|
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#11
|
||||
|
||||
Cevapsız Kalan Feryat
Sonra Cennette baba, anne, kardeş ve benzeri bazı akrabalarının bulunduğunu hatırlarsın yanık bir kalbden yükselen hüzün dolu bir sesle onlara şöyle seslenirsin: “Ey anneciğim! Ey babacığım! Ey kardeşim! Ey dayıcığım! Ey amcacığım! Veya ey kız kardeşim! Ne olur bir yudum su! Onlar da sana red cevabı verirler. Böylece ümidini boşa çıkartmalarından ve aziz ve celil olan Rabbinin sana olan gazabından dolayı onların da sana öfke duyduklarını görmenin hasret ve üzüntüsünden kalbin parçalanır. Bunun üzerine dünyaya seni geri göndermesi ümit ve dileğiyle hemen feryat ederek Allah Teâlâ’ya sığınırsın. Ne var ki uzun bir süre, sana değer vermediğini göstermek için cevap vermez. Kuşkusuz sesin O’nun nezdinde menfurdur. Makamın O’nun yanında düşüktür. Sonunda Kendisine beslediğin bütün ümit ve emel bağlarını koparan şu sözleriyle sana seslenir: “Sinin orada Benimle konuşmayın!” (Mu’minûn Sûresi: 108) Sen, susup sinmeni emereden ve senin gibilere cevap verilmeyeceğini belirten O’nun bu ulu seslenişini işitince, adeta ağız ve burnuna gem vurulur. Ruhun bedeninde çıkmakla kalmak arasında tereddütle gider gelir. Göğsünde nefesin daralır. Sesli sesli soluyan ve konuşmaya takat getiremeyen bir ıstırap içinde kalırsın. Ümitsiz Çırpmış Sonra Allah Teâlâ ümitsizlik ve hasretini daha da artırmak ister. Senin ve oradaki diğer düşmanlarının üzerine Cehennem kapılarını kapatır. Eğer O seni affetmezse, Cehennem kapısının gıcırdayıp üzerine kapandığını gördüğünde halini düşünebiliyor musun? Üzerlerine Cehennem kapıları kapatılırken gıcırtısını duyduklarında sen ve diğer Cehennem sakinlerinin ümitsizliği ne büyük olacak. Çünkü Allah Teâlâ’nın kapıları bu şekilde üzerlerine kapatması, hiç kimsenin oradan çıkmaması için olduğunu anlamışlardır. Ümitsizlikten kalbleri parçalanır. Ümit bağlan tamamen kopar. Kendileri için sonsuza dek Allah Teâlâ’nın azabından hiçbir kaçış, kurtuluş ve necat kapısı yoktur. Önlerinde ölümsüz, sonsuz bir hayat, bedenlerinden acısı hiç eksik olmayan bir azap vardır. Yürekleri sürekli olarak yanıp kavrulur. Onlara ebediyen rahatlık ve ferahlık yoktur. Bitmez hüzünler, tükenmez gamlar, onulmaz hastalıklar, çözülmez kelepçeler, sonsuza dek çıkarılmaz bukağılar, ebediyen dinmeyecek susuzluklar, asla bitmeyecek sıkıntılar ve gırtlaklarında duran zakkumdan başka hiçbir şeyle ve hiçbir zaman doyamayacakları açlıklar… Allah Teâlâ Teâla’nın Rızasını Kaybetme Hasreti Onlar zakkumun üstüne boğazlarını açması için “Su!”diye imdad isterler de kendilerine verilen kaynar su ciğerlerini parçalar. Aziz ve celil olan Allah Teâlâ’nın rızasını kaybetme hasreti kalblerine oturur. Allah Teâlâ’nın Cennetteki yakınlığından yoksun kalmanın acısı yüreklerini kanatıp durur. Ağlamalarına acınmaz. Çağrılarına cevap verilmez. Feryatlarına koşulmaz. Pişmanlıkları kabul edilmez. Suçları bağışlanmaz. Aziz ve celil olan Allah Teâlâ’nın gazabı onların üzerinedir. Onlardan sonsuza dek razı olmaz. Çünkü onlara gazab etmiştir. Allah Teâlâ’nın gözünden düşmüşler ve değerlerini yitirmişlerdir. Bu yüzden de onlardan yüz çevirmiştir. Ac ve susuz bir halde, Cennet ehlinden yakınlarını çağırdıklarında hallerini bir görebilseydin? Şöyle yalvarırlar: “Ey Cennetlikler, ey babalar, analar, kardeşler, bacılar! Kabirlerimizden susuz çıktık, Allah Teâlâ’nın huzuruna susuz vardık, susuz bir halde Cehenneme götürülüşümüz emredildi. Bize biraz su veya Allah Teâlâ’nın size rızık olarak verdiklerinden bir şey gönderin!” Cennetlikler onlara “Susun!” diye cevap verirler. Yürekleri bir kez daha hasret ve nedametle dolar. Orada ümitsiz bir halde gidip gelirler. Sonsuza dek yüzleri serin bir meltem görmez. Orada ebediyen ağızları soğuk bir şeye değmez. Hiç bir zaman gözlerine uyku girmez. Onlar sürekli bir azap ve kesintisiz bir horluk içerisindedirler. Allah Teâlâ Affetmezse Allah Teâlâ seni affetmezse aynen bu örnekteki, gibi olacağını düşün! Azap görenlerin suretlerini bir görebilseydin! Ateş etlerini yiyip tüketmiş, yüz güzelliklerini silip götürmüştür. Vücutları mahvolup gitmiş. Sadece yanmış ve kararmış olarak birbirine ekli kemikler kalmıştır. Zincir ve bukağıları içerisinde endişe ve ıstırap çekmekte, ölüm ve helâklarını feryatla istemekte, çığlıklarla ağlayıp figan etmektedirler. Onları bu halde görseydin, kötü manzaralarından duyduğun korkudan kalbin erir, pis kokularından vücudun zayıflar, cisimlerinin şiddetli sıcaklığı ve nefeslerinin hararetinden ruhun bedeninde duramazdı. Sen de orada, onlardan biri olarak, kalbinden ümit ve emel parıltısı kaybolup gitmiş, ye’s ve ümitsizlik seni kaplamış, acıklı bir haldeki bedenini göz önüne getirerek bir düşün! Acaba halin nice olur! Allah Teâlâ’nın sevip beğenmediği şeylere bakmanın ceza ve karşılığı olarak iki gözüne ateş dolar ve sen ateşin gözlerini yakarken çıkardığı sesi duyarsın. Ateş kulaklarına nüfuz eder ve sen onun uğultu ve gürültüsünü işitirsin. Ateş seni bürür ve kemiklerinden etlerini silkeler. İçine kadar nüfuz eder ve ciğer ve bağırsaklarını yer bitirir. Kalbini hasret, pişmanlık ve üzüntü kaplar. Günahlarına Ağla! Acizliğine karşı merhemetin galeyana gelmiş bir halde bunları sakin bir kafayla düşün! Rabbinin sevmediği ve razı olmadığı şeylerden vaz geç. Böylece belki, O da senden razı olur. Aklınla O’na sığın ve günahlarını bağışlamasını dile ki, seni affetsin. Korkusundan ağla ki, sana merhamet edip kusurlarım bağışlasın. Hiç şüphesiz tehlike büyük, bedenin zayıf ve ölüm ise sana çok yakındır. Bunun yanı sıra aziz ve celil olan Allah Teâlâ her şeyi bilir, seni görür ve seninle ilgili gizli-açık hiçbir şey O’nun ilminden kaçmaz. Sana gazap, nefret, buğz ve öfkeyle bakmasından sakın. O sana gazab ederse, sen ferahlık ve sevinç yüzü göremezsin. Allah Teâlâ’nın emirlerine karşı gelmekten uzak dur, O’ndan kork, O’ndan haya et ve yüceliğini an. Seni gözetleyişini hafife alma, seni görmesini küçük görme. Senin üzerinde olan yüce makamım ve seni bilişini ta’zim et. Seni ansızın yakalamadan O’ndan kork ve çekin. Emirlerine muhalefet acısının izlerini görmeli ki, bu muhalefetten ne kadar pişman olduğunu bilsin. O’na karşı gelmekten dolayı üzüntün büyük olsun, gamın şiddetlensin ve bu isyanının ne derece seni üzüntüye boğduğunu görsün. Bunu senden bilip görürse, seni bağışlar ve günahlarından geçer. Aziz ve celil olan Allah Teâlâ’ya hedef olma! Çünkü onun gazabına takatin, azabını kaldıracak gücün ve ne ikabına katlanacak ne de yakınlığından yoksun kalmaya dayanacak sabrın yok. Öyleyse ölümle ona kavuşmadan önce kendini hazırla. Ölümün ansızın geldiğini kabul et ve sana yukarıdan beri anlattıklarımı düşün. Kaldı ki ben sana ölümle ilgili çok az şey söyledim. Bunları, kendi aleyhinde işlediğin suçları ve, bu suçlarla hakkettiklerini kesin olarak bilip inanan sakin bir kafayla düşün! Dinin hakkında başına gelecek musibeti göz önüne getir! Aziz ve celil olan Allah Teâlâ üzerinde musibet acısının izlerini görsün. Belki sana merhamet eder, bağışlayıcılığı ve esirgeciliğiyle seni affeder. |
#12
|
||||
|
||||
CENNET
Sıratta Mü’min Eğer af ve bağış sahibi kimselerden isen, Allah Teâlâ’nın af ve bağış İle sana lütfedeceğini düşün! Sıratın üzerinden geçersin. Yanında nurun sağında ve önünde koşuyor. Amel defterin sağ elinde. Yüzün pırıl pırıl. Allah Teâlâ’nın huzurundan yüzünün akıyla hesabını vermiş olarak ayrılmış ve senden razı olduğuna kesin kanaat getirmişsin. Abidler grubu ve müttakiler zümresiyle birlikte Sıratın üzerindesin. Melekler: “Ya Rabbi sen koru, Ya Rabbi Sen koru!” diye sesleniyorlar. Bununla birlikte korku ne senin ne de diğer mü’minlerin kalbinden bir an olsun ayrılmaz. Sen çağırırsın, onlar çağırır: “Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü Sen her şeye kadirsin” (Tahrim Sûresi: 8) Münafıkları, nurları sönmüş, kalblerini korku kaplamış ve nurlarının tamamlanmasını ve bağışlanmalarını istedikleri anı bir düşün! Sırattan Geçiş Hızı Günah Yükünün Hafifliği Ölçüsünde Düşün bir kere! Sen korkuyla birlikte hızla geçiyorsun. Sırattan geçiş hızının, günahlarının ağırlık veya hafifliğine göre olduğunu göz önüne getir. Köprünün sonuna varmışsın. Gönlünde ümit ağır basmış vücudunu nur bürümüştür. Henüz Sıratın üzerindeyken Cennetin nimetlerini gözlerinle görüyorsun. Kalbin, Cennete, Allah Teâlâ’nın komşuluğuna ereceğine artık kesin olarak inanmıştır. Allah Teâlâ’nın rızasına özlem duyuyorsun, nihâyet Sıratın sonuna gelmişsin. Bir ayağını, Cennetin kapısıyla Sıratın ucu arasındaki bölgeye atıyorsun. Attığın ayağın yere basıyor. Henüz diğer ayağın Sıratın üzerinde bulunuyor. Korku ve ümit birlikte kalbini kaplamış ve sana galip gelmişlerken diğer ayağını da atıyorsun. Artık Sıratı bütünüyle geçmişsin. Sözkonusu bölgede iki ayağın da iyice yere basmış. Bütün vücudunla köprüden ayrılmış ve onu g eride bırakmışsın. Cehennem, üzerinden geçenlerin altında çalkalanıp duruyor. Sen Sıratın üzerindeki insanlara ve altındaki Cehenneme bakıyorsun. Cehennem öfke ve hiddetle kükreyip homurdanarak Sırattan ayağı kayanın üzerine atılmakta, kafa ve vücutları bürümüktedir. Allah Teâlâ’nın seni kurtardığı tehlikenin büyüklüğüne dönüp baktığında kalbin sevinçten uçmaktadır. Allah Teâlâ’ya hamdedersin. Şükür duyguların bir kat daha artar. Acizliğine rağmen Cehennemden seni kurtarmıştır. Cehennemi ve köprüsünü arkanda bırakmış, Rabbinin komşuluğuna, Cennete doğru gidiyorsun, Sonra güven içerisinde Cennetin kapısına adımını atıyorsun. Kalbin sevinç ve neşe ile dolmuştur. Sevinç ve sürurla yürümeye devam ediyorsun. Cennetin Kapısına Varış Tam Cennetin kapısına varınca, kapı bütün güzelliğiyle boy gösterir. Güzellik ve nuruna, Cennet ve surlarının hüsn ü cemaline bakıyorsun. Sen ve öteki Allah Teâlâ dostları Cennetin kapısına vardığınızda kalbin sevinçten uçar. Neşeli ve sürurlu gönlün Cennete girmeye can atmaktadır. O nurlu kafile arasına katılmış kendini bir düşün! Onlar, kerem ve hoşnutluğuna mazhar olmuş bahtiyarlardır. Çehreleri Allah Teâlâ’nın rızasıyla pırıl pırıldır. Sevinçli, neşeli ve sürurludurlar. Cennetin kapısına mezarının tozu toprağı, mahşerin harareti ve başından geçenlerin yorgunluğuyla varmışsın. Allah Teâlâ’nın, dostları için hazırladığı pınara ve güzel suyuna bakarsın. Soğukluğuna ve güzelliğine sevinerek içine dalarsın. Çok hoş ve soğuk olarak buluyorsun. Mahşerin bıraktığı üzüntüyü bir anda giderir. Seni her türlü toz ve kirden tertemiz eder. Dokunur dokunmaz hissettiğin güzel suyundan dolayı son derece sevinçlisin. Sıratın hararetinden ve kavurucu sıcağından yeni kurtulmuşsun. Cennetin kapısına, ateşin, bedeninin bir kısmını kızgın hararetiyle yeyip bitirdiği bazı kimseler de ulaşırlar. Sen de öyle biri olabilirsin. Mahşerin hararetinden, mahlûkâtın nefeslerinin hararetinden, Sıratın kavurucu meşakkatinden kurtuluşu ne zan edersin? Bütün bunlardan geçerek Cennetin kapısına kadar varmışsın. Sıratın hararetinden ve kıyametin yakıcı sıcağından sonra, vücudun o suyun serinliğine daldığı zaman, kalbindeki sevinci bir tehayyül et! Sen Cennete girmek ve orada ebedi kalmak için temizlenmek üzere yıkandığım bildiğinden dolayı sön derece sevinçlisin. Sen ha bire o sudan yıkanırsın. Yıkandıkça rengin güzellik üstüne güzellik kazanır, vücudunun parlaklık, güzellik ve ferahlığı artar. Sonra o sudan en güzel surette ve nurun tamamlanmış olarak çıkarsın. O sudan çıkıp mükemmel güzelliğine, yüzünün cemal ve parlaklığına baktığın andaki gönlünün sevincini düşün! Çünkü, sen ancak Rabbinin katına, Cennete girmek için temizlendiğinin kesin farkındasın. |
#13
|
||||
|
||||
Kötülüklerden Arındıran Pınar
Sonra başka bir pınara yönelip gider ve kaplarından birini eline alırsın. Bakışını bir kabın güzelliğine bir de içeceğin güzelliğine çevirdiğini bir göz önüne getir! Sen bu içeceği ancak, kalbini her türlü kin ve düşmanlıktan temizlemesi ve vücudunun sonsuza dek rahat etmesi için içtiğini bilmektesin, nihayet kadehi dudağına koyup da içtiğinde tadını hiç bilmediğin ve içmesine alışkın olmadığın bir içecek olduğunu görürsün. Ağızından midene doğru süzülür süzülmez, hissettiğin lezzetinden dolayı kalbin sevincinden uçar gibi olur. Sonra için her türlü hastalık ve kötülükten tertemiz olur. Daha önce içinde bulunup da, seni gam, kaygı, hırs, sıkıntı, öfke ve düşmanlığa doğru çeken her türlü tabiatlardan göğsünün temizleniş lezzetini hissedersin. O anda içinin temizleniş serinliği ne güzel ve bunun gönüne sağladığı rahatlık ne hoştur! Nihâyet kalb ve beden temizliğin tamamlanıp Allah Teâlâ dostlarının da seninle birlikte bu temizliği tamamlanınca -ki Allah Teâlâ seni de onları da görüp bilmektedir cömert ve merhametli olan Mevlân, Cennetin’ meleklerden olan bekçilerine emreder. Onlar sürekli olarak Kendisine itaat etmekte, O’ndan korkmakta, azabından dolayı ürperip titremekte, O’na ta’zim ve teşbih ederek heybet duymakta ve gazabından sakınmaktadırlar. Allah Teâlâ sözü edilen bekçilere, dostları için Cennetin kapılarını açmalarını emreder. Açılan Cennet Kapıları Onlar Cennetin avlu ve bahçesinden kapısına doğru hızla koşarlar. Cennetin kapışma gelirler, kapıları açmak için ellerini uzatırlar. Girmeye artık kesin olarak kanaat getirdiğinden gönlün sevinç ve sürurla dolar. Cennet kapılarının gıcırtısını işitirsin de içini neşe kaplar, kalbine sevinç hâkim olur. Âlemler Rabbinin Cennetinin kapısı kendilerine açılanların sevinci ne muazzam sevinçtir! Cennete Giriş [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Cennetin kapıları açılınca, güzel kokularının meltemi ve akarsularının hoş sesi dalga dalga yayılır. Yüzünü ve bütün bedenini adeta okşar durur. Cennetin hoş rayihaları, keskin misk kokusu, kırmızı zaferanı, sarı kâfûru ve gri anberi, meyvelerinin nefis kokuları, güzelim ağaçları, okşayıcı meltemleri her tarafta dolup taşar. Bu güzel kokular ve esintiler, koku alma duyunda birbirine karışır, nihâyet beynine ulaşır, hoşluğu kalbini doldurur, oradan da bütün organlarından taşar. Gözünle Cennet köşklerinin güzelliğine, yeşil zümrütten, kırmızı yakuttan, beyaz inciden büyük taşlarla örülmüş binalarına bakarsın. Nuru, parlaklık ve güzelliği her tarafı kaplamıştır. Allah Teâlâ onları berraklık ve parlaklıkta mükemmel yaratmıştır. Bu ve Cennetteki diğer şeylerin nuru birbirine karışmıştır. Oraya girdiğinde, çok büyük nimetlere ereceğini ve Rabbinin cemalini seyredeceğini bildiğinden, gönlün sevinçle dolarak Allah Teâlâ’nın perdelerine bakarsın. Cennet havalarının ve rüzgârlarının hoş kokusu, manzarasının parlaklığı, meltemlerinin tatlı rayihası ve okşayıcı serinliği bir araya gelmiştir. Bu, yüzüne ilk deyip okşayacak olan güzel esintilerdir. Nurlu Kafile Düşün bir kere! Cennete girmekle mesrursun. Kapısının, senin ve seninle birlikte diğer Allah Teâlâ dostları için açıldığını biliyorsun. Sevincin, baktığında gördüğün gözalıcı güzelliği, ondan yayılıp gönlüne kadar ulaşan hoş kokusu, yüz ve bedenini okşayan nefis havası ve serin melteminden ileri gelmektedir. Düşün bir kere! Allah Teâlâ sana bütün bu şeyleri ihsan etmiş. Bu manzara karşısında sevincinden ölsen | bile sana çok görülmez, nihâyet melekler Cennetin kapısını açınca, senin ve seninle beraber diğer Allah Teâlâ dostlarının yüzüne gülümseyerek sizi karşılarlar. Sonra Allah Teâlâ’nın izzetine yemin ederek yaratıldıkları günden beri ancak bu anda ve sizin için güldüklerini söylerler. Sonra size “Selâmün aleyküm!” diye seslenirler. Mükemmel suretleri ve parlak nurları yanında bir de güzel nağmelerini, hoş sözlerini, tatlı Selâmlarını bir tasavvur et! Sonra Selâmlarına şu sözleri de eklerler: “Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya!” (Zümer Sûresi: 73) Cennetlikleri, her türlü kir, pas, kin ve sinsilik gibi maddî ve manevi pislikten temiz olmak ve dinî ve dünyevî bütün kötülüklerden uzak bulunmakla överler. Sonra Allah Teâlâ adına, O’nun saadet yurdu olan Cennete girmelerine izin verirler. Sonra orada sonsuza dek kalacaklarını bildirerek, “Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya!” (Zümer Sûresi: 73) derler. Sen ve seninle birlikte Allah Teâlâ’nın sevgili kulları bunu işitince içeri girmek için kapıya koşarsınız. Kapılar girenlere dar gelir. Tıpkı Utbe bin Gazvan’ın Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’den naklen belirttiği gibi: “Cennetin kapısından sıkışarak girmeleri benim için şefaatimden daha önemlidir”. Cennetin kapısı izdihamdan dolayı sıkışır. Kırk senelik yürüyüş genişliğinde olan kapının, Rahman’ın dostlarının kalabalığına dar gelmesini ne sanıyorsun? Yakut ve inciden yapılmış saraylarının güzelliğini görerek koşan bu kalabalık ne değerli bir kalabalıktır. Düşün bir kere! Mahşerin o kalabalığı içerisinde Allah Teâlâ seni affetmiş. Cennetin kapısına doğru koşanlarla birlikte koşuyorsun. Temizlenmiş vücutlarla parlamış ve dolunay gibi aydınlanmış yüzlerle sevinenlerle birlikte seviniyorsun. Vücutlarından güneşin ışınları gibi nurlar saçılmaktadır! Sen Cennetin kapısını geçip toprağına ayak bastığında bakarsın ki, o keskin bir misk ve üzerinde olgun bir zaferan yeşermiştir. Misk, gümüş gibi parlak bir zeminin üzerine serpilmiştir. Etrafında da zaferan bitmiştir. |
#14
|
||||
|
||||
Ölümsüzlük Yurduna İlk Adım
İşte bu azap ve ölümden emin olarak ölümsüzlük toprağına attığın ilk adımdır. Sen misk toprağı ve zaferan bahçesi içerisinde adım adım ilerliyorsun. İki gözün, ağaçlarının güzelliğinden ve manzarasının göz alıcılığından doğan inci gibi parlak güzelliğine takılıp kalmıştır. Sen işte böyle zaferan bahçelerindeki ve misk yığınları içindeki Cennet topraklarında gezerken birden Cennetteki zevcelerin, çocukların, hizmetçi ve uşakların arasında Ali bin Ebi Talib’ (kerremallâhu veche)’ın belirttiği gibi “Falanca geldi!” diye seslenilir. Hepsi de seni karşılamaya gelirler. Tıpkı dünyada kayıp kişisinin geldiği kendisine müjdelenen bir kimsenin sevindiği gibi senin gelişinden dolayı sevinirler. Sen saraylarına bakarken, birden onların tatlı seslerini ve hoş karşılayışlarını duyarsın. Bundan dolayı sevincinden uçar gibi olursun. Onların senin hakkındaki tezahürat seslerini duyduğunda hissettiğin sevinçle kendinden geçerken uşaklar sana doğru hızla koşarlar. Cennet çocukları yolunda saf bağlarlar. Uşaklar sana doğru gelirlerken, sabırsızlıktan zevcelerini bir telaştır almıştır. Her birisi senin gelişini görüp, dönerek kendisine haber vermek ve bu sevinçli müjdeyi kendisine ulaştırmak için birer hizmetçisini gönderir. Seni karşılamadan önce hizmetçiler seni görürler. Sonra her eşinin hizmetçisi koşarak yanına döner. Senin gelişini kendisine müjdelediğinde her birisi hizmetçisine, “Sen gerçekten onu gördün mü?” diye şiddetli sevincinden inanamayacak. Sonra her birisi başka bir hizmetçi gönderir. Senin geldiğine ilişkin peşpeşe müjdeler kendilerine gelince sevinçten yerlerinde duramazlar. Eğer Allah Teâlâ çadırlarından dışarı çıkmamayı kendilerine zorunlu kılmasaydı seni karşılamak üzere bizzat çıkacaklardı. Nitekim Mevlân şöyle buyuruyor: “Otağlar içinde sahiplerine tahsis edilmiş huriler vardır’’ (Rahman Sûresi: 72) Ellerini kapılarının kenarına dayayıp başlarını dışarı çıkarırlar ve çehrenin ne zaman kendilerine görüneceğini, uzun hasretlerinin ve şiddetli özlemlerinin ne zaman dineceğini, gözlerinin nuru, rahatlarının kaynağı, Rablerinin dostu ve Mevlâlarının sevgilisini görecekleri anı dört gözle beklerler. Sen saraylarının parlak güzelliğine bakarak misk tepeleri ve zaferan bahçeleri arasında gezinirken, uşakların olanca nur ve güzellikleriyle seni karşılarlar. Huzuruna gelen ilk uşağını öylesine büyük görürsün ki, Rabbinin meleklerinden biri sanırsın. O sana şöyle der: “Ey Allah Teâlâ’nın dostu! Ben sadece senin bir hizmetçinim Senin emrine verildim. Benden başka yetmiş bin uşağın daha vardır. Sonra parlaklık ve nurlarıyla hizmetçiler birbirini takip eder. Her biri seni saygıyla Selâmlar. Cennet Saraylarına Varış Sen Cennette iken gönlünün sevincini bir düşün! Uşakların huzurunda ayakta beklemekte, sana saygı göstermektedirler. Arkasından sedeflerindeki incileri andıran hizmetçilerin seni karşılayıp selâmlıyorlar. Sonra gelip huzurunda divan duruyorlar. Daha sonra uşak ve hizmetçiler kafilesi arasında ihtişamla yürüyorsun. Sena, saraylarına, Mevlân ve Sultanının senin için hazırladığı nimetlerin yanına kadar refakat ediyorlar. Sarayının kapısına geldiğinde, perdedarlar kapıyı açıyorlar, perdeleri kaldırıyorlar. Hepsi de sana saygı ve tazim göstererek ayakta bekliyorlar. Saraylarının kapıları açılıp salonlarının parlak güzelliğinden, süslü ağaçlarından, nefis bostanlarından, parlak avlularından, aydınlık odalarından perde kaldırıldığı zaman göreceklerini bir tehayyül et! Sen bütün bunlara bakarken, birden bire hizmetçilerin zevcelerine yüksek sesle müjdeyi iletiyorlar: “Bu Falan oğlu falandır. Sarayının kapısından içeri girmiştir!” Onlar senin geliş ve saraya giriş müjdesini duyar duymaz, perdeler arkasındaki karyolalarına serili yataklarından aşağı atlarlar. Çadırlar ve kubbelerinin altında gözlerin onlara bakmaktadır. Seni görmeye karşı duydukları sevinç ve özlemin kendilerini nasıl da hafifleştirdiğini ve yataklarından inişlerini görmektesin, O nazlı, niyazlı, hüsün ve cemâlli güzellerin çalımla ileri doğru atılışlarını bir tasavvur et! Güzel çehreleri ile hülle ve ziynetleri içerisinde, vücutları nazla beslenip büyütüldüklerini gösterir biçimde her birisinin hızla ileri atıldığını bir düşün! Mükemmel kametiyle divanından kubbesinin salonuna ve çadırının ortasına inişini bir göz önüne getir. Çadır ve kubbelerinin kapısına ulaşıncaya kadar hızla ilerlerler. Sonra sen gelinceye kadar içinde bekletildikleri çadır ve otağlarının kapısının yanlarına ellerini dayarlar. Böylece ayakta durup baş ve çehrelerini dışarıya uzatırlar. Senin gelişinden dolayı sevinç ve neşeyle dolu bir kalb ve büyük bir merakla sana bakarlar. |
#15
|
||||
|
||||
Ceylan Gözlü Güzeller
Gönlünün sevinci ve kalbinin neşesiyle durumunu bir düşün! Gözlerin onlara ilişmiş, güzel yüzlerine ve nazlı gözlerine bakışın takılmış. Onlarla yüz yüze gelince gözlerin şaşar, gönlün sevinçle taşar, gözlerinin gördüğü, gönlünün hissettiği saadet duygusunun doldurduğu kalbinin heyecanından şaşkın ve kendinden geçmiş gibi kalakalmışsın. Sen onlara doğru haşmetle yürürken birden bire otağlarının kapısına kadar gelirsin. Onlar da hızlıca ve telaşla sana doğru gelirler. Aşk ve muhabbet onları hafifleştirmiştir. Vücutlarının nazla beslenmesinden ve cisimlerinin ahenk ve mükemmelliğinden salınarak yürürler. Sonra onlardan herbiri sena şöyle seslenir: “Sevgilim, bize geç gelmene sebeb olan nedir?” Sen şöyle cevap verirsin: “Allah Teâlâ şu şu günahımdan dolayı beni o kadar çok bekletti ki, ben size kavuşamayacağımı sandım.” Sündüs ve ipek giysiler içerisinde, sana olan özlem ve sevgilerinden aceleyle yürüdükleri için lüks elbiselerinin eteklerini misk zemini üzerinde sürüyerek etrafa hoş koku yayılmasına ve zaferan otlarının dalgalanmasına sebeb olurlar. Onlardan en önde olanı, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in, buyurduğu gibi, parmak uçlarını, bileklerini ve yüzüklerini sana uzatır. Kâfur ve za’ferandan yaratılmış, binlerce sene nazla beslenmiş parmakların güzelliğini bir düşün! Ellerini sana uzattığında nasıl bir nurla parladığını ve nasıl bir ışık saçtığını bir tasavvur et! Parmaklarını parmakların arasına aldığında, nazla ve niyazla beslendiğinden ipek gibi yumuşaklığıyla neredeyse parmakların arasından kayacaktır. Ellerine dokunmaktan aldığın latîf ve hoş duygu gönlüne ulaşır ulaşmaz sevincinden aklın uçar gibi olur. Sonra onun nazlı ve niyazlı bedenine elini uzatıyorsun. O da seni bağrına basıyor. Elini boynuna doluyorsun. Ellerin gerdanlıklarına değiyor. Birbirinizi candan kucaklıyorsunuz. Seni bağrına bastığında, cisminin nazlılık ve nazeninliğinden aadete gark oluyorsun. Onun hüsn ü cemalinden ve kucaklama lezzetinden duyduğun hazzı bir düşün! Sonra onun güzel ve hoş kokusunu koklarsın. Gönlün ondan başka her şeyden geçer. Öyle ki ona dokunmadan ve hoş kokusunu almadan ötürü ruhuna ulaşan sevince gark olur ve sürurla dolar. Sen bu haldeyken birden bire diğerleri de yanına üşüşürler, seni kucaklar ve buseler kondururlar. Yüzün onların buseler konduran gonca misal ağızlarıyla dolar. Yüz güzellikleri seni kaplar. Saçlarıyla vücudunu örterler. Hoş kokulan burnunu doldurur. Onlar böyle, seni öpüp koklarlarken ve nazlı bedenleriyle kucaklarlarken bir düşün! Sana olan derin sevgileri ve uzun özlemleri nedeniyle sana sarıldıklarında büyük bir mutluluk hissederler. Seni bırakmak istemezler ve senin hoş ve nefis kokunla saadete gark olurlar. Allah Teâlâ’nın Vaadi Haktır Sürür ve saadet gönlünde iyice yer edip neşenin lezzeti bütün bedenine yayılınca, Allah Teâlâ’nın (dünyada) sana olan vaadini hatırlarsın.. Bunun üzerine Sana verdiği sözü gerçekleştiren ve vaadini yerine getiren Allah Teâlâ’ya yüksek sesle hamd edersin. Sonra, iyi işlerde çaba ve gayretinle onları Allah Teâlâ’dan istediğini hatırlarsın. İşte sen onları öpüp koklarken dünyada işlediğin o salih amellerinin mükâfatıyla yüzyüzesin. “Çalışanlar böylesi bir başarı için çalışsın!” (Saffat Sûresi: 61) Sonra onlar sana, sen de onlara övgüler yağdırırsınız. Sonra hepsi, güzel huylarıyla hayatını şenlendireceklerini yüksek sesle şöyle dile getirirler: “Biz hoşnut olanlarız, hiç bir zaman kızmayız. Biz karar kılmışlarız, hiç bir zaman göçmeyiz. Biz ebedî yaşayanlarız, hiç bir zaman ölmeyiz. Biz nimetler içinde nazla büyüyenleriz, hiçbir zaman sıkıntı çekmeyiz. Müjdeler sana, sen bizimsin biz de seniniz!” Sonra onlarla birlikte yürümeye devam edersin. Sen hurilerden, vildan ve hizmetçilerden meydana gelen kafilenin arasında yürürken ne güzel bir manzara arz edersin! Nihâyet bazı otağlarının yanına varırsın. Yakut ve zümrütle süslenmiş içi boş bir tek inciden meydana gelen bir çadır görürsün. İçine bir göz atarsın. Yataklarını, halılarım, yastıklarını, odalarının güzel yapılışını görürsün. Binaları, inci ve yakuttan büyük taşlar üzerinde katlar halinde örülmüştür. Sonra astarları ipek ve atlastan olan döşekler serili ve bütün yüksekliğiyle tahtını bulursun. Çarşaflarının yüzünden yoğun bir nur yükselmekte, kenarlarındaki ipek ve dibactan yeşil tüylerin güzelliği göz kamaştırmaktadır. Burası özel meclis fasıllarının yapıldığı yerlerdir. Bunlara baktıkça gözlerin şaşar. Sonra tahtından, zevcelerin için kurulmuş özel mahfili seyredersin. Orada bir zevcen karyolasından yukarıdaki tahtına bakıp durmaktadır. |
#16
|
||||
|
||||
Küçük Birer Cennet: Huriler
Kapıların, perdelerin, kubbe ve salonunun güzelliğini bir düşün! Güzel yataklarıyla, tahtlarıyla, sütunlarıyla, yüksekliğiyle, halılarıyla ve kurulu otağlarıyla hepsini bir tasavvur et! Yatağına yaklaştığında, tahtınla birlikte durursun. Zevcen önce oraya çıkar. Sen de peşinden çıkarsın. Oraya çıkınca karşı karşıya oturursunuz. Bu şekildeki manzaranız ne güzeldir! O, yüzünün hüsn ü cemali ve cisminin nazlılığıyla kıymetli elbiseleri ve ziynetleri içerisinde, kolunda bilezikleri, parmağındaki yüzükleri, ayağındaki halhalları, belindeki kemerleri, inci ve cevherle süslü atkıları, boynundaki gerdanlıkları, bütün bunların üzerinde başındaki inci ve yakutla süslenmiş tacı, tacının altından ve omuzları üzerinden eteklerine ve ayaklarına kadar serpilmiş saçı bulunmaktadır. Sen onun ayna gibi olan boynunda kendi yüzünü, o da senin boynunda kendi yüzünü görebilmektedir. Cennet çocukları çadırının etrafında senin ve zevcenin hizmetini beklemektedirler.. Otağının kenarlarından ağaç dalları meyveleriyle sarkmakta, sarayının etrafında ırmaklar muntazam bir biçimde akmakta, o ırmaklardan kollar otağının üzerine uzanarak, şarab, bal, süt ve selsebilini sana sunmaktadır. Senin ve zevcenin güzelliği doruğa ulaşmış bulunmaktadır. Sen de ipek ve sündüsten elbiseler giymiş, vücudunun her mafsalına altın ve inciden bilezikler takmışsın. İnci ve yakuttan mamul tacın, başının üzerinde durmaktadır. İnciden olan tacın çehreni nur ile parlatmaktadır. Husûsî Cennetin ve bütün sarayların senin vücudunun parlaklığından ve yüzünün nurundan pırıl pırıl aydınlanmaktadır. Cennet Irmakları Sarayların şeffaf olup içeriden dışarıyı gösterdiği için bütün zevcelerini ve hizmetçilerini, saraylarının bütün binalarını görebilmektesin. Ağaçlarının meyveleri üzerine kadar sarkmakta, şarap ve süt ırmakların altında, su ve bal ırmakların, ise üzerinden akmaktadır. Sen zevcelerinle birlikte koltuklarına oturmaktasınız. Kapılarının kanatlarını açmış, üzerine ise otağının perdesini çekmişsin. Hizmetçiler ve Cennet çocukları çadırının etrafını sarmışlar. Sen onların Rabbine olan teşbih seslerini işitmektesin. İçinden geçen her şeyden anında haberdar olur ve canının çektiği ve arzu ettiğin her türlü nimet ve ikramı getirip sana sunmaktadırlar. Sen ve zevcen, en mükemmel şartlarda ve eksiksiz nimetler içerisindesiniz. Onun hüsn ü cemal ve mükemmelliğine baktığında hayretten hayrete düşüp gözlerine inanamazsın. Güzelliğinden dolayı kalbin coşar. Sevimliliğinden dolayı gönlün kendisine ısındıkça ısınır. Sen koltuğunun üzerinde otururken o senin nedimin olup, birlikte Cennet içeceklerinden içersiniz. İnciden kadehler ve gümüş gibi beyaz cam sürahilerle birbirinize Cennet şarabı, selsebil ve tesnîm ikram etmektesiniz. Onun elindeki yakut ve inciden kadehi bir göz önüne getir! İnci gibi parlayan güzel dişleriyle gülümseyerek sana kadehi uzatıyor. Parmaklarının nuru, yüz ve gerdanının nuru, Cennetin nuru ve karşıda duran senin yüzünün nuru birbirine karışarak kadehe yansıyor. Parmakları arasındaki kadehte, kadehin parlaklığı, şarabın parlaklığı, yüz ve gerdanının parlaklığı, dişlerinin parlaklığı toplanıyor. Senin gibi Cennette yaratılışı mükemmel ve henüz tüyleri çıkmamış bir delikanlı haline gelen, parlak yüzlü, bembeyaz cisimli, şık elbiseli; içine yakutun kırmızılığı, incinin beyazlığı karışmış som altından yapılmış sarı ziynetli bir gencin (kendinin) saçlarını ne zannedersin! Zevce olarak sana ihsan edilen o gül yüzlü de ne güzeldir! Çocuk gibi masum, cana yakın, hoş sözlü ve mükemmel yaradılışlıdır. Yüzünün güzelliği ne harikadır! Göğüsleri ne beyaz, bedeni ne zariftir. Nazla beslenip büyütülmesi kendisine ne mükümmel bir latafet ve nezâket kazandırmıştır. Ceylan gözleriyle nazlı nazlı sana bakmakta, tatlı ve açık sözleriyle seninle konuşmakta, aşk, sevgi ve coşkuyla seninle oynaşmaktadır. Elinde, sadeliği ve cisminin inceliğiyle şeffaf ve eşsiz yakuttan veya gölge siz saydam inciden bir kadeh bulunmaktadır. Elinin güzelliği ve yüzüklerinin nuruyla kadehin güzelliğine daha bir güzellik katmıştır. Kendisinin beyazlığı, içeceğin beyazlığı, tutanın elinin beyazlık ve güzelliğiyle kadehin güzelliğini bir tasavvur et! İnci, yakut veya gümüşten olan kadehin onun mükemmel parmakları arasındaki manzarasını bir göz önüne getir, İnci gibi güzel dişleriyle gülerek kadehi sana uzatıyor. Parmaklarının nuru, yüz ve gerdanının nuruyla birlikte kadehe yansıyor. Nur Üstüne Nur Sen karşısında oturuyor ve sen de gülüyorsun. Elindeki kadehin üzerinde, senin nurun, kadehin nuru, içeceğin nuru, onun yüzünün, gerdanının, gülüşünün nuru ve Cennetin nuru bir araya geliyor. Kadehi bütün bu nur ve ışıklarla bir tasavvur et! Ellerinde pırıl pırıl parlıyor. Ellerindeki bütün yüzük ve bilezikleriyle kadehi sana uzatıyor. O ne tatlı uzatma ve ne gözalıcı el! Sonra o güven, lezzet ve sevinç ülkesinde peş peşe şarap kadehlerini sunuyor’. Sen de elinden alıyor, dudaklarının üzerine koyuyor ve yudum yudum içine çekiyorsun. Neşesi ta kalbine kadar sirâyet ediyor. Lezzeti organlarına yayılıyor. Ondan daha önce hiç tatmadığın bir haz ve lezzet alıyorsun. Cennet çocukları etrafında hizmet için ayakta durmaktadır. Bunu düşün! Elinden kadehi alıp içersin, arkasından ellerinle ona geri verirsin, o da gülerek ve güzel elleriyle senden alır. Bu ne tatlı gülüştür! Böylece kadeh ellerinizde dolaşıp durur. İçeceğin nuru yanaklarına yansır. İkiniz de yüksek sesle Mevlânız ve Efendinize hamd ve teşbih edersiniz. Çocuklar ve hizmetçiler de size cevaben teşbih ve tehlil (lâilâheillallâh) seslerini yükseltirler. O saray ve otağlarda, nağmelerle yükselen o ses ne güzeldir! Siz böyle lezzet ve sevinç içerisindeyken, yüz yıllar geçmiş ve siz kalblerinizin nimetlerle meşgul olmasından farkında bile olmamışsınız. |
#17
|
||||
|
||||
Ziyaretçi Melekler
Birden grup grup melekler ziyaretine gelirler. Rabbinden kıymetli ve latif hediyeler getirirler. Rabbinin bu elçileri sarayını bekleyen nöbetçiler ve hizmetine amade uşakların yanına vardıklarında onlardan, yanına varmak ve Mevlândan sana getirdiklerini takdim etmek için izin isterler. O zaman nöbetçi ve perdedarların Rabbinin meleklerine şöyle derler: “Allah Teâlâ’nın dostu, eşleriyle birlikte meşgul ve istirahattadır. Biz ona olan saygı ve tazimimizden rahatsız etmek istemiyoruz. ” İşte büyük ve yüce olan Rabbin bu gerçeğe şu âyetiyle işâret buyuruyor: “…Cennetlikler, gerçekten nimetler içerisinde sefa sürerler.” (Yâsin: 55) Müfessirler bu âyeti işâret ettiğimiz şekilde açıklarlar. Bu ne büyük nimet, ne muazzam saltanat ki, Rabbinin elçileri bile yanına varmak için izin isterler! Cennetinde dostlarının şanını yücelten Rabbin bu saltanata şöyle işâret buyuruyor: “Ne yana bakarsan bak yığınla nimet ve ulu bir saltanat görürsün” (İnsan: 20) Bu âyetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Bu saltanat meleklerin kendilerinden izin istemelerine işârettir. Kapıda Allah Teâlâ’nın gönderdiği elçi şöyle seslenir: “Ey Allah Teâlâ’nın dostu, iznin alınmadan, yanına girilemez. Ey Allah Teâlâ’nın dostu, sen Allah Teâlâ’nın rızasına ermişsin, saltanat, arzu ve hayallerinin zirvesine ulaşmışsın.” Perdedarlarının, yanına varmaları için senden izin istemeyeceklerini söylediği zaman melekleri ve şu sözlerini bir tehayyül et: “Biz ona Allah Teâlâ tarafından gönderilen elçileriz. Rabbinden birçok hediye ve armağanlarla geldik.” O zaman perdedarların hemen davranırlar ve yanına varmaları için senden izin isterler. Perdedarlarının o andaki durumlarını bir düşün! Kapıyı çalmak üzere ellerini kırmızı altın tahtalar üzerinde inci ile süslenmiş yakuttan halkaya uzatır ve sarayının kapılarını çalarlar. Yakuttan halkalar inci ve zümrütten olan sarayının kapısına değince, duyabildiğin en güzel sesten daha güzel bir ses çıkarırlar. Bu sesi duyanların kulakları haz, gönülleri neşeyle dolar. Ağaçlar kapının bu sesini duyunca meyveleri bir biri üzerine eğilir. Bundan da hoş ve nefis kokulu bir meltem yayılır. Sen yüzünün cemali ve nurunun parlaklığıyla otağından dışarı çıkarsın. Perdedarlar sana doğru koşarak gelirler. Hürmetlerinden ve nurunun gözlerim kamaştırmasından dolayı gözlerini kaldırıp sana bakamazlar. Şöyle derler: “Ey Allah Teâlâ’nın dostu, Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği elçiler kapıda bekliyorlar. Yanlarında Rabbinden getirdikleri kıymetli hediyeler vardır.” Sen onlara şöyle cevap verirsin: “Mevlâ’mın elçilerine izin verin!” Sen izin verir vermez, kapıcılar kendilerine sarayın kapısını açarlar. Sen koltuklarına yaslanıyorsun. Senin oturma salonuna girerler. Cennet çocukları önünde el pençe divan durulmuşlardır. Melekler, güzel suretleriyle ellerindeki hediyeler parıldayıp nurlar saçarak sana doğru gelirler. Değişik kapılardan bulunduğun yere girerler ki, Rabbinin sana verdiği, “her kapıdan bir selâm” sözü gerçekleşsin. Her kapıdan güzel nağmeleriyle “es-Selâmü Aleyküm!” diyerek sana Selâm verirler. Sonra da şunu eklerler: “Ey Allah Teâlâ’nın dostu! Rabbin sana Selâm söylüyor. Sana bu hediye ve armağanları gönderdi.” Beklenmeyen Yeni Mutluluklar Rabbinin sana olan armağan ve lütufları karşısında kalbinin sevincini bir düşün! Melekler yanından ayrılınca, Allah Teâlâ’nın sana bir nimeti olan zevcene bakarsın. Gözlerin şaşakalmış, sevincin kat kat artmıştır. Sen onunla birlikte son derece sevinç ve mutluluk içinde bulunurken, Allah Teâlâ’nın senin için yarattığı bir başka zevcenden en güzel bir nağme ve en tatlı bir ifadeyle şöyle bir çağrı gelir: “Ey Allah Teâlâ’nın dostu, bizim senden nasibimiz yok mudur? Bize de bakma zamanın gelmedi mi?” Kulakların onun güzel sözleriyle dolar dolmaz, güzel nağmesine karşı içinde doğan aşk ve sevgiden dolayı neredeyse kalbin yerinden uçar. Hemen cevap verirsin: “Allah Teâlâ hayrını versin, sen kimsin?” Hemen cevap verir: “Ben Allah Teâlâ’nın kendileri hakkında şöyle buyurduklarındanım: ‘…Onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilmez.’ (Secde Sûresi: 17) Tahtından hızla inip otağının ortasına gelişini bir göz önüne getir! Sonra emrine verilen Cennet çocuklarının ve hizmetçilerinle birlikte yürürsün. Onun da çocukları ve hizmetçileri seni karşılıyorlar ve sana refakat edip inci ve yakuttan bir saraydaki kırmızı yakuttan yapılmış bir otağa seni götürüyorlar. Sen sarayının kapısına yaklaştığında uşak ve hizmetçilerin sana kapıları açıyorlar. Sen mutluluk ve sevinç dolu olarak içeri giriyorsun. Sarayın kapısını, perdelerin güzelliğini, uşak ve hizmetçilerin hüsün ve cemalini bir düşün! Sonra eşinin seni çağırdığı sarayının kapısından içeri giriyorsun. Girer girmez gözlerin yeşil zümrütten olan duvarlarının güzelliğine, bahçelerinin gözalıcılığına, yapısının çekiciliğine, avlusunun parlaklığına takılır. Zevcenin içinde bulunduğu otağa bakıyorsun, senin ve eşinin yüzünün nurundan zaten nuranî olan otağ daha da aydınlanıp parlar. O seni ipek, atlas ve erguvandan döşekler üzerinden seyreder. Hemen tahtından iner. Sana olan şiddetli özlem onu hafifleştirmiş, aşk onu rahatsız etmiştir. Merhaba diyerek saygı dolu ifadelerle seni karşılar. Sonra seni kucaklamak üzere yaklaşır. -Nitekim Enes bin Malik (radiyallâhü anh) Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’den, hurilerin Allah Teâlâ’nın dostunu karşılayıp onunla tokalaştığını söylediğini nakletmiştir. Olanca güzelliği ve eşsiz yüzükleriyle ipek gibi yumuşak ellerinin avucunda bulunuşunu bir tasavvur et! Sen yüzünün güzelliği, cisminin nazlılığından, saç tellerinin parıldamasından duyduğun hayret ve hayranlıkla kendinden geçmiş gibisin. Sonra elinden tutarak birlikte senin kurulu tahtına geliyorsunuz. Birlikte tahta çıkıyorsunuz. Üzerinize muhteşem gerdek perdesi geriliyor. Eşini kucaklıyorsun ve bu halde üzerinizden uzun zamanlar geçiyor. Sonra hizmetçi Cennet çocukları, sürahi ve kadehlerle huzurunuza gelip elpençe divan durarak saf halinde bekliyorlar. Sonra size sakîlik yaparak içecek ikram ediyorlar. “Katımızda Dahası Vardır!” Siz bu şekilde sevinç ve neşe doluyken, birden başka bir sarayından başka biri seslenir: “Ey Allah Teâlâ’nın dostu! Bizim senden nasibimiz yok mu? Bizi özleyeceğin an gelmedi mi?” Sen hemen sorusuna soruyla karşılık verirsin: “Allah Teâlâ hayrını versin, sen kimsin?” Sana şöyle cevap verir: “Ben aziz ve celil olan Allah Teâlâ’nın kendisi hakkında şöyle buyurduğu kişiyim: “…katımızda dahası da vardır.” (Kaf Sûresi: 35) Bunun üzerine sen onun yanına varırsın. Böylece saraylarındaki, ölmez çocuklar ve itaatkâr hizmetçiler arasındaki eşlerini tek tek ziyaret ederek sonsuz bir nimet ve mükemmel bir sevinçle dolaşıp durursun. Her türlü sıkıntı senden uzaklaştırılmış. Her çeşit eksiklik senden giderilmiş. Her türlü kirden temizlenmişsin. Orada ayrılık nedir bilmezsin. Çünkü Yüce Allah Teâlâ kalbine yönelerek üzüntülere şöyle buyurmuştur: “Buradan yok olun ve sonsuza dek geri dönmeyin!” Sevince emrederek şöyle buyurmuştur: “Burada yerleş, sonsuza dek ayrılıp gitme!” Hastalıklara şöyle buyurur: “Bedeninden uzaklaşın, sonsuza dek de ona gelmeyin!” Sağlığa şöyle buyurur: “Bedenine yerleş, hiç bir zaman uzaklaşma!” |
#18
|
||||
|
||||
Öldürülen Ölüm
Senin gözlerin önünde (bir koç şekline getirdiği) Ölümü boğazlar. Sen artık ölümden emin kalmışsın ve ondan hiçbir zaman korkmazsın. Sana Rabbinin yakınlığı ve Cenneti ihsan edilmiş, senden razı olduktan sonra bir daha ebediyen onun gazabından korkmazsın. Nimetler içerisinde yüzersin, nikmet [şiddetli cezâ. ] ve azabının geleceğinden korkmazsın. Çünkü sen kesin olarak biliyorsun ki, aziz ve celil olan Allah Teâlâ seni seviyor, senden razıdır ve içinde yüzdüğün nimetlerden memnundur. Allah Teâlâ’nın saadet yurdu ne muazzamdır! Allah Teâlâ’nın yakınlık ve himayesi ne büyüktür! Arş seni gölgelendirmekte. Melekler, ölümle yok olmayan sonsuz bir hayatta, gidecek diye korkmadığın nimetler içerisinde Rabbinden sana sürekli lütuf ve ihsanlar getirirler. Rabbının azabından eminsin. Senden razı olduğuna kesin inancın var. Afvının serinliğini tâ kalbinde hissediyorsun, Tûbâ Gölgesinde Sohbet Allah Teâlâ’nın diğer bütün dostlarıyla birlikte zamanın musibetlerinden ve çağların nahoş hadiselerinden emin olarak ve Tûbâ ağacının gölgesinde sohbetler yaparak sonsuza dek orada ikamet edeceğini biliyorsun. Senin de içinde bulunduğun Allah Teâlâ dostları Tûbâ ağacının gölgesinde sohbet ederken, Allah Teâlâ, meleklerinden birine emrederek, kendilerine verdiği sözü yerine getirmek istediğini, gayet derecede ikram ve büyük bir sevince gark etmeyi arzu ettiğini ilan etmesini söyler. Bunu da onları kedisine yaklaştırmak, “hoş geldiniz!” dileklerini doğrudan doğruya kendilerine iletmek, mübarek cemalini onlara göstermek, böylece en üstün bir makama çıkmalarını, sevincin doruğuna ulaşmalarım ve saadetin zirvesine erişmelerini sağlamak istediğini ferman eder. Rabbinden Gelen Davet O anda birden bire şöyle ilan eden meleğin sesini işitirsin: “Ey Cennet halkı, Allah Teâlâ’nın size verdiği bir söz var ki henüz yerine, gelmemiştir!” Cennetlikler, kendilerine ihsan edilenleri çok büyük gördüklerini belirterek cevap verirler. Cennete girdirildiklerini, azabından emin kılındıklarını, dolayısıyla mazhar oldukları lütuf ve ihsandan daha ötesi olmadığım söylerler. Sen de onlarla birlikte şöyle dersin: “Yüzümüze rahmetle bakmadı mı? Bizi Cennete koymadı mı? Bizi Cehennemden kurtarmadı mı?” Bunun üzerine melek kendilerine şöyle seslenir: Allah Teâlâ, sizden Kendisini ziyaret etmenizi istiyor. O’nu ziyaret edin.” Onlar bu vaziyette iken, sevinç ve sürurlarından kalbleri, ruhları ile birlikte bedenlerinden uçacak gibi olurken bir de bakarlar ki: Melekler yakuttan yaratılmış, sonra da ruh üfürülmüş, dizginleri altından cins atlarla birlikte kendilerine doğru geliyorlar. Atların yüzleri parlaklık ve güzellik bakımından kandiller gibidir. Küçük ve büyük pislikten temizdirler. Kanatlıdırlar. Eğerleri Cennetin kırmızı ipekleri ve bembeyaz tiftiğindendir. Sırtında kırmızı ve beyaz olmak üzere iki hat vardır. Biçim olarak da dünyadaki en eşsiz cins atlarını andırmakla birlikte insanlar onlar gibi güzelini görmemişlerdir. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Uçan Atlar Hareket etmeye başlarken olanca kırmızılığı, parlaklığı ve parıldayan nuruyla Cennetin yakutundan yaratılan o cins atları ve ne kadar güzel olduklarını bir düşün! O atları, Cennet altınından yaratılan dizginlerini ve onları getiren meleklerin yüz güzelliğini bir göz önüne getir. Melekler dizginlerinden tutmuş senin de içinde bulunduğun Allah Teâlâ dostlarına doğru geliyorlar. Onlar koşarken son derece güzel yürüyüşlü ve rahvandırlar. Çünkü cins atlar olup, insanların eğitmesine ihtiyaç kalmadan yaratılıştan eğitilmiş olarak var edilmişlerdir. Son derece uysal olup hiç sıkıntı vermeden istenildiği yöne sevkedilebilirler. Meleklerin bu atlarla birlikte Cennetliklere doğru gelişini bir düşün! Nîhâyet yanlarına geldiklerinde o atları çöktürürler. O atların duruş ve oturuşlarının güzelliğini bir göz önüne getir. O anda, onlardan birine binip Rabbini ziyaret edenler arasına katılacağını biliyorsun. Melekler o atları çöktürüp, atlar salih insanların istirahat yeri olan Tûbâ ağacı altında, zaferan bahçeleri içerisindeki misk tepecikleri üzerine ıhınca, melekler Allah Teâlâ’nın dostlarına dönerek o tatlı nağmeleriyle şöyle derler. “Ey’Rahman’ın dostları, Rabbiniz olan Allah Teâlâ size Selâm söylüyor ve ziyaretine gitmenizi istiyor. Dolayısıyla O’nu ziyaret ediniz ki, O size baksın, siz de O’na bakasınız. O sizinle siz de onunla konuşasınız. O size cevap versin, siz de O’na cevap veresiniz. Size olan fazl ve rahmetini artırsın. Hiç şüphesiz O, geniş bir rahmet ve büyük bir lütuf sahibidir.” Senin de aralarında bulunduğun diğer Allah Teâlâ dostları bu sözleri duyunca, Rablerine olan sevgi ve özlemlerinden dolayı hemen koşarak atlarına binerler, Rablerine yakın olmak ve hakiki sevgililerini görmek için yüzlerinin güzelliği, nuru ve parlaklığıyla nasıl da hızla atılacaklarını bir düşün! Sen de onların arasındasın! Sağ ayaklarını yakut, zümrüt ve inciden yapılı özengilerine attıkları anı bir tasavvur et! Ayaklarının güzellik ve yumuşaklığını bir gözönüne getir. O ayaklar dünyadaki yapı ve özelliklerinden tamamen farklı bir biçimde yeniden yaratılmışlardır. Allah Teâlâ o ayakları Cennetinde her türlü afetten muhafaza etmiş ve yaratılışlarını boyalı yapmıştır. Sonsuza dek misk tepecikleri ve zaferan bahçeleri arasında dolaşırlar. Allah Teâlâ dostlarının yakut ve inciden özengilere uzattıkları o ayakların nurun bir güzelliğini düşün! En güzel Cennet atlarının en güzel özengilerindeki ayakların parlaklığını bir göz önüne getir. Hiçbir zorluk ve meşakkatle karşılaşmaktan ikinci ayaklarını da özengiye atarak, halis ipek ve erguvanla kaplı inci ve yakuttan binekleri üzerinde doğrulurlar. Erguvanın kırmızılığı arasında incinin beyazlığı ne büyük bir güzellik arzeder! Sen ve onlar cins atlarınızın üzerine kurulunca, atlarını şahlandırırlar. Atların şahlanmasıyla ayakları altından savrulan misk tozlan onların elbiseleri ve üzerlerine serpilir. Sonra bütün atlar düzgün bir tek saf halinde dizilirler. Hiçbir eğriliği bulunmayan dümdüz bir kafile oluşur. Biri diğerinin önüne geçmez. Bu ne muazzam kafile ve ne muhteşem süvari topluluğu! Dümdüz bir saf halinde uzanan atlarının ve yüzlerinin sergileyeceği manazarayı bir göz önüne getir. Yüzlerini bir nur halesi kuşatmış, başlan üzerinde inci ve yakuttan taçlar bulunmaktadır. |
#19
|
||||
|
||||
Milyarlarca Nuranî Simâ
Bütün Cennetliklerin yüzlerinin bir araya gelişini ne zannedersin?! Milyarlarca nuranî simanın bir anda sergilediği manzarayı ne sanırsın! Başlarındaki inci ve yakuttan taçlan sayıp bitirmek mümkün değil. Yüzlerinde parlak tebessümler ve çehrelerinde sevinçli gülücükler parıldamaktadır. Cins atlarıyla, kafilesinin intizamlı yol alışıyla, Allah Teâlâ dostlarının başlarındaki parlak taçlarının tek çizgi halinde dizilişiyle, bu taçları giyenlerin parlaklığıyla bu süvari kafilesini bir düşünsen, sonra da onlar gibi olma özleminden canını versen sana çok görülmez. Eğer düşünürsen, sana onlara özenmek; yakıştığını anlarsın. Çünkü Rabbinin o dostlarına dünyada verdiği sözü mutlaka yerine getireceğini kesin olarak biliyorsun. Saf iyice düzene girip, başlar üzerindeki taçlar tek çizgi halinde dizilince: “Rabbimize gidelim!” diyerek hızla koşmaya başlarlar. Yakuttan tırnaklarıyla tek çizgi halinde ve aynı tempoda biri diğerinin önüne geçmeksizin yol alırken o cins atları bir düşün! Sırtlarındaki Allah Teâlâ dostlarının vücutları nazla titreşiyor. Yürürken omuzları hep aynı hizada, koşarken atlarının ayakları ve özengileri de düz bir çizgi halinde uzanıp gidiyor. Ayaklarıyla zaferan otları dalgalanıyor. Cennet ağaçlarına yaklaştıklarında, ağaçlar kendilerine meyvelerinden atar. Onlar seyir halindeyken atılan meyveler gelip ellerine düşer. Ellerinde o meyveler ne güzel! Ağaçlar yana kayar ve yollarından çekilirler. Çünkü Mevlâları, o ağaçlara saflarını bölmemelerini, düzgünlüklerini bozmamalarını ve Allah dostuyla arkadaşının arasına girmemelerini ilham etmiştir. Zira Cennetlikler, dünyada Allah Teâlâ için birbirini sevdiklerinden Cennette de arkadaştırlar. Bu dostların kılık kıyafetlerini, elbiselerini, renklerini ve bineklerinin rengini de bir yapar. Yol Veren Cennet Ağaçları Düşün bir kere! Rabbinin lütfuyla arkadaşınla yan yana bulunuyorsun. Cennetin ağaçlarına yaklaşıyorsunuz. Ağaçlar meyvelerini silkiyorlar, kopan meyveler sizin ve diğer Allah Teâlâ dostlarının ellerine düşüyor. Sonra kökleriyle birlikte yollarından çekiliyor ve rahatça yollarına devam ediyorlar. Gönülleri hep gerçek sevgililerinin cemalini seyretmeye takılıdır. Sevinçle yürüyorlar. Birbirlerine dönüp bakıyorlar, konuşuyorlar, gülüşüyorlar, şakalaşıyorlar, Cennete koyması konusunda verdiği sözünü yerine getirdiği için Rablerine hamdediyorlar. Böylece yürümelerine devam ederken, bir de bakarlar ki Rablerinin Arşına yaklaşmışlardır. En güzel nur ve perdelerini görüyorlar. Bundan dolayı daha bir şevk, sevgi ve coşkuyla atlarını koşturuyorlar. Düşün bir kere! Cins atları, düzenlerini bozmadan, pırıl pırıl parlayan yüzlerle uçuyorlar. Melekler onları çepe çevre sarmış, kendilerine Rablerinin huzuruna doğru sürdükçe sürüyor. Nihayet Mevlâlarının Arşının dibine kadar geliyorlar. O mekânın genişliğini, nurunu güzelliğini, parlaklık ve çekiciliğini bir düşün! Misk tepeleri üzerinde sıra sıra yastıklar dizilmiş ve halılar serilmiştir. Onlardan herbiri kendisine hazırlanan yeri tanır. Tahtlar, Allah Teâlâ’nın seçkin ve sevgili kullan içindir. Kendileri için hazırlanmış minberlere, koltuklara, minderlere ve halılara yaklaşıp, minber, koltuk veya mindere doğru o güzel ayağını özengiden indirince, hallerini bir düşün! Nihâyet yerlerine kurulurlar, İnci ve yakutla yükseltilmiş koltuklara oturan o diz ve bedenlerin içinde bulunduğu nimet ve konforu bir düşün! O ne muazzam makam ve Allah Teâlâ dostlarının o makamlara kuruluşu ne muhteşem kuruluştur! Herkes yerlerini alıp, makamlarına rahatça oturarak perdeler de nur ile parlayınca gözlerinin aldığı lezzeti varın siz kıyas edin. Hepsi dikkat kesilip can kulağıyla gerçek sevgililerinin söze başlamasını bekliyorlar. Mevlâları ve Sultanlarının, manevi derecelerine göre kendi yakınında onlara lütfedeceğine söz verdiği gerçek makamlarındaki oturuşlarını bir tasavvur et! |
#20
|
||||
|
||||
Allah Teâlâ ’ ya En Yakın Olanlar
Evet, onların orada Allah Teâlâ’ya olan yakınlıkları, manevî mertebelerine göredir. Allah Teâlâ’yı en çok sevenler, O’na en yakın oturanlardır. Çünkü, onlar dünyada en çok Allah Teâlâ’ya sevgi ve muhabbet beslemişlerdir. Allah Teâlâ’nın Arşına en yakın oturanlar, insanlara karşı O’nun hükümlerini uygulayanlar ve hüccetler ve delillerle dinini savunanlardır. Peygamberler ve Sıddîkler de makamlarına göre Azîz ve Rahîm olan Allah Teâlâ’ya yakın bulunurlar. Ziyaretine gidilen Zat ne büyük, ne yüce ve ne uludur! Güzel izzet ve ikramları, yüzlerinin hüsn ü cemali ve parlaklığı ve arşın saldığı nur ve perdelerinin parlaklığıyla onların o meclislerini bir düşün! Sağlam bir akılla, o meclislerini, koltuk ve minberlerinin parlaklığını ve müşahede ettikleri Rablerinin cemalini bir düşünsen de, buna duyacağın Özlem ve arzudan ruhun uçsa çok görülmez. Bu Allah Teâlâ’yı tanıyan, Rabbine ve O’nun cemalini görmeye müştak olan her aklı başındaki insanın en büyük arsuzu olduğuna göre bütün bunları sakin kafayla söyle bir düşün ! Belki bu vesileyle nefsin, seni bundan mahrum bırakan her şeyden ve seni Rabbine manen yaklaşmaktan alıkoyan her kötülükten elini çeker. Meclis Tamam Olunca Meclisleri tamam olup, herkes rahatça yerlerini alınca kendileri için sofralar serilir. Aziz ve celil olan Allah Teâlâ ziyaretçilerine yemek ve meyvelerle ikramda bulunur. Allah Teâlâ’nın ziyaretçileri ve sevgili kulları için sofralar kurulur. Rahmanın ziyaretçilerini ağırlamak için bizzat melekler seferber olurlar, içinde temenni bile edemedikleri türlü türlü yemekler ve çeşit çeşit meyvelerle dolu altın tepsileri önlerine koyarlar. Rablerinin kendilerine olan ikramından dolayı büyük bir memnuniyet ve sevinçle ellerini uzatırlar. Hiç şüphesiz her ziyaret edilen kişinin, ziyaretçisine izzet ve ikram etmesi hakkıdır. Artık, O Kerîm, Vahid, Cevad, Macid ve Azîm olan Allah Teâlâ’nın ikramı nasıl olur! Düşün bir kere! Mevlâlarının kendilerine olan ikramıyla mesrur olarak ve büyük bir sevinç içerisinde yemeklerini yiyorlar, nihâyet yemeklerini yiyince Yüce Allah Teâlâ meleklere, “Onlara içecek ikram edin!” diye emreder. Artık hizmetçiler ve Cennet çocukları değil de bizzat melekler içi şarap, bal, su ve süt dolu inciden sürahi ve kadehlerle, yanlarına gelirler. Rahmanın melekleri elindeki o sürahi ve kadehleri bir düşün! Allah Teâlâ’nın dostları onlardan alıp içiyorlar. İçeceğin güzelliği ziyaretçilerin yüzlerine yansır. “Dostlarımı Giydirin!” Melekler, Allah Teâlâ’nın emrettiği içecekleri kendilerine ikram edince bu defa da Yüce Mevlâ şöyle buyurur: “Dostlarımı giydirin!” O anda melekleri bir göz önüne getir! Cennette benzerleri hiç giyilmemiş çok kıymetli elbiseler getirirler. Huzurlarında durarak o elbiseleri Allah Teâlâ’nın rıza ve ikramına layık bu bahtiyarlara giydirirler. Onları bir düşün! Elbiseleri başlarına koyduklarında ayaklarına varıncaya kadar üzerlerine oturur. Güzelliğiyle yüzleri parlar. Sonra O Yüce ve Ulu Allah Teâlâ, “Onlara güzel koku ikram edin!” diye emreder. Bunun üzerine kendilerine türlü türlü misk ve daha önce hiç duymadıkları diğer Cennet kokularım getirip serpmek üzere bütün güzelliği, şiddetli parlaklığı ve gözalıcı nuruyla bir bulut kalkar. Serpilen Hoş Kokular Düşün bir kere! Emre muhatap olan bulut, üzerlerine hoş kokular yağdırıyor. Güzel rayihalar yağmur gibi üzerlerine yağıp yüz ve elbiseleri nefis kokular içerisinde kalıyor. Onlar yiyip içtikten, melekler kıymetli elbiseler giydirdikten ve bulut, üzerlerine güzel kokular serptikten sonra gözleri hayret ve sevinçten bakakalır, gönülleri Allah Teâlâ’nın rahmet ve keremine takılır durur. Allah Teâlâ’nın Cemalini Seyretmek Onlar bu durumda iken birden perdeler kaldırılır ve Rableri kendilerine kemaliyle görünür. Bir ona, bir de güzelce hayal bile edemediklerine -ki bunu güzelce hayal edebilmeleri asla mümkün değildir. Çünkü O öyle bir Kadim’dir ki yaratıklarından hiçbiri Kendisine benzemez bakınca, evet O’na bakınca sevgilileri olan Allah Teâlâ, kendilerine merhabalarla şöyle seslenir: “Merhaba kullarım! Hoş geldiniz!” Azamet ve güzelliğiyle Allah Teâlâ’nın kelâmını duyunca ne dünyada ne de Cennette bulamadıkları bir saadet ve sürür kalblerini kaplar. Çünkü hiçbir şeyin Kendisine benzemediği Zatın kelâmını duyuyorlar. Onları bir düşün! Hepsi başlarını eğmiş, O’nun sözlerini duymak için can kulağıyla dinlemektedir. Biricik Sevgilileri ve göz aydınlıkları olan Zatın sözlerini dinlemenin verdiği sevincin nuru yüzlerini kaplamıştır. Allah Teâlâ’nın, bizzat sana hitaben söylediği sözlerini işitme sevincin şöyle dursun, dostlarına “Merhaba!” dediği anı tasavvur ettiğinde duyduğun sevinç ve O’na beslediğin muhabbetten ruhun uçsa çok görülmez. Allah Teâlâ onları “Selâm!” sözü ile Selâmlar. Onlar da selâmını: “Selâm sensin. Selâmet de Sendendir. Celâl ve ikram da sadece sana mahsustur” diyerek alırlar. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Rüyada Kabir Görmek | NGB | K Harfi Rüya Tabirleri | 0 | 14.09.23 00:51 |
Ölümün Şiddeti | Swordsfish | Ölüm & Kabir & Kıyamet | 2 | 17.04.22 13:19 |
Tekasür Suresi Açıklamalı Tefsiri | Havasokulu | Kuran-ı Kerim Tefsiri | 3 | 31.08.18 19:45 |
Ölüm Ve Mezar Efsaneleri | madlen | Gizemli Olaylar ve Mekanlar | 3 | 15.06.18 23:24 |
Yahudilik'te Âhiret İnancı Nasıldı? | SiLence | Off Topic | 4 | 22.05.17 14:41 |