#1
|
|||
|
|||
Zohar'a Girişten
ZOHAR’A GİRİŞ’DEN
Ara durumlar daha ziyade aldatıcı olduğundan, kendimizi ve bizi saran doğa hakkında en azından bir şeyler anlayabilmek için, Yaratılışın amacı ve nihai durumuyla ilgili açık bir fikrimiz olmalıdır. Kabalistler, Yaratılışın amacının yaratılan varlıkları en yüksek hazza getirmek olduğunu ileri sürerler. Bu nedenle Yaratan, ruhları, “alma arzusunu” yarattı. Ve onları zevkle tamamen doyurmak istediğinden, O’nun haz verme arzusuna uygun muazzam zevk alma arzusu yarattı. Öyleyse, ruh zevk alma arzusudur. Bu arzuya uygun olarak da Yaratan’dan haz alır. Alınan hazzın miktarı onu alma arzusunun derecesi ile ölçülebilir. Varolanların tümü ya Yaratan’la ilgilidir ya da O’nun Yaradılış’ı ile. Zevk alma arzusunun, ya da ruhların yaratılışından önce, sadece Yaratan’ın haz verme arzusu vardı. Dolayısıyla, O’nun arzusuyla aynı çizgide, zevk verme arzusu aynı miktarda zevk alma arzusu yarattı; ancak özellikleri zıttı. Sonuç olarak, Yaratan’ın dışında varolan ve yaratılmış tek şey zevk alma arzusuydu. Dahası, bu arzu tüm dünyaların ve onları dolduran tüm nesnelerin maddesiydi. Ve Yaratan’dan yayılan haz her şeye yaşam verip yönetir. Manevi dünyalarda, özellikler ve arzular arasındaki zıtlık iki manevi nesneyi aynı fiziksel nesnelerin mesafeleri ile bir birinden ayrıldığı gibi ayırır. Dünyamızda, eğer iki kişi aynı şeyi sever veya nefret ederse, yani tercihleri çakışırsa, onlar için bir birlerine yakınlar deriz. Eğer tercihleri ve görüşleri farklıysa, uzaklıkları da tercihleri ve görüşlerinin farklılığı ile aynı orantıdadır. İnsanlar arasındaki benzerlik fiziksel mesafe değil, “manevi” yakınlık ile belirlenir. Bir birlerinden nefret edenler iki kutup kadar manevi uzaklıktayken bir birlerini sevenler bir birlerine tutunurlar ve bütünleşirler. Haz alma arzusu: Ruh, Yaratan’dan son derece uzaktır çünkü Yaratan’ın haz verme arzusundan zıttır. Ruhların Yaratan’dan bu uzaklığını onarabilmek için, tüm dünyalar yaratıldı ve iki zıt sisteme bölündü: dört Işık ABYA dünyaları karşısında dört karanlık ABYA dünyaları. Işık dünyaları ile karanlık dünyalar arasındaki fark sadece birinci, Işık dünyalarının belirgin özelliğinin zevk vermek olmasında ve ikincilerin, karanlık dünyaların belirgin özelliğinin de zevk almak olması gerçeğinde yatar. Diğer bir deyişle, ilk zevk alma arzusu iki parçaya bölünmüştü: biri özelliklerinde (almak) kaldı, diğeri ise Yaratan’ın özelliklerini edindi, yani O’na daha yakınlaştı ve Onunla bütünleşti. Sonrasında, dünyalar aşağıya doğru fiziksel dünyamıza dönüştü, yani, insanların “beden ve ruh” sistemi olarak varolduğu yere. Beden, kendisi için zevk alma-egoizm olan ABYA karanlık dünyalarından aşağı inen değişmemiş haz alma arzusudur. Dolayısıyla, kişi bir egoist doğmuştur ve manevi yasaları benimseyip Yaratan’a neşe getirene dek, bu sistemin etkisi altında varolmaya devam eder. Böyle yaparak kişi aşamalı olarak kendini egoizmden (kendi için zevk almak) arındırır ve Yaratan’ın uğruna zevk alma arzusu edinir. Sonra, ruh tüm Işık dünyaları sisteminden aşağı iner ve bedenle örtünür. Burada bir ıslah süreci başlar ki tüm egoizm özgecilliğe (sadece Yaratan’ın uğruna zevk alma arzusu) dönüşene dek devam eder. Bu yolla, kişinin özellikleri Yaratan’ınkilerle eşitlenir, çünkü başkasının hatırı için almak, alma olarak değil ihsan etmek olarak değerlendirilir. Özelliklerin eşitliği bütünleşmek, ya da tutunmak anlamına geldiğine göre, kişi Yaratan’ın planında onun için hazırlanan her şeyi kendiliğinden alır. Tanrısal olarak yaratılan egoist alma arzusunun ABYA dünyaları tarafından ikiye bölünmesi (beden ve ruh), egoist zevk alma arzusunu Yaratan’ın uğruna zevk alma arzusuna dönüştürmemize izin verir. Bu yolla, hem Yaratan’ın planına göre bizim için hazırlanmış her şeyi alabiliriz, hem de Onunla bütünleşmeye layık hale geliriz. Buna, Yaratılışın nihai amacı gözüyle bakılır. Bu noktada, karanlık ABYA sistemine ihtiyaç kalmaz ve mevcudiyeti sona erer. 6000 yıl (egoizmi Yaratan için zevk alma arzusuna dönüştürme süresi) sürmesi gereken bu çalışma aslında her bir kişinin yaşam süresi ve tüm nesillerin birleşmesiyle gerçekleşir. Herkes bu çalışma tamamlanana dek yeniden bedenlenmek (re-enkarne olmak) zorundadır. Karanlık ABYA sistemi bedenin yaratılması için gereklidir ki egoizmini ıslah ederek, kişi kendi ikinci ilahi doğasını edinsin. Ancak, eğer egoizm (egoist zevk alma arzusu) bu kadar alçakça ise, Yaratan’ın düşüncesinde nasıl ortaya çıkabilir? Cevap çok basit: manevi dünyada zaman olmadığından, Yaratılışın nihai durumu Yaratılış planı ile aynı anda ortaya çıktı. Bunun sebebi manevi dünyalarda geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek tek bir bütün olarak birleşir. Dolayısıyla, egoist zevk alma arzusu ve zıtlığın neticesi olan özellikler ve Yaratan’dan ayrılma manevi dünyalarda hiç varolmadı. Yaratılışın başından sonuna dek ruh üç durumdan geçer. İlk safha nihai olandır; özelliklerin benzerliğinden dolayı zaten Yaratan’ın yanında varolandır. İkinci safha bizim realitemizdir, egoizmin (iki ABYA sistemi tarafından beden ve ruh olarak ikiye ayrılan) 6000 yıl boyunca özgecilliğe dönüştüğü yer. Bu süreç boyunca sadece ruhlar ıslahtan geçerler. Bedenin etkisi ile içlerinde doğuştan varolan egoizm, yok edilir ve doğa tarafından verilmiş özgecillik (ihsan etme özelliği) edinilir. Tüm egoizm yok edilene ve “toprak”ta (Assiya dünyasının Malkut’u) çürüyene dek erdemlilerin ruhları bile Gan Eden’e (Cennet Bahçesi’ne ulaşamazlar - Işık Dünyaları ABYA sisteminde belli bir seviye). Üçüncü safha ıslah olmuş ruhların, “ölülerin uyanışı”ndan sonraki, “bedenlerin” ıslahından sonraki safhasıdır. Bedende doğuştan varolan egoizmin özgecilliğe döndüğü durumdur ve beden Yaratan’ın onun için hazırladığı tüm zevki almaya layık hale gelir. Aynı zamanda beden, özelliklerin eşitliğinden dolayı Yaratan’la bütünleşir. Böyle yaparak, Yaratan’a haz verir çünkü Yaratan’la birleşmek gerçek hazdır. |
#2
|
|||
|
|||
Bu üç safhaya yakından bakarak, her birinin diğerinin ortaya çıkmasını zorunlu kıldığını keşfederiz. Aynı zamanda, birinin dışlanması diğerlerinin ortadan kalkmasına sebep
olur. Örneğin, eğer nihai üçüncü safha ortaya çıkmamış olsaydı, birinci safha da ortaya çıkmamış olurdu. Bunun sebebi, üçüncü safha varolduğu için birinci safhanın varolmuş olmasıdır ki o da birinci safhada zaten var. Birinci safhanın tüm mükemmelliği gelecek safhanın şimdiki safhanın üzerine yansımasıyla belirlenir. Gelecek safhanın varlığı olmasaydı, şimdiki safhanın varlığı da ortadan kalkardı. Bu, maneviyatta zaman değil sadece değişen durumlar olduğundandır. Yaratılışın başlangıcından önce, Yaratılış Düşüncesinde, amaç kesin ve varoluş olarak tasarlanmıştı ve Yaratılış bu noktada başladı. Dolayısıyla, birinci ve ikinci safhalar, son ve üçüncü safha tarafından desteklenir. Genel olarak baktığımızda, bu dünyadaki eylemlerimize ters olarak, maneviyatta her hareket muhtemel sonucu tasarlayarak başlar ve harekete gerçekten ulaşmakla izlenir. Dolayısıyla, gelecek şimdiki zamanın varlığını gerektirir. Ve eğer ikinci safhadan her hangi bir şey yok olursa (kendi ıslahımız üzerine çalışma), üçüncü ıslah olmuş safha (birinci safhayı gerektiren) nasıl ortaya çıkar? Aynı şekilde, mükemmelliğin zaten varolduğu ilk safha, üçüncü gelecek safha sayesinde, hem ikinci hem de üçüncü safhaların tamamlanmasını gerektirir. Ancak, üçüncü safha zaten mevcut ise (duyularımızda olmasa bile) ve Yaratan’ın planına göre onu elde etmek zorundayız, o zaman özgür irademiz nerede? Önceki söylenenlerden öyle görünüyor ki amacı elde etmek zorunda olmamıza rağmen, bunu yapmanın, ya da birinci safhadan üçüncü safhaya geçmenin iki yolu var: • Birinci yol isteyerek; Kabala tarafından tavsiye edilmiş kuralların bilinçli yerine getirilmesini kapsar; • İkincisi acı yoludur; çünkü acı bedeni egoizmden arındırabilir, özgecilliği elde etmeye ve dolayısıyla Yaratan’la bütünleşmeye zorlar. Bu iki yol arasındaki tek fark ilkinin daha kısa olmasıdır. Aslında ikincisi de zaten bizi birinci yola getirir. Ne olursa olsun, her şey bir birine bağlantılıdır ve Yaratılışın başından sonuna dek tüm safhalarımızı gerektirir. Bozulmuş ve bayağı olduğumuzdan dolayı, Yaratan’ımız kadar mükemmel olmaya gitmeliyiz. Gerçekten de, O’nun kadar mükemmel olan biri kusurlu yaratamaz. Şimdi, sahip olduğumuz bedenin gerçek bedenimiz olmadığını anlıyoruz. Aslında, gerçek bedenimiz, mükemmel ve ölümsüz, birinci ve üçüncü safhalarda mevcuttur. Şimdiki (ikinci) safhamızda, arzuların farklılığı ile Yaratan’dan ayrılmış ve kasıtlı olarak bayağı, bozulmuş, kusurlu ve tamamen egoist bir beden verilmiş durumdayız. Bu bedeni özellikle ıslah etmek için aldık ve üçüncü safhaya geldiğimizde bunun yerine ölümsüz bir beden alacağız. Sadece şimdiki zamanda çalışmamızı tamamlayabiliriz. Ancak, kişi ikinci safhada da tamamen mükemmellikte varolduğumuzu söyleyebilir. Bunun sebebi şudur; her geçen günle daha çok ölen bedenimiz (zevk alma arzusu, egoizm) arzuladığımız safhaya ulaşmamız için bize engeller yaratmıyor. Sadece bir engel var: bedenin nihai elenişi ve onun yerine mükemmel sonsuz bir bedenin, yani ihsan etme arzusu, kabul edilmesi için gereken zaman. Fakat nasıl oluyor da bu kadar kusurlu bir evren, yani biz ve bayağı eğilimleriyle, toplumumuz böyle mükemmel bir Yaratan’dan hâsıl olabiliyor? Cevap şu: fani bedenimiz, tüm evren ve şu anki haliyle insanlık Yaratan’ın amacına dâhil değildi. O bizim zaten son safhamızda olduğumuzu farz ediyor. Geçici olan her şey (egoizmi ile beden mesela), sadece kendimiz üzerinde çalışarak manevi yükselişimizi kolaylaştırıyor. Bu dünyada yer alan tüm diğer yaratılmış varlıklar bizimle birlikte manevi olarak yükselip alçalırlar ve bizimle beraber mükemmelliği edinirler. Üçüncü safha ilk safhayı etkilediğinden, belirlenen amaca iki şekilde ulaşmamız tayin edilmişti: gönüllü manevi gelişim, ya da sadece bedenimizi etkileyen, acıya katlanma. Bundan anlaşıldığı gibi, egoizm sadece bu dünyadan yok edilmek ve özgecilliğe dönüştürmek için yaratıldı. Acı, bize onun geçiciliğini ve değersizliğini ortaya çıkarmada bedenin ne kadar önemsiz olduğunu gösterir. |
#3
|
|||
|
|||
Dünyadaki herkes egoizmi kökünden söküp atmaya ve kendilerini değil bir birlerini
düşünmeye karar verdiğinde, tüm endişeler ortadan kaybolur ve herkes sakin, sağlıklı ve mutlu bir hayat yaşar çünkü kendilerinin iyiliğinin sağlandığına emin olurlar. Ancak egoizme saplandıkça, insanlığın başına gelen sürekli acıdan kurtuluş yok. Tam tersine, Yaratan bize acıları, Kabala tarafından sunulan yolun, sevgi ve bir birine özen yolu, seçimine karar vermeye yönlendirmek amacıyla gönderir. Dolayısıyla, Kabala insanlar arası ilişkilere yönelik öğretileri Yaratan’a karşı olan görevlerimizden daha önemli sayar. Çünkü sosyal görevler egoizmin daha hızlı yok edilmesine sebep olur. Henüz üçüncü safhaya ulaşmamış olmamıza rağmen, bu bizi hiçbir şekilde küçültmez, çünkü bu sadece zaman meselesi. Geleceği şimdiden hissedebiliriz, şu anki safhamızda, ancak bu geleceği hissetme yeteneğimiz ona olan güvenirliğimize bağlıdır. Sonuç olarak, tam olarak güvenen bir kişi üçüncü safhanın belirgin bir hissini geliştirebilir. Bu olduğunda sanki bedenlerimiz yok gibidir. Ancak, ruh ebediyen mevcuttur çünkü bu özellik Yaratan’ınkine (maddenin ürünü olan akla zıt olarak) uyar. Ruh, başlangıç doğası alma arzusundan oluşmasına rağmen, gelişim sürecinde Yaratan’ın niteliğini edinir. Arzular ihtiyaçları doğurur ve ihtiyaçlar, bu ihtiyaçları karşılayacak uygun düşünceleri ve bilgiyi uyandırır. İnsanların farklı arzuları olduğundan, ihtiyaçları, düşünceleri ve gelişimlerinin farklı olması son derece doğaldır. Sadece temel ihtiyaçları olanlar düşüncelerini ve eğitimlerini bu arzuları karşılamaya yönlendirir. Akıl ve bilgilerini kullanmalarına rağmen, düşük arzulara (hayat veren) hizmet ediyorlar. Ego-temelli haz arzuları, diğerleri üzerinde kudret gibi insan ihtiyacıyla sınırlı olanlar bunu karşılamak için güç, akıl ve eğitimi kullanırlar. Bazılarının zevk arzusu, haz almak için bilgiyi kullanmaya odaklanmıştır. Böyle kişiler bu ihtiyaçları karşılamak için akıllarını kullanmak zorundalar. Bu üç tip arzu hiçbir zaman kendilerinin saf doğalarında ortaya çıkmazlar, çünkü hepimizin içinde çeşitli özelliklerle karışırlar. İşte bu arzuların bileşimi insanları farklı kılar. Saf (Işık) ABYA dünyalarından geçerken, ruhlar hem başkaları hem de Yaratan için haz alma yeteneğini edinirler. Ruh bedene girdiğinde, özgecillik, Yaratan için arzu, doğar. Bu isteğin gücü arzunun büyüklüğüne bağlıdır. Ruhun ikinci safhada edindiği her şey, bedenin bozulma ve yaşına bakmaksızın, sonsuza dek ruhta kalır. Karşıt şekilde, bedenin dışında, ruh anında tekabül eden manevi seviyeyi alır ve Kök’üne geri döner. Doğal olarak, ruhun ebediyeti hiçbir şekilde yaşam boyunca edinilmiş, bedenin ölümüyle yok olan, bilgiye bağlı değildir. Onun ebediyeti sadece Yaratan’ın özelliklerinin kazanılmasında yatar. Biliyoruz ki 6000 yıldır, Kabala’nın yardımı ile ıslah olmak için geldik, bozulmuş zevk alma arzularıyla bedenlerimizi değil, saflık seviyeleri ve manevi gelişim boyunca yükselterek sadece ruhlarımızı ıslah edeceğiz. Ancak, egoizmin nihai ıslahı sadece “ölülerin uyanışı” denilen durumda mümkündür. Daha önce bahsedildiği gibi, ilk safhanın tam olarak kendini gösterebilmesi üçüncü safhanın varlığını gerektirir. Dolayısıyla, ilk safha, “ölü bedenlerin uyanışını” yani tüm kusurlarıyla egoizmin uyanışını gerektirir. Ondan sonra, bozulmuş haliyle egoizmi özgecilliğe aynı derecede dönüştürme işi yeniden başlar. Bu yolla iki kat kazanırız: • Bedenden muazzam bir zevk alma arzusu alırız; • Kendimiz için değil ama Yaratan’ın arzusunu yerine getirmek uğruna zevk alırız. Sanki biz haz almıyormuşuz da O’nun bize ihsan etmesine izin veriyormuşuz gibidir. Eylemlerimizde O’na benzediğimiz için, Yaratan’la bütünüzdür. O bize zevk verir ve biz O’na bunu yapması için izin veririz; böylece “ölülerin uyanışı” ilk safhanın ardından gelir. Şimdi anladığımıza göre, “ölülerin uyanışı” ikinci safhanın sonunda, egoizmin yok edilmesi, özgecilliğin ve ruhun en yüksek manevi seviyesinin edinilmesinden sonra ortaya çıkmalıdır. Bu safhada, ruh mükemmelliği gerçekleştirir ve bedenin bir uyanış ve tam ıslah geçirmesini mümkün kılar. Sırası gelmişken, bu prensip (“ölülerin uyanışı”) her durumda etkilidir. Kötü bir alışkanlığı, özelliği, ya da eğilimi düzeltmek istediğimizde ondan tamamen kurtulmalıyız. Sadece, o zaman, onu doğru yönde kısmen kullanmaya devam edebiliriz. Ancak, kendimizi ondan tamamen kurtarmadan, bu alışkanlık uygun, akıllı ve özgür bir şekilde kullanılamaz. Öyleyse şimdi, her birimizin minik bir bağ olduğu, uzun realite zincirindeki rolümüzü anlayabiliriz. Hayatlarımız dört döneme bölünmüştür: 1. Egoizmin azami seviyesinin kazanılması. Bunu, hemen arkasından düzeltebilmemiz için, karanlık ABYA sisteminden alırız. Karanlık ABYA sisteminde aldığımız zevkler, zevk alma arzusunu doyurmaz, sadece onu büyütürler. Mesela, kişi zevk almak isteyip de hazzı aldığında, arzu iki katına çıkar. İki katına çıkmış arzu karşılandığında da dört katına çıkar. Eğer kendimizi (Kabala yöntemini kullanarak) gereksiz arzulardan sınırlamaz ve temizlemezsek ve sonradan onları özgecilliğe çevirmezsek, arzumuz hayat boyunca büyümeye devam eder. Sonunda, ölüm döşeğinde, isteğimizin yarısını bile gerçekleştirmeyi başaramadığımızı keşfederiz. Diğer bir deyişle, karanlık güçlerin rolü bize üzerinde çalışacak malzeme sağlamak iken, genellikle biz kendimiz karanlık güçler için malzeme oluruz. 2. İkinci dönemde, kalbimizdeki arı nokta (manevi olarak doğduğumuzdan beri varolan) güç ve ABYA Işık dünyalarının yardımıyla, manevi yasaları benimseyerek yükselme fırsatı alır. Bu süreçte ki asıl görev, maksimum manevi haz arzusunu büyütmek ve edinmektir. Doğum anında, sadece maddesel şeyleri arzularız: geçiciliklerine ve istikrarsızlıklarına rağmen tüm dünyaya hâkim olmak ve varlık, ün ve güç elde etmek isteriz. Ancak, manevi arzuyu geliştirdiğimizde, manevi, ebedi dünyayı da kontrol etmek isteriz. Bu hem gerçek arzudur, hem de nihai egoizm. Kişi kendi üzerinde çalıştığında, bu muazzam kendi için zevk alma arzusu üzerinde, düzeltilmiş egoizmimizle aynı oranda manevi yükseklikler elde edebiliriz. . |
#4
|
|||
|
|||
Egoizm, çok büyük zorluklar yaratır ve maneviyattan uzaklaştırır. Kendimizle sürekli ve
şiddetli mücadele etmezsek dünyadaki her şeyi istemeye başlarız. Eğer mücadelede başarılı olursak, Onunla bütünleşmemize yardım eden, Yaratan’a doğru olağandışı güçlü bir çekim hissederiz. Bu, dünyada aşina olduğumuz, kişinin arzularını sınırlayıp disiplin ederek yaptığı arzulara karşı bir mücadele değildir. Daha ziyade, evrenin ve zamanın ötesinde maneviyatın, ebediyetin ve hâkimiyetin büyüklüğünü düşünerek, maneviyatı ve ebediliği edinmek için zorlayıcı bir arzu geliştiririz. Bu, Yaratan’la bütünleşme arzusu ikinci sürenin son seviyesidir. 3. Üçüncü gelişim süreci Kabala çalışmak ve Üst Dünyaların yasalarını yerine getirmekten oluşur. Bu dönemde egoistliğe zıt, niyeti Yaratan’a zevk vermek ve hiçbir şekilde kendimize fayda sağlamak için almadığımız, bir perde tarafından yardım ediliriz. Bu çalışma egoizmi düzeltir ve Yaratan’ın yaptığı gibi iyi işler yapma arzuna dönüştürür. Egoizmin yok edilen kısmına oranla, belli bir seviyenin ruhunu, ve beş parçadan oluşan belli miktarda Işık ve haz alırız: Nefeş, Ruah, Neşama, Haya, Yehida (NRNHY). Egoist zevk alma arzumuzu, egoizmi koruduğumuz sürece, Yaratan’dan ayrı kalırız ve ruhun minicik bir parçası bile bedenlerimize giremez. Ancak, egoyu tamamen yok ettikten ve sadece Yaratan için zevk alma arzusunu edindikten sonra (O’nun gibi olarak), tüm ruhumuz (ortak ruhun bir parçası) anında bizi ele geçirir. 4. Dördüncü dönem, egoizm tamamen yok edildiğinde, tam yenilenmenin ortaya çıktığı “ölülerin uyanışı” nı izler. Özgecilliğe dönüşüm işi devam eder, ancak dünyamızda sadece birkaç kişi bu görevi tamamlayabilir. Kabala, tüm dünyaların insan (topluca insanlık, anlamında) için yaratıldığını söyler. Fakat Yaratan’ın, diğer dünyaları bırakın bizim dünyamızda bile kaybolmuş olan, insan gibi küçük bir nesne için tüm bunları yaratma zahmetine girmesi acayip değil mi? Neden insanlığın tüm bu Yaradılış’a ihtiyacı var? Yaratan’ın, O’nun yarattıklarına zevk vermenin altında yatan hazzı, yarattıklarının ne kadar algılayıp anladıklarına bağlıdır. Yaratan’ın hazzı, aynı zamanda O’nu, ne kadar tüm iyiliğin vericisi olarak anladığımızdan da etkilenir. Sadece bu durumda bizden haz alır. Bu tıpkı çok sevdiği çocuğuyla oynayan bir ebeveynin çocuğun kendisine olan tutumundan zevk alması gibidir. Ebeveyn, çocuğun onu seven ve sadece onun isteklerini bekleyen ve onları yerine getirmeye hazır, güçlü bir ebeveyn olarak tanımasından zevk alır. Şimdi, Yaratan’ın, o yükselen mükemmel insanlardan ne kadar yoğun bir haz aldığını hayal etmeye çalışın, onlar Yaratan’ın kendileri için tüm hazırladıklarını kabul edip, yaşıyorlar. Onlar Yaratan’la, ebeveyn ile seven ve sevilen çocuğunkine benzer bir ilişki oluşturdular. Bundan, O’nun tüm bu dünyaları yaratmasına değer olduğunu anlayacaksınız ve hatta seçilenler Yaratan’a yaklaşanların ifşa ettiklerini daha iyi anlayacaklar. Yarattığı varlıkları dünyaların ifşasına hazırlamak için, Yaratan bize haz alma arzusunun dört seviyesine uygun olarak dört gelişim seviyesi verdi: cansız, bitkisel, canlı (hayvansal) ve insan. Asıl seviye dördüncü seviyedir, fakat sadece aşama aşama gelişerek ve her bir seviyede tamamen uzmanlaştıktan sonra edinilebilir. Birinci seviye (cansız) tezahürün başlangıcı, fiziksel dünyamızda arzunun başlangıcıdır. Bu seviyenin gücü tüm cansız doğa türlerini kapsar, ancak bu doğayı oluşturan hiçbir element (örneğin kayalar) bağımsızca hareket edemezler. Haz alma arzusu ihtiyaçları ortaya çıkartır ve bunlar da arzu edilen nesneyi elde etmeye yönelik hareketleri meydana getirir. Bu durumda (birinci seviye), haz alma arzusu çok ufaktır. Dolayısıyla, sadece tüm elementlerin toplamını etkiler ve doğanın her bir cansız elementinde ayrı ayrı tezahür etmez. Bir sonraki seviyede (bitkisel), haz alma arzusu daha büyüktür ve her bir maddeye mahsus tezahür eder. Dolayısıyla, bitkisel seviyedeki her bir element halen bireysel hareket etme yeteneğine sahiptir (mesela, bitkiler taç yapraklarını açar ve güneşe dönerler). Bu seviye, emilim ve boşaltım gibi işlemleri kapsar, ancak bu seviyedeki varlıklar hala bireysel özgür irade hissinden yoksundur. |
#5
|
|||
|
|||
Üçüncü seviyede (canlı), haz alma arzusu daha da büyür. Arzu, her bir muayyen
elementte ayrı ayrı hisler meydana getirir ve her birey için, diğerlerinden farklı, benzersiz bir yaşam oluşturur. Ancak, bu seviyede bir başkasının duygularını anlayabilme hissi yoktur. Bu varlıklar hala başkalarıyla ilgili gerekli şefkat ve hazdan yoksundurlar. En sonuncu, dördüncü seviye (insan), haz alma arzusu diğerleri için hisler yaratır. Örneğin, üçüncü ve dördüncü seviyeler arasındaki fark, tüm hayvanların tamamı ile tek bir insanın arasındaki farka benzer. Bunun sebebi hayvanların başkalarını hissedememesi ve ihtiyaçlarını sadece arzularının sınırları dâhilinde oluşturabilmeleridir. Aynı zamanda, bir başkasını hissedebilen kişi onun ihtiyaçlarını da edinir ve dolayısıyla diğerlerini kıskanır ve sonunda o kişi tüm dünyayı isteyene dek, daha da daha da ister. Yaratan’ın amacı yaratılan varlıkları memnun etmektir ki onlar da O’nun yüceliğini ifşa etsinler ve O’nun kendileri için hazırladığı tüm hazzı alsınlar. Açıkçası, sadece insanlar bu rolü gerçekleştirebilirler. Sadece insanlar diğerleri için gerekli hislere sahiptirler ve sadece insanlar kendi üzerlerinde çalışma sürecinde, Kabala’nın önerilerini takip ederek, haz alma arzusunu başkalarını memnun etme arzusuna dönüştürebilirler. Böyle yeteneklerin mevcudiyeti kişiye manevi dünyaların ve Yaratan’ın hissini getirir. Manevi bir dünyada NRNHY (Işıklar)’ın belli bir seviyesini edinerek, kişi Yaradılış’ın amacına uygun olarak haz alır. Küçük ve önemsiz görünebiliriz, ancak Yaradılış’ın merkezini ve amacını oluşturan yine de insandır. Tüm dünyanın, içinde doğduğu turp kadar acı ve küçük olduğuna inanan kurtçuk gibiyiz. Ancak, turpun kabuğunu yarıp dışarı baktığında, hayretle bağırır: “Tüm dünyanın benim turpum gibi olduğunu sanıyordum! Şimdi, dünyanın gerçekten ne kadar muazzam ve güzel olduğunu görüyorum!” Aynı şekilde, egoizmin kabuğu içinde doğmuş olan ve sadece kendimizi memnun etmek isteyen bizler bu kabuğu, ıslahımızın vasıtası, Kabala’sız kıramayız. Haz alma arzumuzu, başkalarını ve Yaratan’ı memnun etme arzusuna çeviremeyiz. Bu sebepten dolayı, Yaratan’ın bizim için ne kadar iyilik hazırladığını algılamayı başaramayıp, tüm dünyanın gördüğümüz ve hissettiğimiz şeyler olduğunu düşünürüz. Yaratılanın tümü beş dünyaya bölünmüştür: Adam Kadmon, Atzilut, Beria, Yetzira ve Assiya. Bununla birlikte, her biri sonsuz sayıda elementlerden oluşmuştur. Beş dünya beş Sefirot’a tekabül eder: Adam Kadmon Sefira Keter’e tekabül eder, Atzilut Sefira Hohma’ya tekabül eder, Beria Sefira Bina’ya, Yetzira Sefira Tiferet’e ve Assiya Sefira Malkut’a. Dünyayı dolduran Işık (haz), buna göre beş çeşide ayrılır: Yehida, Hayâ, Neşama, Ruah ve Nefeş (NRNHY kelimesinin sondan sırayla baş harfleri). Dolayısıyla, Adam Kadmon dünyası Yehida denilen haz (Işık) ile doldurulmuştur; Atzilut dünyası Hayâ denilen hazla doldurulmuştur; Beria dünyası Neşama denilen hazla doldurulmuştur; Yetzira dünyası Ruah denilen hazla doldurulmuştur ve Assiya dünyası Nefeş denilen hazla doldurulmuştur. (Tablo 1’i görün) |
#6
|
|||
|
|||
Yaratan’dan dünyalar gelir. Yani, hem zevk alma arzusu hem de arzuları karşılayan
zevk Yaratan’dan gelir. Ancak, her dünya sırasıyla, kendine tekabül eden Işık’larla doldurulan, Sefirot’a bölünür: Keter, Hohma, Bina, Tiferet ve Malkut (Tablo1’i görün). Ek olarak, her dünyada dört seviye vardır: Cansız, Bitkisel, Canlı (hayvansal) ve İnsan. Saraylar (Heihalot) Cansız seviyeye tekabül eder; giysiler (Levuşim) Bitkisel seviyeye tekabül eder; melekler (Mala’ahim) Canlı seviyeye tekabül eder ve insan ruhları (Neşama) İnsan seviyesine tekabül eder. Bu seviyeler tek merkezli olarak bir birleri içinde yer alırlar (soğan katmanları gibi). • En içteki Sefira Keter belli bir dünyayı etkiler, Yaratan gibi. • Neşamot, (belli bir dünyada mevcut olan insanların ruhları) onu giydirir. • Sonra, Mala’ahim, Levuşim ve Heihalot bir birini giydirir. Cansız, bitkisel ve canlı seviyeler dördüncü arzu seviyesi için yaratılmışlardır: insan ruhu. Dolayısıyla, sanki insan ruhunu dışarıdan giydiriyorlar (hizmet ediyorlar) gibidir. Doğuştan, ortak (orijinal) ruhun bir parçasına sahibiz. Bu parça kalplerimizde bir noktadır, arzularımızın içinde, ya da egoizmimizin. Tüm Yaratılış öyle inşa edilmiştir ki her seviyede ve her dünyada yöneten yasalar Yaradılış’ın her parçasında tezahür eder, en minik parçalarda bile. Mesela, varolan her şey beş dünyaya bölünmüştür, ya da Sefirot’a: Keter, Hohma, Bina, Tiferet ve Malkut. Her farklı dünya, içinde en önemsiz nesnenin bile beş Sefirot’a bölündüğü, beş Sefirot’tan oluşur. Daha önce bahsedildiği gibi, dünyamızda dört seviye vardır: cansız, bitkisel, canlı (hayvansal) ve insan. Bunlar Sefirot Malkut, Tiferet, Bina, Hohma ve onların kökü Keter’e tekabül eder. Ek olarak, cansız, bitkisel, canlı ve insan seviyelerinin her parçası arzunun büyüklüğüne göre dört alt-seviyeye bölünür (cansız, bitkisel, canlı ve insan). Dolayısıyla, bir insan arzusu da dört seviyeden oluşur: her bir seviyenin merkezinde ruhun noktasıyla birlikte cansız, bitkisel, canlı ve insan. Ancak, kişi tüm varoluşun yöneticisi olarak (Yaratan’ı hissetmediğinden dolayı hak ettiği saygı ve korkuyu duymadan) Yaratan’a doğru özel bir tutum olmadan manevi yasaları yerine getirse bile, eğer kişi sadece kendi için haz almak istiyorsa, ancak özgecillik için bir eğilim arzuluyorsa, bu, kalpteki noktanın gelişmeye başlaması ve hissedilmesi için yeterlidir. Kabala’yı ve onun manevi yasaları yerine getirme yöntemini bu kadar şaşırtıcı yapan da budur. Dolayısıyla, manevi büyümenin egoist amacına rağmen, Kabala çalışmak ve prensiplerini yerine getirmek, sadece ilk cansız seviyeye bile olsa, öğrenciyi aşamalı olarak yükseltip arındırır. Maneviyatı fizikselliğin üzerine çıkardığımız ve özgecilliği arzuladığımız boyuta göre, arzularımızı değiştiririz, böylece bu ilk seviyenin bütün yapısını inşa ederiz. Ondan sonra ruh yükselir ve Assiya dünyasının Sefira Malkut’u ile giyinir ve kişinin tüm bedeni o seviyede tekabül eden Işığı (haz) hisseder. Bu Işık daha yüksek seviyelere doğru ilerlemeye yardım eder. Tıpkı ruhun noktasının Nefeş seviyesinin Işığı manevi doğumda kalbimizde varolduğu gibi, daha yüksek bir seviye olan Assiya’nın Ruah seviyesi de Assiya’nın ortaya çıkan tüm Nefeş seviyesinde varolur. Aynısı her seviyede meydana gelir: bir seviyede tamamen uzmanlaştıktan sonra, kişi bir sonraki, daha yüksek seviyenin noktasına yükselir. En yüksek seviyeye kadar, alçak ve yüksek seviyeler arasındaki tek bağlantı budur. Bu nokta aracılığıyla kişi Yaratan’a doğru ilerleyebilir. |
#7
|
|||
|
|||
Assiya dünyasının Nefeş Işığı’ndan, “Assiya dünyasının cansız seviyesinin Işığı” olarak
bahsedilir çünkü bu ışık bedenin ıslah edilmiş cansız bölümüne tekabül eder. Böyle bir kişinin manevi dünyadaki eylemleri, fiziksel dünyadaki cansız doğanın eylemlerine benzer. Her iki durumda da, ferdi hareket yoktur ve kişi sadece tüm cansız nesne ve arzuların ortak kütlesini içeren genel harekete dâhildir. 613 manevi yasaya uygun olarak, Assiya dünyasının Nefeş’i denilen nesne insan bedeninin 613 organına benzeyen ayrı ayrı elementler içerir. Her biri, Yaratan’ın Işığını kendine özgü algılar (haz). Ancak, parçalar arasındaki farklar göze çarpmayacak şekildedir ve Kabalist sadece Işığın tüm parçalara eşit dağılan genel etkisini algılar. En yüksekten (AK’ın Keter’i) en alçağa kadar (Assiya’nın Malkut’u) Sefirot’lar arasında fark olmamasına rağmen, Işığı alan kişiye göre böyle bir fark mevcuttur. Sefirot’lar kaplara bölünmüştür ve Işık onları doldurur. Işık, Yaratan’ın Kendisi’nden yayılır. Kaplara aynı zamanda Sefirot Keter, Hohma, Bina, Tiferet ve Malkut da denilir. Son üç dünya olan Beria, Yetzira ve Assiya’da, bu kaplar, alıcıya giden Işığın tam miktarını ölçen ve engelleyen filtrelerden oluşur. Bu yolla, herkes ruhunun manevi gelişim seviyesine tamı tamına tekabül eden miktarı alır. İçlerindeki Işığın homojen olmasına rağmen, alıcı açısından baktığımızda, Işıklardan NRNHY olarak bahsederiz, çünkü Işık filtrelerin (kapların) özelliklerine göre bölünmüştür. Malkut en yoğun filtredir. Ondan alınan Işık küçüktür ve bedenin sadece Cansız kısmını düzeltir, dolayısıyla, ona “Nefeş Işığı” denir. Tiferet, Malkut’tan daha saydam bir filtredir; dolayısıyla, Yaratan’dan bize geçirdiği Işık miktarı bedenin Bitkisel kısmını arındırmayı hedefler. Nefeş Işığı’ndan daha yoğundur ve Ruah olarak adlandırılır. Bina, Tiferet’ten daha saydamdır. Yaratan’ın Işığı’nı bedenin Canlı kısmını ıslah etmek için geçirir ve Neşama olarak adlandırılır. Hohma en saydam filtredir. Işığı, İnsan seviyesindeki arzuları yükseltmek için geçirir. “Hayâ Işığı” olarak adlandırılır ve gücü sınırsızdır. Daha önce belirtildiği gibi, (Kabala’nın yardımıyla) hali hazırda Nefeş seviyesini edindiysek, bir sonraki seviye olan Ruah’ın noktası zaten içimizde mevcuttur. Manevi yasaları gerçekleştirmek için Kabala yöntemini uygulamaya devam edersek, haz alma arzusunun Bitkisel seviyesini ediniriz ki, bu da yükselir ve Assiya’nın Sefira Tiferet’ini giydirir. Bu, bedenin Bitkisel seviyesine tekabül eden, daha güçlü bir Işık sağlar – Ruah. Tıpkı cansızlara kıyasla dünyamızdaki bitkilerin kendilerine mahsus hareket yetenekleri olduğu gibi, manevi gelişimin başında olan bir kişi de manevi hareketlerin ve güçlerin uyanışını deneyimler. Aynı zamanda, kişi Ruah seviyesini tamamıyla edinirken, bir sonraki seviye olan Neşama’nın noktası o kişinin içinde zaten mevcut olur. Kabala’nın gizemlerini çalışırken, kişi arzusundaki canlı seviyeyi arındırır. Tüm kabı inşa ederken, kişi yükselir ve Assiya’nın Sefira Bina’sını giydirir ve ondan Neşama Işığı alır. Bu durumda, bedenin arınmış canlı kısmından dolayı, kişiye “saf hayvan” (arınmış hayvan) denilir. Tıpkı bir hayvan gibi, böyle bir kişi 613 arzunun her biri için ayrı ayrı his edinir, çünkü tıpkı dünyamızdaki bir hayvan gibi, o kişi her hareketi kişisel olarak yapar. Böyle bir kişinin aldığı Işık, dünyamızdaki hayvanların bitkilerden farkı kadar, farklı olur. 613 arzunun (kabın parçaları) tamamen üstesinden gelerek ve 613 parçanın her biri için özel bir haz Işığı alarak, kişi kendi üzerinde çalışmaya devam eder. Aynı Işık, Neşama kabı tamamen inşa edildikten sonra ortaya çıkan noktadan doğan arzunun insan kısmını arındırmak için de kullanılır. Bir kez, insan seviyesine tekabül eden arzunun yaratılışı tamamlandı mı, başka insanların duygularını hissetme ve düşüncelerini bilme yeteneğini edinebiliriz. Alınan Işık (haz), bir önceki seviyeninkinden farklıdır, tıpkı dünyamızda bir insanın bir hayvandan farklı olduğu gibi. Ancak, bu beş seviye sadece Assiya dünyasının NRNHY’nin hazlarıdır, yani Nefeş. Bunun içinde Ruah bile yoktur, çünkü Ruah, Yetzira dünyasındaki Işık’tır, Neşama- Beria dünyasında, Hayâ-Atzilut dünyasında ve Yehida-Adam Kadmon dünyasındadır. |
#8
|
|||
|
|||
Bununla birlikte, bütünde mevcut olan, bütünün her parçasında da mevcuttur, yani
kendine özgü parçalarda. Diğer bir deyişle, bu beş tür Işık, Nefeş’in en küçük, cansız seviyesinde bile olsa Assiya dünyasında mevcutlar. Yetzira, dünyasında bu beş tür Işık, Ruah’ın genel seviyesinde mevcuttur. Beria dünyasında, Neşama seviyesinin NRNHY’sidir; Atzilut dünyasında, Hayâ seviyesinin NRNHY’sidir; ve Adam Kadmon dünyasında Yehida seviyesinin NRNHY’sidir. Dünyalar arasındaki fark, Assiya dünyasındaki NRNHY seviyelerinin farkı gibidir. Öyleyse, her şey Üst Dünyaları edinmek isteyenlerin ve dolayısıyla manevi özelliklerini dünyaların özelliklerine eşitleyenlerin manevi seviyelerine bağlıdır. Sonuç olarak, onlar dünyaların ayrılmaz parçası haline gelirler, ki bu da neden tüm dünyaların yaratıldığını ve neden onlara ihtiyacımız olduğunu açıklar. Gerçekten de, her dünyanın NRNHY seviyelerinden sürekli yükselmeseydik, Yaratan’ı edinemezdik. Belli bir seviyeyi edinerek, Işığı (haz) hissederiz ve bu bize, Yaratılışın amacına – Yaratan’a eşitlik ve tutunma – ulaşana dek egoist haz alma arzusunu kökünden söküp atmaya devam etmede yardım eder. NRNHY’nin, tüm Yaratılışın beş parçaya bölünüşünü teşkil ettiğini anlamak önemlidir. Genel sistemde fonksiyon gösteren aynı zamanda onun en minik parçasında da fonksiyon gösterir. Dolayısıyla, Assiya dünyasının en alt seviyesi bile onu oluşturan beş elementten, ayrı ayrı NRNHY’den oluşur. Bunun sebebi, her bölünemeyecek kadar küçük arzunun bile beş parçadan oluşmasıdır: Keter (Yaratan’ın temsilcisi), Hohma, Bina, Tiferet ve Malkut (Yaratılışın kendi dört seviyesi). Ek olarak, arzuya yol gösteren haz da beş tür NRNHY Işığı’ndan oluşmaktadır. Şöyle devam eder, Assiya dünyasının manevi olarak cansız seviyesinin Işığına bile, bu dört tür edinim olmadan ulaşılamaz. Hiç kimse, insanların ve Yaratan’ın iyiliği için düşünce aracılığıyla, Kabala çalışmaktan ve manevi yasaları uygulamaktan alıkonulamaz. Ayrıca, hiç kimse Ruah seviyesini ya da Neşama seviyesini Kabala’nın gizemlerini çalışmadan edinemez. Neslimiz hala karanlığa dalmış durumdadır. Ancak bunun sebebi, açıkçası, inancın azalmasıdır ve özellikle bilgelerin ilimlerine olan inancın azalması. Bu düşüşün en açık örneği gerçekleşmiş tanımlarla dolu olan Kabala kitaplarıdır. Dolayısıyla, Zohar Kitabı üzerine tam bir tefsir ihtiyacı doğdu, bizi Kabala’yı yanlış yorumlamaktan kurtaracak bir çalışma. Bu tefsire Sulam (Merdiven) denilir, çünkü öğrencilerin basamakları aşama aşama çıkıp manevi yüksekliklere ulaşmalarına yardım eder. Her şey kişinin dünyaların yaratılışının derinliklerini edinme arzusuna ve onların içindeki yerine bağlıdır. Kabala’nın amacı bir kısa hikâye ile örneklenebilir: Uzak bir Krallıktaki bir tebaa kanunları çiğnedi ve Kralın emriyle memleketten sürgün edildi. Arkadaşlarından, ailesinden ve tüm sevdiklerinden ayrıldı. Başlangıçta, yeni yerinde çok üzgündü, ancak yavaş yavaş, hayattaki her şeyde olduğu gibi, yeni evine alıştı ve nerede doğduğunu ve bir zamanlar nasıl yaşadığını tamamen unuttu. Ne sürgüne gönderildiğini ne de başka bir yerde yaşamış olduğunu hatırlıyordu. Yeni bir ev yaptı, yeni arkadaşlar edindi ve bir hayat kurdu. Bir gün, kendi memleketinin Krallığıyla ilgili bir kitap buldu. Memleketinin nerede olduğunu ve orada ne kadar harika bir yaşantısı olduğunu hatırladı. Kitabı dikkatle düşündüğünde neden sürgün edildiğini ve oraya nasıl döneceğini kavradı. Krallık, Büyük Kralın yasalarını uygulayanlar için her şeyin iyi olduğu, manevi dünyadır. Sürgün yeri ise bizim dünyamızdır. Herkesin onun aracılığıyla unutulmuş olanı hatırlayacağı, ruhunun anavatanını bulacağı, neden kovulduğunu anlayacağı ve sonunda başlangıç yerine döneceği, kitap Zohar’dır! Peki eğer, Zohar, ruhların dünyasını ve Yaratan’ı görüp hissetmekte, Üst Dünyaları edinmemizde bize yardım edebilecek kadar önemliyse, yazıldığından bu yana Ari’nin Kabalistik yöntemi ortaya çıkana dek, neden bu kadar uzun senelerce gizlenmişti? Bu sorunun cevabı Kabala’da bulunur: 6000 yıllık mevcudiyetinde, dünya, Yaratan’ın etkisinin gösterildiği Keter ve diğer Sefirot’un üç gruba bölündüğü, on Sefirot olarak inşa edildi (Şekil 3’ü görün). |
#9
|
|||
|
|||
• Baş: Hohma, Bina, Daat;
• Orta: Hesed, Gevura, Tiferet; • Son: Netzah, Hod, Yesod. 6000 yıl da ayrıca üç kısma ayrılır: • 2000 yıl – karanlık; • 2000 yıl – hazırlık dönemi; • 2000 yıl – Mesih’in (Kurtarıcı) günleri. İlk 2000 yıl baştan söz eder, yani bu dönem küçük Işığı (Nefeş) alır çünkü Sefirot kendisini dolduran Yaratan’ın Işığına tersten bağlıdır. Küçük bir Işık’la doldurulmalarına rağmen, İlk grup (yüksek Sefirot) ilk belirir: Hohma, Bina, Daat. Bu ilk 2000 yıl “karanlık dönemi” olarak adlandırılır. İkinci grup Sefirot’un (Hesed, Gevura, Tiferet) geliştiği, ikinci 2000 yıllık dönemde, ilk Sefirot grubunu dolduran Nefeş Işığı ikinciye iner ve Ruah Işığı ilk grubu doldurur. Karanlık dönemini izleyen bu 2000 yıllık dönem “Tora dönemi” olarak adlandırılır. Üçüncü Sefirot grubu, Netzah, Hod, ve Yesod son 2000 yılı alır. Nefeş Işığı, ikinci gruptan buraya iner, Ruah Işığı ilk gruptan ikinci gruba iner, ve Neşama Işığı ilk gruba girer. Tüm Kabala ilmi, özellikle Zohar, üçüncü grup ortaya çıkana dek gizlenmişti. Ari bize Zohar’ı ifşa etti ve onun tefsirleri bize manevi dünyayı edinmemizin yolunu gösterdi. Ari bu dönemin sonundan önce öldü, yani tüm Işık üçüncü gruba girmeden önce. Dolayısıyla o dönemde, özünü dünyaya ifşa etmeden, sadece belirli ruhlar Kabala çalışabiliyordu. Bugün, üçüncü dönemin sonuna yaklaşırken, Zohar’ın kapsamlı tefsiri Sulam’ı (Merdiven), ve Talmud Eser Sefirot (On Sefirot’un İncelenmesi) başlıklı sistematik Kabala ders kitabını anlamaya hazırız. İlk ve ikinci 2000 yıllık dönemde yaşayan ruhlar son derece yüceltilmiş ve üst Sefirot’a (Hohma, Bina, ve Daat; Netzah, Gevura, ve Hod) tekabül etmelerine rağmen, dünyamıza henüz ulaşmadığından uygun Işığı alamamışlardır. Dünyamızdaki olayların da kanıtladığı gibi, şimdi en alt ruhlar dünyamıza iniyorlar, ancak yapıyı tamamlayan bu ruhlardır. Üst Işık, dünyamızdan çoktan Üst Dünyalara yükselmiş, Işığı Saran Işık olarak bize ulaşan üst ruhlara girer. İlk nesillerin ruhları nitelik olarak bizimkileri geçmesine rağmen, arı ruhlar ilk önce bizim dünyamızda ortaya çıkacağından, Kabala ilminin içsel gizli kısmı (diğer ilimler gibi), Işığın yoğunluğuna bağlı olduğundan, sadece son nesilde ifşa ediliyor. Ruhlar ne kadar alt seviyede olursa, ifşa olunan ve dünyamıza giren Işık o kadar büyüktür. Bunun sebebi, düşük Işığın Üst Sefirot’tan (ya da ruhlar) alta inebilmesidir ve Üst Işık, Üst Sefirot’ta (ruhlarda) boşalan yerlere girer. Islahın gerçekleşmesi Sefirot’a (ruhlara) ve zihinsel riayet (niyet) de ruhlara giren Işığa işaret eder. Aynı ters bağlılık Sefirot (ruhlar) ve Işık arasında da mevcuttur: Yaratılış, alt Işıklarla doldurulmuş, Üst Sefirot ile başlar ve Üst Işıkla doldurulmuş alt Sefirot’la (ruhlar) sona erer. Öyleyse, Üst Işığı açığa çıkaran alt ruhlardır, ancak sadece doğru Kabala çalışmasıyla ilgilenirlerse. Zohar’ı incelemek ve Kabala’nın kendisini çalışmak, tüm dünyanın ıslahında ve katıksız huzur ve mutluluğun gerçekleştirilmesinde bir başlangıç noktasıdır. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
On Serfiot'un incelemesine girişten | Naim | Kabala | 1 | 13.06.19 11:31 |
Zohar'a Sonsöz'den (2) | Naim | Kabala | 2 | 13.06.19 11:15 |
Zohar'a Sonsöz'den | Naim | Kabala | 2 | 13.06.19 11:07 |