#1
|
|||
|
|||
Rüya nedir ???
Uykuda görülen, duyulan ve hissedilen hâdiselere rüya denir.
Uyku dışında rüya görülür mü, görülmez mi? Bu da bir mesele... Yalnız şu muhakkak ki ayıkken görülmez. Fakat insanın bir an, bir lâhza da olsa dalgın bulunduğu zaman olabilir. Bazı hallerde de bu zaman esnasında rüya görülse bile, bu gibi istisnaî halleri bir tarafa bırakaca kolursak rüya uykuda görülen bir hâdisedir denilebilir. Şu halde rüyaya girmedn evvel uykuyu anlatmak münasip olacak. Uykunun bütün hayvanlar, hattâ canlılar için bir zaruret olduğunu söylerler. Beden yapısı günlük faaliyetlerle yıpranır, yorulur. Bu yıpranma ve yorgunluğun vücutta bazı zehirli maddeler husule getirdiği tesbit edilmişti. Hattâ böyle yorulmuş, koşturulmuş hayvanların kanmı, sâkin hayvanlara zerkederek onlarda da uyku veya yorgunluk halinin tevlid edildiği söylenmişti. Bir adale (kas, et) aşırı derecede iş yaparsa normal halinden beş defa daha fazla kan alıyor. Yani çalışan bir organın damarları genişliyor, bir saniyede bu damarlardan geçen kan miktarı çoğalıyor. Böylece adale veya organda bulunan ihtiyat kalori (Glikojen) sarfediliyor. Bunların süratle yanması o kısımda hararetin artmasını da neticelendiriyor. Eğer bu çalışma bu şekilde devam ederse adale de (asidlaktik) denilen bir madde toplanmaya başlıyor. Sonunda bu cisim adaleyi kaskatı bir hale getirip hareketsiz bir hale (kramp) sokuyor. İleri derecede yorulmalarda bu hâdiseler sık görülür. Halbuki yavaş yavaş yorulanlarda bir taraftan bu maddeler kan yoliyle böbreklerden dışarı atılabiliyor .Maamafih bu da bir dereceye kadar olabiliyor. Sonra bütün vücut ve bilhassa beyin bu maddelerin tesiriyle uyuşmuş bir hale geliyor ve uyku ihtiyacı beliriyor. Normal ve fizyolojik olarak bu şekilde tecelli eden uyku hali bazan pek karışık ve izah edilemez formlarda gösterebiliyor. Nitekim bazı insanların senelerce kafiyen uyku uyumadıkları halde sıhhatlerinden hiç bir şey kaybetmediklerini biliyoruz Bazı hastalıklarda da bu hal kısa müddetlerde devam edebiliyor Keza bazı hayvanların çok uzun fâsılalarla uykuya ihtiyaç hissettikleri malûmdur. Böyle izahı müşkül hallerde hattâ yorgunluktan ileli gelen zehirli maddelerin hiç bir kıymet ifade etmedikleri bile söylenir. Son zamanlarda bazı tecribî fizyoloji lâboratuvarlarmda gürültü ve diğer yollarla uzunzaman uyku uyutulmamış hayvanların kanı normal hayvanlara zerkedilmiş ve bunlarda daima uykunun husule gelmediği görülmüştür. Şu halde acaba uykusuz kalan vücutta evvelce tasavvur olunan uyutucu maddeler meselesi suya mı düşüyor? Belki evet. Fakat bu maddelerin normal bedenlerde süratle eritildiğini ve imha olunduğunu ileri sürenler de vardır. Her ne ise... Henüz tecrübe mahiyetinde olan bu karışık meseleleri bir tarafa bırakarak biz klâsik yoldan yürüyelim. Hâlen umumiyetle kabul edildiğine göre yorulan vücutta bir takım maddeler teşekkül ediyor veya kan ve beden hücrelerindeki sular bir takım değişmelere uğruyor. Bu değişmeler de uyku ihtiyacmı ve böylece bu maddelerin kolaylıkla yakılmasını, itrah edilmesini sağlıyor. Günlerce, aylarca uykusuz kalabilen insanlarla, böyle muayyen bir uyku saati olmayan, balık, karınca, tavşan, fil v.s. gibi hayvanlarda pek kısa'fâsılalarla dalgınlık halleri tesbit edilmiştir. Bu da gösteriyor ki bu gibi ferdlerde uzun bir uyku pek kısa, meselâ bir iki saniyelik bir çok parçalara bölünmüştür. Dolayısiyle onlarda uyku nimetinden ihahrum olmuyorlar demektir. Şimdi de uyku esnasında beden ve ruh münasebetlerini, şuur ve şuursuzluk hallerini gözden geçirelim: Uyanık insan beyindeki namütenahi vibrasyonları — şuuruna önceden intikal etmiş olan—, dikkat ve iradesinin istikamet ve şiddetine göre zaman zaman ve kısım kısım ıttıla sahasına getirir. Bir projektör nasıl ki boşluğun içinde kısım kısım yerler aydınlatır; dikkat ve irade de şuur sahalarını öylece tarar. Bu projektör gramofon plâğı üzerinde bulunan iğne gibi temas ettiği noktalardaki vibrasyonları ortaya döker ve böylece şuur hali tezahür eder. Uykuda bu organizasyon yoktur. Ruhun beyin merkezleri arasındaki zabturaptı gevşer^ Böylece beyindeki vibrasyonlar ruhun sıkı baskı ve idaresine tâbi olmadan kendi hallerine kalırlar. Her hücredeki vibrasyon kendi kuvvet ve şiddetine göre ihtizazına devam eder. Bütün bu vibrasyonlar ayni zamanda hem dış âmillerin, haricî müessirlerin tesirine serbestçe maruz kalırlar. Hem de bünyenin ve bedenin fiziko şimik hareketlerine uyarlar. Onun içindir ki akşam fazla yemek yiyen, yahut o gün heyecanlı, üzüntülü hâdiselerle karşılaşan insanlar rüyalarında o kötü ve muharriş tesirlerin sembollerini taşırlar. Keza zihnî meşguliyetleri bir noktaya inhisar ettirilmiş kimselerde ekseriya o işle ilgili rüyalar görürler. Dimağ hücrelerinde hâkim vibrasyonların rüyada bu suretle rol oynamaları hâdisesi tamamen fiziko şimik kanunların idaresi altmda cereyan eder. Normal ve herkesin gördüğü rüyalar hakkında sahih olan bu mütalea, bazı hususî vaziyetlerde husule gelenlere şâmil değildir. Bazı eski kitaplarda rüyalarm rahmani, şeytanî veya âdi ve fevkalâde olarak zikredildiği görülür. Pek nadir ahvalde vukua gelen bu ikinci nevi rüyaların mekanizması biraz evvel gördüklerimizden başkadır. Normal rüyalar günlük hayatının bin bir tesirine uyarak, yahut da tamamen başıboş bir vibrasyonlar halitası şeklinde hiç bir müessire bağlanmayan semboller, panoramalar, bazan saçmasapan hayaletler olduğu halde bazı rüyalr bilâkis şuurlu bir mksat ve gayeye uygun şekilde tanzim edilmiş zihnî realitelerdir. Bu iki çeşit rüyayı birbirinden ayırmak için İkincisine bir örnek verelim. Bu, başımdan geçen ve hayatımda benzerini hiç görmediğim bir rüyadır: «Bir gün evimizde pek kıymetli bir şey kaybolmuştu. Birisi akrabam diğer ikisi onun arkadaşı olan üç şahıs o gün tesadüfen bize gelmişlerdi. Bunlardan şüphe etmek, mümkün değildi. Fakat ev baştan aşağı arandı, tarandı, hiç bir şey bulunamadı. .Aradan günler geçmişti. Bu kayıp hepimizi çok üzmüştü. Evdekilerin de içinde en çok üzülen bendim. Çünkü şüpheler akrabamın, belki de masum olan akrabamın üzerinde toplanıyordu. Çünkü son defa kayıp şeyin yanında o görülmüştü. Kendisi sık sık bize geldiği halde kayıptan sonra bir daha görünmedi. Muayyen ve kendisini geçindirebilecek bir geliri olmadığı halde son günlerde lüzumsuz masraflar yaparak herkesin şüphesini ısrarla ve biraz da haklı olarak üzerine çekiyordu. Nihayet bu işe bir son vermeyi şiddetle arzu ettim. Uykuda hâdiseyi bütün teferruatiyle takip edebilmem için kendi kendime derin telkinler yaptım ve uyudum. Geceleyin kaybolan şeyi radyo pikabının sağ aralığında asılı bir halde fakat gayet net ve canlı olarak görüyordum. Sabahleyin uyandığım zaman hâlâ o canlı hayal gözümün önünde imiş gibi duruyordu. Halbuki hemen her gece görmeğe alışık olduğum rüyalar, bende hiç de böyle bir tesir yapmazdı. Ve ekseriya uyandığım zamanlar, onları ya hiç hatırlayamaz, yahut da güçlükle ve muhtasaran hatırlardım. Bu gece gördüğümün tesiri, hâlâ gitmemiş gibi idi. Evdekilere kemali itminanla kayıbı bulduğumu söyledim. Pikabı yere indirdim, ters çevirdim. Hakikaten de kayıp oradaydı. Hem de rüyada gördüğüm gibi... İşin tuhafı ev aranırken pikap bir kaç kere aranmış hattâ altı da yoklanmıştı.» Başımızdan geçen bu hâdiseyi alelâde ve basit bir rüya ile mukayese etmelerini okuyucularıma bırakıyorum. Yine böyle gayet mühim bir rüyayı kıymetli bir dostumdan duydum: «Kardeşim... de vazife görüyordu. Bir yaz günü birlikte... yegittik bir müddet orada kaldık. Kardeşim benim aksime olaark çok şen, şakacı ve güleryüzlü bir genç idi. Fakat bulunduğumuz yerden ayrılacağımız sırada büyük bir iç sıkıntısına kapıldı. O gece rüyasında kendisinin bir tren kazasında öleceğini görmüştü. Kaza neticesinde vücudunun tam ortasından ikiye ayrıldığını görmüştü. Kendisiyle birlikte hiç tanımadığı birisinin de başı ezilmek suretiyle ölecekti. Fakat trende başka hiç kimseye bir şey olmuyordu. Rüya burada bitiyor. Kardeşim sabahleyin heyecanla uyandı. Bana rüyasını anlattı. Hâdiseyi sofrada bulunanlardan birisi şöyle tâbir eyledi: Yakında kendisi evlenecek, bir de çocuğu olacak üçü birlikte mesut bir hayat sürecekler... Fakat kardeşim sebepsiz bir üzüntü ve korku içinde hâlâ o rüyanın tesirinden kurtulamamıştı. O gece verdiğimiz karar mucibince o gün trenle... ye dönecekti. Fakat o, trenle gitmemek için o kadar ısrar etti ki kendisini ikna için yaptığım bütün telkinlere rağmen... teklifi reddetti. Esasen gideceği yer çok uzak olmadığından otomobiller daha ucuz götürüyordu. Taksi ile gitmeğe karar verdi. Ve bir kaç saat sonra da hareket etti. Henüz akşam olmamıştı ki yıldırım telgrafiyle derhal ...... ye davet edildim. Ve müthiş faciayı gözlerimle yerinde gördüm. Kardeşimin bindiği otomobil demiryolu kavuşağında trenin altında kalmış ve kardeşim rüyasında gördüğü gibi tam ortasından ikiye bölünmüştü. Şoför da kafası ezilmek suretiyle vefat etmişti. Tren kazayı müteakip ancak 150 metre ileride durmuş. Taksidekilerden başka kimsenin burnu kanamamıştı.» Böyle rüyalar hemen sayılamıyacak kadar çoktur. Burada, ya geçmiş veya gelecek hâdiselerin ortada hiç bir ipucu yokken yani bunlar şuur sahamıza girmemişken, bize tesir edebilmeleri; üzerinde ısrarla durulmaya değer mahiyettedir. Bazı eski spiritizme kitaplarında bu olayların halli için şöyle bir izah görülüyor: — Ruh, tabiî veya sun’î uyku esnasında, bedenden dışarı çıkıyor. Ve seyyal olan bedeni, yani perisperısilye kâinatın her noktasını dolaşabiliyor. Bu gezinti esnasında gördüğü, yaşadığı hâdiseler dimağ yoliyle bedene aksediyor. Ayni zamanda ruh için zaman ve mekân mevzubahis olamıyacağı için herhangi bir mukadder plânı — şayet icrasında İlâhî kanunlara aykırı bir zaruret yoksa— mazi, hal ve istikbal farkı gözetmeden okuyabiliyor. Bu suretle pek mühim ve tahakkuk zemini bulan rüyalar husule geliyor». Bu izah tarzı uzun zaman spiritler tarafından kabul ve iddia edildi. Fakat biz ayni hâdiseleri daha İlmî ve tecribî vak’alarda daha uygun bir izah tarziyle anlatmaya çalıştık^:— Uyku esnasında dikkat ve iradenin dimağdaki vibrasyonlar üzerinde ayarlayıcı tesiri gevseyor. Bu şekilde serbestçe ve müstakillen ihtizazlarına devam eden beyin hücrelerinde ihtizazlar gerek iç ve gerek dış âmillerin, müessirlerin tesirine kayıtsızca maruz' kalıyorlar. Böylece serbest bir halde dışarıdan gelecek vibrasyonlara — rezonnans yoliyle— cevap verebilecek bir duruma girmiş oluyorlar. Şiddetle fezaya akseden vibrasyonlar şayet kendisiyle sempatize olabilecek böyle bir zemin bulursa onu ihtizaza getirir. İstikbale ait hâdiselerde bu izah içinde cevaplarını bulur. Ancak kâinatta determinizm kanularmm hâkim olduğunu ve Fatalizmanın da geniş ve hudutsuz bir determinizm olduğunu düşündükten sonra.. Şimdi böyle tahakkuk zemini bulan rüyalar hakkında bazı tarihî ve mevsuk hâdiselerden bir kısmını yazalım:* «Aşağıdaki yazılar Derby’nin «Rüyanın sırları» isimli fransızca eserinden tercüme olunmuştur: Eski tarihlerde bir çok rüya hikâyeleri de görülür. Filosof ve müelliflerin bir çoğu bu rüyaların sebeplerini aramaksızın bunların hakikî hâdiseler olduklarını kabul ederlerdi. Bunların içinde o kadar garip ve o kadar fevkalâdeleri vardı ki bugün okuyucuların çoğu onları, eğlence için uydurulmuş nazariyle bakmaktan kendilerini alamazlar. Bununla beraber onlar umum halkı aldatmakta hiç bir istTfadeleri olmıyan ciddî ve akıllı adamlar tarafından zikredilmiştir. Onun için izah edilemiyen tarihî vak’alarm hepsine inanmak veya onları kabul etmemek lâzım gelir. Rüyaları ve kâhinleri alaya alan «Çiçeron» kehanet ismindeki kitabında «Keşf»e müteallik dikkate değer bir kaç rüya yazar. Bunlar arasında Simoîd ve bir Arkadya’lınm rüyaları vardır. A — Simoîd bir yolun kenarında fakir bir adamın cesedine rastgelir. Onu gömer ve böylece vazifesini yapmış olur. Ertesi günü (Delos) e gitmek üzere gemiye binmesi icap ediyordu. Fakat gömdüğü adam rüyasında görünerek o gemiye kafiyen binmemesini çünkü geminin batacağını haber verir. Bu rüya Simoıd’e tesir ederek niyetini değiştirir. Filhakika bir kaç gün sonra geminin yük ve tayfalariyle birlikte battığı haber alınmış... B — Birlikte Megar’a gelen iki Arkadya’lmm biri hana inmek diğeri geceyi dostlarından birisinin evinde geçirmek üzere birbirinden ayrılıyorlar. Dostunun evine giden adam rüyasında arkadaşının, kendisini öldürmek isteyen han sahibine karşı imdadına yetişmesi için onu bağırarak çağırdığını görüyor. Bu rüyadan sıçrayarak uyanır. Yatağından iner, hana doğru koşar. Lâkin sokağın yarısına geÜnce bir rüyaya inanmak ahmaklık olduğu aklına geldiğinden dönüp tekrar yatar. Uykuya dalardalmaz, Arkadaşı hançerle vurulmuş ve kan içinde olarak kendisine görünüyor. Ve müteessifane bir tavırla: «Dostum, madem ki hayatımı kurtaramadın bari katilin cezasız kalmaması için çalış. Gün doğarken şehrin şark cihetindeki kapısında dur. Bir gübre arabası geldiğini göreceksin. Benim vücudumu onun içinde bulacaksın. Katil beni oraya sakladı.» der. Genç arkadya’lı bu rüyadan evvelkinden ziyade müteessir olarak gösterilen kapıya koşar. Oraya yetiştikten biraz sonra bir gübre arabasının geldiğini görür ve bunu tevkif ettirir. Arkadaşının cesedini bunun içinde bulurlar. Katil de tutulup idam edilir... C — Büyük İskenderin annesi (Oiympia) doğurmadan önce baştan ayağa kadar silâhlı bir çocuk doğurduğunu görmüştü. Aşil’den daha cesur olan bu çocuk yavuz bi atı zaptederek itaati altına almış Asya ve Avrupada bir çok yerler fethetmiş, cihangir olmuş ve genç yaşta ölmüştü. Rüya burada bitiyor. İskender’in hayatı bu rüyanm tamamen ayni olarak geçmiştir. Tarih kitaplarının şehadeti bunu ispat eder. D — Siragosa şehrini muhasara eden Anibâl rüyada bu şehirdeki sarayların birisinde akşam yemeğini yediğini görmüş, ertesi gün o şehri hücumla zaptetmişti. E — «İkinci Hanri» ye bir cirid oyununda helâk olduğu günün sabahı karısı Catherin onu rüyasında benzi soluk ve kan içinde gördüğü cihetle mübareze alanına çıkmaması için rica etmişti. F — Marie Di Medici gözleri yaşla dolu olduğu halde bağırarak uyandığından IV. üncü Hanri neden dolayı korktuğunu sorar. Marie «ben rüyada biri seni öldürüyor gördüm.» cevabını verir. Hanri, onun korkusunu dindirmek için gülerek «bereket versin ki rüyalar yalandan başka bir şey değildir.» cevabını verir. Bir kaç gün sonra bir müteassıbm hançeri hükümdarların modeli olan müşarünileyhden Fransayı mahrum bırakmıştır. G — Litvanya ahalisinden yirmi beş yaşında asil ve sıraca hastalığına müptelâ bir genç kadın ilk hâmileliğinde bir gece müthiş bir çığlıkla uyandı. Gördüğü rüyayı titreyerek kocasına şöylece anlattı: «Gûya ben bir kiliseye girmişim. Mahzenlerin birine inmişim. Orada açık bir mezar içinde oturmuş bir kadın iki çocuğunu emziriyordu. Bu manzara beni çok korkuttuğundan, bana: «kızım hiç korkma, çünkü ben senin bir suretinim. İki çocuk dünyaya getirdiğin zaman sen benim yerime gelip uyuyacaksın.» dedi... Kocası bu müthiş rüyanın bıraktığı tesiri gidermek için elinden gelen her şeyi yaptı, fakat muvaffak olamadı. Çocukluğundanberi büyücü ve cadı masalları ile zihni dolmuş olan eşi, bilhassa doğum yaklaşınca heyecanlanmaya başladı. Doğum günü, bir çocuk doğduktan sonra ebe, Loğsa’nın annesine rahimde bir çocuğu daha olduğunu haber verdi. Basiretli anne; «aman! kızımın bundan asla haberi olmasın!» dedi. Fakat hâdiseyi kendisinden gizlemek mümkün olamadı. Biçare ‘ kadın ümitsizce inleyerek kocasına: «gördüğüm rüya vukua geliyor!» dedi. Filhakika zavallı kadıncağız bir kaç gün sonra loğusa hummasından vefat etmiştir. H — Aristokrat bir aileye mensup bayan B ...... çok sevdiği oğlunu harpte kaybetmiştir. Kadın rüyasında oğlunun cesedini bir tren molozunun altında gömülü olarak görüyor. Büyadaki rüyet o kadar açıktır ki kadın bu sayede oğlunun cesedini arayıp bulabiliyor. Ve oradan kaldırtıp kasabanın mezarlığma naklettiriyor. Aradan bir kaç ay geçiyor, kadın oğlunu tekrar rüyasında görüyor. Oğlu kendisine şunları söylüyor: «Anne ağlama, ben tekrar geliyorum. Fakat senden değil, kızkardeşimden.» kadın bu sözlerin mânasını anlamıyor. Fakat aynı zamanda kızı da bir rüya görmüş bulunuyor. O da rüyasında müteveffa kardeşinin küçük bir çocuk haline girdiğini ve kendi hususî odasında oynadığını görüyor. İşin ehemmiyetli tarafı ne kadının, ne de kızının reenkarnasyonizmaya dair hiç bir bilgiye malik olmamaları ve böyle şeylere kulak asacak durumda bulunmamalarıdır. O zamana kadar bayan B ...... nin kızının hiç çocuğu olmadığı halde bu hâdiseyi müteakip kız gebe kalıyor. Doğumdan bir gece evvel Bayan B ...... oğlunu tekrar rüyasında görüyor. Oğlu kendisine dünyaya gelmek üzere bulunduğunu tekrarlıyor. Ve kendisine yeni doğmuş bir çocuk gösteriyor. Bu çocuk siyah saçlariyle bir kaç saat sonra kadının kucakladığı nevzada tamamiyle benzemektedir. Fakat bilâhare çocuk ayni zamanda psikolojik bakımdan da müteveffa oğluna o kadar benziyor ki doğuştan katolik olan ve reenkarnasyonizmaya inanmayan kadın nihayet buna inanmk zorunda kalıyor. i — Yüzbaşı Florindo Batista’nin Blanche isminde bir kızı vardı. Bu kıza Marie isminde İsviçreli bir kadın mürebbiye bakmaktadır= Bu kadın İsviçre dağlarında söylenen fransızca bir türküyü Blanche’a öğretmiştir. Günün birinde bu kızcağız ölmüş ve mürebbiyesi de memleketine dönmüştür. Bu hâdiseden üç sene sonra kızın annesi gebe kalıyor. 1905 senesi ağustos ayında henüz üç aylık hâmile bulunan kadın, bir gece yatağına girdiği zaman bir görme tezahürü «Apparition» ile karşılaşıyor. Bu sırada kendisi henüz uyumamıştır. Kadını fevkalâde tehyic eden bu tezahür, üç sene evvel ölen kızına aittir. Bu kızcağız birdenbire annesinin yanında peyda olarak bir çocuk neş’esiyle şunları söylüyor: «Anne, ben tekrar geliyorum.» Kadın henüz kendini toplamadan aparisyon kayboluyor.Hikâyeyi duyan kocası bu hadiseye alelâde bir Hallüsinasyon nazariyle bakara kehemmiyet vermiyor. Zira kocası reenkarnasyon bahsine dair hiç bir bilgiye malik olmadığı gibi böyle şeylerden bahsedenleri de mecnunlukla itham edecek bir durumdadır. O, bir defa ölmüş insanm tekrar dirilmeyeceğine katiyetle kanidir. Bununla beraber zevcesinin, çocuğunu gördüğüne dair olan kanaatini sarsmak istemiyor. Bu sebepten dolayı, eğer doğacak çocuk kız olursa onun da ismini Blanche koymayı karıkoca karar veriyorlar. Altı ay sonra, 1905 şubat ayında kadın her noktasmda eski Blanche benzeyen bir kız çocuğu dünyaya getiriyor. Büyük siyah gözleri, kıvırcık gür saçları ile bu çocuk tamamiyle eski Blanche’a benzemektedir. Fakat bütün bu benzeyişler F. Batista’nm materyalist septisizmasını ortadan kaldıramıyor. Nihayet çocuk altı yaşma giriyor. Bir gün Batista zevcesiyle birlikte çalışma odasında bulunurlarken yatak odasında bir Bersözün söylendiğini hayretle işidiyorlar. O sırada ikinci Blanche uyumakta idi. Ve bu şarkı da dokuz sene evvel İsviçreli kadının eski Blanche’a öğrettiği bir parça idi. Müteveffa çocuğun acı hâtıralarını canlandırmamak için onun vefatından sonra bu şarkı evden kovulmuş ve tamamiyle unutulmuştu. Valide ile peder yavaşça odanın kapısına yaklaşıyor ve içeride kızcağızın yatağına oturmuş olduğu halde tam bir Fransız aksam ile bu şarkıyı söylemekte olduğunu görüyor. Çocuğa bunu kimse öğretmemişti. Annesi heyecanını saklamaya uğraşarak ne yaptığını kızından soruyor. O, şayanı hayret bir hazır cevaplıkla şunları söylüyor: «Fransızca türkü söylüyorum!» halbuki esasen kendisi bir kaç kelime müstesna Fransızca dilini bilmemektedir. Babası: «bu güzel türküyü sana kim öğretti?.» diye soruyor Çocuk: !Hiç kimse, diyor. Onu ben kendi kendime biliyorum.» J — Şimdi vereceğimiz misal bu gruptaki misaller arasında, üzerinde en iyi durulmuş ve fizik olduğu kadar psikolojik bakımdan da kıymetlendirilmiş misallerden biridir. Bundan başka, misalin kıymetini arttıran bir nokta da vak’ayı takdim eden zatın îtalyada ilim hayatında tanınmış bir doktor, bir ilim adamı olmasıdır. Bu zat Dr. Carmelo Samona’dır. Biz vak’ayı aşağı yukarı doktorun anlattığı gibi yazıyoruz: 1910 senesinin 15 martında çok sevgili kızım takriben beş yaşında Alexandrine ağır bir hastalığı (meningitis) müteakip ölmüştü. Deli olacak dereceye gelen zevcemle benim ıztırabımız pek derin olmuştu. Kızcağızın ölümünden üç gün sonra zevcem onu rüyasında gördü, o, tpkı sağlığındaki gibi görünmüştü Rüyasında zevceme: «Anne, ağlama... seni terketmedim. Ben senden ancak uzaklaştım. Bak, tekrar böyle küçük olarak geleceğim.» diyor. Ayni zamanda tam teşekkül etmiş bir küçük ambriyon gösteriyordu. Ve ilâve ediyordu: uDemek sen benim için yeniden ıztırap çekmeğe başlıyacaksın.» Üç gün sonra rüya yine tekrarlandı. Bu rüyadan bilgi edinen zevcenin bir arkadaşı, ya inanarak, ya onu teselli etmek maksadiyl<: bu rüyanın bir beşaret haberi olabileceğini ve küçük kızın tekrar dünyaya geleceğini söylemiş ve bu sözlerini teyid etmek için de (Leon Deniş) nin reenkarnasyonizmaya dair bir kitabını getirerek zevceme göstermişti. Fakat ne rüyalar, ne bu izahlar, ne de L. Denis’nin kitabı onun acılarını yumuşatamadı. Kendisi 21 aralık 909 da bir yalancı gebelik yüzünden ameliyat geçirmişti. O zaman- •danberi olduğu gibi, yeni bir validelik imkânsızlığı üzerindeki inanmazlığında devam etti. Ve o, bir daha gebe kalmıyacağmdan hemen hemen emin bulunuyordu. Kızının ölümünden bir kaç gün sonra bir sabah mutadı veçhile erkenden ağlıyarak kalktı ve yukarıki inanmazlığında devam ederk şunları söyledi: «Küçücük meleğimin ziyama ait yırtıcı realiteden başka bir şey görmüyorum. Bu kayıp, görmüş olduğum basit rüyalara bel bağlayıp ümide düşmekliğime ve bilhassa bugünkü fizik durumdan sonra, küçük mâbudemin hayata — benim vasıtamla dünyada — tekrar başlıyacağma inanmaklığıma mâni olacak kadar kuvvetli ve azlimanedir.» Tam bu sırada, yani zevcem böylece acı acı sızlanıp dururken ve ben de onu elimden geldiği kadar teselli etmeğe çalışırken sanki içeri girmek isteyen birisinin yaptığı gibi odanın kapısına el parmağı mafsaliyle üç kuru ve kuvvetli darbe vuruldu. Bu darbeler ayni .zamanda odada bizimle bulunmakta olan üç küçük oğlumuz tarafından da işitilmişti. Hattâ onlar bunu mutad olarak ayni saatlerde gelen hemşirelerimden birisine atfettiler. Ve «Catherine hala, giriniz!» diye bağırarak kapıyı açtılar. Fakat küçük salona açılan bu kapı önünde kimsenin bulunmadığını ve salonun zulmet ve sessizlik içinde olduğunu görünce hem çocukların, hem de bizim hayretimiz son dereceye varmıştı. Hele bu hâdisenin, zevcemdeki ümitsizlik ve cesaretsizliği son dereceye gelmiş bulunduğu bir anda vukua gelmesi bizi daha çok müteheyyiç etmişti. Acaba bu halle zevcemin meyusiyeti arasında metapsişik bir münasebet var mıydı?.. îşte bu akşamdan itibaren tiptolojik^ spiritizme tecrübelerine başlamağa karar verdik. Ve buna muntazam ve metodik bir surette en aşağı üç ay; zevcem, kayınvaldem, ben ve bazan da üç oğlumuzdan iki büyüğü iştirak ederek devam ettik. İlk celselerden itibaren iki ruh geldi. Bunlardan biri kendisinin kızım olduğunu, diğeri de çok sene evvel 15 yaşında iken ölen ve küçük Alexandrine’nın rehberi olarak kendisini tanıtan kızkardeşim olduğunu söylüyordu. Alexandrine tıpkı hayatta olduğu gibi çocuk dili ile konuşuyordu. Diğeri ise doğru ve yüksek bir dille konuşuyordu. Bu sonuncusu söze, ya küçük ruhun bazan iyice ifade edemediği cümleleri izah etmek veyahut kızcağızın söylediği şeylerin doğruluğuna zevcemi inandırmak için karışıyordu. İlk celsede Alexandrine annesine, rüyasında görünen bizzat kendisi olduğunu ve bundan başka daha müessir bir vasıta ile annesini teselli etmek için kapıya vuranın da kendisi olduğunu söyledi. Ve ilâve etti: «Anneciğim, artık ağlama, çünkü ben senin vasıtanla tekrar doğacağım. Ve noelden evvel sîzlerle beraber olacağım. Sevgili baba, tekrar geleceğim. Büyük anne tekrar geleceğim. Diğer akrabalara ve Catherine halaya söyleyiniz, ben noelden evvel gelmiş bulunacağım.» O, böylece kısa geçen hayatında tanımış olduğu bütün bildiklerine ve akrabalarına haber gönderiyordu. Takriben üç ay zarfında elde etmiş olduğumuz bütün tebligatı yazmak uzun sürer. Çünkü Alexdrine’nin çok sevdiği kimselere söylediği değişik bir kaç tatlı cümleden başka tekrar ettiği şey hep noelden evvel geleceğine dair olan sabit ve birteviye sözlerdir. Noelden evvel geleceğine veyahut daha doğrusu tekrar doğacağına dair tebligatını, kimeseyi unutmaksızın herkese haber vereceğimizi temin ederek bir çok defa bu tekrara mâni olmak istedik. Fakat bu gayretlerimiz fayda vermedi. O, bütün tanıdıklarının isimlerini tüketinceye kadar bu tekrarların devamında ısrar ediyordu. Bu vak'a, oldukça garipti. Denilebilirdi ki, bu hal, küçük ruhun bir nevi «monoideisme» ini teşkil ediyordu. Bütün tebliğler hemen hemen şu sözlerle biterdi: «Ben sizi şimdi bırakıj'orum. Jeanne hala benim uyumamı istiyor.» Ruh, celseleri başladığındanberi bize ancak üç ay kadar tebligat verebileceğini ve ondan sonra gittikçe maddeye bağlanacağından tamamiyle uykuya dalacağını söylüyordu. 10 Nisanda gebe olduğuna dair zevcemde ilk şüpheler belirmeğe başladı. Mayısın dördünde ruhtan bir tebliğ daha aldık. Burada tekrar dünyaya geleceğini söylüyordu. Fakat bu defa sözlerine şunları da ilâve etmişti: «Anne, sende diğer biri daha var!» biz evvelâ bu cümlenin mânasını anlamadık. Ve çocuğun yanlış bir şey söylediğini farzettik. Fakat bu sırada diğer ruh (Jeanne Hala) söze karıştı. Ve şunu söyledi: «Kızcağız .aldanmıyor. Fakat iyi anlatamıyor. O, demek istiyor ki diğer bir varlık senin etrafında dolaşıyor. Aziz Adel’im. O da dünyaya dönmek istiyor.» Bugünden itibaren Alexandrine’in her tebliğinde mütemadiyen ve ısrarla küçük kız kardeşle beraber geleceğinden bahsediyordu. Bu ifadeler zevcemecesaret vereceği ve onu teselli edeceği yerde bilâkis onun şüphelerini ve kararsızlıklarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Hattâ bu son meraklı yeni tebliğden sonra o, artık her şeyin büyük bir inkisarla neticeleneceğini zannetmeğe başladı. Filhakika bütün şimdiye kadar verilmiş tebliğlerin doğru olabilmesi için şu noktaların tahakkuk etmesi lâzım geliyordu: 1 — Zevcemin hakikaten gebe olması; 3 — Dünyaya iki tane varlığın gelmesi ki bu, hepsinden daha güç görünüyordu. Zira bu hâdise evvelce ne kendisinde ne ailesinde, ne de benim tarafımdakilerde vâki olmamıştı 4 — Doğacak ikizin ne ikisinin de erkek, ne birisinin erkek diğerinin kız olmaması, iki kızın dünyaya gelmesi lâzımdı; Hakikaten aleyhinde bir sürü zıd imkânlar mevcut olan bu kadar muğlâk bir vak’alar kompleksi hakkındaki sözlere inanmak çok güç bir şeydir. Bütün bu güzel tefe’üllere rağmen zevcem beşinci aya kadar daima gözleri yaşlı olarak inanmıyan, acı çeken bir haleti ruhiye içinde yaşadı. Hattâ artık son tebliğlerinde küçük ruh annesinin daha memnun görünmesi için şunları söylemişti: «Anne! göreceksin ki eğer sen bu kederli fikirlerle yaşamakta devam edersen bizim bünyemizin o kadar iyi teşekkül etmemesine sebebiyet vermiş olacaksın.» fakat bu sözler de ona tesir etmedi. Nihayet son celselerden birinde zevcem Alexandrine’nin avdetine inanmanın çok güç olduğunu çünkü gelecek çocuğunun bedeninin kaybolmuş çocuğununkine benzemesinin kolay olmadığını söyleyince Jeanne’nin ruhu hemen şu cevabı verdi: «Adele, bu cihetten tatmin edilmiş olacaksın. O, tamamiyle birinciye benziyecektir. Hattâ pek fazla olmasa bile biraz da eskisinden güzel olacaktır.» Ağustosa rastgelen beşinci ayda, Spadafora’da bulunuyorduk. Orada zevcim âlim Akuşör Dr. Vincent Cordaro tarafından muayene ed-idi. Muayeneden sonra doktor kendiliğinden şunları «söyledi: «Kat’î bir şey söyleyemiyeceğim Zira gebeliğin bu devresinde henüz kat’î olarak tesbit edilmemekle beraber diyebilirim ki ârazm heyeti mecmuası beni bir ikiz gebelik teşhisi koydurmaya sevkediyor.» bu sözler, zevcemin üzerinde bir merhem tesirini gösterdi. Onun ıztırablı ruhunda bir ümit ışığı belirmeğe başladı. Fakat biraz sonra vukua gelen bir hâdise onun bu halini tekrar teşviş etmekte geçikmedi: Henüz yedinci aya girmişti ki beklenilmiyen bir facialı haber onu fevkalâde sarstı. Ve o kadar müteessir etti ki bunun neticesinde kendisinde birdenbire ağrılar başladı. Diğer bazı ârazm da refakatiyle beş gün süren bu hal bizi korkutmağa başladı. Her anana rahmindeki mahlûkun veya mahlûkların vakitsiz doğumundan endişe ediyorduk. Zira gebelik henüz 7 inci ayı doldurmamıştı. Bu sırada zecemin maruz kaldığı şiddetli fizik acılar arasında bir de yeni belirmeğe başlıyan ümidinin sönmesiyle ne hale girdiğini takdir etmeyi size bırakıyorum. Hattâ onun bu bozuk haleti ruhiyesi, vaziyeti büsbütün vahimleştiriyordu. Bu münasebetle Doktor Cordaro’ya müracaat edildi. Her türlü intizarlara rağmen şükrolsun ki bütün tehlikeler atlatıldı. Zevcem tamamiyle kendine geldi. 7 inci ay da dolduğu için Palermo'ya gittik. Orada kendisi meşhur Akuşör Giglo tarafından muayene edildi, doktor gebeliğin ikiz olduğunu söyledi. Böylece tebligatın dikkate değer olan bir kısmı tahakkuk etmiş bulunuyordu. Fakat ehemmiyetli olan diğer vak’alarm tahakkuk etmesi lâzımdı. Cinsiyet, iki kızın doğuşu ve kızlardan birinin fizik ve moral bakımdan Alexandrine’e benzemesi bunlar miyanmda idi. 22 Kasım sabahı coçuk dünyaya geldiği zaman cinsiyet meselesi de hallelmuştu. Çocukların ikisi de kızdı. Fizik ve moral müşabehetlerin tetkikine gelince: Bunun için tabiatiyle zamana ihtiyaç vardır. Bu, ancak kızcağızlar büyüdükçe anlaşılabilecektir. Bununla beraber şurası tuhaftır ki şimdilik görünen bazı fizik vasıflar evvelce alınan tebliğlere uygun çıkmıştır. Bu hal müteakip müşahedeleri teşvik edici ve tebligatın aynen tahakkuk edeceğine insanı inanmağa sevkedici mahiyettedir. Şu anda ikizler birbirine hiç bir noktada benzemiyor. Boyları, renkleri, biçimleri tamamiyle başkadır. Buna mukabil küçüğü Alexandrine’nin tam bir kopyası halindedir. Yani Alexandrine’de ilk doğduğu zaman tıpkı bunun gibi idi. Burada harikulâde olan şey, şu üç hususiyetin ölen Alexandıine’le doğan Alexandrine arasında müştereken mevcut bulunmasıdır: a — Sol gözde Hyperhemie, b — Sağ kulakta hafif Seborrhe, c — Yüzde hafif bir tenasübsüzlük. Bu şekilde tahakkuk etmiş rüyalar, o kadar çok ve çeşitlidir ki ciltler dolusu kitabı doldurabilir. Bu gibi rüyalarda spiritualist görüş ve izahlardan başkası tatmin edici olamaz. Onları ne tesadüflerle, ne sade maddî vibrasyonlarla izah etmek mümkün değildir. Yukarıda rüyaların mihanikiyetini söylerken bunların vibrasyonlar yoliyle olduğunu yazdık. Buna bakan okuyucularımız arasında hemen tenakuz bulanlar çıkacaktır. Fakat biz orada sadece rüyanınmekanizmasını anlattık. Asıl sebebi ve bu vibrasyonların âmilini yazmadığımızı düşünecek olurlarsa bize tenakuz izafesinden beri kalırlar. Hakikaten rüya hâdiseleri maddî kanunlar, vibrasyonlar yardımiyle vukua geliyor. Dimağdaki vibrasyonları gramofon plâğına benzetmiştik. Burada tesbit edilmiş, oyulmuş ihtizaz dalgaları ya bizzat şahsın irade ve dikkatini oraya tevcih etmesiyle veyahut dışarıdan başka bir müessirin bu vibrasyonları — şuur sahasına çıkacak surette— harekete getirmesiyle meş’ur bir hale gelir. Demek oluyor ki rüyada olsun, manyetizm ve hipnotizme tecrübelerinde olsun ayni mekanizmalarla husule gelen bu işin kilid noktası şuradadır: Bu hâdiseler bizzat şahsın — yani rüya gören veya sipirizma tecrübesinde bulunan medyomun — kendi şuur ve tahteşşurunun eseri midir. Yoksa spiritlerin iddia ettikleri gibi ruhlardan mı gelmiştir. Bu meselenin halli, materyalizme - spiritualizma kavgasının esas konusudur. Bu meseleyi burada bilhassa yukarıda misallerini verdiğimiz rüyalaradn sonra kısaca görüşmek yerinde olacaktır. Hâdiseleri bir müsbet ilim kafası zihniyetiyle mütalea ettiğimizi, hattâ o sahada materyalistlerden daha geniş ve daha ileri gittiğimizi farzederek bu meselenin münakaşasını öne süreriz. Bütün bu rüyalarda mazide cereyan etmiş hâdiseler materyalist görüşlerle reddedilebilir diyelim. Fakat müstakbel hâdiselerin daha önceden bildirilmesi ne ile izah edilir. Bu olsa olsa bütün kâinat hâdsel erinin, yani şuurlu veya şuursuz her hâdisenin muayyen ve önceden tanzim edilmiş bir plân dahilinde cereyan etmekte olduğunu berveçhi peşin kabul etmekle mümkündür. Bu, tıpkı dönmekte olan bir çarkın A dan Z ye kadar olan dişlerinin daha önceden meselâ filân dakikada m dişinin filân dişle karşılaşacağını hesap etmek gibi bir şeydir^ tam bir determinist görüşü ifade eden bu düşünce bizim de kanaatlerimize uygundur. Ve esasen biz de bu şekilde bir ispata doğru yönelmişizdir. İkinci nokta daha mühim ve meselenin can alıcı yeridir. O da; hariçten tesir eden bu müessirin şuurlu oluşudur. Ruhlarla nasıl konuşulur bahsimizde anlattığımız gibi bu müessirin bir gramofon plâğı gibi istikbali yalnızca okumadığı, onun hakkında münakaşa yaptığı düşünülürse bunun basit bir vibrasyon değil fakat şuurlu bir müessir olduğunu kabul etmekten başka aklî ye mantıkî bir izah yolu yoktur Bu şekilde bir izah bütün lüyaları da içine alır. Okuyucularımız; «mademki rüyalar bazan bizzat şahsın fiziko şimik durumunun bir makesi oluyor. Bazan da ruhlardan — yanişuurlu müessirlerden— gelen tesirlerle husule geliyor diye iddia olunuyor. Niçin hepsi makul ve bir mâna ifade eder tarzda olmuyor?» diyeceklerdir. Pek haklı olan bu sorunun cevabı basittir. Namütenahi vibrasyonların tesirine maruz kalan bir makine hankisine cevap verebilir?.. Dikkat ve iradenin uyku esnasında beyin üzerindeki tesirinin kalktığını söylemiştik. Başı boş kalan bütün vibrasyonlar gelişi güzel haricî müessirlere açıktır. Şayet bu haricî müessir, şahsın dikkat ve iradesinin yapmadığı bu tanzim işini de üzerine alarak bütün dikkatiyle bu her tesire açık beyine muntazam ve şiddetli vibrasyonlar göndermek suretiyle maksadını ve gayesini ona hakkederse, bu ikinci neviden bir rüya olur. Medyumlarla tecrübe yapan operatörlerin — bir vazifeleri de; işte buradaki gibi bir çok dış tesirlere açık kalmış süj elerini bu müessirlerden istediklerine kapalı bulundurmağa çalışmaktan ibarettir. Bunda muvaffak olabildiği nisbette tecrübelerinden iyi neticeler almak imkânına kavuşurlar. Alelâde rüyaların hâtıraları silik olur. Ekseriya uykudan uyanılır uyanılmaz unutulur. Bu da vibrasyonların gelişi güzel ve kısa müddetler için müessir olaibldiklerini daha doğrusu muayyen bir maksat ve gaye taşımamış olmalarından ileri geliyor. Bunun tersine olarak tahakkuk yolunda veya dış âlemlerin telkini ile husule gelmiş, hususî mahiyetteki rüyalarda — dikkat edilirse bunlar hemen her vakit unutulmayan şekilde ve âdeta canlı hâdiseler şeklinde görülürler. Vizyonlar pek parlak ve hatıraları da silinmez cinstendir, Hattâ böyle rüyalar hayat boyunca unutulmazlar. Bu karakterleri de, kendilerini alelâde rüyalardan ayırmıya yarıyabilir. Rüyalarda, tâbircilerin sembol dedikleri bir takım tefsirler de mühimdir. Bunu da İlmî doktrinlere tatbik ederek halletmek icap eder. Ruhiyatta tedaî denilen bir şey vardır. Bunu basit bir şekilde anlatmak için bir misal verelim: Bir yaz günü Ada seyahati yaptık. Orada bir gurup seyrettik. O esnada güzel bir motör içinde bir kaç dostumuzla birlikte bulunuyorduk. Bunlar bir takım hâdiselerdir ki yarattıkları, şekil, ziya, seda, his ve duygu vibrasyonlariyle beynimize nakşedildiler. Aradan zaman geçti. Bir gün yine bir gurup hâdisesini gördük veya gurup hakkında bir söz işittik. îşte o zaman bizde mühim bir tesir bırakmış olan adayı ve oradaki gurupu hatırlarız. Gurup hâdisesinin yanı başında, onunla birlikte beynimize tesir etmiş olan vibrasyonlar da bulunduğundan — onların da bizdeki tesir kıymetlerine göre— hatırlama hâdisesinde yer alırlar. İşte tedaî budur. Binaenaleyh meselâ bir kırmızı ışık bir gurup vak’asmı bize hatırlatabilir yahut bir orkestra bu işi yapabilir. Keza bir boru sesi de orkestrayı temsil edebilir. Bazı müessirler şahsın tahlil kaibliyetlerine, kültürüne, tahayyül kudretine .. ilh. göre cevaplar bulur. Bir tokmakmali sesinin bizde bir harp sahnesi yaratabildiği gibi, bir orkestrayı da canlandırabilir. Hattâ bazı müellifler bu şekilde basit tecrübelerle şahsın karakteri hakkında da söz söylenebileceğini iddia etmişlerdir. Uykuda buluna bir insana onu uyandırmıyacak şekilde, sesler, vibrasyonlar göndermek suretiyle yapılan bu tecrübelerde şahsın ne rüyalar gördüğü araştırılır ve böylece bir hükme varılmaya çalışılır. Böyle bir tecrübe şu şekilde yapılabilir: Uykuda bulunan müteaddit kimselere meselâ «su» kelimeleri tekrarlanır. Şahıslardan kimisi kendisini denizde, kimisi bir nehirde görür. Kimi yağmur altında boğulur, kimi ıslık çıkaran bir yılanla karşılaşır... ilh. Velhâsıl şahsın tahayyül kabiliyetine, melekelerine, karakterlerine tedai imkânlarına göre cevaplar alındığı görülür. Karşılıklı olarak birbirine tebdil olunabilecek olan bu tesirler sembol denen şeyi vücude getirir. Tâbircilerin tefsirlerinde dayandıkları esaslar daha başka olduğu için bu tâbirnamelerin çoğu hâdiselerin izahında cılız, âciz, hattâ terstir. Çünkü onlar, yukarıda da zikrettiğimiz gibi eski ve bugün kabul edilmesi imkânı olmıyacak şekildeki esaslar üzerinde yürürler: Onlarca ruh bir çişimi lâtif imiş gibi bedenden ayrılır ve semada pervaz eder. Yahut dünyada maddelerle haşr ve neşrolur, sonra tekrar bir tabuta girer gibi bedenine girer. Bu fikir eski spiritizmecilerde de görülür. Onlar da ruhî hâdiseleri, bedeninden muvakkaten ayrılmış bir şekilde [seyyalevî bedenli] ruhlar tarafından ika edildiğini zannederlerdi. Halbuki bugünkü modern tecrübî yollarla izahını daha İlmî bir şekilde yaptığımız sipiritualist görüşler bambaşkadır. Bu yeni görüşlere göre ruh ve beden münasebetleri birbiri içinde duran su ve bardak yahut daha doğrusu şişe ve içindeki hava gibi bir münasebet değildir. Ve ruhun bedenin içinde veya dışında — ruh bahsine bakınız— oluşu mevzubahis olmıyan bir keyfiyettir. Ve onun bedenle olan münasebet ve iltisakı «dikkatini beden üzerinde teksif etmiş olmak» ile ifade edilir. |
#2
|
|||
|
|||
kaynak:İshak L.Kuday - Spiritualizm (Ruh Alemi)
|
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Rüya tabirleme ilmi & Rüya alemi & Rahmani ve şerli rüyalar | El Yiğit | Tecrübe Ettikleriniz | 14 | 03.07.23 22:30 |
Rüya görmenin önemi nedir? | Jared615 | Sorularınız | 3 | 11.05.19 14:06 |
Rüya Boyutunda Yaşananların Esası ve İşlevi Nedir ? | sanem | Rüya ve Rüya Tabirleri | 0 | 06.04.19 17:15 |
Rüya ve Rüyanın Yaratılış Amacı - Rüya Vahiyin 46da 1i mi? | Hiç | Rüya ve Rüya Tabirleri | 14 | 08.03.19 01:05 |
Lucid Rüya Nedir? | Tuana | Psişik Yetenekler | 2 | 01.06.18 10:22 |