Büyü ve Falcılık - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > Havas ilmi & Gizli ilimler > Havas ilmi Genel Bilgiler > Nazar ve Büyü Uygulamaları

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 06.04.16, 04:46
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 19.11.14
Bulunduğu yer: Edremit/Balıkesir
Mesajlar: 5,283
Etiketlendiği Mesaj: 2760 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Büyü ve Falcılık

Büyü Nedir?

Büyü, metafizik güçleri kullanarak bir kimseyi etki altında bırakmak demektir. Büyü simya ilmiyle, cinlerle, çeşitli maddelerle ve çeşitli yazılarla yapılabilmektedir. Rabbimiz (cc) büyü yapmayı kesin olarak yasaklamış; Bakara Suresi 102. ayette büyü yapanın ve yaptıranın ebediyen cehennemlik olacağını bildirmiştir.

Cinler Büyücülere Nasıl Yardım Ederler?

Okuyan şahıs kuvvetli bir radyo istasyonuna benzer. Bu istasyon şiddetli dalgalarını atmosfere yayar ve bu kuvvetli dalgalar, daha zayıf ve küçük radyo istasyonun dalgalarını siler. Aynı şekilde bu işi yapan şahıstan yayılan elektro manyetik dalgalar bu cinlerin ölmesine yol açar. Dolayısıyla bazı cinler bu işleri yapan şahısların emirleri altına girerler. Onlara, yani emir altına girmiş olan cinlere sihir yapmalarını emrederler. Ve bu tip cinleri emri altına almaya çalışan veya almaya muvaffak olabilen şahıslar genellikle bir yerde inzivaya çekilirler. Kendi duaları ile oluşturdukları şifrelerle uğraşırlar.

Cinlerin Büyücülerden İstekleri Nelerdir?

Büyücü aşağıdaki belirtilen fiilleri yapmak suretiyle şeytanın yardımını alabilir: Kuran ayetlerini ayaklarının altına yazmak; Kuran ayetlerini pislikle yazmak; Kuran’ı ayakaltına alıp, sıkıca bağlayarak tuvalete gitmek; besmele çekmeden şeytan için kurban kesmek ve kesilen hayvanı şeytanın belirttiği yere bırakmak; ateşle konuşmak, ona secde etmek veya tapmak; annesi veya kızı yahut kız kardeşiyle yatmak… Büyücünün küfrü ne kadar fazla olursa şeytanın itaati de o derece fazladır.

Büyü Yapılırken Cinlerden İstifade Edilir mi? Nasıl?

Büyü (magic), gizli metotlarla elde edilen olağanüstü kuvvetleri olan bir sanattır. Sihir, eski İran rahiplerinin bilgeliğin araştırılması yolunda kullandıkları bir metottur. Maj (mage) kelimesi Zerdüşt dini rahiplerinin diğer bir adıdır. Mirabeau’ya göre sihir barbar ve cahil kavimlerde olduğu gibi, medeni topluluklarda da beşeri bir gaye uğruna çalışmak yerine olan üstü hadiseleri meydana getirmek yolunda bir gayret olarak ortaya çıkmıştır.

12. asır okültistlerinden Hugese de Saint Victor’a göre sihri beş esaslı kısma ayrılır: 1. Kehanet 2. Matematik 3. Efsun, Teshir (Sortillege) 4. Gazibe, mucize, prodige 5. Meş’um Tesir (Malifice) (Ergün Arıkdal, Metapsişik Terimler Sözlüğü, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 1971)

Bu bölümlerden “kehanet”le, “meşhum tesir” tamamen cinlerle yapılan, gerçekleştirilen büyülerdir.

Huges de Saint - Victor kehaneti de ayırmıştır:

· Ölülerle haberleşme

· Yer cinleri ile gaibden haber alma (geomancie)

· Su perileri ile gaibden haber alma (Hydromanici)

· Hara perileri ile gaibden haber alma (Aeromancie) Fire_Demon.jpg

· Ateş perileri ile gaibden haber alma (Pyramancie)

Meş’um Tesir (Malefice) ise gizli ve tabiatüstü vasıtalar kullanarak insan hayvan ve bitkilerle yapılan kötü tesirdir. Üçe ayrılır;

· Şeytani yakarma (incantation de-moniaque)

· Ak büyü (Magic Blanche)

· Kara büyü (Magie noire)

Bu terim, şeytan ve yeri ruhların yardımı ile yapılan kötü tesirleri ihtiva ettiği için, böyle “kara” sıfatı ile adlandırılmıştır. (Ergün Arıkdal, Metapsişik Terimler Sözlüğü, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 1971)

Az çok Spritüalizm de büyünün genellikle cinlerle yapıldığı, ama bunun yanında simya ilminin veya büyücünün beyin gücünün de tesirinin olduğu vurgulanmaktadır ki bu çok doğru burada yapacağımız tek ilave veya hatırlatma, büyünün, “dinden çıkmadan” yapılamayacak olması. O yüzden ak büyü diye bir şey yoktur. Hepsi şirktir, yapanda, yaptıranda, yol gösterende ebedi cehennemdeki yerini hazırlamalıdır… Yüce rabbimiz büyü yapanın ahiretten nasibi olmadığını şu şekilde belirtmiştir:

Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil'deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihir)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah'ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi. (Bakara Suresi, 102)

Rabbim (cc) nasip ederse çıkaracağımız ikinci kitabın konusu ”büyü” olacak ve o kitapta derinlemesine bu konuları açıklamaya çalışacağız.

Cin’e, Büyüye ve Nazara Karşı Kuran’ın Tedavi Edici Fonksiyonu Nasıl Gerçekleşir?

Tıbb-ı nebevi’nin en bariz hususiyetlerinden biri tedavide Kuran-ı Kerim’e müstesna bir yer vermiş olmasıdır. Mezkûr mevahib-i ledünniye mütercimi bu hususu “Hak Teala Hazretleri izale-i emrazda (hastalıkların tedavisinde) Kuran-ı Azim’den eam ve enfal (bütün hastalıklarda geçerli daha müessir) Bir deva inzal etmemiştir. Kuran-ı Azim marazlara şifa ve ayine-i kulüba ciladır” diyerek ifade eder. Yani hem maddi ve hem de manevi hastalıkların en faydalı bir ilacıdır.

Kuran’ın bu yönünü tespit eden ayetler vardır: “Biz Kuran’dan müminler için bir şifa ve rahmet olan şeyi indiriyoruz” (İsra Suresi, 82). Fahreddin-i Razi Hazretleri “Kuran” kelimesinin başında geçen tebiz için değil, cins için Olduğunu belirtir. Böyle olunca ayeti şöyle anlamak muvafıktır: “Kuran olarak indirdiğimiz ayetlerin hepsi müminlerin maddi ve manevi her çeşit hastalıkları için şifadır.” Kuran’ın. Manevi hastalıklarla ilgili tedavisi iki suretle olmaktadır. Zira manevi hastalıklar ikidir: Bir kısmı batıl itikatlardır. Bunlar yaratılış, insanın bidayeti, akıbeti, kader, ulûhiyet, nübüvvet gibi iman esaslarına giren meselelerdir. Bu hususlarda İslam’ın tebligatına uymayan her inanış tarzı manevi bir hastalıktır. Şu halde bu meselelerde Kuran gerçek olanı delilleriyle birlikte zikrederek batıl mezhepleri ibtal etmiş, müminlerini sapıklıklardan korumuştur.

İkinci kısım manevi marazları kötü ahlaklar teşkil eder. Kuran-ı Kerim onları da açıklayarak müminleri ahlaksızlıklara düşmemeleri için uyarmış, Resullullah’ın “Mekarim-i ahlak’ı tamamlamaya geldim” derken kastettiği mekarim Kurani ahlaktır.
Kuran-ı Kerim’in maddi hastalıklara şifa olmasına gelince, bu da inkârı mümkün olmayan bir durumdur. Bizzat Resulullah Kuran’la rukyede bulunmuş maddi hastalıkların tedavisinde Kuran’ı Kerim’den istifade etmeleri için Ashab-ı Güzin’i teşvik etmiştir. Hatta bazı hadislerinde Kuran’dan şifa aramamayı eksiklik ilan etmiştir: “Kim Kuran’la şifa talep etmezse, Allah ona şifa vermez.” buyurmuştur. Bu hadis şu şekilde de anlaşılmıştır: “Kuran’la şifa talep etmeyene Allah şifa vermesin.”

Volkan Kemal Ergenekon'dan alıntıdır

Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 27.01.17, 23:51
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 21.12.16
Mesajlar: 10,466
Etiketlendiği Mesaj: 1587 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

ZERDÜŞTLÜK

İranlı Zerdüşt tarafından kurulan tek tanrılı inanç sistemi. İnanılan tek tanrıya verdikleri Ahura Mazda adıyla bağlantılı olarak Mazdeizm de denir. Sonraki dönemlerde ise daha çok Mecusilik adıyla anılmıştır.

Tek tanrılı bir inanç sistemi getirdiği için kimilerince peygamber olarak kabul edilen Zerdüşt'ün hayatıyla ilgili bilgiler daha çok efsanelere dayanır. Zerdüştçülerin inanışına göre Zerdüşt, Büyük İskender'den 258 yıl önce ortaya çıkmıştır. Büyük İskender, Ahameniş hanedanının (M.ö. 559-330) merkezi Parsa'yı (Persepolis) M.ö. 330'da ele geçirdiğine göre Zerdüşt, Harezm'in kralı olduğu sanılan Vistaspa'ya inançlarını M.ö. 588'de kabul ettirmiş olmalıdır. O sırada 40 yaşında olduğu inancı doğru kabul edilirse, doğum tarihinin M.ö. 628 olması gerekir.

Spitamalar adıyla bilinen soylu bir aileye mensub olan Zerdüşt, "Bilge Tanrı Ahura Mazda'dan vahiy aldığını" öne sürerek eski İran dinini yeniden biçimlendirmeye çalıştı. İnanç sisteminin temelini tapınılacak tek tanrı, en yüce tanrı Ahura Mazda oluşturur. Ahura Mazda, göklerin ve yerin, diğer bir deyişle maddî ve manevî dünyaların yaratıcısıdır. Birbirini izleyen karanlıkla aydınlığın kaynağı, evrensel adaletin yaratıcısı, doğanın merkezi, ahlakî düzeninin kurucusu ve tüm dünyaların yargıcıdır.

Ahura Mazda, başlıca altı niteliğe sahiptir. Bunlar doğruluk ya da kusursuz düşen (aşa vahishta), iyi akıl (vohu monah), iyiliksever bağlılık (spenta armaiti), yararlı egemenlik (kshathra vairya), bütünlük ya da kusursuzluk (haurvatat) ve ölümsüzlüktür (ameratat). Bu nitelikler kutsal ölümsüzler (ameşa spenta) denilen altı göksel varlık ya da melek olarak da düşünülür. Kutsal ölümsüzlerin simgelediği iyi nitelikleri Ahura Mazda'ya inananlar da edinebilirler. Bu nitelikler ilahî düzenin işleyişini yansıttıkları ve Bilge Tanrı'yı izleyenleri birbirine bağlayan düzeni oluşturdukları için, Ahura Mazda'nın dünyasıyla ona inananların dünyası birbirine yaklaşmış olur.

Zerdüşçülük'ün kutsal kitabı, hikmet ve bilgi anlamına gelen Avesta'dır. Avesta, üç ana bölümden oluşur. Yasna adını taşıyap ilk bölümde dinî törenlerde okunan ilâhiler yer alır. Zerdüşt'e ait olduğu kabul edilen Gatha'lar da bu bölümdedir. Toplam 896 mısradan oluşan Gatha'l-ar, Gat denilen beş manzumedir. Manzumeler Esnud Gat, Uştad Gat, Spentmend Gat, Vaşnu Hişter Gat ve Vehiştvet Gat adlarını taşır. Çeşitli ilâhilerin oluşturduğu ikinci bölüm Yuşt adını taşır. Videvdat denilen üçüncü bölüm de "şeytanlara karşı kanun" biçiminde adlandırılır. Bu bölümde şeytanlara karşı tılsımlar ve temizlenme kuralları yer alır.

Zerdüşt inançlarına göre, ölümsüzlüğün ve sonsuz mutluluğun geçerli olduğu hak ve doğruluk ülkesinin mutlak hakimi olan Bilge Tanrı Ahura Mazda'nın karşısında, kötülüğü simgeleyen Ehrimen yer alır. Bu inanış Zerdüştçülük'ün ikici (dualist) yönünü oluşturur. Ehrimen'in peşinden gidenler, özgür iradeleriyle onu seçtikleri için kötü olurlar. Bu ahlakî ikicilik Zerdüşt'ün kozmoloji anlayışından kaynaklanır. Bu anlayışa göre başlangıçta "hayat ile hayat olmayan" arasında seçim yapma özgürlüğü bulunan iki ruh karşı karşıya gelmiştir. Bu ilk seçim, iyilik ve kötülük ilkelerinin kaynağıdır. "Adalet ve Hakikatin Egemenliği" iyilik ilkesiyle, "Yalanın (Druc) Egemenliği" ise kötülük ilkesiyle bağlantılıdır. Yalanın ülkesi daeva denilen kötü cinlerle doludur. Kendi iradeleri ve kararlarıyla iki karşıt ilkeye dönüşen iki ruhu da Ahura Mazda'nın yaratmış olması, kozmoğonik ve ahlakî ikiciliğine karşın Zerdüşt dininin tek tanrıcı niteliğini korumasını sağlamıştır.

Bilge Tanrı, kutsal ölümsüzlerin de yardımıyla sonunda kötülüğün simgesi Ehrimen'i yok edecektir. Bu inanç, kozmik ve ahlakî düzlemlerde ikiciliğin ortadan kalkacağı anlamına gelir. Ama bu ikici anlayış Zerdüşt'ten sonraki dönemlerde yeniden önem kazanmış, artık Hürmüz (Yaratıcı) ya da Ormazd olarak anılan Ahura Mazda'nın Ehrimen'l-e eşit konumda görülmesine neden olmuştur. Buna göre zamanın başlangıcında dünya, biri iyinin, diğeri kötünün egemenliği altında bulunan iki alana bölünmüştür. Her insan bunlar arasında seçim yapmak zorundadır; kendi iradesi doğrultusunda ya Bilge Tanrı'yı ve onun egemenliğini ya da Yalan ülkesinde hüküm süren Ehrimen'i seçecektir. İnsanın karar verme özgürlüğü, kendi kaderini belirlemesi ve ondan sorumlu olması sonucunu doğurmuştur. Doğru insanın ödülü, sonsuz dürüstlük ve ölümsüzlüktür. Yalanın yanında yer alanlarsa, yalnız Bilge Tanrı tarafından yargılanıp cezalandırılmakla kalmayacak, kendi vicdanlarınca da mahkum edilecektir. Bu insanların ölümden sonra sürdüreceği hayat, İslam'daki Cehennem hayatına benzer, insan bir kere seçimini yaptıktan sonra geri dönüş yoktur. Bu nedenle dünya, birbiriyle savaş durumundaki iki topluluğun oluşturduğu iki zıt kutup ,olarak algılanır.

Günah insanı kötü güçlerin esiri kılar. Erdemler iyiliğin nihai üstünlüğüne yardım eder. Doğru yaşama, ahlakî emirlere uyma başlıca esaslardır. Ahlakî emirler iyi düşünce, iyi söz ve iyi iş diye özetlenir. Yoksullara cömert davranma, misafirperverlik, bütün kötülüklerden uzak kalma, toprağı sürme, sığırlara bakma, sıkıcı şeyleri ortadan kaldırma da başlıca erdemlerdir. Temiz hayvanları, özellikle köpekleri öldürme büyük günahtır. Zina yasaktır. Bazı cinsel konular ve ölü bedenine dokunma kirlenmeye yolaçar ve arınmak için özel ayinler gerektir.

Gathalarda Zerdüşt'ün kıyamet ve ahiret hayatıyla ilgili inançları da açıklanır. Bu ilâhilerin hemen her satırında ölümden sonra insanı nelerin beklediğinden söz edilir. Bu dünyadaki hayat, ölümden sonraki hayatın uzantısıdır. Bilge Tanrı tüm iyi davranış, söz ve düşünceleri ödüllendirip kötülerini cezalandıracaktır. Ölülerin ruhları, herkeste korku ve kaygı uyandıran Karşılık Köprüsü'nden (Cinvat Peretu) geçecektir. Ahura Mazda'nın yargısından sonra iyi ruhlar sonsuz mutluluk ve ışık ülkesine, kötü ruhlar da korku ve karanlık ülkesine gönderilecektir.

Daha sonraları, Zerdüştçülük çevresinde gelişen kozmolojinin dramatik bir akış olarak gördüğü dünya tarihi her biri 3 bin yıl süren 4 dönemden oluşur. Ezeli, öncesiz zamanda, aydınlıkta duran Hürmüz ile onun altında karanlıkta duran Ehrimen vardır. İlk 3 bin yılın sonunda, Ehrimen, kendisini Hürmüz'den ayıran Boşluk'u geçerek ona saldırır. Ehrimen'l-e mücadelesinin sonlu ölçülerle gerçekleştirilmediği sürece sonsuza kadar süreceğini gören Hürmüz, onunla mücadelesinin süresini sınırlayan bir anlaşma yapar. Arkasından, Zerdüşt inançlarının özünü içerdiğine ve duaların en kutsalı olduğuna inanılan Ahuna Vainya'yı okur. Büyük bir korkuya kapılan Ehrimen, Cehennem çukuruna yuvarlanır ve ikinci 3 bin yılı orada geçirir. Bu dönemde Hürmüz, evreni yaratmaya girişir. Önce, kutsal ölümsüzlerin de içinde bulunduğu ruhlar âlemini, ardından onun maddi karşılıkları olan gökyüzü, yeryüzü, bitkiler, İlk Öküz ve İlk İnsan Gayomart'ı yaratır. Sonra da insan ruhlarına iki seçenek sunar: Sonsuza kadar doğum öncesi durumlarında kalmak ya da bir bedene bürünüp dünyaya gelerek Ehrimen'l-e mücadelesinde Hürmüz'e yardım etmek. Ruhlar doğmayı ve Hürmüz'l-e birlikte mücadele etmeyi seçerler. Bu arada Ehrimen de altı kötü cin ve Hürmüz'ünkine karşıt yapıda bir maddî âlem yaratır.

İkinci 3 binin sonunda Ehrimen, İlk Kadın olan Fahişe'nin kışkırtmasıyla gökyüzüne saldırıp Hürmüz'ün yarattığı dünyaya kötülüğü yayar. Onun öldürdüğü Gayomart'ın cesedinden insan soyu ile ilk metaller, İlk Öküz'ün cesedinden de hayvanlarla bitkiler türer. Üçüncü dönemde Ehrimen, maddî dünyaya egemen olursa da, ondan kaçmayı başaramaz. Onu bu tuzağa düşüren Hürmüz'dür ve Ehrimen, kendi felaketini kendi eliyle hazırlamıştır. Son 3 bin yıllık dönem, yeryüzüne dinin gelişiyle, yani Zerdüşt'ün doğumuyla başlar. Bu dönemi oluşturan her bin yılın sonunda Zerdüşt'ün ölümünden sonra doğan oğullarından biri onun halifesi olarak ortaya çıkacak ve dünyayı kurtarma görevini üstlenecektir. Üçüncü ve son kurtarıcı Saoşyans, son yargıyı gerçekleştirecek, ölümsüzlük içkisini dağıtacak ve yeni dünyanın yolunu gösterecektir. Saoşyans, Kansava Gölünde yıkanan bir bakirenin, o gölde bulunan Zerdüşt'ün tohumuyla gebe kalması sonucu doğacaktır. Böylece ölülerin dirilmesi başlayacaktır. İlk İnsan Gayomart'ın kemikleri hayat kazanacak, bütün ölüler tekrar vücutlarına kavuşacak ve bir yerde toplanacaklardır. İyilerle kötüler ayrılacak, iyiler Cennet'e, kötüler Cehennem'e gidecektir. Üç gün kalındıktan sonra bütün yaratıkları Ateş Irmağı'ndan geçecek, ateş kötüleri temizleyecek, şeytanlarla bütünleşenler dışında herkes Ahura Mazda'nın ülkesine geçecektir. Böylece sonlu zaman, 12 bin yıllık aradan sonra, içinden koptuğu ezeli, öncesiz zamanla yeniden birleşecektir.

Zerdüşt'ün kurduğu inanç sistemi, onun ölümünden sonra bugün Afganistan'ı oluşturan topraklara doğru güneye ve batıda Medlerle Persler arasında yayıldı. Bu arada eski dinlere özgü öğeler de canlandı, eski tanrılarla tanrıçalara yeniden tapınılmaya başlandı. Bu dönemde Zerdüşt rahipler dinî temizlik idealini ateşle simgelediler. Bu rahipler "ateş yakıcılar" olarak anılmaya başladılar. Müslümanların İranlıları "ateşe tapıcılar" olarak nitelendirmelerine neden olan ateş kültü, İran dinî yapısının en göze çarpan niteliği halini aldı. Ateş tapınakları, güneş ışığının bile sızmasına izin vermeyecek şekilde yapılıyor, buradaki kutsal ateşe insan eli değdirilmiyor, nefesle kirletilmiyordu. Ateşi maşa ve kürekle besleyen rahipler ellerine eldiven giyiyor, ağızlarını örtüyorlardı. Ayinle temizlenmiş odunlarla beslenen ateşten evlere götürülmesi durumunda kesinlikle söndürülmüyordu.

İslâm'ın İran'da yayılmasından sonra, Zerdüştçülük sınırlı biçimde daha 3 yüzyıl varlığını sürdürdü. 8-10. yüzyıllarda ise artık yaşama şansını tümüyle yitirdi. Bunun üzerine son Zerdüştçüler İran'ı terkederek Hindistan'a göçtüler. Hindistan'da varlıklarını hâlâ sürdüren Zerdüştçülere Parsiler denilmektedir.

Günümüzde Parsilik olarak adlandırılan Zerdüştçülük, güçlü monoteist bir karakter taşımaktadır. Ateş, yine tanrıyı simgelemektedir. Eskiden olduğu gibi içinde sürekli ateş yapan tapınakları vardır. Bu tapınaklara Parsi olmayanlar alınmaz. Günde beş kez, ateşin temizliğini korumak için temizleme ayini yapılır. Rahipler denetiminde yapılan ayinlerde Avesta'dan ilâhiler okunur. Sunu ve kurbanlara büyük önem verilir. Ölüler, kentten uzak "dakhma" denilen ölü kulelerine bırakılır. Necis sayılan bu kuleler 4-5 metre yüksekliğinde silindirik yapılardır. Terasına çıplak biçimde yatırılan ölülerin etleri akbabalar tarafından yenilir, kemikleri güneşte kurur. Daha sonra bu kemikler kule içinde depolanır. Böylece toprağın kirletilmediğine inanılır.

__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 07.06.17, 15:55
Manevi
 
Üyelik tarihi: 31.05.15
Mesajlar: 2,183
Etiketlendiği Mesaj: 84 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

UYARI: Büyü Allah'a Şirk Koşmaktır
Allah (cc)'nın kulları üzerindeki en büyük hakkı, varlığını ve birliğini kabul edip, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Çünkü şirk, günahların en büyüğüdür. Kurân-ı Kerîm'de bu hususta şöyle buyrulmaktadır:

وَآتُواْ النَّسَاء صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةً فَإِن طِبْنَ لَكُمْ عَن شَيْءٍ مِّنْهُ نَفْسًا فَكُلُوهُ هَنِيئًا مَّرِيئًا

“Doğrusu Allah, kendisine eş koşulmasını bağışlamaz. Ondan başkasını, dilediği kimse için bağışlar ve mağfiret buyurur. Kim de Allah'a eş koşarsa, gerçekten pek büyük bir günah uydurmuş olur.” (Nisa 4)
وَمَن يَكْفُرْ بِالإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ

(...) “Her kim imandan sonra küfre düşerse, yaptığı ameller boşa gider ve o ahirette hüsrana uğrayanlardandır.” (Maide 5)

Bu ayet-i kerimelerden anlaşılacağı gibi, Allah (cc) şirk ve küfrün hiçbir çeşidini affetmez, imandan sonra bu duruma düşenlerin daha önce işledikleri namaz, oruç, hac, zekat ve hayırlı amellerinin sevabı defterinden silinir. Ona ne bir peygamber şefaat edebilir ne de bir veli, mü'minler de ona merhamet olunması için dua edemezler.

Buhara ve Semerkand ulemasına göre bilmemek bu hususta mazeret değildir. Mazeret iki halde kabul edilir:

1. Lisanın sürçmesi; Kişi bazen söylemek istemediği halde bazı sözler irade dışında kendisinden sadır olur. Çok sevinen bir insanın Allah (cc)'a şükrederken yanlışlıkla, "Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbin" demesi gibi.

2. Aklın gitmesi; Kişinin delirmesi, bunaması ve benzeri ağır akıl ve ruh hastalıklarına müptela olması durumunda söz ve işlerinden dolayı hesaba çekilmeyeceği bilinen bir husustur.

Küfrün çeşitlerinden herhangi birisi ile imandan ayrılan kişi, sadece istiğfar ederek imana giremez. Bu ona fayda vermez, belki günahı daha da arttırır. Küfrüne sebep olan itikadı yanlışlığını anlayıp bunu düzeltmesi, sonra şehadet kelimesini kalbiyle tasdik ederek söylemesi ve bir daha o bozuk itikada dönmeyeceğine dair Cenab-ı Hak'ka söz vermesi gerekir.

Küfür üç kısımdır: Lafzi, fiili, itikadi:

Lafzi küfür: Allah'a, peygambere, dine, imana sövmek, (v.s.)
Fiili küfür: Kurân-ı Kerîm'i ya da Kurân-ı Kerîm'den bir ayeti ya da Allah (cc)'ın ismi yazılı olan bir kağıdı bilerek pisliğe atmak.
İtikadi küfür: Allah (cc)'ı semada bilmek gibi, O'nu noksan sıfatlarla bilmek. (Allah (cc) mekansızdır) Melekleri Allah (cc)'ın kızları bilmek, v.s.
Gerek memleketimizde gerekse İslâm dünyasının pek çok yerinde, lakapları hoca, hatta şeyh olan çok kimse vardır ki, bunlar şirk ve küfür içindedirler. Bu yetmiyormuş gibi yanlarına gelen, kendilerine herhangi bir hastalığın tedavisi için müracaat eden zavallı Müslümanları da saptırıp, küfür çukuruna düşürürler.

Bu küfrün en önemli sebebi ise, gayba dair haber ve bilgi vermeleri, karşıdakilerin de buna inanmalarıdır.

.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
buyu, falcilik


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
41 Farklı Büyü Belirtisi Mucella Nazar ve Büyü Uygulamaları 44 25.10.24 17:15
Büyü çeşitleri Sadi Nazar ve Büyü Uygulamaları 19 14.09.24 20:48
Büyü ve kehanet Ayhanhoca Fıkıh Soru ve Cevaplar 1 13.12.23 14:04
Kara Büyü ve çeşitleri Sin Nazar ve Büyü Uygulamaları 2 06.09.22 14:40
Eşimin ailesi eşimi dolduruşa getirmiş yuvam yıkılıyor Belif Sorularınız 65 31.07.22 05:10


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 16:13.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147