|
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
|||
|
|||
Şeytan İçin Önemli Olan, İnsan Yeter ki Allah'a Secde Etmesin!
Hudhud dedi ki: “Fakat onun ve halkının Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan onların yaptıklarını onlara güzel göstermiş ve onları hak yoldan saptırmış. Bu nedenle de doğru yolu bulamıyorlar. Şeytan onlara bu ameli güzel gösterdi ki onlar, göklerde ve yerde gizlenmiş olan şeyleri açığa çıkaran ve gizlediklerinizi de açıktan yaptıklarınızı da bilen Allah’a secde etmesinler.”
Neml Sûresi 24-25. Şeytan, insanları Allah’a ibadet etmekten engellemek için onlara kimi zaman gezegenleri, kimi zaman dağları, kimi zaman ağaçları, kimi zaman nehirleri, kimi zaman insanları, kimi zaman hayvanları ve kimi zaman objeleri ilah olarak gösterir. İnsan yeter ki Allah’a secde etmesin. Allah’a secde etmedikten sonra kime ve neye secde ettiğinin bir önemi yok. Sonra şeytan bu ameli güzel ve çekici gösterir. Mantıklı ve akla uygun delillerle süsler. Kişi farkına varmadan fareye tapar, maymuna tapar, ineğe tapar, güneşe, aya ve yıldızlara tapar. Şeytan için önemli olan insanın Allah’a secde etmemesidir. Kime ve neye secde ettiği önemli değildir. |
#2
|
||||
|
||||
Namazda ne yapıyoruz?
Bedenimiz namaz kılarken kalp âlemimizde neler olup bitmekte; düşüncelerimiz, duygularımız namaza ne kadar iştirak etmektedir? Bu hususta hepimizin kendince bir muhasebesi var elbette. Fakat eksiğimizin önemli bir kısmı kıyam, rükû, secde gibi namazda bedenimizle yaptıklarımızın sırlarını, derin manalarını bilmemekle ilgili. Namazın başta ahlâkımız olmak üzere bütün hayatımızı değiştirmesi için “namazda ne yapıyoruz?” sorusunu kendimize samimiyetle sormamız, belki yaptıklarımızın bir kısmını yapmamız gerekenlerle değiştirmemiz gerekiyor. Konuyu İhyâu Ulûmi’d-Dîn’den iki ana başlık altında uyarlayarak hazırladık.
Kalp Namaza Nasıl Katır? Önce şunu bil: Bir müminin Allah Tealâ’nın yüceliğini bilmesi, O’ndan korkması, rahmetini ümit etmesi ve O’na kullukta kusurundan dolayı hayâ etmesi gerekir. Bu hallerin kuvveti ve sürekliliği imanın kuvveti ölçüsündedir. Yine de iman ettikten sonra hiçbir mümin bunlardan tamamen ayrı kalamaz. Âlemlerin Rabbi’nin huzuruna çıkmak olan namazda ise bu hallerden uzak kalmanın asıl sebebi düşüncenin dağılması, namaz dışında alanlara kayması ve namazdan gaflet halidir. İnsanı namazın hakikatinden alıkoyan, kalbi meşgul eden boş düşüncelerdir. Kalbi namazda tutmanın çaresi bu düşünceleri kalpten atmaktır. Bir şeyi yok etmek, ancak sebebini ortadan kaldırmakla mümkün olacağı için şimdi bunun sebeplerini açıklayalım: Düşünceleri engellemenin yolu Namaz harici düşüncelerin kalbe gelmesi ya dıştaki bir sebepten ya da kişinin kendi içindeki bir durumdan kaynaklanır. Dıştaki sebepler, işittiği veya gördüğü şeylerdir. Bunlar düşünceyi kendine çeker, peşine takar ve etkiler. Sonra ilk düşünceden başka bir düşünce doğar ve bu böyle sürüp gider. Kimin niyeti kuvvetli ve yönelişi yüksek olursa gözünün gördüğü, kulağının işittiği şeyler onu namazda meşgul etmez. Fakat zayıf kimsenin gördüğü ve işittiği şeyler sebebiyle namazda fikri dağılır, kalbi karışır. Bunun ilacı, namazda gözü sağa sola kaymaktan korumak, hafif karanlık bir mekânda namaz kılmak, önünde kendisini meşgul edecek bir şey bırakmamak, görüş mesafesini kısa tutmak için bir duvara karşı namaza durmak, cadde ve yol üzerlerinde, nakışlı ve işlemeli yerlerde, desenli ve boyalı seccadeler üzerinde namaz kılmamaktır. Bunun için bazı âbidler, dikkatlerini dağıtmamak ve düşüncelerini namazda toplamak için ancak secde yapabilecekleri kadar küçük ve loş bir yerde ibadet ederlerdi. Halleri kuvvetli olanlar ise mescidlere giderdi, fakat namazda gözlerini korurlar, secde yerinin ötesine bakmazlardı. Onlar, kişinin sağındaki ve solundaki kimseleri tanımayacak kadar huşû içinde kıldığı namazın tam bir namaz olduğu görüşünde idiler. Bunun için Abdullah b. Ömer radıyallahu anhümâ, namaz kıldığı yerde kitap, kılıç ve yazılı kâğıt gibi bir şey bulundurmazdı. Bunlar zâhirî/dış sebeplerden kurtulmak için alınan tedbirlerdir. Bâtınî/iç sebeplere gelince; bunlarla baş etmek daha zordur. Çünkü düşüncesi derede tepede dolaşıp duran kimsenin fikri bir noktada durmaz; bir o yana bir bu yana koşup durur. Gözünü kapatması ona bir fayda sağlamaz, önceden kalbe yerleşmiş şeyler onu meşgul etmeye yeter. Bundan kurtulmanın yolu kendini zorlamaktır. Namazda okuduklarına kalbinin katılmasını sağlamak ve onu başka şeylerle meşgul olmaktan alıkoymak için zorlamak… Mesela namaza giriş tekbirinden önce ahireti hatırlayarak Rabbi’ne “münâcât”a kendisini hazırlamalıdır. Namaz Allah Tealâ’ya münâcâtın en mükemmel haldir. Peki, münâcât nedir? Münâcâtın kelime anlamı “fısıldaşmak ve bir sırrı paylaşmak”tır. “Yalvarmak, yakarmak, dua ve hâli arz etme” manasında da kullanılır. Şu halde kişi namazda Rabbi ile konuşmakta, O’na yalvarıp dua etmektedir. Kişinin ayrıca Allah Tealâ’nın huzurunda durmanın ağırlığını, mahşerde ilâhî huzurda hesap vermenin dehşetini düşünmesi de kendisini namaza hazırlamaya yardımcı olur. Tekbirden önce namaz harici bütün düşünceleri gönlünden çıkararak kalbini namaz için hazırlar, meşgul edecek bir şey bırakmaz. Böylece kararlı bir şekilde kendini namaza hazırlar. Sebebi bulup yok etmek Kalbe gelen düşünceleri, boş fikirleri engellemenin yolu budur. Eğer bu yolla tedavi olmaz ise onu kurtaracak olan şey, hastalığını bünyeden söküp atacak ilacı kullanmaktır. O da kalbin namaza iştirakine mani olan şeylerin neler olduğunu araştırmaktır. Şüphesiz bunlar kişinin düşünce dünyasıyla ilgilidir. Düşünceler de genellikle nefsin istek ve yönlendirmelerinden kaynaklanır. Bu durumda nefsini bu isteklerden çekip alarak, onlarla bağını keserek cezalandırır. İnsan şunu bilmeli ki onu hakiki namazdan alıkoyan her şey dinine zıttır ve düşmanı olan şeytanın yardımcılarıdır. Onları tutmak, taşımak, terk etmekten daha zararlıdır. Kişi onları başından atarak kalbini meşgul etmesinden kurtulur. Şu örneklerde olduğu gibi: Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem bir defasında Ebû Cehm radıyallahu anhûnun getirdiği nakışlı bir elbise ile namaz kıldı. Selam verdikten sonra, onu çıkararak; “Bundaki nakışlar beni meşgul etti. Bunu Ebû Cehm’e götürün de bana onun sade elbisesini getirin.” buyurdu. (Buhârî, Salât, 244; Müslim, Mesâcid, 61; Ebû Davud, Salât, 168; Nesâî, Salât, 187; İbn Mâce, Libâs, 1) Bir defasında Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin ayakkabısının bağı eskimişti. Onları deriden yeni bağlarla değiştirdikten sonra namaza durdu. Yeni olduğu için namazda onlara baktı. Selâm verdikten sonra bunların ayakkabıdan çıkarılmasını, yerine eski bağların takılmasını istedi. (İbnü’l-Mübârek, Kitâbü’z-Zühd, nr. 383) Yine bir defasında yeni bir ayakkabı giymişti. Namazda ayakkabının güzelliği hoşuna gidince hemen secdeye kapandı ve “Gazabına uğramayayım diye tevazu ile Rabbim’e secdeye kapandım.” buyurdu. Sonra o ayakkabıyı çıkarttı ve karşılaştığı ilk dilenciye verdi. Daha sonra da Hz. Ali radıyallahu anhûya bir çift sade ayakkabı satın aldırdı ve onları giydi. (Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 3/204) Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem haram kılınmadan önce yeni bir altın yüzük takmıştı. Minberde iken ona dikkatle baktı, sonra çıkarıp attı ve “Bir size bir buna bakarken beni sizden alıkoydu.” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/322; Nesâî, Zînet, 81) Burada şu hususu hatırlamakta fayda var. Elbette Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Rabbi’nden bir an bile gafil değildi. Hele de namazında bizimki gibi bir gaflete düşmesi söz konusu olamazdı. O’nu tedirgin eden haller kendi nübüvvet makamına göredir ve bu hadiseler ümmetine örnek teşkil etmek üzere vuku bulmuştur. Rivayet edildiğine göre, Ebû Talha radıyallahu anh içinde meyve ağaçları bulunan bahçesinde namaz kılıyordu. O sırada daldan dala konan yabani bir güvercin hoşuna gitti ve namazda bir müddet ona baktı. Bu arada kaç rekât kıldığını bilemedi. Başına geleni Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme anlatarak; “Ya Resûlallah, bu bahçe sadakamdır, istediğin yere kullan.” dedi. (Mâlik, el-Muvatta, 1/98) Benzer bir hadise bir başkasının da başına gelmiştir. Bu kişi bahçesinde namaz kılıyordu. Bahçedeki hurma ağaçları meyve ile doluydu. Namaz esnasında onlara baktı ve hoşuna gitti. Bu arada kaç rekât namaz kıldığını unutuverdi. Gelip durumu Hz. Osman radıyallahu anhûya anlattı ve “Bu bahçe sadakadır; onu Allah yolunda kullan.” dedi. (Mâlik, el-Muvatta, 1/99) Onlar bunu, ibadet esnasında kalplerini meşgul eden düşünceyi kesip atmak ve namazdaki kusurlarını telafi etmek için yapıyorlardı. Kalbe gelen düşünce hastalığının tedavisi işte budur. Takıntılar ve namaz Bu bahsettiğimiz tedaviler ve namazda okuduğuna kalbi iştirak ettirme çabası, kalbin içine yerleşmemiş, etrafında dönüp duran düşüncelerde fayda verir. Kalbe kök salmış kuvvetli istek ve yönelimlerde ise bunlar fayda vermez. Aksine sen düşünceyi çekersin, o seni çeker ve sonra seni yener. Bütün namazın boyunca bu meşguliyetle uğraşıp durursun. Bu durumu bir misalle anlatalım: Bir adam bir ağacın altında bütün dikkatini toplayıp önemli bir mesele düşünüyor. Bu sırada ağaçtaki kuşların sesi dikkatini dağıtıyor. Adam kuşları kovalıyor ve düşüncesine dönüyor. Kuşlar tekrar geliyor, adam yine kovalıyor. Bu durumda ona, “Senin bu yaptığın iş kısır döngü, sonu gelmez. Eğer bunlardan kurtulmak istiyorsan ya ağacı yok et ya da onu terk et.” denir. Nefsin tutkuları da böyledir. O kökleşip dal budak salınca kuşların ağaca, sineklerin pisliklere hücum ettiği gibi düşünceler de ona doğru akar. Onları uzaklaştırmaya çalışmak çok uzun sürer. Kovulan sineğin dönüp geri gelmesi gibi, nefsin istek ve yönlendirmelerinden kaynaklanan düşünceler de kalbe yeniden hücum eder. Bunun tek çaresi bu istek ağacını tamamen terk etmek, kökünden kesip atmaktır. Ayrıca kalbi meşgul eden şehvetler yani istek ve yönelimler çok çeşitlidir. Onlardan uzak kalan kimse çok azdır. Hepsinin aslı tekdir; o da dünya sevgisidir. Dünya sevgisi bütün günahların başıdır. O her kusurun temeli ve her bozulmanın kaynağıdır. Kimin kalbi dünya sevgisiyle dolar, elde ettiği dünyalıkları ahirete hazırlanmaya yardımcı yapmazsa, o kişi namazda Rabbi ile buluşmanın, O’nunla konuşmanın lezzetini beklemesin. Çünkü dünyalık şeylerle sevinen kimse, Allah Tealâ ile münâcât halinin zevkine varamaz. Kişinin kalbî yönelişi, sevinci, üzüntüsü en çok değer verdiği şeyle birliktedir. Gözü dünyalıkla aydın olan kimsenin himmeti kaçınılmaz olarak ona yönelir. Fakat bütün bunlarla birlikte yine de mücadeleyi terk etmemek, kalbi namaza yöneltmeye çalışmak ve onu meşgul eden şeyleri azaltmak gerekir. Bu çok acı bir ilaçtır. Acı ve zor olduğu için insan tabiatı ondan kaçar, hastalık da kalıcı hale gelir, dert ağırlaşır. Öyle ki büyük zatlar kalplerinde hiç dünya düşüncesi bulunmadan iki rekât namaz kılmaya çalışmış, fakat çoğu aciz kalmıştır. Bizim gibiler için bunu yapabilme ümidi yok gibidir. Ama keşke biz kıldığımız namazın yarısını yahut üçte birini düşüncelerden uzak kılabilseydik! Böylece bazı amellerini bozuk yaparken bazılarını güzel yapan kimselerden olurduk. Kısaca, kalpte dünya düşüncesiyle ahiret düşüncesinin durumu yağ dolu bir bardağa su dökmek gibidir. Bardağa ne kadar su girerse o miktarda yağ dışarı çıkar. İkisi bir arada toplanmaz. Önce şunu söylemek isteriz: Eğer kişi ahiret saadetini isteyen bir Hak yolcusu ise namazını günlük hayatının en önemli işi kabul etmeli, yukarıda anlatıldığı üzere hakiki manada namaz kılmasına engel olan hususlar üzerine düşünüp gereğini yapmalı. Şimdi ezan, taharet, setr-i avret, kıbleye yönelmek, ayağa kalkmak ve niyet gibi namazla ilgili bazı hususların nasıl anlaşılması ve bunlarda ne yapılması gerektiğini açıklayalım. Ezan Müezzinin sesini işittiğinde kıyamet günündeki çağrının dehşetini düşün. Hemen zâhirin ve bâtınınla davete uymaya ve koşmaya hazırlan. Çünkü dünyada bu davete derhal icabet edenler, büyük hesap gününde lütuf ve ihsanla çağrılır. Ezan okunurken namaza davet ediliyorsun. Kalbine bu daveti sun. Eğer onu sevinçli, ferah ve davete hemen uymaya yönelmiş buluyorsan, bil ki ilâhî hüküm gününde yani mahşerde sana müjde ve kurtuluş çağrısı gelir. Bunun için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, “Bizi namazla rahatlat ey Bilâl” buyurmuştur. (Ebû Davud, Edeb, 86; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/206, 268) Yani bizi namazla ve ona yapacağın çağrı ile rahatlat. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin gönlünün sevinci ve huzuru namazda idi. Tahâret Namaz kılacağın zaman önce namaz kılacağın yeri gerekiyorsa temizlersin, temiz seccadeni serersin. Orası bedenine ve elbisene göre dışarısıdır, uzaktır. Elbisenin de namaza mani kirlerden temizlenmiş olmasına özen gösterirsin. O da namaz kılacağın yere göre sana daha yakındır. Daha yakın olan ise bedenindir, onun da temiz olması gerektiğini bilirsin. İşte bunları temizlediğin gibi, senin özün ve kendin olan kalbini unutma. Onu da tevbe, geçmiş kusurlarına pişmanlık ve gelecekte bir daha yapmama azmiyle temizlemeye çalış. İçini temizle, çünkü orası Yüce Rabbi’nin nazargâhı, yani seni değerlendirdiği yerdir. (Bkz. Müslim, Birr, 34; İbn Mâce, Kitâbü’z-Zühd, 9) Setr-i avret Setr-i avret, bedenin görülmemesi gereken yerlerini insanların gözünden örtüp gizlemek demektir. Senin bedeninin dışı insanların baktığı yerdir; onu elbise ile örtersin. Peki, sadece Yüce Rabbi’nin gördüğü iç âlemindeki kusurları, ayıpları nasıl örteceksin? Şu gerçeği bil ki başkalarından sakladıkları Allah Tealâ’dan asla gizli değil. Onları sadece pişmanlık, Allah’tan utanma ve gazaptan korkmak temizler. Bunları hatırlayarak korku ve hayâ kuvvetini harekete geçir. Nefsin namazla alçalsın. Kalbin utanma altında boyun eğsin. Allah Tealâ’nın huzurunda, efendisinden kaçıp sonra pişman olarak geri dönen suçlu kölenin duruşu gibi hayâ ve korkudan boynun eğik dur.
__________________
Ne senle yaşanıyor Ne de sensiz oluyor Şu garip bomboş dünyada.. |
#3
|
||||
|
||||
Kıbleye yöneliş
Kıbleye yönelmek, yönünü diğer yönlerden çekip Allah Tealâ’nın evi olan Kâbe’ye yöneltmektir. Bunun sadece bedenen yönelmekten ibaret olduğunu, senden kalbini de başka her şeyden çekip Allah’a yöneltmenin talep edilmediğini mi zannediyorsun? Öyle değil! O’ndan başka hakiki matlub yoktur ki başka bir şeye yönelesin. Namaz için bedenen kıbleye yöneliş, içteki duyguları harekete geçirmek, azaları bir düzende tutmak, onları bir yöne yöneltip sabitlemek içindir. Çünkü azalar serbest kalıp istedikleri tarafa yöneldiklerinde kalbi peşlerinden çekerler ve onu Allah rızasından çevirirler. Öyleyse kalbinin yönü bedeninin yönüyle birlikte olsun. Namazda bedenin Kâbe’ye yöneldiği gibi kalbin de Kâbe’nin sahibine yönelsin. Şunu bil ki yüzünün diğer yönlerden Kâbe’ye çevrilmesi gerektiği gibi, kalbin de Allah Tealâ’ya yönelmesi için mâsivâdan yani O’nun dışındaki şeylerden ayrılması gerekir. Bu hale işaret olarak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kul namaza kalktığı zaman isteği, yüzü ve kalbi ile Allah’a yönelirse, annesinden doğduğu gün gibi günahlarından temiz olarak namazdan ayrılır.” (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 52 (nr. 832). Ayrıca bkz. Buhârî, Vudû, 23; Ebû Davud, Salât, 158; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/117; Abd b. Humeyd, el-Müsned, nr. 280) Kıyam Namazda kıyam, kişinin bedeni ve kalbi ile Allah Tealâ’nın huzurunda durmasıdır. Öyleyse azalarının en üstünü olan başın, o huzurda mütevazi bir şekilde eğik ve sakin olsun. Başının eğilmesi, kalbinin tevazulu ve iddiasız, makam ve prestij isteği ile kibirden uzak olduğuna alamet olmalıdır. Ayakta, mahşer gününde büyük hesap için getirilmeni ve Allah Tealâ’nın huzurunda durmanı hatırlamalısın. O anda şunu bil ki sen Allah Tealâ’nın huzurundasın ve O senin her şeyini bilmektedir. Eğer O’nun yücelik ve azametini idrakten aciz isen, hiç değilse O’nun huzurunda dediğini yapabilecek güçte birinin huzurunda durduğun gibi dur. Namazdaki kıyamın süresince tanıdığın sâlih birinin veya seni sâlih olarak tanımasını istediğin birinin seni izlediğini düşün. Bu durumda namazı nasıl huşû içinde kılmaya dikkat ediyor ve aciz bir kulun sana “huşûu az imiş” demesinden korkuyorsan, Allah’a karşı da azaların huşû ve tevazu içinde olsun. Kendini aciz bir kulun izlemesi anında huşû ve tevazuya sarıldığını yakalarsan nefsini kına ve ona de ki: “Ey nefsim, sen Allah Tealâ’yı tanıdığını ve sevdiğini iddia ediyorsun. Kendin gibi aciz bir kula böyle saygılı olurken Allah’a karşı dik başlı olmaktan utanmıyor musun? İnsanlardan çekiniyorsun da Âlemlerin Rabbi’nden neden korkmuyorsun? Halbuki korkulması gereken O’dur!” Bunun içindir ki Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Allah’tan hayânın nasıl olacağını sorunca, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kavminden sâlih bir insandan utandığın gibi...” (Ahmed b. Hanbel, Kitâbü’z-Zühd, nr. 248; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 2/462; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, 4/85; vd..) Niyet Namaza niyetle, Allah Tealâ’nın namaz emrine uymaya, onu tamamlamaya, namazı bozan şeylerden kaçınmaya ve bütün bunlarda Allah rızası için ihlâslı olmaya azmet. Ayrıca Allah’ın sevabını ümit ederek, azabından korkarak, şu edepsizliğine ve bunca isyanına rağmen sana huzuruna çıkma izni vermesine minnet duyarak namazını kıl. Rabbi’ne münâcâtın, yani O’nunla konuşmanın kıymetini bil. Kime, nasıl ve neyle münâcât ettiğini düşün. Bunları bildiğinde ve düşündüğünde utancından alnının terlemesi, ilâhî heybetten dizlerinin titremesi ve korkudan yüzünün sararması gerekir. Tekbir Dilinle “Allahuekber” dediğin zaman kalbinin onu yalanlamaması gerekir. Eğer kalbinde Allah Tealâ’dan daha büyük, önemli bir şey varsa, “Allahuekber” sözün doğru olmakla birlikte, Allah şahittir ki sen yalan söylüyorsun. Nitekim münafıklar Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme; “Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Resûlüsün” dediklerinde, samimiyetle değil, korku ve nifakla söyledikleri için Allah Tealâ onların yalan söylediklerine şahitlik etti (Münâfikûn 1) Eğer nefsinin istek ve yönlendirmeleri sana Allah Tealâ’nın emrinden daha hâkim durumda ise ve sen de Allah Tealâ’dan daha fazla ona itaat ediyorsan, nefsini kendine ilâh edinmiş ve onu yüceltmiş olursun. Bu durumda senin “Allahuekber” (Allah en büyüktür) sözünün, laftan ibaret kalmasından korkulur. O zaman kalp dilden ayrılmış ve onu tasdik etmemiş olur. Eğer bu hale tevbe ve istiğfar edilmez, kula güzel zannı bereketiyle Allah Tealâ’nın ihsanı ve affı yetişmezse tehlike çok büyüktür. Başlama duası Şâfiî mezhebinde ilk rekâtta Fâtiha’dan önce okunan duanın manası şöyledir: “Ben, Hanîf ve müslüman olarak ve bütün şirk çeşitlerinden uzaklaşarak yüzümü gökleri ve yeri yoktan var eden Allah’a çevirdim. Ben O’na ortak koşanlardan değilim. Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi Allah içindir; O’nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben müslümanlardanım.” Hanefî mezhebinde bunun yerine “Sübhâneke” duası okunur. Fakat her iki duanın muhtevası birbirine yakın, münâcât olması bakımından aynıdır. Şimdi bu duadaki inceliklere değinelim: Duada ilk olarak söylediğin “Ben, yüzümü gökleri ve yeri yoktan var eden Allah’a çevirdim” kısmını ele alalım. Buradaki yüzden maksat zâhirî yüz değildir. Çünkü sen yüzünü namazda kıbleye çeviriyorsun ve Allah Tealâ bütün yönlerden münezzehtir. O’nu hiçbir yön çevreleyemez ki sen bedeninle O’na yönelesin. Duada kastedilen yüzden maksat kalbindir. Sen gökleri ve yeri yaratana ancak kalbinle yönelirsin. Bu duayı okurken kalbine bak; o Allah’a mı yöneldi, yoksa nefsanî arzularının peşinde evde çarşıda işleriyle mi meşgul? Sakın münâcât kapısını ilk açışın yalanla, samimiyetsiz sözlerle olmasın. Çünkü kalbin Allah’a yönelmesi, mâsivâdan, yani O’nun dışındaki varlıklardan yüz çevirmekle olur. Bunu sürekli yapamıyorsan hiç değilse bu duayı yaparken kalbini Allah’a yöneltmeye çalış ki o andaki sözün doğru olsun. Duanın devamında, “Şirkten uzaklaşıp Hanîf ve müslüman olarak Allah’a yöneldim” dediğinde şunu hatırlaman gerekir: Gerçek müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların selâmette olduğu kimsedir. Eğer böyle değilsen, yalancı olursun. Öyle ise bundan sonra öyle olmaya çalış, geçmiş hallerindeki kusurlarına da pişman ol. Duanın devamında, “Ben müşriklerden değilim” dediğinde gizli şirki düşün. Çünkü Allah Tealâ’nın, “Kim Rabb’ine kavuşmayı umuyorsa, sâlih amel yapsın ve O’na ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf 110) âyeti, ibadetini Allah rızası yanında insanların övgüsünü kazanmak için yapanlar hakkında inmiştir. Bu şirkten sakın ve kork. Gizli şirkten kurtulmadan, nefsinin şirkten temiz olduğunu söylemekten hayâ et; çünkü ibadette gösterişin azına ve çoğuna gizli şirk denilmektedir. Duanın devamında, “Hayatım ve ölümüm Allah içindir” derken şunu bil ki bu, nefsinden fâni olup Mevlâsı için var olan kulun halidir. Eğer bu söz rızası, kızması, kalkması, oturması, yönelişi ve ölümden korkusu dünya işleri için olan birinden çıkarsa, bulunduğu hale hiç uygun olmaz. Sen, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm: Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım” dediğin zaman, bil ki o şeytan senin düşmanındır ve kalbini Allah Tealâ’dan çevirmek için fırsat kollamaktadır. O bunu, senin Allah Tealâ ile münâcâtına ve O’nun için yaptığın secdelere haset ederek yapmaktadır. Çünkü o, inat edip yapmadığı tek bir secde yüzünden lânetlenip ilâhî huzurdan kovulmuştur. Senin şeytandan Allah’a sığınman, şeytanın sevdiği şeyleri terk edip, onun yerine Allah Tealâ’nın sevdiği işleri yaparak gerçekleşir. Bu iş sadece sözle, eûzü çekerek olmaz. Şu olayı düşün: Bir adama yırtıcı bir hayvan veya bir düşman saldırsa, buna karşılık adam da yerinde sabit durarak, “Senden şu kaleye sığındım” dese, bunun ona bir faydası olabilir mi? Onu koruyacak olan, yerini değiştirmek ve kaçıp sağlam kaleye sığınmaktır. Bunun gibi, bir kimse şeytanın sevdiği ve Yüce Rahmân’ın kızdığı isteklerine tâbi olsa, sadece diliyle eûzü çekmesi bir fayda sağlamaz. Eûzü sözüyle, şeytanın şerrinden Allah Tealâ’nın kalesine sığınma azmi birlikte olmalıdır. Allah Tealâ’nın kalesi “lâ ilâhe illallah” kelime-i tevhididir. Çünkü kudsî bir hadiste Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: “Lâ ilâhe illallah benim kalemdir. Kaleme giren kimse azabımdan güvende olur.” (Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 3/192; Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 3/234-235) Bu kaleye sığınan kimsenin Allah Tealâ’dan başka taptığı, kendini adadığı bir şey olmaz. Nefsini ilâh edinen kimseye gelince; o kişi Allah Tealâ’nın kalesinde değil, şeytanın meydanındadır. Kıraat Kur’an okumakta insanlar üç gruba ayrılır: Bir kısmının dili hareket eder fakat kalbi okuduğu ile birlikte değildir. İkincisi, dilinin okuduğunu kalbi başkasından dinler gibi dinleyip anlar ve alır. Bu, amel defterini sağından alacak müminlerin derecesidir. Üçüncü grubun ise önce kalbi okunan şeyin manasını anlar, sonra dili kalbin tercümanlığını yapar. Dilin kalbe tercümanlık etmesiyle, okuduğu ile kalbe bir şeyler öğretmesi arasında büyük fark vardır. Mukarrebîn makamındaki âriflerin dilleri kalbin tercümanı olup ona tâbidir; kalpleri dillerine tâbi değildir. Namazda okunanların açıklamasına gelince: Besmele ile yani “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle başlarım” dediğin zaman onunla Allah Tealâ’nın kelâmına başlamak için bereketlenmeye niyet et. Onun manasının şu olduğunu bil: Şüphesiz bütün işler Allah ile, O’nun ilmi, iradesi, kudreti, inâyeti ve rahmetiyle olmaktadır. Besmeledeki isimden murat, yüce Allah’ın zâtıdır. Bütün işler Allah Tealâ ile olunca hamd de O’na aittir. Bunun manası şudur: Şükür ancak Allah’a yapılır. Çünkü bütün nimetler O’ndandır. Kim nimetleri O’ndan başka birinden bilirse veya başka birine, onun nimeti Allah’ın takdiriyle ulaştırdığını dikkate almaksızın teşekkür ederse, bu yanlış yönelişleri ölçüsünde besmelesi ve hamdi noksan olur. Sen, “O Rahmân ve Rahîm’dir” dediğin zaman O’nun her türlü ihsanını düşün ki rahmetinin genişliğini anlayasın. Bu da senin ümidini harekete geçirsin. Sonra, “hesap gününün tek sahibidir” dediğin zaman, kalbinde O’na karşı saygı ve korkuyu harekete geçir. O, azamet sahibidir; çünkü bütün mülk, hüküm ve hâkimiyet O’na aittir. Korkuya gelince; yine O’nun sahibi olduğu hesap ve ahiret gününün dehşetinden korkmaktır. Sonra, “Allahım, sadece sana ibadet ederiz” sözünle ihlâsını yenile, “Ancak senden yardım isteriz” derken de acizliğini, ihtiyacını, kendi başına hiçbir kuvvetinin ve kudretinin olmadığını yeniden hatırla. İtaat ve ibadetinin ancak Allah’ın yardımıyla gerçekleştiğini, bütün minnetin O’na ait olduğunu bil. Çünkü seni itaatine O muvaffak etti, seni ibadetine O seçti, O seni münâcât ehli yaptı. Eğer O seni yardımından mahrum etseydi, lânetlenmiş şeytanla birlikte ilâhî huzurdan kovulanlardan olurdun. Eûzü besmele, Allah’a hamd ve her durumda ilâhî yardıma ihtiyacını dile getirdikten sonra, en önemli ihtiyacını talep ederek, “bizi dosdoğru yola ilet” de. Yani, “Allahım, bizi cennetine ve cemaline götüren ve rızana ulaştıran doğru yola ilet” de. Bu talebini biraz daha açarak, samimiyetle; “Allahım! Kendilerine hidayet nimetini bahşettiğin peygamberlerin, sıddıkların, şehidlerin ve sâlihlerin yoluna ilet. Gazabına uğrayan kâfirlerin, haktan sapan yahudilerin, hıristiyanların ve puta tapanların yoluna değil” diye dua et. Sonra duanın kabulü için “âmin” de. Fâtiha’yı bu şekilde okuduğun zaman, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin kudsî hadiste Allah Tealâ’dan haber verdiği şu kimselerden olman umulur. Allah Tealâ buyurmuştur ki: “Namazı (Fâtiha’yı) kulumla benim aramda iki kısma ayırdım (onun bir kısmı bana, bir kısmı kuluma aittir). Kul; – ‘Bütün hamd ve övgüler Âlemlerin Rabbi’ne mahsustur’ dediği zaman Allah celle celâluhû; – Kulum bana hamdetti, der. Kul; – ‘O Rahmân’dır, Rahîm’dir’ dediğinde Allah celle celâluhû; – Kulum beni övdü, der. – ‘O hesap gününün tek sahibidir’ dediğinde, Allah celle celâluhû; – Kulum beni yüceltti, der. Kul; – ‘Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz’ dediğinde; – Bu benimle kulum arasındadır. Kulumun istediği kendisine verilecektir, der. Kul; – ‘Bizi kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolu olan sırat-ı müstakîme ilet ve onda sabit tut. Bizleri gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna sevketme’ dediğinde, Allah celle celâluhû; – Bunların hepsi kulum içindir, istedikleri verilecek, buyurur.” (Müslim, Salât, 38, 40; Ebû Davud, Salât, 132; Tirmizî, Tefsîru Sûre (1) 2; İbn Mâce, Edeb, 52) Eğer namaz kılmakta başka kârın olmasa, bu bile sana yeter. Bir de O’nun sevabını ve ihsanını beklediğinde kazancın nasıl olur, düşün! Namazda okuduğun her sûrenin manasını anlaman gerekir. Ondaki ilâhî emirden, yasaklardan, vaat ve tehditten, öğütlerden, peygamberlerin haberlerinden, Allah’ın nimet ve ihsanlarından gafil olma. Her birinin hakkı vardır. Vaadin hakkı ümit, tehdidin hakkı korkmaktır. Emrin hakkı onu yapmaya, yasağın hakkı ise ondan kaçınmaya azmetmektir. Nasihatin hakkı öğüt almak, nimetin hakkı şükretmektir. Peygamberlerin haberlerinin hakkı ise ibret almaktır. Rivayet edildiğine göre İbrahim en-Nehâî rahmetullahi aleyh, Allah Tealâ’nın “Gök yarıldığı zaman” (İnşikâk 1) âyetini okunduğu zaman bütün eklemlerine kadar tir tir titrerdi. Abdullah b. Vâkıd rahmetullahi aleyh demiştir ki: “(Dedem) Abdullah b. Ömer’i namaz kılarken gördüm, sanki ateşte kızarmış gibi bir hal içindeydi.” (Bkz. Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 3/243) Yüce Rabbi’nin müjdeleri ve azap tehdidiyle namaz kılan kulun kalbinin yanması haktır. Çünkü o, Cebbâr ve Kahhâr olan Rabbi’nin huzurunda duran günahkâr, zavallı bir kuldur. Bu manalar kulun okuduklarını idrak derecesine göre olur. İdrak ise ilim ve kalp safiyeti ölçüsündedir. Bu dereceler sayılamayacak kadar çoktur. Namaz kalplerin anahtarıdır; onda kelimelerin sırları açılır. Namazdaki kıraatin hakkı bu olduğu gibi, zikir ve tesbihlerin hakkı da budur. Sonra okuyuşunda zâhirî kaidelere ve mahreçlere dikkat eder; ağır ağır okur, acele etmez. Bu okuyuş şekli, kalbi âyetlerin üzerinde tutmak için daha kolay ve uygundur. Rahmet, azap, müjde, tehdit, hamd, tâzim ve yüceltme içeren âyetlere geldiğinde, her birinin manasına göre ses tonunu değiştirir. İbrahim en-Nehaî rahmetullahi aleyh namaz kılarken, “Allah çocuk edinmedi. O’nunla birlikte hiçbir ilâh da yoktur.” (Mü’minûn 91) âyetine benzer âyetlere geldiğinde, böyle bir şeyi dile getirmekten utanarak sesini kısardı. Namazda kıyam, kulun kalbini Allah Azze ve Celle’nin huzurunda tek bir hal üzere tutuyor olduğuna işaret eder. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Namaz kılan sağa sola iltifat etmediği sürece Allah Tealâ ona (rahmet nazarıyla) yönelir.” (Ebû Davud, Salât, 165; Tirmizî, Emsâl, 3; Nesâî, Sehiv, 10) Namazda başı ve gözleri sağa sola çevirmekten korumak gerektiği gibi, kalbi de namazın dışına yönelmekten korumak gerekir. Kalp başka şeye yöneldiği zaman, ona Allah Tealâ’nın seni gördüğünü, namaz kılanın gaflet ile Allah’a münâcât etmesinin çirkin bir hal olduğunu hatırlat ki kalp namaza dönsün. Kalbinin huşû halini korumaya çalış. İçin ve dışınla sağa sola yönelmekten kurtulmak, huşûnun neticesidir. Kalp huşû halinde olursa beden de huşû içinde olur. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem namazda sakalıyla oynayan bir adam görünce, “Eğer şu adamın kalbinde huşû olsaydı, âzaları da huşû içinde olurdu.” buyurmuştur. (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sagîr, nr. 7447; Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 3/39; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, nr.5891) Ebû Bekir-i Sıddık radıyallahu anh namazda direk gibi hareketsiz dururdu. Abdullah b. Zübeyr radıyallahu anh namazda iken yere dikilmiş ağaç dalı gibi sakin ve sabit dururdu. Seleften bazıları öyle sakin bir şekilde rükû yaparlardı ki kuşlar cansız bir yere konar gibi üzerlerine konardı. (Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 3/247) Dünya ehli tarafından büyük görülen bir kişinin huzurunda tevazu ile durmak gerekirken, sultanların sultanı Cenâb-ı Hakk’ı tanıyanların O’nun huzurunda böyle hassasiyetle durmasından daha tabii ne olabilir? Dünya ehlinin huzurunda saygılı ve edepli, Allah Tealâ’nın huzurunda ise lâkayt olmak, kulun Allah Tealâ’nın yüceliğini bilmedeki eksikliğindendir. Rükû ve secdeler Rükû ve secdelere giderken Allah Tealâ’nın azametini yeniden hatırlaman, azabından affını dileyerek ve peygamberinin sünnetine uyarak tekbir alman gerekir. Sonra Cenâb-ı Hakk’a karşı mahviyet ve tevazu göstererek rükû yaparsın. Bu arada kalbini inceltmeye ve huşûnu artırmaya çalışır; nefsinin düşüklüğünü ve Rabbi’nin izzetini, kendinin basitliğini ve O’nun yüceliğini hatırlarsın. Kalbindeki bu şuur ve ikrarı dilinle destekleyerek Rabbi’ni tesbih eder, O’nun azametine ve her büyükten büyük olduğuna şahitlik edersin. Rükû ve secdelerdeki tesbihatı tekrarlayarak kalpteki anlayışı kuvvetlendirirsin. Sonra O’nun sana merhamet edeceğini ümit ederek rükûdan kalkar, kalbindeki bu ümidini kuvvetlendirmek için, “Semiallahu li men hamideh: Allah hamd eden kulunu işitti” dersin. Yani O kendisine şükredenlere karşılık verdi. Peşinden nimetin artmasını sağlayan şükür sözünü söyleyerek “Rabbenâ leke’l-hamd: Rabbimiz, sana hamdolsun” dersin. Sonra secdeye gidersin. Secde, tevazunun son haddidir. Secdede bütün varlığını temsil eden yüzünü en aşağıdaki madde olan toprağın üzerine korsun. İmkânın varsa yüzünle toprak arasına bir şey koymadan doğrudan toprağa secde et. Çünkü bu daha fazla tevazuya vesile olur ve nefse düşüklüğünü hatırlatır. Bil ki sen onu tam olması gereken yere koymuş, parçayı aslına döndürmüş olursun. Sen topraktan yaratıldın ve ona döneceksin. Secde anında kalbinde Allah’ın azametini tekrar düşün ve “Sübhâne rabbiye’l-a‘lâ: Yüce Rabbim’i tesbih ederim” de ve bunu (en az) üç defa tekrar ederek tasdik et. O anda kalbin inceldiğinde ve bunun alameti gözüktüğünde Rabbi’nin rahmetini ümit et. Çünkü O’nun rahmeti kendini beğenip kibirlenenlere değil, zayıflığını anlayıp Rabbi’ne boyun bükenlere koşarak gelir. Sonra bir kere daha bütün mahviyet ve tevazunla ikinci kez secdeye var. Tahiyyat ve teşehhüd Namazda teşehhüd için oturduğunda edeple otur. Bütün salâtların yani rahmetin, mağfiretin ve güzelliklerin Allah’a ait olduğunu açıkça dile getirerek, “Ettahiyyâtü lillâhi ve’s-salavâtu ve’t-tayyibât” de. Aynı şekilde bütün mülkün de O’na ait olduğunu söyle. Tahiyyat’ın manası budur. Tahiyyatta göz nurumuz Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi ve onun mübarek şahsını kalbinde hazır et ve şöyle söyle: “es-Selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetullahi ve berakâtüh: Selâm sana ey Nebî, Allah’ın rahmeti ve bereketi sana olsun.” Selâmının O’na ulaştığını ve O’nun da senin selâmından daha mükemmeliyle sana karşılık verdiğini bütün kalbinle tasdik et. Sonra kendine ve Allah’ın bütün sâlih kullarına selâm ver; “es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdillahi’s-sâlihîn: Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarının üzerine olsun” de. Allah Tealâ’nın da sâlih kullarının sayısınca en güzel selâmla senin selâmına karşılık verdiğini düşün. Sonra, Allah’ın birliğine ve Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin peygamberliğine şahitlik et. “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” de. Kelime-i şehadetle Allah ile olan iman ahdini yenilemiş ilâhî koruma altına girmiş olursun. Namazın sonunda okunması tavsiye edilen duaları tevazu, huşû, yalvarma hali içinde, onların kabul edileceğini samimiyetle ümit ederek oku. Duana anne babanı ve diğer müminleri de ortak et, “Rabbeneğfirlî” duasını oku. Selâm verirken meleklere ve hazır olan cemaate selâm vermeye ve onunla namazı bitirmeye niyet et. Seni bu ibadeti yapmaya muvaffak kılmasına karşılık Yüce Allah’a şükretmeyi bil. Bunun son namazın olabileceğini ve böyle bir ibadeti yapmaya bir daha vaktinin olmayabileceğini düşün. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, tavsiyede bulunduğu bir sahabiye şöyle buyurmuştur: “Namazı, hayata veda eden kimsenin kıldığı gibi kıl.” (İbn Mâce, Zühd, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/412) Sonra namazındaki kusurlarından dolayı kalbinde bir korku ve hayâ oluşsun. Namazının kabul olmamasından, zâhirî veya bâtınî bir günahtan dolayı azaba uğramaktan ve namazının yüzüne çarpılmasından kork. Bununla birlikte Allah’ın lütuf ve keremiyle namazının kabul edileceğini ümit et. Yahya b. Vessâb rahmetullahi aleyh namaz kıldığında bir müddet yerinde beklerdi. Namazının kabul olmayacağı düşüncesinden dolayı yaşadığı sıkıntı anlaşılırdı. (İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, nr. 36519) İbrahim en-Nehaî rahmetullahi aleyh, namazdan sonra bir müddet olduğu yerde hasta gibi beklerdi. (İbn Sa‘d, Tabakâtü’l-Kübrâ, 8/396) Buraya kadar açıkladıklarımız, namazlarını muhafaza ve ona devam eden, kulluklarında Allah Tealâ’ya güçleri nispetinde münâcâtta bulunan huşû sahiplerinin namazıdır. İnsan böyle bir namazı kılabildiği miktarınca sevinsin. Yapamadığı kısmına üzülsün ve bu şekilde namaz kılmaya devam etmeye çalışsın. Gafillerin namazına gelince; o tehlikededir. Allah Tealâ belki lütuf ve keremiyle af ve kabul eder. O’nun rahmeti geniş, keremi boldur. Allah Tealâ’dan bizi rahmetiyle sarmasını, mağfiretiyle kuşatmasını dileriz. Çünkü bizim, O’na itaat ve ibadeti hakkıyla yerine getirmekten aciz olduğumuzu itiraftan başka kurtuluş vesilemiz yoktur. .
__________________
Ne senle yaşanıyor Ne de sensiz oluyor Şu garip bomboş dünyada.. |
#4
|
||||
|
||||
İlk üç yazıyı da okudum ve çok beğendim. Allah sizlerden razı olsun. Bilmediğim düşünemediğim şeylsri öğrendim. Namazlarımı bazen karanlıkta kılmayı seviyorum. Öyle olunca sanki daha çok yaklaşıyorım Rabbime. Bazen kalbimde dünyevi düşünceler oluyor. Bazen secdede daha uzun kalıyorum, bazısında dua ediyorum. Bazen namaz kılarken Kâbe hemen kapının dışındaymış gibi hissediyorum. Bazen çok korkuyorum Rabbim namazımı kabul etmez ve sevabından mahrum kalırım diye. Dualarımı kabul etmez diye de korkuyorum. Rabbim hepimizin namazlarını dualarını kabul etsin.
|
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
insan Allah'in CC Aynasıdır... | Zümer | Tasavvuf & Tarikatler | 2 | 19.02.24 20:44 |
Bize Allah'ın kitabı yeter doğru mudur? | Hal | Tasavvuf Sohbetleri | 2 | 19.02.24 20:20 |
Melekler, Adem’e(as.) nasıl secde etmişlerdir. Secde etmeleri ne türde | SiLence | Cin & Şeytan & Melek & Ruh | 4 | 15.04.22 11:27 |
14 Secde Ayetleri - Hayırlı Hacetler için | Rayiha | Tecrübe Ettikleriniz | 3 | 02.09.20 09:06 |
14 Secde Ayetiyle Murad İçin Dua | desperado | Dualar & Dua Kardeşliği | 13 | 29.06.19 20:52 |