu kız ve kadınlarına ruhanî şehinşahlar, bunlar olmazsa büyük mabed rahibleri, daha olmazsa orta ve küçük dereceli rahibler, bunlar da ele geçirilemezse alelâde mabed hademeleri ve köy brehmenleri ile cinsî münasebette bulundukları takdirde kendilerine ve ailelerine dünyevî, uhrevî saadet getirecekleri öğretilir. Zengin Bombay tacirlerinin zevcelerini ve kızlarını istifraşlarına kabul etsinler diye giranbaha hediyeler ve tavsiye mektupları ile brehmen ulularına yolladıkları 1862 senesinde İngiliz makamları tarafından yapılan bir tahkikatla resmen meydana çıkmıştır. Hediye ve kadınlar reddedilmez. Hediyeler alıkonur, kadınlar ise din namına sıhhatlerini kaybedinceye kadar yorulduktan sonra yer ve gökyüzü tanrılarmm hüsnü teveccü ile birlikte ailelerine iade olunur... Büyük putlardan Vişnu bilhassa şimal Hinduları arasında itibar sahibidir. Fakat bir hayvan hastalığı salgınını veya kıtlığı defedemezse halktan yalvarup yakarma yerine küfür işitir. Örneklerin ahlâk üzerinde tesirleri büyüktür. Vişnu dokuzuncu incarnation’unda Krişna olur. Krişna hudutsuz şehvetin, mücamaatm, zenperestînin simbolüdür. On altı bin karısı ve yüz seksen bin oğlu vardır. Hindu evlerinde onun bir çoban kıziyle sevişmesini gösteren açık saçık resimler bulunur. Sarhoşluktan gözleri kıpkırmızı Siva tanrı daha ziyade cenup Hindularını itaat altına almıştır. Zanî ve zaniyeleri himaye eder. Nikâha ehemmiyet vermez. Hünsadır. Yani uzvu tezkir ile uzvu tenise bir arada sahiptir. Onun bu uzuvları etrafında yapılan âyin ve merasimlere mahsus mabedler Brahma heykellerinin teşhirine mahsus mabedlerden fazladır. Sivanın oğlu fil başlı Ganesa kötü ruhların, devlerin, şeytanların başı olduğundan Hindulara kendini diğer mabudlardan çok saydırır. Kurbanların, adakların ekserisi ona gelir. Herhangi bir işe teşebbüste müşkülât çıkarmasın diye evvelâ ona yalvarılır. Kitaplar ona münacat ile başlar. Her tanrının bir veya bir çok Saktisî, yani karısı vardır. Bunlar da tanrı sayılır. Sivanın baş saktisinin adı Kalidir. Meşhur mabedi hasebiyle Kalkuta şehrine isim analığı etmiştir. Kalkuta Kalinin konakladığı yer mânasına gelir. Hindistanda bu mabude uğruna pek çok kan dökülür. Çünkü garez, kin ve katil ilâhesidir. Onu ancak kan memnun eder. Mabedi mezbahadır. Eski devirlerde orada açıkça insan da kurban ediliyordu. Şimdi tamamen kalktığı iddia edılemese bile göze çarpmıyor. Bilgi ilâhesi Sarasvati Brahmanın, talih ilâhesi Lakşmi Vişnunun karısıdır. Kıymetli taşlar ile süslü putlar halinde heybetli mabetlere oturtulmuşlardır... Mabudelerin ve Siva gibi hünsa mabudlarm kadınlık uzuvlarına tapan Hindular Saktalar (Zemperestler) adı ile anılırlar ve bazı mmtakalarda nüfusun ekseriyetini teşkil ederler. Meselâ Bengale halkının 3/4 ü Saktadır. Saktalar iki fırka olmuşlardır. Bir fırkanın ibadeti mabedlerde cansız uzuvu te’nis sembolleri karşısında majik hareketler yapmaktan ibarettir. İkinci fırkanın ibadeti ise... eski Yunan ve Roma sefahat âlemlerini gölgede bırakır. Bu fırkanın sanemi çıplak rahibelerin bacak aralarıdır. Sakiler tapınma tegannileri arasında kafa tasları veya Hindistan cevizi kabukları içinde cemaate şarap dağıtırlar. Şarabı cemaattan evvel kadınlar, sonra erkekler içer. Daha sonra da, ayin kıvamını bulunca, baş rahibin emriyle mumlar söner. Kadın erkek birbirine karışır... Münevver Hindu kadınlarının mühim bir kısmı rahibedir. Rahibeler ruhlarını mabudlara ve vücutlarını bütün kastların erkeklerine tahsis etmişlerdir. Müstefreşeliklerini ettikleri erkekleri mabedler lehine malî fedakârlıklara sevkederler. Mukaddes dansları meşhur ve itibarları büyüktür. Her mabedin böyle gönüllü esireleri vardır... Hindu mentalitesini anlamak için Hindu olmak lâzım gelir. O mentaliteyi cinsiyet ahlâkında hıristiyan, müslüman, yahudi mentalitesi ile uzlaştırmak mümkün değildir. Hıristiyanların, müslümanlarm, yahudilerin fuhuş itibar ettikleri şeyleri Hindular [ve keza Budistler, Mecusiler] din icabı ve pek ahlâkî biliyorlar Aile kadınlarının rahiblere inhimaki bazı yerlerde itibarlı misafirlere de teşmil olunur. Çünkü mabudlarm menakıbinden bahseden Purana adlı kitaplar Krişnanm sevilen misafir kılığında evleri dolaştığını ve kadın 1ar ile oynaştığmı yazarlar. Keza bazı yerlerde mukaddes Vedalardan müstahreç Niyoga ahkâmına riayet olunur: Çocuğu olmıyan veya üst üste iki kız çocuğu olan bir kadına kocası başka bir erkek gösterir. Kadın bu erkekten on bir çocuk doğurmağa çalışacaktır... Rahiblerden ve rahib hükmünde sayılan filosoflardan maada racaları, askerleri tanrı tanıyan Hindu mezhepleri vardır. Hindu mabudlarmı umumî ve hususî diye ikiye ayırmak lâzımdır. Umumî mabudlarm isimlerini aklında tutabildiği kadar, çünkü binlercedir,. herkes bilir, fakat herkesin asıl ehemmiyet verdiği kendi ailesine ve işine karışan mabudlardır: Aile reislerinin ruhları, iyi veya fena huylu bir çok devler (şeytanlar), mukaddes taş, ağaç, demir parçaları ve meslekleri sembolize eden eşya... Haftanın muayyen günlerinde ev kadmları sepet ve tencerelerine, balıklar ağlarına, marangozlar testerelerine, sarraflar çekmecelerine, tacirler defterlerine, muharrirler kalemlerine taparlar. Her mesleğin aleti ve piri o meslek erbabının baş mabududur. Gurular ailelerin, mesleklerin hususî günlerinde evleri, dükkânları, yazıhaneleri dolaşarak âyinler yapar ve aile ve meslek mabudlarma takdim edilen hediyeleri alıp mabedlerine götürürler. Hindu umumî mabede dua etmekten ziyade süslü putları seyretmek için gider. Bazı mabedlerde binden fazla put vardır. Rahibler ihtimam ile bu putların hizmetlerinde bulunurlar: Yemek yedirmek, diş fırçalamak, elbise giydirmek, süslemek, akşamları teğanniler ile (ninniler ile) uykuya yatırmak,sabahlan çıngıraklar veya İlâhiler ile uykudan uyandırmak gibi... Her putun keyfi ayrıdır. Meselâ Vişnu putu yemek takdimini ve sabahleyin çıngırakla uyandırılmasını istemez. Sabahları onu şu İlâhi ile uykudan kaldırmalıdır: Karanlık sıyrıldı. Çiçek kokulart bağçeleri kapladı. Uyan ey yüce Vişnu uyan! Sabah kızıllığını seyret, sabah rüzgârını içine çeki...» — Harlan P. Beach, îndia\ Şimdiki şekli yukardaki gibi olan Hinduizme büyük rütbeli hind rahibleri tâbi olmazlar. Çünkü bilirler ki dinlerinin aslı pek başka türlüdür. Brehmen kastmdan fiilen rahiblik etmek üzere yetiştirilmiyen erkek çocuklar büyüdükleri zaman ağır el işleri haricinde bir iş tutarlar: Tali’lerine göre kâtip olurlar, nazır olurlar, yahut odacılıkta, kapıcılıkta karar küarlar. Otuz altı seneye kadar uzayabilen bir tahsilden sonra rahiblik icazeti alanlar ya doğrudan doğruya halkın başında putperest âyinlerini sıdk ile idare ederler. Bunlar rahiblerin alt tabakasıdır. Yahut keskin zekâ ve geniş malûmat ile beraber sıkı bir ağıza malik iseler mabudlarm esrarını kendilerine nebze nebze ifşa edecek kimseler bulduktan sonra halktan gittikçe uzaklaşırlar. Çünkü yavaş yavaş halkın ve halk rahiblerinin hurafata taptığını, tanrınm yüzlerce, binlerce, milyonlarca değil, tek, biricik bulunduğunu anlarlar. Mamafih bunlar da «zahirî hayatlarını halk dininin bütün icaplarına uydurmuşlardır. Lüzumu halinde mabedlerde âyinlere riyaset ederler. Yahut dış daire brehmenlerini kendileri iç daireyi teşkil ederler, etraflarma toplıyarak Ganja, su okumağa, ölü sulamağa, mukaddes hayvanların bakımına, tımarına, putlara edilecek hizmet nevilerine dair vaizler verirler. Muhatapları karşılarında iki büklüm, gafil ve hayrandır. Can kulağı ile âmirlerini dinlerler, vakıfı esrar âmirlerin keza sabahları gün doğarken putlar önünde secdeye kapandıkları görülür. Fakat bu sırada ruhları gerçek tek Tanrının azametini düşünmeğe dalmış, sırrın sırrı o büyük kuvvetin eserlerini tahlile koyulmuş, dudaklarında cemadattan, âciz hayvanlardan meded umanlara karşı merhamet ve istihza tebessümleri belirmiştir 2». Hind rahiblerini tenevvürleri nisbetinde politeizmden teslise, panteizme, monoteizme götüren saik eski kitapların tetkikidir. Tetkik neticesinde görürler ki Manu külliyatında, Vedantalarda, Puranalarda, Mahabharata veya Bhagavatgita gibi destan ve İlâhilerdeputperestlik akideleri ile tezad teşkil eden çok mantıkî, çok yüksek, anlaşıldıkları takdirde ruhları cidden yükseltecek yerler vardır. Manu Milâddan üç bin sene evvel yaşadığı söylenen bir şahıstır. Namına izafetle yâdolunan külliyat Veda: mukaddes bilgi adını taşıyan dört kitabın ^ elde kalan son parçalarmdan iktibaslar yapmak suretiyle vücude getirilmiştir. Birbirine muhalif akideleri, bir kısmı kölelere, bir kısmı hür insanlara lâyık kanunları, ya pek çirkin, ya pek güzel ahlâkî örnekler ile dolu kıssaları, menkıbeleri ilh.. ihtiva eder. Öyle ki bu külliyatta ak ile kara yanyana, içiçedir. Vedalarm içinden çıkmak kolay olmadığından Vedanta: Vedalarm tefsiri adı ile on tane büyük tefsir yazılmış, sonraları ayrıca bu tefsirleri de tefsir eden eserler telif edilmiştir. Manunun ileri sürdüğüne göre Vedalar Tanrı sözü. Tanrı buyruğudur. Hilkattan evvel levhi ezele yazılmış, insanlara bir lûtfu mahsus olmak üzere seçme kullara mekşuf kılmmıştır. Bu kayıttan ve devrimize kadar intikal eden bazı yerlerinden anlaşılıyor ki Vedalar, bilhassa bunlar içinde en eskisi olan Rig Veda muhteviyatı aslında ilhî vahye istinad eden bir kitabın zaman ile bozulmuş bakiyeleridir. Manu kanunlarının kast teşkilâtına ve put bakımına dair olan fasıllarından sonra evlenme, boşanma, vasilik, velilik, evlâd edinme, mülkiyet, mukavelât, alım ve satım, vedia, ariyet, rehin, hibe, vasiyet fasıllarından birine geçilir, fertlerin fertler ile olan münasebetlerini tanzim eden maddelerine göz gezdirilirse birdenbire pek mükemmel bir hukuk nehci ile karşılaşılır ve insan bu mukemmeliğin nereden geldiğini mecburen kendi kendine sorar. «Galiba» der «Bu maddeler sonradan ilâve edilmiştir». Fakat sonra düşünür: Mecellei Ahkâmı Adliyeyi, Cod çivili. Alman ve İsviçre kanunu medenîlerini muahhar birehmen1er kopyecilikte ve yeni eserleri eski eserler olarak göstermekte ne kadar mahir olurlarsa olsunlar toptan Manuya mal edemezler. Manu külliyatının bahsettiğimiz kısımlarında Mecellenin, Cod civü’in. Alman ve İsviçre kanunu medenîlerinin o kadar madde madde metinlerine rastlanıyor ki toptan demek mübalâğa olmuyor. Bunlar Manuya mal edilmediği gibi Manudan da alınmamışlardır. O halde... İslâm hukukunda Kur’an, Roma hukuku akşamında ^ akli selim olarak tecelli eden İlâhî vahy Veda hukuku akşamında da tecelli etmiş bulunuyor. Yüksek bir hak fikrinin ma’kesi olan bu parçalar İlâhi vahyin bozulmamış kısımlarıdır. Akaide gelince... Putperest dogmaları arasında güneş gibi parlıyan şu kısımlara bakmız; «Tanrıyı ancak ruh kavrıyabilir. Cismanî havas idrak edemez. Görülür, işitilir, el ile yoklanır tarafı yoktur. Ezelî ve ebedîdir. Her varlığın var edenidir. Kimse künhüne akıl erdiremez». — Manu külliyatı, birinci kitap madde 7, Plange. «Tanrı birdir. Lâyetegayyırdır. Suret ve şekillerden münezzeh, cüzlerden berî, lâyetenahî, alimüFkül vel’gayb her yerde hazır ve nazır, kadir, mutlaktır. Yeri ve göğü ademin derinliklerinden meydana getiren ve fezaya yerleştiren odur. O her şeyin müessiri ve •sebebi, büyük aslî varlıktır». Mahabharata Plange. «Ey Tanrı, ey halik!... İcraatına ne şekiller veriyorsun. Zi kudret iradenin yaptıkları her yerde ayan, beyan. Her yerde azametin mütecelli: Okyanus kudurmuş dalgalarının göklere şahlandırıyor ve sükûn buluyor. Gök gürültüsü yerleri sarsıyor ve susuyor. Rüzgâr uğultular ile dağlara çatıyor ve duruyor. İnsan da doğuyor ve ölüyor. Kudret elin her tarafta seziliyor, her yerde hüküm sürüyor. Var eden, koruyan, saklıyan, yaşatan, öldüren hep o eldir. Öyle bir el ki beş duyguya çarpmıyor, havas ile kavranamıyor. Fakat böyle olduğu için her şeyin sebebi olan o el nasıl inkâr olunabilir?!... Göz ile göremediği için düşüncesini şimdiye kadar kim inkâr etmiştir?!..» — Eski Puranalardan ^ Plange. Eski Hind kitaplarını yoklıyanlar onlara trimurti (teslis) ve panteizm doktrinlerine de tesadüf ederler. Bunları Monoteizmden politeizme inen kademeler sayanlar vardır. Trimurti (teslis): — «Gayri faal Dyaus faaliyete geçip kâinatı, dünyayı, hayatı husule getirmek için kımıldanınca üç suretle tecelli etti. 1 — Brahma: yaratıcı kuvvet, baba. 2 — Vişnu: yarılgayıcı kuvvet, oğul. 3 — Siva: tamamlayıcı kuvvet, kudsî ruh. Oğul çoban olarak insanları gütmek, felâketten kurtarmak, saadete eriştirmek ve sonra işi bitince işkence ile öldürülmek için insan kılığında yeryüzüne inen tanrıdır ki, dokuzuncu defasında Krişna heyetinde ete, kana, kemiğe inkilâp etmiztir. Kudsî ruh tekrar başka bir kılıkta diriltmek için öldüren, parçalıyan, dağıtan kuvvet, ölüm vehayatı idare eden ezelî prensip, her hayat sahibine kendiliğinden ittisal eden ruhdur. Bunların üçü birdir, aynıdır. — (Vedantalardan)... Ne suretle?... Tanrı sırrıdır. Kimse cevabını veremez. Ruh Ancak büyük ruha kavuşmağa lâyık olduğu vakit hakikati idrak edebilir. — (Mahabharata)» — Plange, «Christus ein İnder?». Bazı induloglara göre Vişnonun kaç defa yeryüzüne indiği ve Krişna ismi tefsir kitaplarında gözüken Vada metinlerinde yoktur. O metinlerde sadece Vişnonun bir gün yeryüzüne inerek insanların halini ıslah edeceği, herkesi rahm ve şefkati ile örteceği tebşir olunmaktadır. İnme adedi ve Krişna ismi müfessirler tarafından bilâhare akideye eklenmiştir. Hıristiyan teologlarının ekserisi bu mütaleaya iştirak ederek Hind Kırişnasının hıristiyan Krist’i örneğine göre uydurulduğunu ileri sürmektedir. Ancak Krişna ismi geçmese bile teslisin hıristiyanlıktan evvel brehmenlerce malûmiyeti hakkında Hind bilginlerinin ittifakı vardır Panteizm — «Yuvarlana yuvarlana akıp giden Ganj tanrıdır. Coşup kabaran deniz odur. Uğuldayan rüzgâr odur. Gürleyen bulut, çakan şimşek odur... Kâinat nasıl tâ ezelde Brahmanm (Tanrının) ruhunda meknuz bulunmuş ise bugün öylece Brahma (Tanrı) her şeyde tecelli etmiş, her şey onun aksettiği yer olmuştur» — Samaveda — Manu. Plange. Hinduizm üzeride fazla durduk. Çünkü politeizme müstenid bütün dinler ayni karakteri taşırlar. Biri üzerinde durulursa diğerlerinin de mahiyeti anlaşılmış olur. Budizm kollarının, Konfuçyus, Fo, Laotes mezheplerinin halk arasında bugünkü tatbikatı hinduizmde olduğu gibi hurafat perestiden ibarettir. Halbuki Buda ilhamata mazhar clervoyant yüksek bir medyom idi. Bugünkü budist avamı gibi sayısız tanrılar değil, ancak tek tanrı tanıyor, fakat onu münakaşa etmek istemiyor, ruhu safî felsefesini bu esasa göre ayarlıyordu. Konfüçyüs, Ro, Laotse aslında muvahhiddir. Mezhepleri sonradan avamî kılıklara sokulmuş, garabetler ile doldurulmuştur. «Eski Mısırlılarda halk başta Apis öküzü olmak üzere bugünkü Hindular gibi hayvanlara ve insan şekli verilmiş, Oziris, îzis, Horus, Amun, Fetah ilâh., isimleri takılmış, cemadata tapıyor, fakat rahiblerin Teb mabedinde oturan güzideleri Herodot tarihine ve arkeoloji keşiflerine nazaran ancak tek Tanrıya inanıyordu. Teb’de bulunan kitabelerin birinde şu yazılıdır: «Tanrı göklerin ve yerin rabbidir. Kâinatı halk etmiştir. Tek’dir. Onu halk eden olmamıştır. Onun başlangıcı ve sonu yoktur.» Büyük Ehram ile beraber inşa edilen mabedlerde resim ve heykele tesadüf edilmez. Bundan, sonraları mahdut bir zümreye inhisar eden tek Tanrıyı bildiğine delâlet eder. Gildanî mufahhid demektir. Zerlattığı neticesi çıkarılabilir. Gildanî avamı muhtelif timsallere, putlara, yıldızlara taparken Gildanî havası tek Tanrıya ibadet ediyordu. Gildanî [ Kaideli] kelimesinin lügat mânası bile vaktiyle Fırat ve Dicle nehirleri arasında sakin olan kavmin pek eski bir zamanda tek Tanrıyı bildiğine delâlet eder. Gildanî muvahhid demektir. Zerdüştîliğinde aslında vahdaniyeti ilâhiyeye müstenid olduğu muhakkaktır. Bu din bozulmuş şeklinde bile Hürmüz isimli hayır tanrısı ile Ehremen isimli şer tanrısının üstünde onlara hâkim bir tanrı tanımaktadır. Ateşgedelerde heykel ve resim bulunmaz. Zerdüşt mezhebine mensup meşhur İran hükümdarı Kikavs’ın Mısırı zaptettiği vakit kendisine tanrı diye takdim edilen Apis öküzünü öldürdüğünü ve Mısır rahiblerine şöyle çıkıştığını Herodot rivayet eder: — «Münafık herifler! Tanrının eti, kanı olur mu ve kılıç ona tesir eder mi? Görüyorsunuz ya Apis geberdi. Onun size lâyık bir mabud olduğunu teslim ederim. Fakat bir hayvanı bana Tanrı diye tanıtmağa kalktığınız için hepinizin kellesini uçuracağım...». Eski Yunanlılara göre kaza ve kadere hâkim olan bir kuvvet tarafından karışıklık (Kaos) düzene sokulmuş, gayrı muntazam ve şekilsiz kâinat hamurundan evvelâ dört şey hâsıl olmuştur: Gea -yer, Uranüs-Gök, Tartar - Cehennem, Eros - Cazibe (Meyi, Aşk, Sevgi). Cazibenin vesateti ile Gök, Yer ile evlenmiş, bu evlenmeden Kronas (zaman). Titan ve Çiklop isimli devler ile Rea adında bir kızdoğmuştur. Çocuklar babaları olan Gök’e karşı isyankâr bir tavır aldıklarından Gök tarafından saltanatı zaptolunur korkusu ile cehenneme atılmışlar, fakat anneleri olan Yer araya girerek içlerinden Zamanı cehennemden kurtarmıştır. Zaman ise annesinin yardımı ile babasını öldürerek cihan hâkimiyetini ele geçirmiş, kardeşlerini cehennemden çıkarmıştır. Gök’ün dökülen kanından Erirriler (intikam perilari) türemiştir. Zaman kâh annesi, kâh hemşiresi ile münasebette bulunuyor, onlardan doğan çocukları yaşatmak istemediğinden yutuyor. Fakat Rea, Zeus’ı doğurduğu zaman onun ölümüne razı olamıyor. Çocuğu yerine bir taşı beze sararak kocasına veriyor. Ondan sonra doğan Neptün ve Plüton adlı oğullarını ve İyona adlı kızını da ayni suretle yaşatmağa muvaffak oluyor. Zeus Girid adasında bir mağarada büyüyor. Sonra Gök oğullarından amcaları Çikloplar ile ittifak ederek babası Zaman aleyhine kıyam ediyor. Zaman kardeşlerinden Titanlar ile müttefiktir. Ancak Titanlar’m en kuvvetlisi olan Prometheus da Zeus tarafını tutmuştur. Zaman müttefikleri ile beraber Zeus’un sığındığı Olimpos dağına saldırıyor. Dağ çok yüksek olduğundan çıkamıyorlar. Bunun üzerine civardaki tepeleri birbiri üzerine koyarak ondan daha yüksek bir dağ yapmak ve onun üzerinden Olimpos’a atlamak istiyorlar. Çikloplar Zeus’un kumandasında, yıldırımlar çıkararak Zaman. ve avanesinin vücude getirdikleri dağları yıkıyorlar. Zeus böylece galebe ederek düşmanlarını cehenneme atıyor. Sicilya adasındaki Etna yanar dağı o zaferin hatırası olarak hâlâ vakit vakit ateşler saçmaktadır. Zeus’un hâkimiyeti ile âlemde yeni bir devir açılmıştır. O âlemin umumî idaresine, biraderlerinden Neptün denizlere, Plüton cehennem işlerine karışır. Fenalar günü gelince cehenneme, iyiler Eiysium bahçelerine (cennete) giderler. Diğer Yunan tanrıları derece itibariyle bu üçünden küçüktür. Onların bir tarafından, veya izdivaçlaırndan doğarlar. Meselâ Minerva, Zeus’un başından doğmuştur. Akıl, şecaat, hamiyet menbaidır. Atina şehrini himaye eder. Venüs, Neptün’ün (denizin) köpüğünden husule gelmiştir. Güzelliği, aşkı temsil eder. Zevk ve safayı korur. Apollon (güneş), Diana (ay), Bakhos (şarap, içki) Zeus’un gayrimeşru çocuklarmdandır. O ve diğer Yunan tanrıları kıstasımıza göre güzel ahlâk örneği sayılamazlar. Zeus yeryüzünde pek çok genç kız ayartmış, hem kızkardeşi, hem zevcesi olan kıskanç 'İyonayı kahr içinde bırakmıştır. Venüs sanavi hamisi olan kocası Volkan’a ihanet ederek harp tanrısı Mars ile metres hayatı vasar. Piçleri olan Kunidon genç kalblere ask okları saplar... Mabudlar Zeus’un riyasetinde Olimpos da&ında otururlar. Yerler, içerler, aşçıları vardır. Hasta olurlar ve Eskulap hekimden ilâç alarak iyileşirler. Ara sıra birbirleri ile kavga ederler. Zeus kavgayı yatıştırır, O mabudlarin başıdır. Fakat yalnız başına, dilediği gibi hareket edemez. Onu da hükmü altında tutan bir kuvvet vardır: Mukadderat. Mukadderata Zeus ve diğer Yunan tanrıları kemali acz ile baş eğerler. Mukadderat nedir?... Yunan mitolojisinin açıklayamadığını Yunan filosofları açıklıyorlar. Sokrat, Eflatun, Pindar, Pythagor, Pİutark, Stoik’lerin piri Zenon talebelerine anlatıyorlar: Mukadderat hakikî tek Tanrının iradesidir. Tanrı tektir. Ondan başka Tanrı yoktur... Bu filosoflar ulvî bir kaynaktan gelen ilhamlar ile fikirlerinin nurlandığmı iddia ediyorlar, Sokrat’m tek Tanrıya ve ahirete imanı o kadar kuvvetlidir ki millî mabudlan inkâr ettiği için kendisini idama mahkûm eden hemşehrilerinin sunduğu baldıran şerbetini bal şerbeti imiş gibi endişesiz içiyor ve kavuşacağı saadeti yakinen bilen bir kimse güveni ile midesini paralıyan evcaa rağmen huzur ve sükûn içinde ölüyor. Eski Romalıların dini şekil ve mahiyet bakımından eski Yunan dininin aynıdır. Yunan mabudlan Romalılarda sadece isim değiştirmiş, meselâ Zeus. îupiter olmuştur. Bu sebepten tarih kitaplarında sinonim olarak kullanılırlar. Cicero, Virgil, Seneca gibi mütefekkirler mabud efsaneleri, çok tanrılar altında zahire uymayan bir hakikat olduğunu sezmişler, onu anlamağa çalışmışlardır. Mabudların tâbi olduğu mukadderat, ahiret ve zina, katil, yalan gibi çirkin ef’alde onların misallerine uymamak lüzumunu ihtar eden güzel ahlâk, doğruluk, adalet telâkkileri üzerinde durulursa eski Yunan ve Roma dinlerinin altından monoteist bir temel meydana çıkar. Putperest akide, menkıbe, âyin ve ibadetlerinde insaniyetin en eski dininin, Âdemi, Nuhu ^ karanlıktan kurtaran, hakikate, fazilete götüren semavî ışığm, İlâhî tecelli ve vahyin izleri farkedilmiyecek kadar silinmiş değildir. Spiritualizm zaviyesinde İlâhî vahy kafiyen müsbet bir hakikattir. İhtilâf yalnız muhteviyatında, şeriat - din şeklinde olan kısmının hitam bulup bulmadığmdadır. Müslüman inanışına göre ilâhıvahyin din halinde tecellisi Hazreti Muhammed ile sona ermiştir. Çünkü din artık tamamlanmış ve halelden masun kılınmış, artık tabiatta hüküm süren İlâhî ahenk örneğile muntazam, disiplinli bir hayat sürmekte insanların takip etmeleri menfaatleri icabı olan rızayi bariye uygun, umumu tatmine kâfi ana prensipler bir daha unutulmıyacak, tahrif ve tadil kabul etmiyecek surette insaniyete duyurulmuş, iş yalnız duyulana ittiba etmekten ibaret kalmıştır. Bu ise bazı kimseler için halb sıcaklığı bazı kimseler için tenevvür ve zaman meselesi, akli selimi rehber edinme işidir. Akli selim, erbabını muhakkak hak dinine yaklaştırır. Hıristiyanlara nazaran İlâhî vahy (Ruhülkudüs) Hazreti îsadan sonra Havariyyuna ve İncil muharrirlerine rehberlik etmiştir Hıristiyanların Katolik kısmı ruhülkudüs hamillerinden Pier Azizin bilvekâle makammı işgal etmeleri hasebiyle Papalığa seçilen zevatın ruhülkudüs ile dolduklarına ve bu itibarla fetvalarında yanılmadıklarına itikad eder. Yahudiler İlâhî vahye müstenid dinin Musa şeriati ile hitam bulduğunu, Musadan sonra gelen İbranî peygamberlerinin evamiri aşare dahilinde ahkâm vaz ettiklerini, nübüvvetin bu tarzının Lâvî kabilesinden olan rahiblere mevrus bir salâhiyet halinde intikal ettiğini ileri sürerler. Bazı spiritler İlâhî vahyin ruhların tebligatı şeklinde tecelli ve temadi ettiğine inanırlar. Bu itikadlardan doğru olanı herkes kendi görüşüne göre kestirir. Bize kalırsa bu hususta İslâm noktai nazarı doğrudur. Çünkü artık hakikî din mahdud zümrelerin gizli bilgisi veya sezintisi olmaktan çıkmış, en eski halinde olduğu gibi tekrar umuma sunulmuş, iradeli insanlar kendilerine duyurulan tek Tanrıya inanıp inanmamakta serbest bulunmuştur. Îlâhî vahyin mecma’ı olan Kur’an muktazi malûmat ile mücehhez kimselerin anlayışına açıktır. Kur’an okuyanın, dinleyenin ruhu İlâhî vahy ile aydınlanır. Daima ayni esasları bildiregeldiğinden Kur’an yeryüzünden kalkmadıkça İlâhî vahyin din halinde menbamdan tekrar suduruna lüzum yoktur.Hazreti Muhammedden sonra peygamberlik evsaf ve iktidarını haiz hiç kimsenin zuhur etmemesi müslümanlığın on üç küsur asırlık kıdemine rağmen yeryüzünde en yeni, en genç ^ büyük din durumunu muhafaza etmesi bu ciheti kâfice teyideder. Hakikî din tektir. Her zaman ve mekânda birdir. Çünkü Tanrı tektir. İnsan kâinattaki şaşmaz intizam ve ahenk karşısında fermanın bir olduğunu, tabiata yalnız bir iradenin hükmettiğini teslim etmek zaruretindedir. «Tanrı iki, üç, dört. ilh.. olsaydı, kâinatta intizam ve ahenk olmazdı. Müteaddit tanrılara inanan kimseler bile tanrılar içinden birini baş tanrı kabul etmek, yahut tanrıları tanrılar meclisi mukarreratma tâbbi telâkki etmek, yahut da tanrıları mahiyeten meçhul, fakat icbariyle mahsus bir mukadderat kuvvetine karşı zebun bilmek suretiyle umumî bir nazımın vücudunu tasdik etmek zorunda kalmışlardır» diyenler pek sağlam olduğu için çok tekrarlanan bir elile tutunurlar. Hakikî din tek Tanrıyı bildirir ve insana yaratılışına uygun bir ahlâk sunar. Öyle bir ahlâk ki her sahada hulâsası tabiatta müşahede olunan tevazünün mâneviyattaki inikâsı halinde ifrat ile tefritin arası olan itidaldir. İnsan yalnız ruhtan ibaret değildir. Vücudünü de düşünecektir. İnsan yalnız vücuttan ibaret değildir. Ruhunu da nurlandıracaktır. İnsan yalnız şahsından ibaret değildir. Cemiyete çok sey borçludur. Cemiyeti de düşünecektir. Cemiyet camid yapı taşlarından veya makine parçalarından mürekkep değildir. Efradına bazı haklar tanıyacaktır. Her şeyi hakkiyle düşünen, tertip eden lâyezal kuvvet iyilik ile beraber fenalığı da halkeylemiş, fenalığı yenmeyi insanlığın şerefi kılmıştır. Vakit vakit hakikî dinden, doğru yoldan ayrılanlarm üstünlüğü ele alması, vicdanı kararmışların vicdan sahiplerinin sesini bastırması, dünyanın böylece şeytanî kuvvetler: umumî menfaatleri hususî menfaatlere feda eden kimseler elinde kalması mukadderat icabıdır. Tarih bunun misalleri ile doludur. Böyle devirlerde mü’min1er Tanrıya sığınırlar ve dünyanın ıslahını onun gönderdeceei biı kurtarıcıdan beklerler. MEHDİ AKİDESİ Mehdi akidesi pek eskidir. Müteaddit dinlerde ona rastlanır.Hinduizm vardır: Ensali için ümitsizliğe düşen Ademayı (âdemi) Brahma müstakbel nesilleri ışığa götürecek Krişna ile teselli etmiştir. Musevilikte vardır: Mesih gelecek, yahudileri parlak bir istikbale kavuşturacaktır. Hıristiyanlıkta vardır: Tanrı oğlu İsa Havarileri ve hıristiyan azizleri ile birlikte tekrar yeryüzünde gözükecek, dünyada bin sene sürecek bir cihan saltanatı tesis edecektir. Müslümanlıkta vardır: dünyanın en ziyade fısk ve fücura düştüğü bir devirde îsa Peygamber tekrar meydana çıkacak, Muhammed şeriati esaslarını mağribden maşrıka geçer edecek, zayıfların hâmisi^ zalimlerin hâkimi olacaktır. Burada şu nokta dikkate alınmalıdır: Hıristiyanlara ve müslümanlara göre Tevratta geleceği Yahudilere tebşir olunan Mesih Hazreti Isadır. Fakat Yahudilere göre Mesih henüz gelmemiştir. Ayrıca müslümanlara göre İncillerin sahihinde hıristiyanlara vadolunan münci Hazreti Muhammeddir. Müslümanlara nazaran Hazreti Muhammedden sonra Hazreti İsanm tekrar zuhuru hıristiyanlığm müslümanlığa galebesi değil, müslümanlığm teyididir. Müslümanlık ile hakikî hıristiyanlık, hakikî yahudilik arasında fark yoktur. İslâmiyet: selâmet yolu, doğru yol; İslâm (müslüman): selâmet yolunun, doğru yolun yolcusu demektir. Mehdi ise hidayete, doğru yola, selâmete tavassut eden kimse mânasına gelir. Bütün peygamberler doğru yolda olmaları itibariyle müslüman ve doğru yolu göstermeleri itibariyle Mehdidir. Hazreti Musa kendinden evvel ve sonraki hak peygamberlerinde, dolayısiyle İsa ve Muhammedde, Hazreti İsa Musa ve Muhammedde, peygamberlerin sonuncusu olan ve hepsini temsil eden Hazreti Muhammed İsadan itibaren yukarıya doğru bütün peygamberlerde hükmen dile gelmiştir. Bir devrin peygamberine tâbi olmak, evvel ve ahır hükmen bütün peygamberlere tâbi olmaktır. Peygamberlerin hepsine ayni ruh: Ruhül Kudüs =Cebrail ayni mahiyette haberler taşımış, peygamberlerin hepsi ümmetlerine ayni haberleri tekrarlamıştır. Bazı İslâm ülemasma göre peygamber olmadıkları halde hem cinsini doğru yola sokmağa çalışanları da birer Mehdi saymağa, kelimenin lügat mânası gözönünde tutulursa, cevaz vardır. Tek Tanrı akidesi insanın evvelâ Tanrıya, sonra kendine güvenmeşini, Tanrıdan başka kimseye boyun eğmemesini emreder. Eski müstesmir rahib sınıfları onu bu sebepten hazmedemez bahanesiyle halktan gizli tutmağa çalışmışlardır. Vicdanlarında tek Tanrı akidesi kökleşe insanlar, kendileri gibi fâni birer insandan başka kimse olmıyanların haksız iktihsab edilmiş otorite, fuzulî tahakküm ve mânâsız tekebbürlerine tahammül etmezler. İtaatleri yalnız kendilerinden olanlara, başkalarını nefislerinden ziyade düşünenlerdir. Bu zihniyette insanların yetişmesi şüphesiz kolay değildir. Nesillerin binlerce sene ayni terbiyeyi alması, insanlığını müdrik tam insanı ideal bilmesi lâzımdır. Hazreti Musa bu ideal uğruna Mısır sarayında hükümdar zevcesinin mânevi evlâdı olmak gibi itibarlı bir mevkii varken Mısırda insanları en hakiri sayılan İsrail oğullarının başında şahsan Tanrı olduğunu iddia eden hükümdar (Firavn) ve onu halka böyle kabul ettiren rahibler idaresine isyan etmiş, bütün Mısırlılara değilse bile İsrail oğullarına tek Tanrıyı ve onun bilinmesi sayesinde doğacak olan yüksek insan tipini tekrar tanıtmıştır \ İsrail oğulları arasında Mısırlılarda olduğu gibi dini halka ve rahiblerin güzidelerine mahsus olmak üzere ikiye ayıran ve halka hakikat kisvesi altında sadece esir yetiştirmeğe yarıyan imajinasyonlar sunan bir rahib sınıfı türeyince Hazreti İsa meydana çıkmış ve hıristiyanlık her haksızlığa zebunane tahammül şeklini alınca müslümanlık parlamıştır. Hazreti İsa ile Hazreti Muhammed arasmdaki altı asırlık müddetin dikkate şayan ciheti hıristiyanlardan Hazreti İsayı diğer peygamberler gibi peygamber bilenler ile Tanrı oğlu ve Tanrı bilmek istiyenler arasında mücadele ile geçmiş olmasıdır. Neticede bugünkü hıristiyanlığm temelleri üzerinde ikinci grup galip gelerek birinci grupu yahudilik ve rafz ve ilhad ile itham etmiş, birinci grup ise ikinci grupa putperestlik isnadında bulunarak ümidini Hazreti îsanın geleceğini haber verdiği peygambere bağlamıştır. Bu sebepten birinci gruptan olanlardan Hazreti Muhammede yetişenler hakikî hıristiyanlıkla müslümanlığın bir olduğuna kanaat getirerek samimî müslümanların ileri gelenlerinden olmuşlardır. Hazreti Muhammedin çocukluğunda amcası ile birlikte yaptığı seyahatlerde rastladığı Bahira ve Nastura adındaki keşişler - birinci grupa mensup hıristiyanlardan olacaktır.Dr. Philipp Schaff «Kilisayi Kadim Tarihi» inde ^ «Ebionî» 1er hakkında hulâsaten şöyle der: — «îlk hıristiyanlar ikiye ayrılırlar: Yahudilikten hıristiyan olanlar, putperestlikten hıristiyan olanlar. Yahudilikten hıristiyan olanların başı St. Pier, putperestlikten hıristiyan olanların başı St. Paul’dür. Bilâhare bunlair birleşerek bugünkü hıristiyanljiğın çekirdeğini teşkil etmişlerdir. Fakat yahudilikten hıristiyanlığa geçenlerin bir kısmı birleşmeyi kabul etmemiş, sünnet olmağa, Musevilikten müdevver ahlâk ve ananata sadık bir halde yaşamağa devam etmiştir. Bu kısımdan olanlar İsanın hem Mesih, hem Tanrı olduğuna inanırlar. Binaenaleyh rafazî, mülhid sayılamazlar. Bunları İsaya hürmeti olan, fakat onu Tanrılıktan çıkararak diğer peygamberler derecesine indiren Ebionî’ler ile karıştırmamalıdır. Ebionî İbranî dilinde fukarayi sabirin mânasına gelir. İsaya teban fakru zaruretin şiar edinilmesinden kinayedir. Ebionî’lere Filistin havalisinde, Kıbrıs adasında, Anadoluda, hatta Komada çok rastlanırdı. Bunlar dördüncü aşıra kadar kuvvetlerini muhafaza etmişlerdir. İbranî lisanında muharrer bir İncil tanıyorlar idi. Bu İncil kaybolmuştur. Müteaddit şubeleri olan Ebionî mezhebinin ana hatları şunlardır: 1 — İsa yahudilere vadolunan Mesihdir. Fakat asla Tanrı değil, diğer insanlar gibi bir insan, Musa ve Davud gibi bir peygamberdir. Bozulan yahudiliği ıslaha çalışmtş, Musa şeriatini esas tutmuştur. Musa şeriati dahilinde yaşamak bütün insanlar için lâzımdır. Başka türlü dünya ve ahırette selâmete çıkılamaz. Her hıristiyan erkeği sünnet olmalıdır. 2 — Tarsuslu, putperest dönmesi Paul bir sahtekârdır. Asıl dini olan putperestlikten sureti zahirede yahudiliğe dönmüş, sonra hıristiyanlığın intişar kabiliyetini görünce bu kabiliyeti kendi akideleri lehinde istismar etmek için yüzüşü bile görmediği îsanm sadık âşıkı geçinerek azizliğini ilân etmiş, bir çok safdil hıristiyanı hakikî hıristiyanlıktan ayırmıştır. Onun sunduğu hıristiyanlık putperestliktir. Mektuplarını ona şeytan yazdırmıştır. Paul’ün maksadı ölmeğe mahkûm putperest dinlerini hıristiyanlığa karıştırarak bir müddet daha yaşatmaktır. 3 — Yakında îsa tekrar gözükecek veya ayni ruhu hamil olan biri gelecek, yeryüzünde bütün peygamberlerin mânevî saltanatını dest-i kavî ile geçer edecektir... |
#2
|
|||
|
|||
Ebionî’lerden ismi malûm olmıyan, fakat bilgili, uyanık bir zat
olduğu anlaşılan biri tarafından yazılan «Clemen’in yirmi va’zı» kilise tarihinde meşhur bir eserdir. Bu eserde muharrir olarak ortaya sürülen Klemene söyletüdiğine göre mumaileyh Roma İmparatoru Domitian’m akrabasıdır. Roma dininden memun olmaımş, hakikati aramak üzere seyahate çıkmış, Filistinde St. Pier’e rastlamış, onun irşadı ile hıristiyan olmuştur. Clemen St. Pier’den ayrılmıyor. Beraberce dolaşıyorlar. St. Pier’in va’zlarmı, münakaşalarım dinliyorlar. Sonra dinlediklerinden öğrendiklerini St. Pier’in emriyle yirmi vaiz halinde kaleme alıp Kudüs hıristiyanlarınm reisi Yakuba gönderiyor ve ayrıca bildiriyor: St. Pier onu, Clemen'i, Romada yerine vekil tâyin ederek vefat etmiştir... Bu Clemen Romada St. Pier’e halef olan asıl Clemen olamaz. Yirmi va’zm kanonik hıristiyanlığa bir alâkası yoktur. Bununla beraber Clemen’e isnad edilen yazı eski kilise tarihinde gayet mühim bir yer tutar. Çünkü pek ciddî münakaşalara yol açmıştır. İddia mucibince muhteviyatının asıl hıristiyanlık olduğu sabit olsa idi, kanonik hıristiyanlığm uydurma bir hıristiyanlık olması lâzım gelirdi. Kanonik hıristiyanlık: İsanın Tanrılığı uydurma olmadığından «Clemen’in yirmi va’z» inde ismi geçen Clemen’e St. Pier’in halefi birinci Papa Clemen’den tefrik için «düzmece Clemen» denmiştir. Hakikî hıristiyanlığın mümessili olan St. Pier’in fikirlerine makeslik ettiği iddiası ile milâdî ikinci asırda Ebionîler tarafından ortaya çıkarılan Clemen’in yirmi va’zinde, daha doğrusu yirmi va’z romanında müdafaa edilen tez şudur: Hıristiyanlık Tanrmın ilk insana vahyettiği dîni aslînin tekrarıdır. Dini aslîye süflî maksatlar ile hurafat karıştıranlar olmuş. Tanrı icap ettikçe gönderdiği peygamberler ile onu yenilemiştir. Musa Peygamberden sonra yahudilerin çığırından çıkardığı dini eski safiyetine irca için Tanrı İsa Peygamberi göndermiştir. Âdemden itibaren İsaya kadar olan peygamberler dini aslînin yeryüzündeki direkleridir. Bu direklerin sekiz tanesi baş direktir: Âdem, îdris, Nuh, İbrahim, İshak, Yakup, Musa ve İsa. İsadan sonra bir baş direk daha gelecektir. Peygamberler ilk peygamber olan Âdemin ruhunu taşırlar. Hepsinde ilk peygamber ağız açar. Saf Musevilikle saf hıristiyanlık hem mahiyettir. Her iki din ayni din halinde ilk insan ve ilk peygamber olan Âdemin dinine intibak eder. Mahiyet bakımından hakikî dinde, dini aslîde terakki yoktur. Çünkü hakikî din, dinî aslî değişmiyen hakikatin ifadesi, her zaman ve mekân için sabit İlâhî vahydir. Bu sebepten Musaya veya İsaya inanmak arasında fark yoktur. Fakat isanıştan inanışa fark vardır. Sureti mahsusada yapılan incelemeler ile îsada Musayı bulanın, saf Musevilikle saf İseviliğin ayni din olduğunu anlıyanın ruhu daha mükemmel aydınlanır. Böyle bir kimse görür ki din değişmez, dindarlar çoğalır. Musevilik İbranilerin dışına taşmamıştı. Hıristiyanlık taştı ve daha taşacaktır. Tevratta Tanrının oğullarından, kızlarından bahseden, melekleri Tanrı ile karıştıran, peygamberlere sarhoşluk, zina, zevk ve safa, israf, sefahet gibi kötü fiil ve ameller atfeden yerlerde şeytanın parmağı vardır. Şeytanın iğvaatı ile Levitler (Lavî kabilesinden olan rahibler) o kitabı istedikleri gibi değiştirmişlerdir. Dini aslî, her türlü nakaisden münezzeh olan tek Tanrının insanlığa lâyık kıldığı yegâne yoldur. Âdem, Musa ve İsa o yolu tutmuş, mabud olarak ancak tek Tanrıyı tanımıştır. Her şey tek Tanrıdan sudur ve tek Tanrıya rücu eder. Tanrı her şeyi zıddı ile birlikte yaratmıştır: Sağ - sol, yer - gök, gece - gündüz, hayat - ölüm, iyilik - fenalık, saadet - felâket, dinsizlik dindarlık, Âdem - Havva gibi. Âdem doğru ve faydalı, Havva yanlış ve zararlı haberlere vasıtalık etmiştir. Şeriate tutunmak ve Tanrıyı tanımağa, marifetullaha cehd etmek selâmet yolunun iki koludur. İki cihanda aziz olmak için hayır işlemek, çok oruç tutmak, çok yıkanmak, fakirliğe gönül rızası ile katlanmak lâzımdır. Erken evlenenler kendilerini fuhuştan daha kolay korurlar. Günahlar affettirilebilir. Tanrıyı inkâr edenlerin ruhları ahırette tasfiye edici ateş ile tazib edilirler ve kendi amellerinin neticesi olarak Tanrı örneğinde yaratılmış olmak hasletini kaybettiklerinden ölürler. Mü’minlerin ruhları ise ebedî hayata kavuşur...» Yukarıdaki satırlardan biz kendi hesabımıza müellifin maksadının aksini anlıyoruz: Clemen’in vaizleri hakikî hıristiyanlıktır. Aysi müellif yani Dr. P. Schaff ilk hıristiyan mezheplerinden Montanî’ler hakkında şu malûmatı vermektedir: — «Anadoluda Firikyada milâdın ikinci asrı ortalarında Montanus isminde biri Hiristo (İsa) tarafından geleceği haber verilen Paraklet’in ^ öncüsü olduğunu, istikbalde dünyayı kaplıyacak olan Paraklet fikirlerinin ilham rabbani ile şimdiden ön hazırlığını yaptığını ilân etti. Montanus cahil, fakat gayyur, ateşli bir adamdı. Ortaya attığı fikirleri somnambol’e benzeyen vecd ve istiğrak hallerinde ediniyordu. Ayni tarzda ekstaz’lara düşen Priscilla ve Maximilla namınad iki kadın ona iltihak etti. Roma İmparatoru Mark Aurel devrinde hıristiyanlara reva görülen mezalim esnasında bunlar hıristiyan cemaatlerini dolaşarak Paraklet’in zuhurunun uzak olmadığını, onun çok yakında Firikyada Pepuza’da zuhur etmesine ihtimal olduğunu, din uğrunda ölenlerin doğruca cennete gideceğini bildirdiler. Hıristiyanlık icapları olarak şunları ileri sürüyorlardı: îsanın müjdelediği Paraklet’e şimdiden iman, oruç, zahidane bedenî mümareseler, ibadette rahiblerin tavassutuna ihtiyaç olmaması, resim ve heykellerden yüz çevirilmesi, kadınların süslü elbiseler giymemeleri, yetişkin bakirelerin örtünmeleri, zevk ve saf aya dalınmaması... İncil ile amel İsa ile nihayet bulmuş, hakikî din Paraklet gelinciye kadar ilhamı rabbani ile Paraklet dinini sezmekten ibaret kalmıştır. Montanus ve mânevi hemşireleri oçk taraftar topladı. Aleyhtarları Montanus’u ve taraftarlarını tekfir ettiler. Montanus’u müdafaa edenler arasında iki mühim sima vardır: kilise babalarından Tertullian ve îrenâus. Tertullian, Montanus’un fikirlerini aynen kabul ediyor ve dini dört basamaklı bir merdivene benzetiyordu: îlk basamak insanda fıtrî olan Tanrı duygusudur. İkinci basamak Tevrattır. Üçüncü basamak İsanm arzı hayatma münhasır İncildir. Dördüncü ve son basamak Paraklet nizamatıdır. İrenâus Paraklet’in Roma İmparatorluğu dağıldıktan ve dünyayı kısa bir müddet için dinsizlik kapladıktan sonra gözükeceğini söylüyordu...» Montanî’lerin Paraklet ile kime işaret ettiklerini müslümanlar pek iyi anlamışlardır: Paraklet, yeni peygamber Hazreti Muhammeddir. Fakat bugünkü hıristiyanlar Paraklet’den onu anlamazlar. Çünkü Katolik kilisesi Paraklet’e papaları tenvir eden Ruhül kudüs mânasını vermiş, her papa Paraklet’tir demiş, Hazreti İsanm mehdi olarak yeryüzünde tekrar gözükmesi akidesini reddederek İnciller mucibince onun bin sene sürecek saltanatını tevellüdünden itibaren hesaplamıştır. Bu sebepten bininci sene gelice orta çağ Avrupası pek ziyade korkmuş, kıyametten sonra bir işlerine yaramıyacağmdan zenginler servetlerini kiliselere bağışlamışlardır, inanışlarına göre saltanatı İseviyenin bininci senesinde kıyamet kopacaktır. Katolik kilisesi Hazreti İsanm kendinden sonra geleceğini katiyet ile haber verdiği Paraklet ^ hakkında Ruhül Kudüsün papalara ilhamları tefsirini bulduktan sonra Montanîler üzerindeki aforozları refetmiş, Tertullian’ı, îrenâus’u kilise babalarının büyüklerinden bilmiştir. Protestanlar da Katolikler gibi kilise otoritesi veya günün hıristiyanlığı dışında bir saltanatı münciye olabileceğini kabul etmezler. Böyle bir iddia onlara göre de rafız ve ilhaddır. Reylerine kalırsa saltanatı münciye protestanlık esasları dahilinde rahibler marifetiyle yapılan ve yapılacak olan tanzimatı mükemmeledir ki insaniyeti her devirde tatmine kâfidir. Ortodokslar Montanîleri hıristiyan saymamakta berdevamdırlar. Hıristiyan kiliseleri Paraklet hakkında ne fikirde bulunursa bulunsun bir müslüman hıristiyanlar tarafından yazılan kilise tarihleri eliyle şöyle düşünmekte kendini pek haklı bulur: Hazreti îsa, Hazdoğru büsbütün azalacaktır. Fakat Mehdi ile beraber onların sayıları artacak, arttıkça insaniyetin arzuları tatmin edilecektir: Hırs ve tamah, kibir, israf, sefahat, fuhuş ilâh, gibi ahlâksızlıklar yerine güzel huy ve ameller kaim olacak, haksızlıklar, adaletsizlikler tarihe karışacak, toprak hasisliğinde devam etse bile iştiha ve zevklerine hükmetmesini bilen kanaatkâr müminin ihtiyacından fazlası Kur’an mucibince mümin kardeşinin malı olacağından fakru sefalet unutulacak, çalışmaktan zevk alınacağından tenbel insan kalmıyacaktır. Fakat mahlûk kâinatta hiç bir şeyin istikrarı yoktur. Bu hal de ilelebed sürmiyecek, bolluk, sulh ve müsalemet, güzellik bazı insanları memnun etmemeğe başlıyacak, onların azgınlığı tekrar ele almaları ile beraber kıyamet kopacaktır. Artık arz kendisine çiizimiş olan yolun nihayetine varmış, fakat ondan evvel insaniyet Tanrının lûtufü ile dünyevî emellerinin tahakkuk ettiğini görmüştür. Ahmedi Kadyanînin baş gayesi müslüman olmıyan milletler arasında müslümanlığı yaymak idi. Kanaatince bu gayeye mevsul yegâne yol pasifizmdir. Müslümanlığın gaza — cihad: mukaddes harp akidesi hıristiyanİlk âlemine gayrimüslimlere karşı açılan sulh kabul etmez bir harp şeklinde aksetmiş olduğundan hıristiyan milletlerini çok korkutmuştur. İspanyanın, şimalî Akdeniz sahillerinin yedi sekiz asır İslâm hâkimiyetinde kalması, buna inzimamen Türklerin Viyana kapılarına dayanmaları ve Türk akıncılarının îskandinavyada görülmeleri garp hıristiyanlığı indinde unutulmasına imkân olmıyan «dehşet» lerdir. İslâm memleketlerini tetkik eden bazı AvrupalI ve Amerikalı muharrirler günümüzün müslümanlığını artık ateş püskürmiyen, fakat için için yandığından dünyayı alt üst etmek üzere her an patlaması ihtimal dahilinde bulunan yuca bir volkana benzetirler. Siyaseten, iktisaden müslümanların ekseriyetine hâkim olan hıristiyanların müslümanlık karşısında duydukları asla üstünlük hissi değil, sadece endişe ve ihtirazdır. Rahib Gedat, H. P. Beach, Campbell, Young ve saire eserlerinde bu duyguyu açıklarlar. Bu duygu iledir ki Tanrı takdiri ile hakimiyetlerini kaybetmiş müslüman milletlerine galipleri gaza ve cihad akidesine bağlı kaldıkları nisbette hüsnü muamele etmişler, diğer dinlerden olan tâbilerine tanımadıkları imtiyazları tanımışlardır. Tarihi kalbinde yaşadığı müddetçe hiç bir mağlûp millet ezilmez. Tam istiklâl ve hürriyetten onu ancak bir kaç hatve ayırır. Bunu atmak ise mukaddesatını unutanların iktiham etmeğe mecbur kalacakları büyük müşkülât karşısında hiçtir. Alelâde fırsat meselesidir. Fakat... alevli bir gaza — cihad akidesi ile günümüz hıristiyanlarınm kalpleri fethedilemez. Kur’anî olan ve müdafaa harbine inhisar eden gaza - cihad akidesi ile milletlerin kuvvetli zamanlarında yayılmak, memleketler fethetmek isteklerini birbirinden ayırmak lâzımdır ^ Ahmedi Kadyanî islâmiveti bilhassa hıristiyanlar arasında yaymak istediği için gaza - cihad akidesinin mahiyetini tavzih etmiş, bu hususta tek hatası, arzettiğimiz gibi, silâhsız müdafaaya silâhlı müdafaa âciz kalmadan ümit bağlamak olmuştur. Silâhsız müdafaa Hindistan için doğru olabilirdi. Nitekim olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra Araplar da kısmen silâhsız hareketler ile istiklâllerine kavuşmuşlardır. Fakat bu vaziyet silâhla taarruz eden bir düşmana silâhla karşı koyarken müslümanm dininden kuvvet almağa hakkı olmamasını icap ettirmez. Ahmedi Kadyanî hıristiyanlığı kazanmak, Hazreti İsaya atfolunan mutlak sulhperverlik ile paralel teşkil edebilmek için asrında islâmiyetin muharipliği hiç bir veçhile desteklemediğini ileri sürüyordu:— «... Zaman olgunlaşmış, islâmların dinlerini silâh ile korumak mecburiyetinde kaldıkları devirler geçmiştir. Müslümanların hayatına müslüman oldukları için kastedenler artık görülmüyor. Dine karşı taarruz silâhı hâlen kalemdir. Binaenaleyh müslümanlığı ancak kalem ile müdafaa şer’î olabilir. Harbin her nev’i menfurdur. Zamanımızdaki siyasî harplerde galip taraf mağlûp tarafın dinine hürmet ettiğinden müslümanlar gaza ve cihad akidesine tutunarak bundan böyle silâhlı çarpışmalarmda sağ kalanlarının gazi, ölenlerinin şehit olduğunu iddia edemezler. Silâhlı cidali dinî vazife kılan sebepler ortadan kalkmış, din harplerde kuvvet kaynağı olmaktan çıkmıştır. Hürriyet ve istiklâl mevzubahs ise o en iyi kültür ile, ilim ve irfan ile, güzel ahlâk ile korunur. Kaybedilmiş ise yine bunlar ile kazanılır. Silâhın zaferi muvakkattir. Cihad akidesini ters anlıyarak karşılarına çıkan gayrimüslimi kesmekten ibaret sananlar İslâm dâvasına ihanet ederler. Bu yanlış telâkki ve tatbikatı islâmiyete sayısız düşman kazandırmış, diğer milletlerin kalplerinde sönmez bir kin uyandırmıştır. Cahil monlalarm, mutaassıb dervişlerin mesuliyeti büyüktür...» Silâhlı cidali şer’î kılan sebeplerin henüz ortadan kalkmadığına, düşmanın ancak yıldığı yerlerde âlicenab olabildiğine, müslümanlığın istediği şekildeki hürriyeti vicdanın en medenî ülkelerde bile henüz teessüs etmediğine kani olduğumuzdan Ahmedi Kadyanînin fikirlerini bugün için yersiz buluyoruz. Gayrimüslim düşmanlığı islâmiyete yabancıdır. O her din ve mezhebe hayat hakkı tanımıştır. Fakat gayrimüslimlerin istilâsına uğrıyan yerlerde halkın onlara düşmanlığını da tabiî karşılamak lâzımdır. Ahmedi Kadyanî anladığına göre müslümanlık esaslarını havi bir kitap yazarak İngiliz kıraliçesine gönderdi. Onu ve hükümetini İslâm olmağa davet etti. Kıraliçe ve kabine âzalarından kimse müslüman olmadı amma kitap ciddiyetle karşılandı. Çünkü bir meczubun eseri değil. Şark - Garb teolojileri ve hukukunda behresi olan, sosyoloji ve psikolojiden iyi anlıyan bir âlimin eseri idi. Anglikan Kilisesinin müdafaa bakımından fazla alâkasını mucip oldu. Ahmedi Kadyanî ondan evvel de müteaddit kitaplar yazmıştı. Bunları neşretti. Hindistanda ve civar memleketlerde olduğu kadar Ingiltere, Amerika ve Avustralyada okuyucular buldu. Kitaplarında kullandığı lisan İngilizce ve Arapça idi. Kuvvetli kalemi olduğu kadar kuvvetli nutku da vardı. Halk vaizlerine koşuyordu. Çok geçmeden müslümanlardan, hindulardan, Hindistan dahilinde ve haricinde İngilizce konuşan hıristiyanlardan bir hayli taraftar edindi. Gayrimüslim taraftarları evvelâ onun dinleri birleştirmek projesine hayran oluyor, sonra ihtida ediyordu. Çeyrek asrı geçmeden Kadyankasabası büyük bir hareketin merkezi haline geldi. Reislerine son derece bağlı ve ekserisi münevver Kadyanilerin sayısı yalnız Hindistanda iki yüz bine vardı. Ahmedi Kadyanî Hind zenginlerinin yardımı ile beş kıtaya şamil büyük bir misyon teşkilâtı vücude getirdi. İngilizce konuşan hıristiyan ülkelerine binlerce müslümanlık misyoneri — murabit gönderdi. Bunlar her sene milyonlarca broşür, pamflet, kitap dağıtarak, vaizler ,nutuklar, konferanslar vererek müslümanlık hakkında muhitlerini tenvir etmeğe başladılar ve çok ihtida kaydettiler. Bu teşkilât hâlâ muvaffakiyet ile faaliyettedir. Gündengüne kuvvetini arttırıyor, daha şimdiden Anglikan misyonerliğine mukabil sıklet olabilecek duruma gelmiş, faaliyet müddetinin yarım asrı doldurmamasına rağmen muvaffakiyet kalitesi bakımından onu geçmiştir. Hıristiyan misyonerlerinin büyük şehirlerde hıristiyan edebildikleri kimseler daha ziyade fakir çocuklar ve kadınlar olduğu halde Kadyanilerin İngiltere, Amerika, Avustralya büyük şehirlerinde hıristiyanlıktan müslümanlığa döndürdüğü kimseler daha ziyade zenginler ve münevver erkeklerdir. Ahmedi Kadyanî birinci dünya harbinden sonra vefat etmiş, teşkilâtının büyük başarıları, Amerikada hıristiyanlar tarafından çıkarılan «The Moslem World» mecmuasında D. Vander Meulen imzalı makalede izah edildiği vecihle (Cild XXVI, sayı 4, sene 1934) Kadyanîliği İslâmiyet dışı sayanları Kadyanîliğe ısındırmış, Vehhabîler bile onlara «kâfir» demekten vazgeçmiştir. Ahmedi Kadyanî, yahut uzun ismi ile Kadyanlı Mirza Gulam Ahmet şüphesiz müslümanlarm beklediği Mehdi değildir. Fakat herhalde pek samimî, Hazreti Muhammede son derece hürmetkâr bir müslümandır. Sisteminde Kur’an ve sünnete harfiyen ittiba eder. Kendi hakkında kullandığı mehdi tabirini nuru Kur’an ile hem cinsini tenvir ve irşad eden kimse mânasında kullanır: Ben müceddid ve mehdiyim, fakat şari’ değil, müctehidim. Kur’an üzerinde çalışanı Kur’an ruhu kaplar. Kur’an okuyan vahyi İlâhinin mürselileyhi olur, ve siası nisbetinde işaratı s.emaviyeyi görür, halin iyi yollarını tâyin ve istikbali keşfeyler. Kur’an öyle bir kitaptır ki onun satırlarını takip eden Allah ile ittisal temin ettiğini duyar. Bu duygusu ile mesut olur. Dualarının müstecab olacağını Tanrıdan öğrenir. Kalbine ilmi İlâhî dolar. Böylece her türlü günah temayülâtını yener. Gayrı ahlâkîlikten kendini uzak tutar. Diğer din kitaplarında ise akıl ve mantığa muhalif olarak günahtan, kurtulma usulünden başka bir şey yoktur: günahlardan, sebepleri giderilmeden kaçınılır. Müctehidin vazifesi halin icaplarını Kur’andan istinbat etmek, müceddidin vazifesi Kur’an eli ile saf imana ermek.Mehdinin vazifesi Kur’anî olan saf imandan hemcinsini nasibedar etmeğe çalışmaktır. Bu üç vazife bende birleşmiştir...» Ahmedi Kadyani’ye intisab etmek için islâmın beş farzına riayetkâr olmak, hüsnü ahlâk üzere yaşamak, ameli sâlih işlemek, maddeye bağlanmamak ve kimseye tahakküm etmemek şarttır: — «.... İnanarak kelimei şehadet getirecek, usul ve erkânı dahilinde namaz kılacak, oruç tutacak, fukara vergisi (zekât) verecek ve imkân bulursan hacca kideceksin!... Cehennem azabı Tanrının sonsuzluğu gibi nihayetsiz değildir. Kur’andaki ebedî lâfzı iradei İlâhiye ile takyid edilmiştir. Yani Allah isterse cehennem azabı ebedî olacak, fakat o rahmenürrahim — merhametlilerin en merhametlisi olduğundan istemiyecektir. Bir hadisi şerifde bu ciheti bildirir: Cehenneme öyle bir zaman erişecek ki artık onun içinde kimse kalmıyacak, serin sabah rüzgârı kapılarını oynatacak... Lâkin bil ki muvakkat de olsa o azap çok şiddetlidir ve sana, senin mikyasın ile ebediyet kadar uzun gelebilir. Tanrı sana borçlarını narı cahimde ödetirse vay haline!... Tanrım cennetimdir. Tanrı senin de cennetin olsun!... Maddeyi ruhtan üstün tutanları taklid etmeyiniz: Onlar toprak yutan yılanlara benzerler. Leşler üzerine atılan köpeklerden farklı değildirler. Hırslarına gem vuramazlar. Her şeyi yerler ve her şeyi içerler. îndlerinde domuz eti, şarap ve gayrın hakkı mubahtır. Tanrı yerine insanlara taparlar... Serveti menetmiyorum. Fakat ona güvenmemek, aç, çıplak bulunmasına razı olmamak şartiyle. Geçinmek için herhalde çalışmalı, helalinden kazanmalı, naçar kalmadan başkalarının yardımına katlanmamalı, okuduğunuz için okumıyanlara, akıllı olduğunuz için akılsızlara, kuvvetli olduğunuz için kuvvetsizlere tahakküme kalkmamalısınız!...». Mumaileyh mehafetullah teessüs edinceye kadar kadınların tesettürü taraftarıdır. O teessüs edince zinaya, fuhşa gözler kapanır. Vehhabüer gibi ölülere fazla hürmet edilmesini, kabirlere adaklar adanmasını, tarikat pirlerine, şeyhlere ifrat derecede rabtı kalbi meneder. Alim bir şiî lala tarafından yetiştirildiği halde Şiîler hakkında sühnîler gibi düşünür, onların Ebu Bekir, Ömer düşmanlığını ve taşkın Ali dostluğunu şiddetle tenkit ederler. Asla lâyuhtilik iddiasında değildir. Keşf, istihraç ve istidlâllerinde yanılabileceğini söyler. Kur'anı Kerimi modern dünya münevverlerini her cihetten tatmin edebilecek surette tefsir etmiş, o tefsirler ile teşkilâtının eline müslümanlığa aleyhtar her türlü felsefeyi kıymetten düşürmeğe muktedir mânevî bir arsenal vermiştir. Mumaileyhin Kur’an tefsirleri muakibleri tarafından ayrıca işlenmiş, böylece mükemmel bir tfsir kitabı vücude getirilmiştir. Arapça olan bu kitap Lahurneşri İslâm heyeti reisi Mevlâna Mehmet Ali ^ tarafmdan İngilizceye tercüme olunmuştur. Müslümanlığın yayılmasında artık Kadyanîlik ve Kadyanîliğin gayrı farkı kalmamıştır. Bütün İslâm misyon heyetleri elele vermiştir. Meselâ Amerikadaki «İslâm hareketi cemiyeti» orada bütün İslâmî misyon faaliyetlerinin destekleyicisidir. Her yerin İslâmî hareketleriyle alâkadar olur -. Kadyanîler akkor Kur’an ateşi ile üstadlarınm ruhunda yüksek şuur güneşinin parladığı, mumaileyhin harikalar başardığı fikrindedirler. Kendi de kitaplarında kerametlerinden bahseder, meselâ: binlerce kişinin gördükleri rüyalar üzerine tarikatine sülük ettiğiğini, yanında kırk gün kalan bir kimsenin semavî bir işaret ile bütün inkârlarından sıyrılacağım söyler. Kötürümleri el mesihleri ile ayağa kaldırmış, hastaları bir kaç söz ile iyi etmiştir. Gaybı Tanrı dan başka kimsenin bilmediğini, fakat Tanrı dilerse kulunun gözünü istikbale açacağmı, bu lûtfa mazhar olarak senelerce sonra olacak hâdiseleri gözü ile gördüğünü, zamanı gelince bunların aynen zuhur ettiğini, eynen zuhur etmeyenlerin tabiri gerekli rüya karakterinde olduğunu yazar. Monlanın biri mumaileyh aleyhinde bir kitap yazarak «Yarab, Kadyanî ile ben senin huzurunda mürafaa oluyoruz. İçimizden hangisi haksız ise tez vakitte onun canını al» demiş ve on gün sonra monla ölmüştür. Bu monladan sonra diğer bir monla daha ayni tarzda hareket etmiş, onunda soluğu kesilmiştir. Bunlar Ahmedi Kadyanînin «Nüzulü Mesih» adlı kitabında tarih ve isim zikri suretiyle kayıtlıdır. Bu kitap onun cidden hayreti mucip (150) kerametinden bahseder. Kerametlerinden biri de kendisini irşad eden sesin (Klairodiance hadisesi) senelerce evvel haber verdiği veçhile beş senedenberi etraf havali vebadan kırıldığı halde hiç bir sıhhî tedbir alınmamasına rağmen hastalığın Kadyan kasabasına uğramamasıdır. Ahmedi Kadyanî şahsı ile alâkalı harikalar hakkında şöyle diyordu: — «Eğer peygamberlere vaki olan vahiy ve ilhamların İlâhî menşeli olduğu harikalar ile müeyyed ise ben onların çoğunu geride bıraktım. Tanrının bahş buyurduğu kuvvet ile benden sadırolan fevkalâdeliklerin şahitleri mazide değil, haldedir. Onların bugün binlerce şahidi yaşıyor. Fakat Muhammedin mucizesi yanında bunlar nedir ki?!... Onun Kur’anı var. Ben ancak o zatiâlinin nurunun makesiyim. Vahdaniyeti ilâhiyeyi tebliğe memur hak peygamberi Krişna yerine Hindular, İsa yerine hıristiyanlar bir Tanrı Krişna ve Tanrı İsa uydurdular. Onların Tanrıları ancak muhayyelelerinde mevcuttur. Havarik alanında hindu gurularını, Hint - Tibet yogilerini ve İsaya tapan hıristiyan azizlerini karşımda görmek isterim...» Ahmedi Kadyanînin karşısma azizleri bol hindulardan, Tibetlilerden kimse çıkamıyordu. Yaşayan hıristiyan azizi ise artık kalmamıştı. Onun olacak dediği oluyor, ölecek dediği ölüyordu. Bir cür’etkâr ile macerası şöyle olmuştu: Lek Ram isminde brehmen kastından ve Aryasamaç mezhebinden bir hindu Kadyan kasabasına giderek Ahmedi Kadyanîye Kur’an Tanrı kelâmı değildir. Tanrı kelâmı yalnız Vedalardır. Vedalara olan imanım ile bana ilhamat vaki olur. Sana ecelinin ne vakit geleceğini haber verebilirim dedi. Ahmedi Kadyanî dini hakkındaki sıhhat delilinin neden ibaret olduğunu Hinduya sordu. Hindu dinimden aldığım kuvvet ile istikbali kestirmem kâfi bir hüccettir cevabını verdi. Ahmedi Kadyanî öyle ise dininin yanlışlığını dindaşlarına anlatmak kolay olacaktır diyerek karşılıklı kehanetlerin matbuat ile ilânını teklif etti. Hindu kabul etti. Böylece bütün Hindistan meseleye âgâh oldu: Hinduya göre Ahmedi Kadyanî üç sene içinde koleradan ölecektir. Ahmedi Kadyanîye göre Hindu altı sene içinde bir bayram günü dindaşları tarafından parçalanacak ve o günden bir kaç gün sonra Pencab mıntakasında taun zuhur edecektir. Hindistanda böyle bahisler unutulmaz. Merak ile neticeye intizar olunur. Üç sene ve daha fazlası geçti: Ahmedi Kadyanî diri kaldı. Altıncı sene bir bayram günü Lek Ram’ı öldürdüler ve bir hafta sonra Pencaptan taun haberleri geldi. Ahmed Kadyanînin Berahîni Ahmediye ismindeki Arapça kitabında da bu neviden fevkalâdeliklerine dair bazı notlar vardır. Bu etüdümüzün baş mehazı mumaileyh tarafından İngilizce olarak telif edilen «The Promised World Messenger — mevud dünya habercisi »adlı kitaptır. Kadyanî teşkilâtı halen şu yerlerde faal bir haldedir: Hindistan, Burma, Seylan, Çin, Mauritius, Mezopotamya, İran, Arabistan, Mısır, İngiltere, Birleşik Amerika Devletleri, Şarkî ve Garbî Afrika, Avustralya. Eserleri eli ile Ahmed Kadyanî hakkmda verebildiğimiz hüküm şudur: Mumaileyh yüksek bir medyom, hakikî bir mutasavvıf, bir veli, büyük bir idealisttir. Teoloji ve spiritualizm bakımından sureti mahsusade tetkike değer. Kendisinde tecelli eden psişik hallerin mahiyetini bizzat yazdığı İngilizce ve Arapça kitaplarda tamİhtisas ve salâhiyet ile izah etmesi itibariyle müdekkiklere otantik mesnetler verir. Mefkûre kuvveti, samimiliği, şuuraltını vuzuh ile idrak kebiliyeti muhtelif ilimlerdeki vukufuna inzimam etmiş, kendisini yüksek deha sahipleri arasında saydırmıştır. Hazreti Muhammede hudutsuz bir aşk ile bağlanmış, onun büyük idealinin tahakkukuna hayatını vakfetmiştir: Cihan sulhu — tek Tanrı, tek din... Ahmet Kadyanî mevud Mehdi olamaz. Fakat herhalde mevud Mehdi yolunda atılmış bir adım, hem de büyük bir adımdır. SON... KAYNAK:İshak L.Kuday - Spiritualizm (Ruh Alemi) |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Ilahi ışık | shahkhu | Tasavvuf Sohbetleri | 0 | 10.06.20 04:57 |
Ilahi aşk | shahkhu | Tasavvuf & Tarikatler | 0 | 07.06.20 22:00 |
Kevakibi seb-a ve esma-i ilahi | H3roglif | Esmalar | 2 | 18.01.20 23:56 |
Hz.Muhammed (A.S.) vahy gelişi | SiLence | Tarih | 16 | 01.12.18 15:37 |