#1
|
|||
|
|||
Yogizm Nedir....
Yogizm «Yogi» lik demektir. Sanskrit dilinde «Yoga» devir,
devre, iç daire, yabancılar kabul edilmiyen mahfel, gizliye müteallik veya gizli tutulan ilim mânalarına gelir. Yogi veya Yogin, Yogo ise Yoga ile uğraşan, gizliyi bilen ve saklıyan kimse mânasınadır. Yoga esasları sırdır. Aslında yabancılara ifşa edilmez. Spiritualizm ıstılahında Yoga bir kısım Hint, Tibet, Çin, Japon mutesavvuflarının «ilmiledün» i, «ilmibâtm» ı, yahut ruh bilgisi ve tatbikatıdır. Okuyucuya bu fasılda rastlıyacağı tefrikine kadar Yogi’yi fakirizm tatbikatçısı demek olan «Fakir» ile bir tutmasını tavsiye edeceğiz. Arada itikad ve gaye hariç, usul ve iş verimi bakımından esaslı bir fark yoktur. Yogiler (Yogamdan şunları anlarlar: Bedenî, ruhî mümarese, idman ve riyazet ile vücude ve ruha tahakküm ederek meşhudat âleminin, beş duygu dünyasının dışına çıkmak (Medyomlaşmak)... Adalî mesiaden, şehvetten kaçınmak suretiyle faaliyeti ruhiyeyi arttırmak... Sıhhati mâneviyat ile düzenliyerek hayatı uzatmak, hastalıkları yenmek... Zihni tamamen boşaltmak, boş tutmak suretiyle ruhu dinlendirip kuvvetlendirmek... [Bazan müstakil bir sistem halinde, bazan Zihnin tamamen boşalmasından sonra] dikkati bir noktada toplıyarak ruhu marifet kademelerinde ilerletmek... Ve bu kısmın en son merhalesi olan kendi ruhunu kavramak, yahut mânevî ittihad ve vusal... Ayrıca, ayrı branş halinde: normal üstü iktidar, telkin, manyetizm, hipnotizm, büyüleme, göz bağlama... Ruh sarhoşlukları... Mânevî ittihad ve vusal her tasavvuf yolunun baş gayesidir. Fakat Yogilik ile diğer tasavvuf yollarını: Hıristiyan ve Müslüman tasavvufunu, Yahudi kabbalistliğini, hattâ Hint teozofisini birbirine denk tutmamalıdır. Yogayı anlamak bizim için oldukça zordur. Çünkü bizim anladığımız mânada tasavvuf ile Yoga arasında aşılmaz bir uçurum vardır. Türk veya Avrupalı tasavvuf dinince evvelemirde cehd-i mâneviyi. Tanrı aşkını, hak sevgisini anlar. Halbuki Hindistan, Tibet ve diğer uzak Asya memleketlerindekiYogi tarzı tasavvuf Tanrı ile, aşk ile, kudsiyet ile bir gûna ilişiği olmıyan ruhî bir spordur. Hindular, Tibetliler, Çinliler, Japonlar arasında hiç bir dine mensup olmıyarak yaşıyan Yogi’ler ruh alanında irişilmez gibi görünen hedeflere cüretkârane atılan, şampiyonluklar elde etmiye çalışan birer sportmendir. Bedenî ve ruhî temrin ve idmanlar ile ruhî melekelerini artırmağa çalışırlar. Bu temrinler, idmanlar asla ibadet değildir. Yogi kavminin Tanrıları ile ilişiğini kesmiştir. Gayesi mabuduna varmak, ahlâka kavuşmak değil, yalnız kendi ruhunu anlamak, bilmek, kendi ruhundaki meknuz kuvvetleri inkişaf ettirmek, bu sayede akla hayret veren icraatta bulunarak kendini mesut hissetmektir. (Brahma) ve (Buda) dinleri saliklerinin imanları kıstas olduğuna göre Yogilere münkirlik isnad edebiliriz. Fakat münkir tabirini memleketimizde kullanılan mânada kullanmak. Yogilere halkın nefret ve husumetini davet edecek şekilde dinsiz, imansız demek yanlış olur. (Yoga) idmancısı Tanrıları hakikatten uzak bildiği, kendi muhayyilesinin mahsulü gördüğü için geride bırakmış, kendi ruhunun derinliğine, içinde vahdet mi var, kesret mi var, belli olmıyan sükûttan ibaret boşluğa, hiçliğe dalmıştır. Fakat halkın itikadına son derece hürmetkârdır. Brahma — Buda dinlerinin bu nevi münkirleri Yahudi, Hıristiyan, Müslüman dinleri münkirleri aksine pek sakin, kendi hallerinde kimselerdir. Kimseyi din aleyhine tahrik etmezler. Kafalarında inkilâp plânları yoktur. Muhitlerini düzeltmek, dünyayı kendi fikirlerine uydurmak emeli onlardan uzaktır. Onlar yalnız kendi düzenlerine bakarlar. Bu sebepten onlara, ister isek, egoist de diyebiliriz. Fakat insaf edelim... Yogiliğin baş şartı evlenmemek, mal, mülk edinmemek, uzun bir inziva devresi geçirmektir. Yogiliği teşvik eden Hint ve Tibet kitapları bu tarzda hayatın medihleri ile doludur: Ancak bekâr yaşıyanın varlığı tamdır. Evlenen yarımlaşır. Bir çocuğu olan üç bölük olur... Mal, mülk sahibi olan ateş ile oynar. Hiç bir şeyi olmıyanm en büyük şeyi vardır: Kaygusuzluk... Cemiyet hayatı ruhu soldurur. Kalabalık hürriyete zincir vurur... Ruh ancak dağların, ormanların ıssızlığı içinde melekelerini en iyi inkişaf ettirir... Yalnızlığa alışan hakikî hürriyetin nimetlerini tadarak hükümdarlıklara tükürür, saltanatlara tekme vurur,.. Tavsiyeye uyarak cemiyet bağlarını koparmış olan Yoginin kararı muvaffak oluncaya kadar idman yapmak, çalışmaktır. Muvaffak olursa kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde yaşamanın acısını çıkaracak: Zihninin, muhayyilesinin kendiliğinden işlemeğe başladığınıhayretle görecek, kendiliğinden tefekkür ve tahayyül mahsullerini zevk ile seyredecektir. Sonra fikirler, hayaller yavaş yavaş azalacak, bir gün zihin, muhayyile tamamiyle duracak, ruh bomboş kalacaktır. Yogi bu müşahedesi ile haricî ve dahilî muhitinin mufassal bir serabdan başka bir şey olmadığını anlamış ise kâinat ve ruh hakkında kat’î bir hüküm verecek duruma girmiş demektir. Fakat o acele etmez. Kat’î fikir ve kanaatini beş duygu uzuvlarmm yardımı olmaksızın duymak, ele, ayağa muhtaç olmadan maddeye tesir etmek, iş yapmak kudretini iktisap etmesi zamanına saklar. Fakat bu kudreti bir kere iktisap etti mi, Yoginin şahsî hüküm ve kanaatinden bahsetmek abesleşir. Çünkü artık şahsiyeti kalmamış. Yogi muhitindeki eşya ile bir olmuştur. Artık onun benliği yoktur. Yogi’ye göre doğrudan doğruya görmenin, anlamanın, mer’î bir vasıta olmadan iş yapmanın mânası budur. Tatbikatçı Yogilerin kılıksızlıklarına, yahut bellerinden aşağısını örten bir kaç karış bez parçasından ibaret kılıklarma bakarak onları ince fikirlerden mahrum sanmamalıdır. Onlar arasında filozof itlâkına cidden seza bir çok kimseler vardır. Tasavvuf sistemlerinin ekserisi ruhu bir açık denize, şuun ve hâdisatı ruhiyeyi o denizdeki dalgalara benzetirler. Yogi’ler de böyle düşünürler, derler ki: — «Çeşit çeşit yanlış felsefe ve nazariyattan ibaret fikir dalgaları Yoga idmanları sayesinde yatışınca ruh ummanmm sathı düzleşir. Artık o engin denizin yüzü hiç bir esinti ile kırışmaz. O zaman bu düz satha eşya olduğu gibi akseder.» Bu teşbih Hint, Tibet, Çin Yogileri arasında çok rağbet bulmuştur. Onlardan her vakit duyulur. Ruhdaki efkâr ve hayalât dalgaları artık ruhu karıştırmayınca ruh sükûna varmış, Yogi ruhu ile başbaşa kalmış, muradına ermiş, ona imkân âlemi kapılarını açmıştır. Artık Yogi harikalar adamıdır. Alelâde insanların imkân ve ihtimal dışında telâkki ettikleri işleri başaracaktır. Ruhun tam sükûn haline Yogi hiçlik der, Bu durumda ruhta hiç bir hareket, fikir, hayal, duygu yoktur. Yogi muhiti ile birleşerek manen yokolmuştur. Bu sebepten donmuş bir haldedir. Çok uzun müddet aynı zaviyette kalabilir. Yogiye göre ruhu tam sükûnet halinde tutmak, ruhu idrak etmek — hiçleşmek, şahsiyetten kurtularak saadetin haddi kusvâsına varmaktır. Hiçlik durumunu idrak eden ruh Yoginin kanaatince reinkarnasyona, tenasuha artık tâbi olmaz. Bu cihet gözönünde tutulursa ruh alanında pek cüretkâr, sporcu Yoginin reinkarnasyon korkusu ile hali hayatında hiçlikten ibaret kalmağa cehdettiği anlaşılır. Yogi daha büyük ıztıraplardan kurtulmak için ıztırapların, mahrumiyetin her çeşidine katlanmaktadır. Yogilerin en büyüklerinden olan (Buda) bile bu zihniyetten kurtulamamış, tekrar dünyaya gelip ıztırap çekmemek için dünyaya sırtını çevirmiştir. Hıristiyan ve 'İslâm tasavvufu Yogizmden bilhassa bu noktada ayrılır. Hıristiyan ve İslâm mutasavvuflarmca ıztırap pek iyi bir şeydir. Cehennem azabı bile tasfiye edici, iyileştiricidir. Felâketin her nev’i Tanrının bir lûtfu sayılır. Onlara tahammül etmek Tanrıya yaklaşmaktır. Tanrıya ıztıraptan kurtulmak, mesut olmak için değil, sırf aşk saikasiyle kavuşmak istenir. Uhrevî saadet, cennet ikinci plândadır. Yoga talibi gayesine varmak için muhtelif usuller ile çalışır. Her üstad telmizine beğendiği usulü tatbik ettirir. Yoga üstadı muallimden ziyade mümeyyizdir. Talebesinin ruhî maceralarını, tecrübelerini dinler. Kâfice yetişmediğini görürse diyecği; tecrübeye devam et, sözünden ibarettir. Bu tavsiyeye başka fikir ve mütalea karıştırmaz. Ehemmiyet verdiği cihet Yoga talibini, müridini telkin altında tutmamak, herşeyi ona kendiliğinden buldurmaktır. Şahsî tecrübeler neticesi elde edilen ilim ve fazlın başkasına faydası dokunmaz. Herkes ruh hâdiselerini bizzat yaşamalı, onları boşalta boşalta ruhu kavramalıdır. Tatbikini istediği usul hakkında vereceği ihzari bir kaç dersten sonra (Yoga) üstadının uzun uzadıya söyliyeceği söz yoktur. Muhtelif büyük üstadlarm ihzarî tavsiyelerinden bir kaç nümune^ veriyoruz: 1 — «Geçmişi düşünme... Geleceği düşünme... Nefsimi mürakabe ediyorum diye de düşünme... Boşluğu yoklukmuş gibi tasavvur etme!... Havas ve melekâtın vasıtasiyle ne intiba alır isen al. Fakat tahlil etme, ruhunu tamamen kendi haline bırak!... Müşahede ettiğin eşyaya göre mâna ve fikir sahibi olmaktan vazgeçerek ruhunu yeni doğmuş bir çocuk ruhu gibi sükûn içinde bırakır isen, boşluk nedir anlar, öğrenir, dünya yükünden kurtulursun. Boşluğu anlamak ile dünya baskısından kurtulmak, hudutsuz saadete kavuşmak aynı zamanda vâki olur.» — (Tibette Çağğgnaçenpo adlı Yoga tarikatinin «Gıyi Zindin isimli usul kitabından). 2 — o Aklını harekete getirme... Tahlillere girişme... Bir şeyi tasavvur etme... Hiç bir veçhile zinini yorma!... Ne tefekküre, ne teemmüle yer ver. Nefsini mürakabe etme!... Ruhunu tabiî durumunda bulundur!» — [Şakirdi «Narota» ya üstad (Tilopa) nın tavsiyesi]. 3 — «Her türlü dalgınlık ve dağınıklığın yokluğu, tam dikkat, bütün (buda)^ ların tuttuğu yoldur. Ruhun sükûnetinden anlıyacağın şey onun asıl tabiî halinde olması, kımıldanmamasıdır. Binaenaleyh olduğun yerde dikili ağaç gibi bekle!... Vücudunu hareket ettirme, ruhunu hareket ettirme!» — (Marmidze, ayni isimdeki Yoga tarikati piri). 4 — Bil ki budaların yürüdüğü biricik yolun adı devamlı tam dikkattir. Vücudunu devamlı surette zihnen kontrol et, her taraftan yokla... Beş duygu faaliyetinin köklerini, tesirlerini, tesir sebeplerini fâsılasız araştır... Bedeninin iç, dış hareketlerini durmadan tetkik et!... Tâ ki mahiyetlerini anlıyarak uzviyetinin her parçasına mutasarrıf, vücudunun hem içine, hem dışına hâkim olasın. Dediğim dikkati ihmal edersen yaptığın riyazetler, talim ve temrinler boşuna gider... Bu bitmez, tükenmez dikkate odağmık olmamak» hali denir. Dağınık olmamak budalığm temel direğidir. — (Nagaryuna adındaki Yoga üstadı). 5 — «Telmizin boynuna borç kılınan tahatturdan maksat, ruhî temaşalarında gördüğü eşhas ve eşyayı unutmamasından, duyduğu sözleri tekrarlamasından ibarettir.» — (Abhidharma isimli Yoga kitabından). Yukarda isimleri geçen üstadlar hâlen berhayat değildir. Zamanları ile zamanımız arasında uzun asırlar geçmiştir. Bunların ve diğer büyük üstadlarm muhtasar talimatı şifahen talebeden talebeye intikal ederek devrimize kadar gelmiş, bu arada bir kısmı kitaplara yazılmıştır. Bu kitapların hiç biri matbu değildir. Hindistanda olanlar sanskrit dilinde, Tibette olanlar eski Moğol lehçeleri iledir. Hâşiyemizde ismi geçen Alexandra David = Neel Sanskrit dilindekileri ele geçiremeyince kadınlığına ve altmışa yaklaşan yaşma rağmen tehlikeli ve uzun Tibet seyahatini göze almış, orada Lama’lardan dostlar, arkadaşlar edinmiş, (Delây Lama) nın itimadını kazanmış, Tibet kütüphanelerini ve esrarını kendine açtırmıştır. Hindistanda muvaffak olamamasının sebebini mumaileyha bize anlatmıyor. Fakat keşfedebiliriz: Brehmenler indinde bilgi silâhtır. Bir silâh ne kadar gizlenirse icabında o kadar müessir olur. Bu mülâhaza ile onlar bilgilerini ve dolayısiyle kitaplarını itina ile yabancılardan saklarlar. Bu yabancılar yalnız ırk ve din yabancıları değildir. Kendi sınıflarından, brehmen kastından olmıyan yerİllerden de saklarlar. AvrupalI müsteşriklerden bazıları eski Hint kitaplarını elde edebilmek için devlet otoritesinden istifade edemedikleri yerlerde hırsızlığa bile baş vurmuşlardır. Mevzubahis kadın eski kitap tedariki için uzak, fakat yabancılara karşı daha mükrim Tibete seyahati tercih etmiş... Tibet Yogi’leri ile Hint Yogi’leri arasında büyük farklar yoktur. (Yoga) nm bütün esasları başkaca arzedileceği veçhile Hintlilerin mukaddes kitapları olan (Veda) lardan almmıştır. Zaten Budizm de Hindu dininden, yani Brahma dininden çıkmıştır. Her iki tarafın rahib sınıfları, Hindistanda brehmenler, Tibette Lamalar, mabudları inkâr eden «dinsiz» Yogileri halka dinin sâdık evlâdları, kahraman müdafileri, azizleri, evliyaları olarak tanıtırlar. Yoga talibi üstad edindiği kimseden usule dair gerekli şeyleri öğrendikten sonra açık tabiatte sakin bir köşe bularak yerleşir. (Guro) su: üstadı — şeyhi ona meselâ Tilopa usulü Yoga tavsiye etmiş ise talib inzivagâhma yerleştiğinin ertesi günü işe başlar ve netice almadan arkasını bırakmaz: Artık kımıldanmaz. Zihnen herhangi bir mesele ile uğraşmaz. Nefsini yoklamaz. Gayesini aklından çıkarır. Hiç bir şey, ama hiç bir şey düşünmez. Hattâ kendikendine «buraya düşünmemek için geldim. Düşünmemeliyim» bile demez. Nefeslerini idare ile kullanır. Mümkün mertebe teneffüs etmemeğe, ciğerlerine hava almadan yaşamağa çalışır. İlk zamanlarda bu imkânsızdır. Fakat sonraları alışır. Ne suretle alışıldığını ilerde göreceğiz. Teneffüse hâkim olmadan, «düşünmemek», yahut bunun aksine Nagaryuna usulünde olduğu gibi her mevzuda tam dikkatle düşünceden ibaret kalmak ile Yoga’nın gayesine varılamaz. Ruhî temrinler teneffüs idmanlariyle teneffüs hâkimiyeti temin edilmemiş ise tesirsiz kalır. Yoga usullerini başlıca üç grupta toplamak kabildir: 1 — Sükûneti mutlaka; 2 — Tam dikkat; 3 Boşluğun idrakinden sonra tam dikkat. Bedenî ve ruhî sükûneti mutlaka, «ruhu ana karnındaki çocuk ruhu gibi tabiî vaziyette tutmak», bir şey görmemek, duymamak, düşünmemek ve kımıldanmamak usulü taraftarlarma göre beden ne kadar tazib edilirse ruh o kadar kuvvetlenir.» Açlık, uykusuzluk ruhun gıdalarıdır». «Tatil uzva kadar varan hareketsizlik ile ruh kamçılanır». «Bir elin, kolun veya bacağın hareketten kalması ruhu kanadlandırır»... Bu sebepten bazı Yogiler tatili uzva tevessül ederler. Bunun için hangi uzuv işlemekten alakonacak ise o uzuv asla harekt ettirilmez. Meselâ bu, elin başparmağı veya birkaç parmağı, yahut bütün el, kol bacak ise, aylarca .senelerce, artık hareket ettirilmemesine karar verildiği anda hangi vaziyette ise, hep o vadiyette tutulur. Parmaklarda tırnaklar uzar, boynuz gibi kıvrılır, kolda, bacakta adaleler dumura uğrar, kurulaşır, mumya kolu, bacağı gibi olur. Tatili uzuv kararlarmm uzvun en ziyade yorulacağı vaziyette verilmesine dikkat olunur. Bazı Yogiler Brahma veya Buda vaziyetinde senelerce oturmayı tercih ederler. Bunlara yiyecek, içecek veren olursa yerler, içerler. Veren olmazsa aç, susuz beklerler. Hallerinden müşteki değil, bilâkis memnundurlar. Kendilerine acıyanlara gülerler. Sefaletleri ihtar olununca, «siz anlamazsınız. Biz kâşanelerde yaşıyoruz» derler. Bu tarzda gönüllü sakat veya temelli kâid Yogilere Tibet te nadiren, Hindistanda çok rastgelinir. Vaktiyle hıristiyanlar arasında da vardı. Ortaçağda İskenderiyedeki «Stun azizleri» meşhurdur. Manastırlardaki çilelerini kâfi bulmıyan bazı keşişler Batlemyus^ devrinden kalma saray harabeleri sütunlarından birine çıkarlar, senelerce oradan inmezlerdi. Halk bunlara merdivenlerle nevale çıkarır, sütunlar altında dua ederek tepedeki azizlerden dünyevî - uhrevî meded umardı. Bu azizlerden biri, ki başlıcaları üç tanedir, rivayete nazaran otuz sene sütun üstünde oturmuş, hattâ «Kıbtî Kilisesi» nin iddiasına göre leylek gibi ayakta durmuşturh Budistliğin yeni zuhur ettiği sıralarda ağaçlarda «tüneyen» ne kadar Yogi var ise brehmenler Hindistandan kovmuşlardı. İddialarına bakılırsa bunlar (Buda) tarafını tutmuşlar, gündüzleri ağaç tepelerinde veya ağaçlara asılı kafesler içinde zahiren dünyadan bihaber vaziyette oturdukları halde geceleri oralardan inip çeteler halinde brehmen mabedlerine tecavüz etmişlerdir. Yogilerden kimse şüphelenmediğinden uzun müddet bu çetelerin nerelerde barındıkları meçhul kalmış, sonra iş meydana çıkmış. Vücude her istediğinin verilmemesi, yahut verilememesiyle ruhun kuvvetlenmesi arasında bir münasebet olsa gerektir. Herkes tecrübe etmiştir: Karın açken daha iyi düşünülür. Bir çok büyük siyaset ve iş adamları muvaffakiyetlerini gençliklerinde çektikleri fakru zarurete borçludurlar. O sayede kabiliyetleri artmış, azim ve iradeleri gelişmiştir. Lâkin mahrumiyetin bir hududu vardır. O aşılırsa vücut mahvolur. Fakat Yogiler böyle bir had tanımaz gözüküyorlar, devamlı mahrumiyetlere rağmen ölmüyorlar. Hattâ hiç gıda almadan aylarca yaşıyorlar. Bu nasıl oluyor, sırdır. Hakkında bazı faraziyattan başka bilgimiz yoktur. Yogilere sorulursa «ben öyle istiyorum» demekten başka cevap vermezler. İhtimal onların da başka bir şey bildiği yoktur. Diğer tasavvuf tarikatları da, işi Yogilerderecesine götürmemekle beraber, maddî mahrumiyetlerle ruh terbiyesine ehemmiyet vermişler, vücudun tazibini kemal vasıtası saymışlar, bilhassa fazla rahata düşmekten, konfordan Bakınmışlardır. Bu son kısımda oldukça hakları vardır: devamlı olarak konfor içinde yaşıyanlar ekseriya mânevi bir fakirliğe düşüyor, ruhen verimsiz bir hale geliyorlar. Servet ve sâmân ve iktidar sahibi kimselerden eski enerjilerini muhafaza edenlerin hususî hayatlarında muhitlerinin kıstası ile orta halli bir kimse gibi yaşamaktan öteye geçmiyenler olduğu görülmektedir. Zengin aile çocuklarmın itidal ile yaşamak terbiyesi almadıkları, bolluk ile şimartıldıkları takdirde orta halli ve bilhassa fakir âile çocukları kadar hayatta muvaffak olamamalarının illetini konforda, fazla rahatta aramalıdır. Rahatın fazlası gibi, rahatsızlığm da fazlası muzırdır. Uzuvlarm âtıl bırakılmasından tasarruf edilen kaba enerjiyi ruhî enerjiye tahvil ederek ruhî melekâttan birini artıracağız diye kendilerini meflûç bir hale getiren Yogiler tahsin edilemez. Ancak bu, kendi mânevi muhitimizin sesi olup ölüm ile hayat arasında büyük bir fark görmiyen o insanlara bunu duyurmanın imkânı yoktur. O kadar ki.. Yogizmde yenilikler yapan (Buda) bile onlara söz geçirememiş, devamlı hareketsizlik ve tatili uzuv suretiyle Yogiliğin kendine yaramadığmı söylediği halde onun zamanında ve sonraları budistler arasmda bu nevi Yogiler eksik olmamıştır. Arzettiğimiz gibi (Buda) nın kendisi de Yugi idi. Mutedil tasavvuf yollarmı yokladıktan sonra nihayet kâid - oturucu Yogi olmuş, hareket etmeden ve bir şey düşünmeden, keza yemeden, içmeden haftalarca bir ağaç dibinde oturmuştur. Sonra açlıktan ölmek raddesine gelince bu usulün kendisi için hayırlı olmadığını anlıyarak bir kadının getirdiği yiyecek ile açlık perhizini bozmuş, düşünmeyi unuttuğundan uzun müddet zihnini toplayamamıştır. Mumaileyh hiç düşünmemek yerine Yogilik de tam dikkat usulünü terviç eder. Uzun müddet yiyip içmemenin, tatili uzvun ve bir yerde temelli oturmanm aleyhindedir. Temelli oturmak zaten tatili uzuv demektir. Maamafih talebelerine bunları sarahaten yasak etmemiştir. Çünkü Kanaatince ruh terbiyesinde umum hakkında câri bir prensip vazolunamaz. Herkes tekâmülünü kendine uygun gelen yoldan yapar. (Buda) sadece soranlara kendi tecrübelerini anlatmış, kimseyi kendi yolunu tutmağa zorlamamıştır. İnsanların hürriyeti mutlak olabilseydi, Budanın tezi ruh terbiyesinde onlar için en hayırlı yol olurdu. Ne çare ki insan İçtimaî bir mahlûktur. Öyle yaratılmıştır. Bu sebepten umumî terbiye kaidelerine baş eğmek, başkalarına uymak zaruretindedir. Buda felsefesi birbirleri ile alâkası olmıyarak dağlarda yaşıyan münzeviler hakkmda kabili tatbiktir. Cemiyetlere tatbik edilemez.'Nitekim Budist manastırlarmda bile tatbik edilemiyerek ruh terbiyesinde umumî prensiplere baş vurulmuştur. Buda rahıbleri manastu:- larda baş rahibin ve ayrıca bir deynekçinin nezareti altında «Budanın sekiz yolu D ^ üzerinde tam dikkatlerini toplarlar. Bu yollar lâfzî formüller haline getirilmiş ve yapılacak iş bu formülleri mırıldanmaktan ibaret kalmıştır. Rahibler Buda heykelinin önünde oturunca baş rahib elinde tuttuğu küçük bir tokmağı duvarda asılı bir tefe veya gonga vurur. Rahibler «yollar» dan birini mırıldanmağa başlarlar. «Meddi fikir mahalli» uğultu ile dolar. Sonra baş rahib tekrar vurur. Uğultu durur. Tekrar vurunca, tekrar başlar. Vurma adedine göre «yol» değiştirilir, deynekçi ayaktadır. Sıraları dolaşarak rahiblerin ağzına bakar. Birinin dikkatini eksilttiğini, yani mırıltıyı kestiğini anlar ise deyneğıni var kuvvetiyle onun sırtma indirir. Herkesi yolunda serbest bırakan Buda’nm «sekiz yolu» na böylece umumî düzenin müeyyidesi halinde sopa ile bekçilik ediliri Buda, telebeleriyle olan konuşmalarının birinde şöyle demiştir: «Çok sağlam ve tam akıllı olmıyanlara, fikri bulanıklara teneffüs riyazetleri yapmalarını ve bu sırada dikkatlerini bir noktaya hasrederek hep onu düşünmelerini tavsiye edemem. Amma kuvvetliler teneffüs idmanları sırasında bir nokta üzerinde kuvvetle düşünürlerse hem eski üstadlarm yoluna, hem benim yoluma sülük etmiş olurlar. Ancak kimseye o veya bu yolu tut diyemem. Benim sözüm emir değil, sadece bir fikirdir. Asıl rey ve karar sizin». Buda’nm bu sözünde kendine ait olarak bahsettiği yol Yogada tatbikini istediği tam dikkat, şuurlu faaliyeti ruhiye, varlımak istenen hedefin daima gözönünde tutulması, hatta — bilâhare Budayı usul bakımından istihlâf edecek bazı İslâm mutasavvuflarında görüldüğü kadar bariz olmasa da— mânen o hedeften ibaret kalınmasıdır. Eski üstadlar ise teneffüs riyazetlerinden başkasına ehemmiyet vermiyen eski Gurolar, yani Buda zamanından evvelki Yoga şeyhleridir. Budaya göre teksifi dikkat ile geçmiş reincarnation’ları — yani Hindu ve Budist itikadına nazaran dünyadaki son doğuştan evvelki doğuşları, tenasüh seferlerini— hatırlamak mümkündür. Buda böylece vaktiyle, dünyaya gelişlerinin birinde keklik olduğunu, tarlalarda öttüğünü ve kekliklıği sırasında bir orman yangınından hayat sevgisi ile kurtulacağına inandığı ve kime olduğunu bilmeden yalvardığı için sığındığı kuru çalılar önünde ateşi durdurarak yanmaktan kurtulduğunu, sevginin, imanın, duanın kuvvet olduğunu söyler.— ttZira» der «bir tek hedef üzerinde toplanan ruh kuvveti pek büyüktür. Harikalar başarır. Olmıyacak işleri oldurur. Üstünde çok durulur, düşünülür, devamlı olarak bütün ruh ile istenirse her hayal gerçek olur.» Budanın duası Tanrıya değildir^. Onu mutlak, yani hiç bir şey ile nisbet kabul etmez, kâinatı yaratmış mı, yaratmamış mı, dua kabul eder mi, etmez mi bilinmez, kabul ettiğinden o, Tanrı hakkında daima sükûtu ihtiyar etmiştir. Buda’nın meşhur sükûtu budur. Duası sadece kuvvetli istekten ibarettir. Ekser Yogilerin Tanrı hakkmdaki görüşleri Budanınkinin aynıdır. Gerek o, gerek berikilre Tanrı ile hiçliği ruhun hakikati ve aynı şey sayarlar. Onlara göre Tanrının veya ruhun mahiyeti yüksek şuur dışında idraki beşere sığmaz. Yüksek şuur halinde ise insanlık ve İnsanî irdak bahse değmez. Buda ile beraber düşünen Yogilerin Yoga’dan bekledikleri gayenin ön safhaları: reinkarnasyonları, geçmiş hayatları hatırlamak, geleceği görmek, zaman ribkasından kurtularak istenilen yerde fikir sürati ile gözükmek, her arzuyu yerine getirmek... son safhaları: kozmik marifet ve bunun dışında hiperkozmik, kâinat üstü, kâinat maverası durumu için büyük uyanıklık (Yüksek şuur), Mutlakı umumî duygu yolu ile idrak neticesinde şahsiyetten sıyrılarak umumileşmek, hudutsuzlaşarak Mutlaktan, Hiçlikten ibaret kalmak ve dolayısiyle reinkarnasyonlardan sureti kafiyede kurtulmaktır. Buda kendini takip etmek istiyenlere tabiat nedir, neden hilkat olmuştur. Halik kimdir, tabiat kanunları ne için vardır, kâinat çarkı nasıl döner, neden yaşarız, ruh nedir, benliğimizi teşkil eden ve bizi düşündüren nasıl bir kuvvettir, akıl, irade ve duygu nedir?... ilh gibi normal şuur durumundaki zihni beşer ile itiraz götürmez bir surette cevaplandırılmalarına imkân olmıyan mutlak mahiyetli meseleleri aralarında boşuna münakaşa etmemelerini, şayet bu meseleleri kat’î surette halletmek istiyorlarsa Yogi, yani mutasavvıf olarak yüksek şuur durumu ile mutlaklaşmağa bakmalarını tavsiye etmiştir. Bazı İslâm mutasavvufları da ayni fikirdedir. Büyük garp filozofu Kant — ki meftunları pek haksız olmıyarak «o ancak diğer filozoflardan sonra okunursa anlaşılır» derler— esas itibariyle ayni iddiayı tekrarlamış, «aklımın erebildiğinden ziyade ruhumda açıkça duyduğum için Tanrıya, ahlâka inanıyorum» demiştir^ İmanın kuvvet olduğundan müminler şüphe etmezler. Zaten netayici gözönündedir. Ancak, Budanın ve diğer Yogilerin bahsettiği reincarnation böyle değildir. Öldükten sonra tekrar, ruh kâfice terbiye edilmiş ise, dünyaya gelineceği hakkında kat’î bir delil ileri sürülemiyor. Delil olarak gösterilen şeylerin hepsini mukabil deliller ile çürütmek mümkündür. (Reincarnation) a felsefe bakımmdan imkân varsa da zaruret yoktur. Ruhların dünyaya dönmelerinden maksat terbiye ve tekâmül ise dünya haricindeki ervah âleminde, meselâ kabir veya misal âleminde ayni maksat husule gelebilir. İslâm mutasavvuflarınm ekserisi bu fikirdedir. Tekâmül için dünyaya dönmeğe lüzum yoktur. Ruhlar asıl misal âleminde hatalarını anlarlar ve noksanlarını tamamlarlar. Sonra kıyametde bilfiil kesif madde ile irtibat peyda ederek tekrar uzvî bedenlere sahip olurlar. Ondan sonraki hayatlarını masebakları tâyin eder. Vaktiyle iyi işlerde bulunanlar iyi bir hayata, cennet hayatına, fena işlerde bulunanlar fena bir hayata, cehennem hayatına kavuşurlar. İlâhî adaletin tecellisi bu suretle olur «Mizan - terazi» budur. Ruhları tekrar tekrar dünyaya dönmüş görenler esas itibariyle «Mizan» 1 görmek istiyorlar. Fakat, fikimizce, iyi, mantıkî göremiyorlar. Bu bulanık görüşün asıl mesulü brehmenlerdir. Çünkü onlar kendilerine yeryüzü Tanrıları^ payesini sağlıyan kast teşkilâtını mazur ve muhik göstermek için İlâhî adaleti malûm şeklinde reinkarnasyon ile izah etmişlerdir: Yeryüzünde bir ömür müddetinde bir sınıftan diğer sınıfa geçmek mümkün değildir. însan sınıfı icaplarına tahammül ederek ruhen tekâmül ederse dünyaya ikinci gelişinde bir derece yüksek sınıftan doğar. Aşağı bir sınıftan doğmuş ise bunun sebebi bir evvelki hayatındaki kabahatleridir. Binaenaleyh tazyika razı olarak sınıfı zincirlerini taşıyacaktır. Brehmenlerden maada hiç kimse reinkarnasyondan kurtulmak için ruhunu tasfiye etmeğe, tasavvuf ile iştigale mezun değildir. Buda kastları ilga etmemiş, sadece etrafına muhtelif kastlardan adam toplamıştır. Topladıklarının güzideliğine, manen berehmen (rahib) durumunda olmalarına çok dikkat etmiştir. Binaenaleyh hiç de demokrat sayılmaz. Münevver zümrenin halk üzerinde her nevi otoritesini kabul etmiştir. Gerek Buda, gerek diğer Yogiler Yoga ile medyomlaşmadan evvl muhitlerinin reinkarnasyon itikadına bağlı kalmış kimselerdir. Budanın reinkarnasyon hâtıralarını aynen kabul etmemesi ve reinkarnasyon onu ancak kendine izafetle yadolunan Buda karması şeklinde varid görmesi sonralarıdır. Mumaileyh kırk yaşından önce reinkarnasoyna harfiyen inandığını ve tekrar dünyaya gelip azap çekmemek için Yogi olduğunu, kendini dünyaya çeken mal, mülk, kadın, çocuk gibi şeyleri zihninden çıkararak yavaş yavaş (Nirvana) ya, hiçliğe yükseldiğini ve böylece reinkarnasyondan kurtulduğunu bizzat söyler-. Buda, başka bir Yogi veya Allan Kardec medyomu, kim olursa olsun zaten reinkarnasyona inanan bir kimse normal üstü durumların birinde iken derunî müşahede, ilham, saniha, ruhların tebligatı., ilh. olarak reincarnation’dan bahsederse bunu tabiî halindeki itikadının tesirine hamletmek pek yerinde olur. Tecrübeler itikadın, bilginin, telkinin psişik - ruhî verimlere tesir ettiğini göstermiştir. Gerek tasavvuf ehlinin, gerek diğer medyomların işi uykunun bir nev’idir. Uykuda nasıl doğru çıkan ve çıkmıyan rüyalar varsa. Yogilerin, mutasavvufların, diğer medyomların işlerinde de doğru olanlar ve — onlar sahtekâr, yalancı olmadıkları halde— doğru olmıyanlar vardır. Onlar kadar hassas olmıyan kimseler de bile herhangi bir intiba, dikkat mevzuu, bilgi, inanç, söz, vak’a... günlerce, aylarca, hattâ bazen senelerce sonra uykuda ruhun zatülhareke muhayyilesi ile rüya romanlarına inkilâb eder. Yogilerin ve diğer medyomların psişik verimelrinden mühim bir kısmı buna müşabih şekilde normal durumdaki ruhî hamulelerinin tesiri altında doğmuştur. Onların bu kabilden olan verimlerini tiyatroda bir piyes seyreden ve sonra başkasına anlatan bir kimsenin müşahedesine, sözüne benzetebiliriz. O piyes sahneleri sahih zannedilmiş ise sahih olarak anlatılmıştır... Hepsi bu kadar mı?. Hayır. Burada psişik müdekkiki mühim bir sorgu karşısında: Mânevî hamulelerin medyomulk işlerine tesir ettiğini tecrübeler göstermiş de ruhun manevî hamuleler ile bir takım simboller tertip ederek uyanık şuura bazı mânalar sunduğunu göstermemiş midir?... Bunu da göstermiştir: Tamamen hayalî, uydurma veya ilâveli, pek mübalâğalı da olsa her romanın, piyesin metinde sarahaten zikredilmiyen, okuyucunun veya seyircinin karihasına göre zımnen anlıyacağı bir mânası vardır. Keza bir muharriri vardır. Bu muharrir psişik roman ve piyeslerde medyomun ruhu olabileceği gibi başka ruhlar da olabilir^. Eşhasın, mevzuun, mevzua ait sözlerin, dekorların, medyomun mükteseb malûmat hâzinesinden, itikadından, dinî - felsefî fikirlerinden, görüp geçirdiklerinden... kısa deyim ile mânevî muhitinden almması fazla ehemmiyeti haiz değildir. İş tertibde, tertip ile kadtedilen mâna ve maksattadır. Medyomun ruhu veya ruhlar o romanlar, sahneler ile medyoma bir şey anlatır. Bunun ne olduğunu anlıyabilmek için medyomun psişik müşahedelerini rüya tahlil ve tabir eder gibi tahlil ve tabir etmek lâzımdır. Bu noktai nazar ile hareket ederek brehmenlerin, budistlerin, spiritlerin reincarnation’unu «tabir» edersek ortada mizandan, İlâhî adaletten başka bir şey kalmadığını görür ve medyomlardan duydukları reincarnation maceralarını hakikat sananların psişik verimlerin rüya mahiyetinde olduklarmı, aynen çıktıkları sabit olmuyorsa tefsir değil, tahlil ve tabir edilmeleri lâzım geldiğini bilmeyenler olduğunu anlarız. Buda ve diğer büyük Yogiler reincarnation hâtıralarının aynı ile gerçek olmaktan uzak rüyaî karakterini açıklamışlar, reincarnation’u ve diğer brehmen, budist doktrinlerini harfi harfine almamak, simbollere değil, simboller ile ifade edilmek istenen mânaya bakmak icap ettiğini söylemişlerdir. Bütün psişik verimler hakkında bazı İslâm mutasavvufları, bu. arada Şeyh Bedreddini Simavî, ayni tezi ileri sürmüştür.Yogilerin bazıları muhtelif usulleri mezcetmişlerdir. Bunlar sükûneti mutlaka ile boşluğun idrakini müteakip her fikirden tecerrüd etmiş vaziyette olan ruhu birdenbire muayyen bir mevzua sevkederler. Böylece dinlenmiş olan ruh tam dikkat ve kuvvet ile o mevzuu kavrar. Bu kısım Yogiler metodlarını şöyle hulâsa ederler: Ruh sükûneti idrak edilince ruh kuvveti bir nokta üzerine tavcih ve o noktaya tesir ettirilir. Ruhu tahkika talib olanın önünde küçük bir parlak kürre veya çubuk bulunması faydalıdır. Hakikati öğrenmek isteyen bu takdirde o kürreye veya çubuğa bakar ve düşüncesini o kürre veya çubuk üzerinde temerküz ettirir. Göz vasıtadan ayrılmamalı, zihin başka tarafa kaçmamalı, fakat dikkat mevzuu ile ayni şey olmak haleti ruhiyesine de düşülmemelidir. Düşülürse cezbe fazla ve tabiî hayata avdet zor olur... Dikkat mevzuu parlak kürre veya çubuk yerine bazan Yoginin mânevi üstadı kim ise odur: Bu üstad Hint yogilerinde Krişna, diğer yogilerde (Buda) dır. Ruhunu üstadı üzerinde toplıyacak ise parlak kürre veya çubuk yerine Yogi (Krişna) nın veya (Buda) nın küçük bir boy heykelini önüne koyar. Yahut doğrudan doğruya Krişna’yı, Budayı insan heyetinde zihninde canlandırır. Yahut da onların bir sözünü düşünür. Bu düşünce de tahlil ve tefsirin asla yeri yoktur ve söz bir tek kelimeden ibarettir. Bundan ötürü Yogi hududu aşmamak üzere zihnen parmak tırnağı büyüklüğünde bir daire tasavvur ve sözü kıl gibi ince bir yazı ile o daire içinde mevcut farzeder. Artık ondan sonra hep o yazıya bakar. Ruh başka cihete sapar, ayni muhayyel yazı üzerinde mütemerkiz bir halde tutulamaz ise Yogi gözlerini yere dikerek ruhunu teskine çalışır. Bir müddet her türlü cehdi, hareketi bırakır. Hiç bir şey düşünmez ve hiç bir şeye dikkat etmez. Sonra tekrar ayni işe başlar. Bazan mânevi üstadın sözü yerine doğrudan doğruya mânevi üstadın ruhu dikkat mevzuu intihap edilir. Bu takdirde mânevi üstadın ruhu zihinde bezelye büyüklüğünde parlak bir nokta halinde tasavvur edilerek temerküz hedefi yapılır. Yoga usullerinin hepsine şamil olmak üzere şu cihetler kayda şayandır: Ruhu kendi varlığı ile başbaşa bırakmak için akla tevarüd eden fikirlere yer vermemek, onları kovmak, daha intaş halinde iken boğmak lâzımdır. Aksi takdirde fikirler pek çabuk büyür. Zincirlemesine birbirini doğurur. Asıl ruhu görmeğe mâni olur. Yoga üstadları talebeye ilk derslerde bunu öğretirler. İradî düşüncesizlik zamanı yavaş yavaş uzadıkça nihayet öyle bir devre varılır ki o devirde irade dışında zihne bir takım fikirler gelmeğe başlar ve bunlar zincirleme olarak birbirini kovalar. Bu duruma erişen kimse bir ırmak kenarında suyun akmasını seyreden kimse gibidir. Kendi cehdi olmadan teşekkül eden fikirleri seyreder. Bu fikirler düşman akıncılarına benzerler. Aldatıcıdırlar, hakikati gizlerler. Hakikat kendiliğinden teşekkül eden fikirler devresini takip eden fikirsizlikte, ruhî boşluktadır. Ruhu anlamağa çalışma sırasında kendiliğinden doğan fikirlerin tesiri altında kalmamak, onlar üzerinde düşünmemek, onlara karşı aynen koyunlarınm harekâtına lâkaydane bakan çoban vaziyetinde olmak, aldıkları şekillere ve gittikleri istikametlere mâni olmamak lâzımdır. Lâkayt çoban vaziyetinde sebat edilirse bir gün o fikrler tükenerek ruhu kendi haline bırakacaklardır. Ruh bu safhada sükûna kavuşacak, taciz edilmeden hedefinde temerküz edebilecektir. — «Ruh su gibidir, çalkalanmaz ise durulur. Muayyen bir kalıba intibak etmeğe zorlamaz, kendi tabiî durumuna bırakılırsa derinliklerinde marifetin doğduğuna şahit olunur. Yükten kurtarılır, yorgunluğa düşürülmez, sakin bir ırmak suyu gibi kendi halinde ağır ağır akmağa terkedilirse hakikat onun içine çabuk akseder» — (Yoga üstadlarından Milarespa)... «Anladım ki ruhhuylu bir hayvandır. Bağlı tutulursa on cihete uzanmağa kalkar. Başı boş salıverilirse yerinden kımıldanmaz» — Nadanta Yogilerinin büyük üstadı Saraha). Büyük Yogiler ruh sahasında çok ince tetkiklere girişmişlerdir. Bunlar sorarlar ve araştırırlar; Ruhda hareket eden, faaliyeti ruhiyeyi doğuran ve hareket etmiyen, faaliyeti ruhiyeyi seyreden kimdir, nedir?... Ruh nasıl hareketten sükûnete ve sükûnetten harekete geçer?... Ruh nasıl hareketten sükûnete ve sükûnetten hasa ruh bir yandan sakin dururken bir yandan hareket mi eder?... Onun hareketi sükûnet halindeki hareketsizliğinden başka mahiyette midir?... Faaliyeti ruhiyenin asası nedir ve ne gibi haller o faaliyeti durdurmaktadır?... Böylece sorulan ve araştırılan şeylere Hindistanda ve Tibette derunî temaşa, yani içe müteveccih seyir yolu ile şu cevap verilegelmiştir: Ruhda hareket eden kısım, hareket etmiyen kısımdan ayrı değildir... Yoga üstadları tekrar sorarlar; Kendinde hareket eden ile etmiyeni tetkik eden ruh tetkik ettiklerinden müstakil midir, yoksa hareket eden ile etmiyenin cevheri, özü, yahut şahsiyeti, benliği midir?... Bu sualin cevabı şu merkezdedir: Tetkik eden ile tetkik edilen birbirinden ayrı iki müstakil varlık değidir. O halde ayni şeydir?... Hayır... Böyle de değil. Tetkik eden ile tetkik edilene ikilik denemediği gibi birlik de denemez. Bu sebepten o iki tezahürün mahiyetine «her türlü nazariyatm, tahayyülât ve tasavvuratm — aklın, mühayyilenin dışmda, ruhun öbür yakasmda kalan hedef» tabir edilmiştir. O mahiyetin beri yakasmda, akil, m uhayyile sahasında ruh tarafından vücude getirilen eserler, gözönünde tutulan gayeler ne kadar asil ve yüksek olurlarsa olsunlar gelip geçicidirler... Ruhun öbür yakasmda, kavrayışımızın dışmda bulunan şeye mahiyet, hedef demek pek yakışık almıyor. Onu adlandırmak zordur. Hele tâyin etmek, hudut içine sığdırmak kabil değildir. Çünkü o mutlaktır, tâyin ve tahdide sığmaz... İki odun parçası birbirine sürtülürse ateş alır, yanar. Hangi parça hangi parçayı yakmıştır? Ateş yalnız birinde mi gizli idi? Tetkik eden ile tetkik edilenin birbirine sürtülmesinden, yahut çarpışmasmdan doğan zekâ, anlayış, kavrayış. buluş, uyduruş da böyledir. Hem tetkik edende ,yahut kımıldayanda, hem tetkik edilende yahut kımıldamıyanda, hem de bu iki tezahürü «ayrı varlıklarmış, yahut değilmiş, mahiyetçe bilinirmiş, yahut bilinmezmiş» diye ayrıca tetkik mevzuu yapandadır. Yukarıdaki tarzda yapılan ruhî tetkikata «dünyaya sırtını dönenin ruhunu yoklaması, ruhunun hakikatini araması» denir. Yoga üstadları hakikat arayıcısına ruh tahlilinde mühim olan cihetleri göstermeğe devam ederler: Ruh maddî bir varlık mıdır?... Maddîİse hangi maddeden yapılmıştır?... Şekil, renk bakımından nasıldır?... Şayet yalnız «marifet» ile, yani yakin duygudan ibaret bilgi ile kavranan şuurlu kuvvet, yahut şuur kuvveti ise vakit vakit meydana çıkan fikirlerden mi ibarettir?... Eğer ruh madde ise o fikirleri de bir nevi madde saymak mümkün müdür, değil midir?... Madde değilse, muhtelif yollardan varlığını bildiren o gayri maddî varlık nedir?... Onu ne, yahut kim vücude getirmiştir?... Maddî olsun, olmasın, var olan ruh mürekkep midir, basit midir?... Basit ise nasıl oluyor da muhtelif terkipler halinde veya muhtelif tarz ve şekillerde gözükebiliyor?... Mürekkep ise, nasıl oluyor da yalnız teklikten ibaret «boşluk» durumuna getirilebiliyor?... Yoga talibi kendisine gösterilen tahlil ve tefrik, terkip ve meze basamaklarına basarak tetkikatında yükseldikçe anladığına hükmeder ki: Ruh ne maddîdir, ne gayri maddidir. O, mahiyeti itibariyle, hakkında o dur, yahut o değildir, gibi müsbet - menfi bir hüküm verilmesi kabil olan şeyler arasına sokulamaz. Ruh mahiyeten ne kesrettir, ne teklikdir. Yahut da ne boşluktur, ne hiçliktir^ Bunlar onun beri yakası insandan tarafa olan yüzüdür. Bunlar serabdırlar, aldatırlar. Aldatmıyan insanın öbür yakasında, ruhî sükûnetin, boşluğun, hiçliğin arkasındadır. Onun tarifi, tavsifi yoktur... Talib bu kanaati ile Yoğiliğe pek yaklaşmış, ruhun iki veçhesini, tarif ve tavsife sığan ile sığmıyanı kavramıştır. Kavrayışı felsefî olmaktan ziyade hissidir Talibin işi henüz bitmemiştir. O tahlil yapmıştı. Şimdi terkip yapacaktır. Bu sebepten tarif ve tavsifi kabil olmıyan, mahiyeten mutlak olan ruhun tezahüratından ibaret olduğuna bakarak ayırdıklarını teklik halinde birleştirir ve vecd içinde şöyle söyler: «Önümde, arkamda, altımda, üstümde, baktığım on rüzgâr istikametinde, içimde, dışımda, dışımın arkasında, her yerde gördüğüm, sezdiğim hep (O), hep (O) dur. Artık gizli âşikâr oldu. Ben de (O) yum...» Talib artık Yogi olmuştur. Marifeti onu üstadlar katına götürür. Bundan böyle o kimseye bir şey danışmaz. Ona danışanlar bulunur. Görülüyor ki Yogizm tam mânasiyle tasavvuftur. Diğer tasavvuf sistemlerinden farkı kudsiyet tanımamasından, vardığı (O) ya karşı hürmet, muhabbet, aşk duymamasından ibarettir. Yani Y’’ogi objektifte «Ruhu Küllî» yi ve sübjektifte nefsini saymaz ve sevmez. Diğer mütasavvuflar ise «ruhu küllî» aşkı ile nefislerini saymamışlar ve sevmemişlerdir.(Yoga) nın esasları Yogilerce mukaddes olmamakla beraber Hinduların mukaddes kitapları olan (Veda) lardan, daha doğrusu onların Vedanta — Vedalarm gayesi adlı tefsirlerinden çıkarılmıştır. Çıkaran bir kişi değil, brehmen — budist yüzlerce, binlerce kimsedir. Maamafih praksi bakımından zamanımız (Yoga) sim (Şankara) namında bir zatın kaidelere bağladığını ileri sürenler vardır. Rivayete nazaran (Şankara), (Malabar) lı bir brehmendir. Milâdî dokuzuncu asrın nihayetlerinde doğmuştur. İki yaşında okuma - yazma öğrenmiş, üç yaşında iken (Purana) adı verilen ve akaidi, feraizi halka hikâye, menkıbe şeklinde anlatan din kitaplarının bir çok yerlerini kimseden öğrenmediği halde ilham ile anlatmağa başlamış, bülûğ çağma varmadan Hindistanın en âlim brehmenleri arasına katılmıştır. Sonra fıtrî istidadını (Yoga) ile inkişaf ettirerek Yogilikde herkesi geçmiştir. Maişetini dilencilik ile temin eder idi. Dilencilik Hindistanda brehmen kastının imtiyazlarındandır. Hiç ayıp sayılmaz, Brehmenlere isyan eden (Buda) bile tesis ettiği tarikatte dilenciliği ibka etmiş, kibir ve gururunu öldürmek için Racalık tahtından vazgeçerek bizzat dilenci olmuştur. Yine (Vedanta) lardan çıkarılan (Manu) kanunlarında — ki kısmen Hindu kastlarını, muaşeret adabını tâyin ve tanzim eder— dilenciliğin usul ve erkânına dair bir çok hükümler vardır. Dilenciyi boş döndürmek ve hakir görmek büyük günahlardan sayılır. İslâm ruhuna aykırı olmakla beraber bizde de bazı tasavvuf tarikatleri dilenciliğe yer vermişlerdir. Vaktiyle Muharrem aylarında avazelerP ile İstanbul sokaklarını dolduran ve tekkelerinde pişirecekleri aşure için evlerden şeker, kuru üzüm, buğday, .ilh. toplıyan (goygoycu) 1ar ile elde teber köy - kasaba dolaşarak sadaka ile geçinen «seyyah derviş» 1er «Manu dilenciliği» nin memleketimizdeki mümessilleri idi. Şankaranın (Yogin) olması, bu suretle elini - eteğini dünyadan çekmesi bir kehanetin tesirine atfolunur. Kâhinin biri ona otuz iki yaşında öleceğim söylemiş, Şankara ömrünün kısalığına müteessir olmuş, (Yoga) ile hayatını uzatmak istemiştir. Fakat Yoga sayesinde hayatın mahiyetini anlayınca ölümden korkmağa bir sebep olmadığına hükmetmiş, otuz iki yaşma basınca dünyada fazla kalmak istemiyerek ölmüştür. Tilmizlerinin kanaatine göre istese imiş, diğer büyük (Yovin) lerden bazıları gibi ilânihaye yaşayabilecekmiş.(Yoga) yı Şankara^ tatbikat bakımından üç büyük kısma ayırmıştır: Raca Yoga, Mantra Yoga, Hatha Yoga. Raca yoga, Yogalarm racası, şahıdır. Onunla hem ruha, hem vücude tasarruf olunur. İnsan iradesine bir traftan akıl ve duygu melekesi, bir taraftan vücudun her parçası — kalb, ciğer, böbrek, dalak., ilh. gibi iç uzuvlar dahil — ramolur. «Efendisinin her sözünü tutan sadık bir köpek gibi» o iradeye boyun eğer. (Raca Yoga) esrarına âgâh olan bir kimse isterse nefes almadan yaşar, kalbini durdurduğu halde ölmez. Kulağı ile veya erkeklik uzvu ile süt, şerbet, su içer. Vücudundan çıkan bevil, meni gibi mayileri ayni yoldan tekrar vücuduna çeker. Boynunu uzatarak beline dolar. Kemiklerini küçültür, mafsallarından ayırır, kırar, parçalarını el dokundurmadan gövdesinin herhangi bir tarafın sevkeder. Sonra her şeyi bir anda tabiî haline getirir. Onun için kendi vücudunda ve hariçte yapılamıyacak hiç bir şey yoktur. Yogi zaman bağmı koparmıştır. Bir anda muhtelif mekânlarda bulunabilir. Suda yürür. Ateşte yanmaz. Bir yeri koparılsa acı duymaz. Kuşlar gibi, fakat kanadsız, göklerde dolaşır. Bir ölünün cesedine girerek onu diriltir. Uzaktan görür, işitir. Geleceği bilir. Geçmişi tekrar yaşar. Beli bükük ihtiyar iken gençleşir. Hastalıkları yener. Ömrünü istediği kadar arttırır... Üstelik ahirete gider, gelir. Tam hakikati idrak eder... Bu iddiaların bazıları şüphesiz doğrudur. Çünkü zamanımızda doğrulukları tesbit edilmiştir. Bazıları ise zatî müşahedelerden ibaret olduğundan doğrulukİ2irı veya yanlışlıkları hakkında ayni usuller ile kendilerini hazırlamıyanlarm kat’î bir fikirleri olmıyabilir. Ahrete gitmek, sonra oradan dönmek, t£im hakikatin idraki böyledir. (Şankara) dan takriben (1400) sene önce yaşamış bulunan ve geçen sahifelerde görüldüğü gibi zamanının en büyük hakîm Yogisi olan (Buda) yoga ile elde edilen fevkalâdeliklerin aslında fevkalâdelik veya mucize olmayıp tabiat kanunları dahilinde cereyan ettiğini, ancak bu kanunlara yalnız âriflerin vâkıf olduğunu söyler.' Şankara hakkında şöyle bir hikâye anlatılır: Kadının biri pek yakışıklı bir delikanlı olan (Şankara) ya âşık olur. Onunla evlenmek ister. Şankara dünyaya sırtını dönmüş bir (Yogi) sıfatı ile evlenmemeğe yemin etmiş olduğundan teklifi kabul etmez. Kadın münakaşaya girişmek istiyerek iki nefse birden zulmettiğini söyler.(Şankara) cevap vermeden kaçar. Talebeleri ile bir gün mabede yakın bir su başında otururken kadm onun karşısma dikilir ve talebeleri önünde onu münazaraya davet eder. (Şankara) bu sefer kaçamaz. Münazara başlar: Kadın: — İktidarını bana göster! Şankara: — Bir sözüm ile şu su akmaz veya ağaçları kökünden söküp götürecek kadar süratli ve bol akar. Kadın: — Daha başka? Şankara: — Elimle havadan şimşekler toplar, şu dağı bir anda yokedebilirim. K — Daha başka? Ş — Denizleri taşırır, karalara hücum ettiririm. K — Daha başka? Ş — Rüzgârlara hükmederim. K — Bunları Tanrılar yapar. Sen ne yapabilirsin. Onu bana söyle! Ş — Ben de Tanrıyım. Taşıdığım ruh o dur. K — Fakat herhalde pek toy, bilgisiz, tecrübesiz bir Tanrı olmalısm. Ş — Ne demek? K — Hiç evlendin mi? Ş — Hayır. K — O halde hayatın yarısından fazlasını anlamamışsın. Evlilik sahasmda bomboşsun. Sen Tanrı değil, henüz erkek bile sayılamazsm. ş - ......... (Şankara) verecek cevap bulamamıştı. Noksanmı telâfi cihetine gitmeğe karar verdi. Fakat canı teninde iken kadına el sürmemeğe ahdetmiş olduğundan kendini ilzam eden kadın ile veya başkası ile doğrudan doğruya evlenemez idi. Bunun için başka bir çare aradı ve buldu: Racanın biri ölmüştü. Saray halkı, kadınları, ağlaşıyordu. Kadınlar ertesi günü cesed ile birlikte yakılacak idi. (Şankara) talebelerini çağırdı. Onlara kendisinin derin bir uykuya dalacağını, bir seneden evvel uyanmıyacağmı söyliyerek bu müddet zarfında vücudunu iyi muhafaza etmelerini tenbih etti. Sonra uyudu. Ruhunu Racanın cesedine gönderdi. Raca dirildi. Matem içinde inleyen saray sevince gark oldu. Racanın karıları (Şankara) nın boynuna sarıldılar. Racanın cesedindeki artık odur. (Şankara) böylece onlar ile kendi vücudunu kullanmadan bir sene evlilik hayatı sürdü. Kâh memnun oldu, kâh sıkıntısmdan başmı alıp dağlara kaçacak raddeye geldi. Kadmlarm tebessümleri kadar vırıltıları da boldu. Bir sene dolmuştu. Şankara tekrar kendi vücuduna döndü.Uyandı, noktasını tamamlamıştı. Cansız racayı ve canlı karılarını mukaddes ateşte yaktılr. Bu hikâyede dikkatimizi çekmesi lâzım gelen cihet ikidir: 1 — Ruhun tekâmülü için evlilik hayatının tadılması lüzumu, binaenaleyh dünya evine girmemek mânasındaki târiki dünyalığın nefsülemirde merdudiyeti. 2 — Bir insan ruhunun başka bir insan cesedine girerek onu diriltmesi. Yogiler ve diğer bir kısım spiritualistler bunun mümkün olduğunu söylerler. (Hazreti îsa) nm ölüleri diriltmesi hıristiyan ve müslümanlarca inanılması lâzım bir menkıbedir. Ancak, mumaileyhin bu işi (Şankara) gibi kendi ruhunu cesede hulûl ettirerek yaptığı iddia edilemez. Çünkü Lasarus dirildiği zaman Hazreti îsa uyumuyordu. Lasarus o hâdiseden sonra İncillere nazaran bir çok sene daha yaşamıştır. Şu halde arada mahiyet farkı vardır. Mantra Yoga ruh kuvveti ile hastaları iyi etmek, majik sözler ile ruhu zıd kuvvetlere galip getirmek bilgisidir. Başlıca vasıtaları telkin, manyetizm ve hipnotizmedir. Sihirin envai ve gözbağcılıklar bu bilgiye dahildir. Çok kere hayırdan ziyade şerre alet olur. Hastalar iyi edilecek yerde sağlam insanlar kötürüm edilir. Yahut mabed hademelerinin hademesi olarak ömrü süresince ruhunu saran büyüden kurtulamaz bir halde esir tutulur. Lâkin tedavide bazan müessir olduğu ve bir çok kimseleri fena itiyadlardan vaz geçirdiği de görülür. Şu halde iyi veya fena olan aslında (Mantra Yoga) değil, ona verilen istikamettir. Bununla Hatha Yoga arasında yakınlık vardır. Hatha Yogada esas itibariyle tedavi vasıtasıdır. Fakat majik sözlerden ziyade majik maddelere, tılsımlara ehemmiyet verir.. Manyetizme burada yine rol oynar. Yogiler insanlar ve hayvanlardan başka camid cisimleri manyetizme etmeyi, yani mıknatıslamayı da bilirler. Böylece kendileri yerlerinden kımıldanmadıkları halde mıknatıslanan şeylerle hastalara tesire çalışırlar. Burada mıknatıslamak tabirinden herhangi bir maddeye demiri çekecek kuvvet vermek anlaşılmamalıdır. Maddeye Yoginin seyyalei hayatiye veya asabiyesinin teksifi mevzu bahistir. Mıknatıslanacak maddeye Yogi gözlerini diker ve ellerini uzatır. Gözlerinden ve parmak uçlarından çıkan sejryaleler o maddede tekâsüf eder. Artık bu madde bir nevi akümülâtör hükmündedir. Başka yere götürülürse Yogi orada yok iken ihtiva ettiği seyyareleri hastaya geçirebilir. Akümülâtör - miksefe olarak ekseriya âdi su intihap olunur. Hasta suyu içer. İddiaya bakılırsa Yoginin üzerine nazar ettiği ve el tuttuğu su çok derde devadır. Bilhassa asah: hallerde tesiri büyük olur. Hasta uyuyamıyorsa suyu içince derin bir uykuya dalar ve rahatlaşmış bir haldekalkar. Hastaya iyi gelen şeyin ne olduğu katiyetle kestirilemiyor. İhtimal mıknatısî veya asabi, hayatî seyyale, ihtimal sadece telkindir. Yahut her ikisidir. Mıknatısı veya asabi, yahut hayatî seyyale adı verilen madde her insanda vardır, herkesten çıkar. Yalnız çıkma nisbeti muhtelif, medyomlarda çok, medyom olmıyanlarda azdır. Bu madde çok hafif olmakla beraber havadan ağırdır. Kolaylıkla tartılabilir. Büyükçe bir bardak alınır, hassas bir terazide veznedilir, sonra el parmakları bir araya getirilerek bir müddet bardak içine tutulur ve bardak tekrar veznediliırse bazan bir gram kadar ağırlaşmış bulunur. Demek ki insandan bardağa bir şey akmıştır^ Bu akan şeye hayatî, mıknatısî seyyale demek, yahut başka bir isim vermek ehemmiyeti haiz değildir. Ehemmiyetli olan vakıanın kendisidir. İnsandan bardağa akan ve bardak başaşağı çevrilince aynen su gibi bardakta kalmıyan bu şey ile diğer bahislerimizde zikri geçen Ektoplazma arasmdaki fark, fikrimizce, isimden ibarettir. Yani bu iki madde ayni şeydir. Yogiler harikulâde işlerini mıknatısî, hayatî, asabî seyyaleleri ile yahut diğer adı ile Ektoplazmaları ile başarıyorlar. Nasıl?.. Ektoplazmalarını iradelerine tâbi kılmanın yollarını keşfetmişler... Onlarm yaptıklarının kısmen izahı budur. Kısmen diyoruz. Çünkü öyle işleri de varki ektoplazma ile izah edilemiyor. Yogilere nazaran camid cisimlere hassa veren yalnız İnsanî Yoga kuvveti değildir. Kozmik kuvvetler, yıldızlar dünya kurulduğundanberi dünya maddelerine birçok hassalar yağdırırlar. İlâçların hastalara iyi gelmesinin sebebi onları terkip eden maddelere kozmik kuvvetlerin verdiği hassalar dır. Hattâ Yoga, maddeleri manyetizme etmek kadar maddelerin havâsmı bilmek, hangi maddelerin hangi hastalıkları önliyeceğini ve iyi edeceğini tâyin etmektir. Şu halde Hatha Yoga, Yogi tarzında tedavi fenni ve eczacılık demektir. L. A. Beck «Şark felsefesinin hikâyesi» nde Hindistanda Rasayana adındaki Yoga tarikatinin yerli hekim ve eczacılar loncası hükmünde olduğunu, bu tarikat mensuplarının tabiat maddelerinin birinde hayat kuvvetini artıracak, her alınışta uzviyeti yeniliyecek, böylece nihayetsiz bir müddet için insanı hayatta tutacak fevkalâde bir hassa bulunduğuna inandıklarını söyler. Bunlar o maddeyi aramakta ve bulanların filen hayatlarını uzatarak asırlardanberi yasamakta olduklarını o kimseler ile konuşan şahitler göstermek suretiyle iddia etmekte imişler. L. A. Beck, iddianın hüccetleri zayıf olsa bile^arp ruhiyat ilmi gibi garp tıbbmm da şarktan öğreneceği bazı şey-* 1er olabileceği fikrmdedır. Nitekim, zikredeceğimiz veçhile, Honig adında Viyanalı bir doktor on dokuzuncu asırda şarktan, bugünkü tıbba yeni bir istikamet veren eski, fakat değerli malûmat ile memleketine dönmüştür. Yogilerin bahsettiği hayat maddesi veya hayat suyu, oAb-ı hayat» belki efsanedir. Fakat insanları bir gayeye tevcih eden, onları o gaye istikametinde kamçılıyarak koşturan bir efsanedir. Bir vakit simyakerlerin sun’î altunu da efsane idi. Ortaçağda, ondan evvel, altun yapılmamıştı. Fakat altun sarhoşluğuna tutulanlara o efsane altun aratırken kimyayı buldurdu ve bilâhare atom kimyası ve atom fiziği eli ile onları filen altun imaline götürdü. Şimdi sun’î altun çok pahalıya mal oluyor. İlerde olmıyacaktır. Bunun gibi, «Ab-ı hayat» ihtimal tamamiyle yalan, ancak... altun hırsmdan çok fazla hayat hırsına müptelâ olan bazı insanları ebedî denecek kadar uzun bir hayat hedefine doğru var kuvvetleriyle koşturacak bir yalandır. İnsanlar bugün değilse yarın hayatı uzatma çarelerini de bulacaklardır. Okuyucularımıza pek eski devirlerden kalma «Ab-ı hayat» ve «sun’î altun» efsaneleri ile yüksek majinin birer örneğini de gösteriyoruz. Bu iki efsane tasavvuf menşelidir: Maddeye hâkim olan, uzviyeti hâsıl eden ruhdur. O halde ruh ile, mâneviyat ile maddeyi maddeye kalbetmek, hayatı temadi ettirmek mümkündür. Hiç bir şey yapılamazsa tertip edilen hikâyeler ve ileri sürülen iddialarla insanların dikkatleri maddenin ve hayatın sırlarını çözmek noktalarında temerküz ettirilir. Dikkat istek ve istek kuvvettir. Ruh er-geç hedefine ulaşır. good kaynak:İshak L.Kuday - Spiritualizm |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Polifenol nedir? Mideye faydası nedir? | Lady | Alternatif Tıp ve Bitkiler | 0 | 03.03.22 18:01 |
Avam nedir? Havas nedir? Bişey bilmeyen ben gibiler nedir? | Kgumus | Sorularınız | 30 | 04.07.21 18:41 |
Bilinçaltı nedir, üst bilinç nedir? | LindaLi | Tekamül & Kozmik EnerJi | 0 | 26.04.21 07:33 |
Varlık Nedir? Ruh Ölümlü müdür? Metafizik Nedir ?? | Och | Metafizik | 8 | 17.12.20 09:53 |
Karabasan nedir? Uyku Felci tıbbi ve bilimsel olarak nedir? | SiLence | Gizemli Olaylar ve Mekanlar | 4 | 25.09.19 17:00 |