|
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
|||
|
|||
islâm Şiddet ve Öfke Dini mi, Müslümanlar insanların Kafasını Kesiyorlar mı?
Günümüz İslâmofobiklerinin genel propogandası, İslâm'ın insan öldürmeyi teşvik ettiği yalanını uydurup buna da örnek olarak IŞİD gibi teröristleri vermeleridir. Peki bu doğru mudur? Cihat aslında nedir?
Fıkıhta İslâm'a göre cihat 4 yolla gerçekleştirilir: Kalp ile, dil ile, el ile ve silah ile. Bunlardan ilki olan kalp yolu, insanların nefisleriyle mücadele ederek kendini kötülüklerden ve günahlardan arındırmasıdır. İkincisi İslâm'ın tebliğ edilmesi, gayrimüslimlerin dinimize davet edilmesidir. Üçüncüsü insanların hayırlı işler yapmasıdır. Sonuncusu ise İslâm'a ve müslümanlara düşman olanlarla savaşmaktır. İslâm'da cihat kapsamında savaş ise, sadece inancın tehlikede olduğu durumlarda icra edilir. Eğer bir savaş içerisindeyseniz ve düşmanlarınız size saldırıyorsa, siz de düşmanlarınıza taarruz edebilirsiniz. Peygamber efendimiz döneminde müminler, düşmana taarruz ederken bile çok kapsamlı kurallar dahilinde ve hiçbir sivilin zarar görmeyeceği şartıyla taarruz etmiştir. “Resulüm! Kâfirlere asla itaat etme ve Kur’ana dayanarak onlarla büyük bir cihat / mücahede gerçekleştir.” şeklinde tercüme edilen Furkan suresinin 52. ayetinde bahsedilen cihat, cihadın yalnızla silahla yapılmadığının kanıtıdır. Burada Kur'ana dayanarak gayrimüslimlerle cihat etmekten kasıt dinin hakikatlerini tebliğ etmek ve imana davet etmektir. Kaldı ki şeriatle yönetilen ülkelerde gayrimüslimler cizye vererek yaşamını sürdürebilir. Peki Kur'an kâfirleri öldürmeyi emrediyor mu? "Onları yakaladığınız yerde öldürün; sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Harâm civarında onlar sizinle savaşmadıkça siz de orada onlarla savaşmayın. Şayet sizinle savaşmaya kalkışırlarsa o zaman onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir!" şeklinde tercüme edilen Bakara suresi 191. ayeti cımbızlayarak Kur'an'ın insan öldürmeye teşvik ettiğini iddia edenler, bir önceki ayeti açıp okumayacak kadar hilekârdırlar. Kur'an bir bütündür, işine geleni çekip alarak algı oluşturmak ise hiçbir ahlâk ve etik anlayışına sığmaz. Bakara suresi 190. ayet: Size karşı savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat aşırılığa sapmayın; Allah aşırılığa sapanları sevmez. Bakara suresi 191. ayet: Onları yakaladığınız yerde öldürün; sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Harâm civarında onlar sizinle savaşmadıkça siz de orada onlarla savaşmayın. Şayet sizinle savaşmaya kalkışırlarsa o zaman onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir! Bakara suresi 192. ayet: Eğer onlar vazgeçerlerse, artık Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir. Rabbimizin burada ne söylediği gayet açıktır, başını ve sonunu kesip ortasından öldürün emrini cımbızlamak bunu yapan kişiyi ahmak yapar. Eğer ki birisi/birileri sizin veyahut toplumunuzun canına kast ederse, ancak o zaman o kişi/kişilerle savaşmanıza izin vardır. Buna rağmen aşırıya kaçmanız Rabbimiz tarafından tasdik edilmez. Ve eğer, yakaladığınız ve öldüreceğiniz kişi de gayesinden vazgeçip tövbe ederse, Allah-ü Teâlâ'nın bağışlamasına ve merhametine hasıl olmuştur; biz aciz kulların onu affetmeyip ölüme mahkûm etmesi hatalıdır. "Kendileri nasıl inkâr etmişlerse sizin de öyle inkâr etmenizi, böylece onlara eşit ve benzer hale gelmenizi isterler. (İman edip) Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün; hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin." şeklinde tercüme edilen Nisa suresi 89. ayet de yine bu iddialara vesile olan ayetlerden biridir. Bu ayette bahsedilen inkârcıların kimler olduğunu anlamak için bu ayetin neden indiğini öğrenmek gerekir. Aksi takdirde müslümanların her inkârcının kafasını kesmek isteyeceği yönünde bir algı kolaylıkla oluşturulabilir. Öncelikle tefsiri kavrayabilmeniz için Nisâ suresinin 88. ve 89. ayetlerinin mealini yazmak istiyorum. "Size ne oluyor da münafıklar hakkında ikiye bölünüyorsunuz? Hâlbuki kendileri hak ettikleri için Allah onları küfre geri çevirmiştir. Allah’ın saptırdıklarını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah’ın saptırdıkları için asla doğruya yol bulamazsın. Kendileri nasıl inkâr etmişlerse sizin de öyle inkâr etmenizi, böylece onlara eşit ve benzer hale gelmenizi isterler. (İman edip) Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün; hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin." Bu ayetleri açıklamak aslında gayet basit olsa da daha kapsamlı bir şekilde okuyup anlamanız için doğrudan bir tefsirini yazmak istiyorum. "Buradan itibaren 91. âyete kadar özel olarak Kur’an’ın geldiği tarihte ve çevrede, genel olarak da her zaman ve her yerde, gruplar ve topluluklar olarak müslümanlarla müslüman olmayanlar arasındaki ilişkiler ele alınmaktadır. İslâm başka inançları ve hayat tarzlarını benimseyen fertlere ve gruplara da hayat hakkı tanıdığı, onları hem kendi içlerinde hem de dünya yüzünde korumayı müslümanlara ödev kıldığı için ilişkilerin –taraflara zarar vermemesi amacıyla– bazı kurallara bağlanmasına ihtiyaç hâsıl olmuştur. Bu ihtiyaç hem âyetlerle hem de Hz. Peygamber’in ve onun çizgisindeki halifelerin uygulamalarıyla –farklı ve yeni ilişki biçimlerine de örnek teşkil edecek şekilde– karşılanmıştır. Müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra çeşitli ilişkilere girmek durumunda oldukları gayri müslimler şu gruplara ayrılmıştı: Mekke’de ve Medine’de yaşayan müşrikler, Medine ve civarında yaşayan Ehl-i kitap (daha çok yahudiler), hem Mekke’de hem de Medine’de yaşayan, müşrik veya Ehl-i kitap oldukları halde bu durumlarını gizleyen ve müslüman görünen münafıklar. Gayri müslimlerin müslümanlarla gruplar arası siyasî ilişkileri de şu kategoriler içinde cereyan ediyordu: a) Hasımlar ve düşmanlar, b) antlaşmalılar ve bunlarla antlaşma yapmış bulunan diğerleri, c) tarafsızlar. 91. âyete kadar bu konular ele alınmış, ilişkilerde uyulacak kurallara ışık tutulmuştur. Burada zikredilen münafıkların Medine’de yaşayanlar mı, yoksa Mekke’de kalanlardan bir grup mu olduğu konusunda tefsircilerin farklı açıklamaları vardır. Buhârî’nin nüzûl sebebi olarak rivayet ettiği hadis şöyledir: Bazı insanlar, Uhud Savaşı için sefere çıkan Hz. Peygamber’in ashabına katıldıkları halde Medine’ye geri dönmüşlerdi. Kalanlar onlara yapılacak muamele konusunda ikiye ayrıldılar. Bir grup Hz. Peygamber’e onları öldürmesini öneriyor, diğerleri ise bu öneriye karşı çıkıyorlardı. Bunun üzerine “Size ne oluyor da münafıklar hakkında ikiye bölünüyorsunuz?” meâlindeki âyet geldi. Hz. Peygamber de şöyle buyurdu: “O Medine’dir; ateş nasıl gümüşün pasını giderirse o da mânevî kirleri yok eder” (“Tefsîr”, 4/15). Bu rivayeti farklı şekillerde nakleden başka hadisçi ve tarihçiler de vardır (bk. İbn Kesîr, II, 352-353). Bunlara dayanan tefsircilere göre âyetin geliş sebebi bu olaydır. Ancak geliş sebebini bu olaya bağlamakla akla gelecek bütün sorular cevaplandırılmış olmamaktadır. Nitekim söz konusu gruba ait açıklamalar getiren 89. âyette “Allah yolunda hicret edinceye kadar...” kaydı vardır. Medine’ye dönen münafıklar için göç (hicret) söz konusu olamayacağına göre âyetten bunların kastedilmiş olması (ve olayın nüzûl sebebi olması) uzak bir ihtimal olarak kalmaktadır. Bu sebeple İbn Âşûr, haklı olarak –bu nüzûl sebebini benimseyenler için– şöyle bir te’vilin kaçınılmaz olduğunu kaydetmiştir: “Burada hicretten maksat iman ve cihada dönmektir” (V, 151). Taberî de –aynı gerekçe ile– nüzûl sebebinin Medine’de yaşayan ve Uhud Savaşı’nda geri dönen münafıklar değil, Mekke’de yaşayan, gerçekte putperest oldukları ve müslümanlar aleyhine faaliyette bulundukları halde Medine’ye geldikçe veya müslümanlarla karşılaştıkça kendilerini onlardanmış gibi gösterenler olduğunu zikretmektedir (V, 200 vd.; İbn Kesîr, II, 354). Müslümanlarla savaş durumunda olan gayri müslimler ve bunlara yardımcı olanların ele geçirildiklerinde esir edilmeleri, gerektiğinde öldürülmeleri savaş halinin tabii sonuçlarındandır. “... İnkâr etmenizi, böylece onlara eşit ve benzer hale gelmenizi isterler” cümlesi, farklı inanç ve düşüncede olan grupların birbirlerine karşı sosyo-psikolojik durum ve tutumlarını ifade etmektedir. Bu beşerî ve sosyal kural asırlar boyu değişmeden gelmiştir. Ulus devletlerin doğduğu günümüzde de insanların eşitlikten tam yararlanabilmeleri için aynı ulustan olması gerekiyor. Uluslar, aradaki “farklı ulustan olma” durumunun ortadan kalkmasını istemiyorlar; ancak kültür, inanç ve ideoloji farkının temel haklar açısından bir ayırımcılık sebebi sayılmamasını istiyorlar. Ne var ki, sözde çoğulculuğu savunanlar uygulamada bunun, diğer inanç sistemlerinin, kültür ve ideolojilerin ortadan kalkması ve dünyada tek tip bir kültürün (günümüzde Batı kültürü) kalması şeklinde gerçekleşmesini hedefliyorlar. Bunca insan hakları belgelerine ve antlaşmalarına rağmen uygulamada sırf renkleri, kültürleri ve inançları farklı olduğu için bir kısım insanlar ve uluslar diğerlerine eşit sayılmıyor, haklarına eşit derecede saygı gösterilmiyor ve sahip çıkılmıyor. “Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır” (Bakara 2/120) meâlindeki âyet de bu gerçeği ifade etmektedir. Bugün yeryüzünde mevcut birçok din, ideoloji ve kültür açısından insan haklarında eşit olmanın şartı aynı kültürü ve inancı paylaşmaktır. Ancak İslâm’da insanların, insan haklarından yararlanabilmeleri için müslüman olmaları şartı yoktur. Allah Teâlâ kullarının müslüman olmalarını ister, bundan hoşnut olur fakat onları buna zorlamaz. Dileyenlerin kendisini de, hak dini de inkâr etmelerine fırsat verir, bundan dolayı onlardan dünyada rahmetini ve rızkını esirgemez. Müslümanlar da başka dinden olanlara bu ilâhî muamele örneği çerçevesinde yaklaşmak ve davranmak durumundadırlar. İslâm dini, Ehl-i kitabı tevhid çerçevesinde birliğe, bütün insanlığı da barış ve insan haklarına saygı ilişkisi içinde yaşamaya davet etmesine rağmen müslümanlarla müslüman olmayanlar arasında hâlâ değişmediği müşahede edilen uygulamadaki bu tutum ve yaklaşım farkı sebebiyle onların dostluk ve yardımlarına güvenmemek esastır. Müslümanlar elbette kendilerine düşmanca davranmayan, antlaşmalarına sadık kalan gayri müslimlerle barış ve iyi ilişkiler içinde olacaktır. Ancak karşı tarafın –açıklanan ve tarih boyunca yaşanıp görülen– temel yaklaşım ve tutumlarının da unutulmaması gerekmektedir. Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 110-112" Buradan da anlayabileceğiniz üzere bu ayette belirtilen inkârcılar halihazırda o dönemki müslümanlarla savaş durumunda bulunan ve olası bir senaryoda müslümanları öldürebilecek inkârcılardır. Aynı surenin devamında gelen 91. ayeti ise barış içerisinde yaşayan gayrimüslimlerin öldürülmeyeceğini kanıtlar niteliktedir. "Bunlardan başka hem sizin hem de kendi topluluklarının karşısında güvende olmak isteyen kimseleri de bulacaksınız. Bunlar ne zaman fitneye yönlendirilseler hemen dönüp ona dalarlar; bu sebeple sizden uzak durmaz, size barışçı davranmaz ve yakanızdan ellerini çekmezlerse onları hemen yakalayın, ele geçirdiğiniz yerde öldürün. İşte onlar hakkında size apaçık bir yetki vermiş olduk." Burada da gördüğünüz üzere müslümanlara rahatsızlık veren, onlarla savaşan gayrimüslimlerin öldürülmeleri için yetki verilmiştir. "Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, esir alın, kuşatın ve onları her geçit yerinde gözetleyin. Şayet tövbe ederler, namazlarını kılarlar ve zekâtlarını verirlerse artık onları serbest bırakın. Allah yargılayıcıdır, bağışlayıcıdır." şeklinde tercüme edilen Tevbe suresi 5. ayeti anlamak için ise Tevbe suresinin ilk 6 ayetini düzgünce okumak ve kavramak gerekir. Ömründe bir kez kendini vererek ve anlamaya çalışarak Kur'an okumamış, ikilemde olan gençlere bu ayetler yarım yamalak enjekte edilerek İslamofobi oluşturulmaya çalışıyor. "Allah ve Resulünden, antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere karşı fesih *bildirimidir! Yeryüzünde dört ay daha serbestçe dolaşın; fakat bilin ki asla Allah’ı âciz bırakamazsınız ve Allah inkârcıları er-geç rezil rüsvâ edecektir. Yine Allah ve resulünden bu büyük hac günü insanlara duyurudur: Allah ve resulünün müşriklerle hiçbir bağı yoktur. Şayet tövbe ederseniz, bu kendi iyiliğinize olur; eğer sırt çevirirseniz bilin ki siz Allah’ı âcizliğe düşüremezsiniz. (Resulüm!) İnkârcıları elem veren bir azapla müjdele! Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden bilâhare yükümlülüklerini eksiksiz yerine getiren ve sizin aleyhinize kimseye arka çıkmayanlar müstesna; onlara verdiğiniz söze süresi doluncaya kadar riayet ediniz. Allah haksızlıktan sakınanları sever. Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, esir alın, kuşatın ve onları her geçit yerinde gözetleyin. Şayet tövbe ederler, namazlarını kılarlar ve zekâtlarını verirlerse artık onları serbest bırakın. Allah yargılayıcıdır, bağışlayıcıdır. Ve eğer müşriklerden biri senden korunma isterse, Allah’ın sözünü duymasına fırsat vermek için onu koruma altına al; sonra onu kendi güvenlik bölgesine ulaştır. Bu uygulama, onların bilmeyen bir topluluk olmalarından dolayıdır." Burada Allah-ü Teâlâ tarafından müşriklere apaçık bir ültimatom verilmiştir. Bu ültimatoma göre haram aylar çıkana kadar müşriklere mühlet verilmiştir, haram aylar çıktıktan sonra halen yasaklanmış bölgede müşrik olarak varlıklarını sürdürmeye devam etmeleri, önceden belirtilmiş olan uyarıya göre bir savaş tercihidir. Onlara bu aşamada toleranslı davranılması ise, inançlarının icaplarını yerine getirmelerine müsaade etme, dolayısıyla tevhid inancının sembolü olarak inşa edilen Kâbe’yi tekrar putperestliğin eline teslim etme sonucunu beraberinde getirirdi. Bu sebeple âyetteki buyruğa göre onların takibi konusunda asla gevşek davranılmayacak, geçit başlarını tutup gözetleme, muhasara altına alma, esir alma ve gerektiğinde öldürme dahil, Kâbe çevresinin müşrik varlığı ve egemenliğinden ebedî olarak arındırılması için lüzumlu her tedbir alınacaktı. Resûlullah’ın vefatından hemen sonra ortaya çıkan dinden dönme hareketleri de, bu kesin tavır ve köklü icraatın ne kadar isabetli olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Fakat aynı âyete göre, onlara tövbe yolu açık tutulacak, namazlarını kılar ve zekâtlarını verirlerse, yani en azından dış dünyaya yansıyan davranışları itibariyle müslüman kimliği sergilerlerse onlara dokunulmayacaktır. Çünkü Allah’ın bağışlamasına ve rahmetine sınır yoktur. Burada dikkat çeken bir husus müşriklerin takibine ilişkin tedbirlerin mahiyeti ile ilgilidir. Âyette sayılan önlemlerin kendi içinde tutarlı olabilmesi için “öldürme” son çare olarak düşünülecektir. Zira önce öldürme cihetine gidildiğinde diğer önlemlerin bir anlamı kalmamaktadır. Düşmanı öldürme zaten savaş sürecinin tabii sonuçlarından olduğuna göre, burada öldürmenin özellikle tasrih edilmesi ise –muhtemelen– diğer önlemler göz ardı edilerek bu yola gidilmemesini hatırlatmak içindir. Nitekim müteakip âyette hemen tövbe edip İslâm’a girmemekle beraber İslâm’ı müslümanların içinde görüp öğrenmek, üzerinde düşünmek için fırsat ve bunu sağlayacak bir güvence verilmesini isteyen müşriklere bu imkânın tanınması istenmiştir. Bu anlayış Kur’an’ın öldürme konusundaki diğer ifadelerine de uygun düşmektedir. Kur'an-ı Kerîm'de bunlardan başka Allah-ü Teâlâ'nın bizlere öldürme için yetki verdiği ayet yoktur. Bu ayetlerde ise hiçbir gayrimüslimin sırf gayrimüslim olduğu için öldürülemeyeceğini açıkça görüyoruz. Buna rağmen İslâm'ı, İslâm ahlakının İ'sinden haberi olmayan İslâm düşmanı IŞİD'in ideolojisi gibi sanıyorsanız, şüphesiz sizler gözlerini hakikate kapatıp inanmak istediğine inanmayı seçen kimselersiniz. |
#2
|
|||
|
|||
Şimdi bu bir soru mu yoksa genel olarak sorulan sorulara bir cevap mı?
Soruysa yeri doğru. Cevapsa sorular bölümünde ne işi var?
__________________
O kadar kimsesizim ki Hani ölsem Cesedim geçmişin tozuna karışır gider Yediğim yemekten içtiğim suya kadar tadsızım Saçının telinden ayak parmaklarının ucuna kadar özledim seni.. |
#3
|
|||
|
|||
Genel olarak sorulabilecek bir soru olduğundan dolayı soruyu soran kişileri temsilen sorular kısmına koydum. Aslında sorulara cevap niteliği taşıyor. Zaten okunduğu zaman anlaşılabilir.
. |
#4
|
|||
|
|||
Meramımı daha iyi aktarabilmek için ekleme yapmayı uygun gördüm:
Olur da birisi gelip bu tarz bir soru sorarsa, bu konuyu görüp okuyabilir ve sorusuna cevap bulabilir. Diğer kategorilere koysaydım bu soruyu sormak isteyen birinin görme olasılığı daha düşüktü. Bundan mütevellit sorular kısmına koymanın daha yararlı olacağını düşündüm. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Müslümanlar Kur'an'ın manasını bilmiyormuş! | Torlak | Derin Konular & Beyin Fırtınası | 3 | 01.09.21 23:19 |
islam Dini Nedir? | mgunes27 | islam & islami Konular | 0 | 15.05.21 15:30 |
Diyanet, Türkiye'deki dini düşüncelerin, dini kurumların darasıdır | Torlak | Sizden Gelenler | 0 | 30.10.20 10:24 |
Bir Kişiyi kendine Celb etme islam dini açısından hükmü? | zhdplx21 | Sorularınız | 26 | 23.06.20 18:15 |