#1
|
|||
|
|||
Mükemmellik ve Dünya
Önceden bildiğimiz gibi, Yaratan’ın yasasının özü, kendin için olduğu kadar, toplumun
tüm üyeleri üstünde sevgide, maksimum özende ve şefkatte yatar. Bakalım, Yaratan’ın yasasını sadece inançla mı kabul ediyoruz yoksa bazı pratik deneylere de mi ihtiyacımız var. Okuyucuların boş felsefeden hoşlanmadığımı anlayacaklarını umuyorum. Çünkü bütün yapılar oluşturuluyor ve bunlardan yanlış sonuçlar üzerine temellenmiş tamamen asılsız sonuçlar çıkartılıyor. Bizim kuşağımız bu şekilde uygulamaya konulmuş birçok felsefeyi gördü. Temel teorik varsayımların yanlış olduğu kanıtlandığında tüm teori çöker ve milyonlarca insanı acı içinde bırakabilir. Yaratan’ın yasasını, dünyayı ve onun yasalarını uygulamayla elde edilmiş verileri temel alıp çalışarak yerine getirmeyi arzulayabilir miyiz? Doğada var olan sırayı gözlemlediğimizde, hem mikro hem de makro seviyede idaresinin kesinliğiyle çarpılıyoruz. Mesela, bize en yakın olan yaratıkları, insanları ele alalım. Babadan gelen bir hücre annenin içinde hazırlanmış güvenli bir yere ulaşır ve bu dünyaya çıkana dek gelişimi için gerekli her şeyi alır. Ayrı bir organizma olarak varlığına başlayana dek ona hiçbir şey zarar veremez. Ortaya çıktığında ise, doğa, ebeveynlere çocuğa sevgi ve ilgilerinde mutlak güveni verecek gerekli hisleri dikkatli bir şekilde uyandırır. İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler gibi çoğalırlar ve sonra yavrularının gelişimleriyle ilgilenirler. Ancak, doğanın, doğum ve türünün ilk, bağımsız gelişimini sağlama yolu ile daha sonraki hayatta kalma mücadelesi arasında dramatik bir çelişki var olmaktadır. Dünyanın nasıl idare edildiğiyle ilgili hayatın her seviyesinde var olan bu çarpıcı tezat, antik çağlardan beri insan aklını büyülemiş ve bazı teoriler doğurmuştur: Evrim teorisi: Bu teori yukarıda bahsedilen çelişkiyi açıklamaya gerek duymaz. Yaratan dünyayı ve her şeyin üzerindeki kuralları yarattı. O hissetmez, düşünemez ve türleri fiziksel yasalarla uyum içinde yaratmıştır. Yaratılan türler evrimle uyum içinde gelişirler, yani hayatta kalmanın sert yasalarıyla. Bu teori Yaratan’dan “doğa” olarak bahsederek onun hissizliğini vurgular. İkilik Teorisi: Doğanın çarpıcı bilgeliği insan türünün yeteneğini oldukça aştığından gelecek organizmaları geri bildirimsiz icat etmek ya da onları önceden bilmek mümkün değildir. Vericinin (doğa) akıl, hafıza ve hislere de sahip olması gerekiyor. Gerçekten de, kimse doğanın her seviyesinin yalnız şans eseri idare edildiğini söyleyemez. Bu teori, iki gücün, pozitif ve negatif, var olduğu sonucuna gelir ve iki güç de akıl ve hislere sahiptir. Dolayısıyla, bu güçler yarattıkları her şeye bu yetileri bahşetmeye muktedirler. Bu teorinin gelişimi birkaç farklı teorinin yaratılmasına yol açtı. Çok tanrıcılık: Doğanın eylemlerinin analizi ve güçlerinin özelliklerine göre bölünmesi her biri belli bir güç tarafından idare edilen tanrılar topluluğunu kapsayan dinleri ortaya çıkardı (eski Yunan’da olduğu gibi). İdarenin yokluğu: Kusursuz araçların ve yeni yöntemlerin ortaya çıkmasıyla, araştırmalar son zamanlarda dünyanın tüm parçaları arasında sıkı bir bağ keşfetti. Dolayısıyla, güçlerin çokluğu hakkındaki teori çürütülmüş ve bilge, birleşmiş bir güç hakkındaki varsayım ile yer değiştirmişti. Ancak, bu gücün büyüklüğü ile karşılaştırıldığında insanlığın önemsizliğinden dolayı başıboş bırakıldı. Ne yazık ki, dünyanın yaratılışı ve idaresi ile ilgili sayısız teoriye rağmen insanlık acı çekmeye devam ediyor. Doğanın neden ana rahminde ve erken çocukluk döneminde bu kadar şefkatli olup da, yetişkinlikte, görünüşte onun yardımına daha çok ihtiyacımız varken, bu kadar merhametsiz olduğu anlaşılır değildir. Bir soru çıkar ortaya: doğanın dünyaya karşı acımasızlığının sebebi biz değil miyiz? Doğanın tüm eylemleri bir birine bağlıdır; dolayısıyla onun yasalarından bir tanesini çiğnemekle tüm sistemin dengesini bozarız. Doğadan kalpsiz, amaçsız rehber, ya da bir planı olan Yaratan, amaç ya da bilgelik diye bahsetmemizin hiçbir önemi yoktur. Belli kanunları olan bir dünyada varız ve onları çiğnediğimizde, bozulmuş bir çevre, toplum ve kendi bozulmuşluğumuzla cezalandırılırız. Bunun yanı sıra, doğanın kanunları bir birine bağlı olduğundan, birine uymamak, başka bir yönden hiç beklenmedik sert bir darbe yememize sebep olabilir. Doğa ya da Yaratan (aslında ikisi de aynıdır), bizim maksatlı ya da zorunlu olarak nitelendirdiğimiz ve bu yüzden uyduğumuz bazı yasalar aracılığıyla bize tesir ederler. Doğanın kanunlarını anlamak zorundayız, çünkü onlara uymayı başaramamak tüm acılarımızın sebebidir. İnsanların sosyal varlıklar oldukları genel bilgidir. Toplumda başkalarının yardımı olmadan hayatta kalamayız. Dolayısıyla, aniden kendini toplumdan tecrit etmeye karar veren kişi acı içinde bir hayata maruz kalır çünkü ihtiyaçlarını karşılayamaz. Doğa bizi benzerlerimiz arasında yaşamaya mecbur kılar ve onlarla iletişim kurarak iki işi gerçekleştiririz: toplumdan ihtiyacımız olan her şeyi almak ve topluma çalışmamızın ürününü vermek. İkisinden birini ihlal etmek toplumun dengesini bozar ve böylece toplum tarafından cezalandırma hak edilir. Aşırı alma durumunda (çalma gibi) ise toplumun cezası hızlı gelir. Kişi topluma hizmet etmeyi reddederse, kural olarak, ceza hiçbir şekilde gelmez, ya da günahla doğrudan ilişkili değildir. Bu nedenle, kişiyi topluma hizmet etmeye zorlayan koşullar genellikle göz ardı edilir. Bununla beraber, doğa tarafsız bir yargıç gibi hareket eder ve gelişimine göre insanlığı cezalandırır. Kabala, dünyadaki nesillerin devamının sadece protEyn-temelli bedenlerin meydana çıkması ve yok olması olduğunu iddia eder, “Ben” i tamamlayan ruh ise yok olmadan taşıyıcısını değiştirir. Sınırlı sayıdaki ruhların sürekli deveranı, dünyamıza inişi ve bedenlerde ortaya çıkmaları bize yeni insan nesilleri sağlar. Dolayısıyla, ruhlardan bahsederken, tüm nesiller, en baştan en sonuna dek, tek bir nesil olarak dikkate alınırlar. Ruhun çeşitli bedenlere bilmem kaç kez girip çıkmasının hiçbir önemi yoktur. Bir kıyas yapacak olursak, bedenin ölümünün ruh üzerinde kesinlikle hiçbir etkisi yoktur, kesilmiş saçın ya da tırnağın bedenin hayatında hiçbir etkisi olmadığı gibi. |
#2
|
|||
|
|||
Dünyaları yaratıp bize vererek, Yaratan önümüze bir hedef koydu: O’nun seviyesine
ulaşmak ve inşa ettiği dünyaları tırmanarak Onunla birleşmek. Soru, insanlığın O’nun arzusunu yerine getirmeye mecbur hissedip hissetmeyeceğidir? Kabala, Yaratan’ın bizim üzerimizdeki kontrolünün tam ve kapalı resmini açığa çıkartır. Dolayısıyla, isteyerek ya da acıyla mahmuzlanarak, bu hayat süresinde ya da bir sonrakinde, fiziksel, sosyal ve ekonomik etkenler aracılığıyla her birimiz ve tüm insanlık Yaratılışın amacını kendi yaşamımızın gayesi olarak kabul etmek zorunda kalacağız. Sonunda, tümümüz tek bir amacı edineceğiz. Tek fark yolda yatıyor: amaca doğru isteyerek ve bilinçli ilerleyen bir kişi iki kat kazanır: zaman kazanır ve acı çekmek yerine Yaratan ile birleşmenin verdiği zevki yaşar. Durumun vahameti şu ki, insanlık henüz önünde yatan felaketleri hayal bile edemiyor. Amaç ortaya konulmuş ve evrenin yasaları değişmezdir. Günlük kişisel acılar ve düzenli küresel felaketler her birimizin Yaratan’ın yasasına uyma – egoizmi ve kıskançlığı yıkmak ve onun yerine şefkat, karşılıklı yardımlaşma ve sevgiyi geliştirme - ihtiyacını gözler önüne seriyor. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Dünya düz mü? | bitter | Derin Konular & Beyin Fırtınası | 22 | 28.01.22 14:43 |
Yalan Dünya | Kâf-u Nûn | Güzel Sözler & aŞka Dair | 1 | 20.08.20 15:39 |
Mükemmellik nedir? | Fikrigayil | Sorularınız | 10 | 03.06.20 23:33 |
Aynalar Diğer Dünya İle Bu Dünya Arasın da Bir Kapı mıdır ? | SDFwer | Sorularınız | 21 | 07.03.20 12:35 |
Pis dünya | desperado | Sizden Gelenler | 6 | 21.04.17 19:26 |