#1
|
|||
|
|||
Edep - Haya - iffet
Sual: Edebin dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP Edep, güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlak, haya, nezaket, zarafet gibi manalara gelir. Mesela terbiyeli çocuk, edepli çocuk demektir. Hadis-i şerifte, (Evladınızı edepli, terbiyeli yetiştirin) buyuruluyor. Dinimiz, baştan başa edeptir. Edep, kulun kendisini Cenab-ı Hakkın iradesine tâbi kılması, güzel ahlaklı olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Sizin en iyiniz, ahlakı en güzel olandır) buyuruldu. Hazret-i Ömer, (Edep, ilimden önce gelir) buyurdu. Çok heybetli olmasına rağmen, edebinden, hayasından Resulullahın huzurunda çok yavaş konuşurdu. Peygamber efendimiz de, bir kimsenin yanında iki diz üzerine oturur, ona saygı olmak için mübarek bacağını dikip oturmazdı. Ebu Said Hudri hazretleri, (Resulullahın hayası, bakire İslam kızlarının hayasından çoktu) buyurdu. İbni Mübarek hazretleri, (Bütün ilimleri bilenin eğer edebinde noksanlık varsa, onunla görüşmediğime üzülmem, bunu kayıp saymam. Fakat edepli ile görüşemesem üzülürüm) buyurdu Her zaman her yerde edepli, hayalı olmaya çalışmalıdır! Hadis-i şerifte, (Hayasızlık insanı küfre düşürür) buyuruldu. Haya, bir binayı tutan direk gibidir. Direksiz binanın durması kolay olmadığı gibi, hayasız kimsenin de imanını muhafaza etmesi zordur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâdan haya edin! Allah’tan haya eden, kötü düşünceden uzak durur, midesine girenleri kontrol eder, ölümü hatırlar.) [Tirmizi] (Haya, baştan başa hayırdır.) [Müslim] (Her dinin bir ahlakı vardır. İslamiyet’in ahlakı da hayadır.) [İbni Mace] (Hayasız olan hep kötülük eder.) [İbni Mace] (Hayasız olan, emanete hıyanet eder, hain olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lanete uğrar, şeytan gibi olur.) [Deylemi] (Haya ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.) [Ebu Nuaym] (Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, çirkin söz söylemez ve hayasız değildir.) [Tirmizi] (Haya imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca, parçaları da bozulur.) [İ.Maverdi] (Haya imandandır. Hayasızın imanı yok demektir.) [İbni Hibban] (İnsan, salih iki komşusundan utandığı gibi, gece gündüz kendisiyle beraber olan yanındaki iki melekten de utanmalıdır!) [Beyheki] (Hayasızın dini olmaz ve hayasız kişi Cennete giremez.) [Deylemi] (İman çıplaktır, süsü haya, elbisesi takva, sermayesi fıkıh, meyvesi ameldir.) [Deylemi] (Haya insan olsaydı, salih biri, fuhuş insan olsaydı, kötü biri olurdu.) [Taberani] (Haya ile iman bir aradadır. Biri giderse, öteki de durmaz.) [Hakim] Dinimizde hayanın yeri çok mühimdir. Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hadis-i şerifte, (Hayanın azlığı küfürdendir) buyuruldu. Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır. Hayası olan Allah’tan utandığı için günahtan çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz. İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. İnsanlardan utananın, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, (Allah’tan sakınan, insanlardan da sakınır) buyuruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. Hazret-i Ebu Bekir, (Hayasız insan, halk içinde çıplak oturan gibidir) buyurdu. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İman edenler arasında kötülüğün, hayasızlığın yayılmasını isteyenler ve sevenler için dünyada da ahirette de elim bir azap vardır.) [Nur 19] Kadın erkek ilişkilerinde ve tuvalet için kullanılan kelimeleri aynen söylemek insanlığa uygun değildir, hayayı yok eder ve iyileri gücendirir. Böyle kelimeleri söylemek gerekince, açık olarak değil, kinaye olarak söylenir. Allahü teâlânın nimetinde, nimeti vereni görmeli, daima Onun huzurunda olduğunu düşünmeli, mesela otururken, yatarken edebe riayet etmelidir. Yerken, içerken, konuşurken, okurken, yazarken ve her çeşit iş yaparken, bütün bunların Allahü teâlânın kudretiyle yapıldığını, bütün işlerde Onun emrine uyup yasak ettiklerinden sakınmayı düşünmelidir. Böyle düşünmek çok üstün bir ibadettir. Mahrem konuları edeple sormak lazım Bir kız, mahrem konuları annesine sorar. O da bilmezse, annesine, (Babamdan öğren) der. Babası da bilmezse, babasının, bilen birine sorması gerekir. Babası yoksa, ağabey, amca, dayı gibi mahrem akrabalarından öğrenir. Bunlar da öğrenip bildirmezse, o zaman mektupla veya telefonla, kendinden değil de, (Bir kadının muayyen hâli şu kadar devam edip kesilse, ne gerekir) şeklinde sormak daha uygun olur. Bir kadının kocası, bu bilgileri öğrenip hanımına anlatmazsa, kadın, en uygun bir yolla bunları öğrenebilir. Bilenlerden bu konuları edep dairesinde sorması ayıp olmaz. Hazret-i Esma’nın Peygamber efendimize nasıl gusledileceğini sorarken utanması üzerine, Hazret-i Âişe validemiz, (Ensar kadınları ne iyidir; utanmaları, dinlerini öğrenmekten men etmiyor) buyurdu. (Buhari) Demek ki, ayıp olur diye kendisine farz olan bilgileri öğrenmemek yanlıştır. Peygamber efendimiz, mahrem konuları anlatırken, (Allahü teâlâ, hakkın anlatılmasından çekinmez) buyurmaktadır. (Tirmizi) Aynı anlamda âyet-i kerime de vardır: (Allahü teâlâ, gerçeği söylemekten çekinmez.) [Ahzâb 53] Aşık olmak günah mı? Sual: Günah işlememek şartı ile birini sevmekte mahzur var mıdır? CEVAP Sevgi, insanın elinde olmayan bir duygudur. İffeti, yani namusu korumak ve günah olan işlerden kaçmak şartı ile birine karşı sevgi duymakta mahzur yoktur. Hatta iffetini koruyarak sevgisini gizlemek çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek ölen şehittir.) [Hakim, Hatib] (Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek, sabredenin günahlarını, Allahü teâlâ affedip Cennetine koyar.) [İbni Asakir] Demek ki, dinimizde iffeti muhafaza etmek ve sevgisi sebebiyle günah işlememeye sabretmek, çok sevaptır. Çünkü genel olarak sevgi insanı kör ettiği için, insanın kendisini günah işlemekten alıkoyması zordur. Zor olan işleri başarmanın sevabı da büyük olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetimin üstün olan kimseleri, aşk belasına maruz kalınca iffetini muhafaza edenlerdir.) [Deylemi] İffetlinin eşi de iffetlidir İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: (Aklı dinlemeyen, en çok ona isyan eden şehvettir. İnsanların, başkalarının ayıplamaları gibi sebeplerle bu şehvetten kaçınmaları faydalı ise de, büyük sevap alamazlar. Fakat günah işlemek için bütün imkanlara sahipken, ortada hiçbir korku yok iken, sırf Allah rızası için, Allah’tan korktuğu için şehvetine esir olmazsa, ona mani olursa, en büyük fazilete kavuşur. Bu derece sıddıklar, şehitler makamıdır.) Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Haya, iffet, dile hakimiyet ve akıl, imandandır. Böyle kimselerin ahiret arzusu çoğalır, dünya hırsı azalır. Cimrilik, müstehcenlik, çirkin sözlülük, hayasızlıktan, nifaktan ileri gelir. Böylelerinde dünya hırsı çoğalır, ahiret arzusu azalır.) [Beyheki] Erkekler, iffetsiz olursa, yakınları da kötü yola düşebilir. Peygamber efendimiz, (Siz iffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur) buyurdu. (Taberani) İbni Neccar'ın bildirdiği (Zina eden, aynı şeye maruz kalır) mealindeki hadis-i şerif, iffetli olmayanın yakınlarının da, iffetsiz olabileceğini göstermektedir. İffetli olmaya gayret eden bunu başarır. (İffetli olmak isteyeni Allahü teâlâ iffetli kılar) hadis-i şerifi buna delildir. (Hakim) Gayrı meşru işler, dünyada insan için yüzkarasıdır. Ahirette ise, azabı çok şiddetlidir. “Ben ölmem” veya “Cehennem ateşi bana zarar vermez” diyen varsa, dilediği kötülüğü işlesin! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış! Ahiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!) [Eyyühel veled] Öleceğine inanan ve öldükten sonra başına gelecekleri düşünen, kötülük işleyebilir mi? İffetli olmak için İnsana en büyük zarar, kötü arkadaştan gelir. Kötü arkadaşlarla düşüp kalkan, kılavuzu karga olan nasıl her zaman temiz olabilir? İyi insanlarla beraber olan kimse, bir müddet onlar gibi iyi iş yapmasa bile, onların yanında kötülük edemez. Hadis-i şerifte, (İnsanın dini arkadaşının dini gibidir) buyuruluyor. (Tirmizi) Şu halde yapılacak iş, arkadaşlık edilen kimselere dikkat etmek ve kötü arkadaşlardan uzak durmaktır. Namuslu, iffetli yaşamak isteyene cenab-ı Hakkın bunu nasip edeceği din kitaplarında yazılıdır. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İffet talep edeni, Allahü teâlâ iffetli kılar.) [Hakim] İffetli olan, aile efradının da iffetli olmasını ister. Onları da kötülükten korur. Kendisi kötü olursa, bir gün çoluk çocuğu da Allah saklasın kötü yollara düşebilir. Çocuklarının iffetsiz olmasını hangi ana-baba isteyebilir? Çocuklara iyi örnek olmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur. Ana-babanıza ihsan ederseniz, çocuklarınız da size ihsan eder!) [Taberani] (Kötülükten korunmak için, nikahlı yaşamak ve iffetli olmak gerekir.) [İbni Asakir] Asaletin önemi Asalet, diğer hasletlerle birlikte olursa kıymetlidir. Herkes Âdem aleyhisselamdan gelmiştir. Her iyi kimsenin çocukları iyi olur, her kötünün çocukları da kötü olur diye bir kaide yoktur. Hazret-i Âdem’in ve Hazret-i Nuh’un oğlunun biri kâfir olmuştur. Nuh aleyhisselam ile Lut aleyhisselamın hanımı kâfir idi. Ebu Cehil kâfirinin oğlu ise, insanların en üstünlerinden, yani sahabi idi. Peygamber efendimizin öz amcası Ebu Leheb kâfir idi. Ana-babanın günahkâr olmasından dolayı, çocukların da iyi bir insan olamıyacağı anlamını çıkarmak çok yanlıştır. Allahü teâlâ, kötüden iyi, iyiden kötü yaratır. Kur'an-ı kerimde birkaç yerde, (Ölüden diri, diriden ölü çıkarır) buyuruyor. (A.İmran 27) İslam âlimleri bu âyet-i kerimeyi açıklarken, (Kâfirden müslüman, müslümandan kâfir yaratır) buyurmuşlardır. Bunun için, soyundaki kimselerin kötü olması, kendisinin de kötü olacağını asla göstermez. Hepimiz Âdem aleyhisselamdan geldik. Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Allah indinde üstünlük ancak takva iledir. (Allah indinde en üstününüz, Ondan en çok korkanınızdır) buyuruluyor. (Hucurat 13) [Takva ehli olmak, Allah’tan korkup dinin emirlerine uymak ve yasak ettiklerinden kaçmak demektir.] Güzel huy bir asalettir Muteber olmayan bir kitapta diyor ki: (Asalet olmayınca, verilen terbiyenin fazla tesiri olmaz. Bakırı ne kadar silip parlatsanız, üç gün sonra gene kararmaya başlar. Suni parlaklık kısa bir zaman devam edebilir. Altın hiçbir zaman pas tutmaz. Silmezseniz bile parlaklığını yine muhafaza eder. Şu hadise, asaletin ne kadar önemli olduğunu açık bir şekilde göstermektedir.) Kitap muteber olmadığı gibi, bu fikir de, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere aykırıdır. Bir kimse, asil bir aileye mensup olmasa da, güzel huylu ise, dindar ise, onun için güzel huyu ve dindarlığı asaletten çok kıymetlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Güzel huy gibi asalet olmaz.) [İbni Mace] (Kadın, malı, güzelliği, asaleti ve dindarlığı için nikah edilir. Sen dindar olanı seç ki, maddi ve manevi nimete kavuşasın!) [Buhari] Nasihat ile asaletsiz insan da terbiye edilebilir. Onun için Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Nasihat et, nasihat müminlere elbette fayda verir.) [Zariyat 55] Asaletsiz olanı da terbiye etmek mümkün olmasaydı, Peygamber efendimiz, (Ahlakınızı güzelleştirin) buyurur muydu? (İbni Lal) Hazret-i Lokman’a sordular: - Edep, asalet, mal ve ilimden hangisi daha üstündür? - Edep asaletten, ilim maldan hayırlıdır. Oğlu, Hazret-i Lokmana sorar: - En iyi haslet nedir? - Dindar olmaktır. - Peki babacığım, bu haslet iki olursa? - Dindarlık ve mal sahibi olmak. - Üç olursa? - Dindarlık, mal ve haya. - Dört olursa? - Dindarlık, mal, haya ve güzel ahlak. - Beş olursa? - Dindarlık, mal, haya, güzel ahlak ve cömertliktir. - Altı olursa? - Oğlum, bu beş haslet kimde olursa, o kimse takva ehli, temiz bir kimsedir, Allahü teâlânın dostudur, şeytandan uzaktır. İffetin önemi Allahü teâlâ, insan neslini devam ettirmek için, erkek ve kadınları birbirlerine cazip kılmıştır. Aynı zamanda, bu duygu karşısında, insanları dünyada çetin bir imtihana tâbi tutmuştur. Bu imtihanı kazanan, dünya ve ahiretin kahramanıdır. İnsanların iyi veya kötülüğü, daha çok iffet işinde belli olur. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimin birçok yerinde, iffetini koruyabilene, büyük mükafatlar vaat etmiş, iffetini korumayana da, Cehennem azabını göstermiştir. Allahü teâlâ, iffetsizleri, adam öldüren bir katil ile bir tutmaktadır. Müminlerin vasfını anlatırken de buyuruyor ki: (Müminler, namazlarını huşu içinde kılar, boş, lüzumsuz şeylerden yüz çevirir, zekatlarını verir, iffetlerini korur, emanet ve ahidlerine riayet eder.) [Müminun 1-8] İffetsiz olan, Allah katında günahkâr, halkın yanında da itibarsızdır. Bir namussuzun toplumdaki iyilerin yanında itibarı [saygınlığı], bir köpeğin itibarı kadar yoktur. Zengin ve çok güzel bir kadın, eğer iffetsiz ise, itibarsızdır. Fakir ve namuslu bir kadın ise, her zaman itibarlıdır, saygıya layıktır. Dünyadaki pek çok rezaletler, cinayetler, kavgalar, kıskançlıklar, özetle bütün fenalıklar, iffetsizlik yüzünden meydana gelmektedir. İnsanların pek çoğu, iffetsizliğin kötülüklerini bildikleri halde, kendilerini bu kötü yollara sapmaktan alıkoyamaz. Bu kuvvetli duygu karşısında, insanları alıkoyacak çareler vardır. Bu; terbiye ve ahlak meselesidir. Allah’tan korkan bir insan iffetsiz olamaz. O halde, çocuklarımıza Allah korkusunu öğretmeye çalışmak, bizim için en başta gelen görev oluyor. Allahü teâlâdan korkmak için, Allah’ı iyi bilmek lazımdır. Allah’ı bilmek için, Onun büyüklüğünü ve sıfatlarını öğrenmek zorundayız. Allahü teâlâyı hiç düşünmeyen bir topluluk için, Allah korkusuna sahip olmak kolay değildir. Allahü teâlâdan korkmak da, bir bilgi, bir çalışma ve bir gayret işidir. Durup dururken, Allah korkusu meydana gelmez. Dinin emir ve yasaklarına riayet edene kolay gelir. Özellikle büyük şehirlerde iffet işi tehlikeli bir yoldadır. Bir genç kızın, kendi başına yalnız kendi aklı ve anlayışı ile iffetini muhafaza etmesi, cidden güçtür. O genç kız, eğer biraz da güzelse, hatıra ve hayale gelmeyen tehlikelerle çevrilmiş demektir. Bu tehlike, okulda, yollarda, otobüste, komşularda, hatta evinin içinde, telefonda, internette yakasını bırakmaz. Kızlarımız, tehlikeler karşısında aciz bir mahluk olarak, ahlaksızların elinde bir oyuncak olmamalıdır. Bu devirde herkesten, her yerde ona zarar gelebilir. Bu zarar, onun parasına, puluna değil, şeref ve haysiyetinedir. Paraya olan zarar telafi edilebilir. Manevi zarar, yerine konamaz. Ahlaksızların içinde genç kız için şerefle yaşamak çok güçtür. İffetli bir kız, diğer bazı kızlar gibi, flört yapmaya heveslenmemeli. Bu tehlikeli bir tecrübedir. Esasen flörtle yapılan evlilik, çok zaman mutluluk getirmez. İffeti muhafaza için, gençleri zamanında evlendirmeli, iffeti zedeleyecek yerlerden uzak durmalıdır. Gençliğin hakkı adı altında çeşitli eğlenceler, genç kızı elde etmek için birer tuzaktır. Bunun tuzak olduğuna inanmayan bir kız, tuzağın içine düştükten sonra, aklı başına gelir. Fakat iş işten geçmiştir. Tuzağın görünüşteki cazibesine kapılan kızlar, erkeklerin elinde çabucak birer oyuncak hâline gelir. Kendine güvenen bir kız bile, onların karşısında sonuna kadar dayanamaz. Yakışıklı bir erkeğin aldatıcı gülümsemesi karşısında, yenilebilir. Artık o kız, tuzağa düşmüştür. O tuzaktan kurtulan pek az veya hiç yoktur. Halbuki, o tuzak dediğimiz eğlence yerlerine gitmemek daha kolay bir iştir. (Göz görmeyince, gönül katlanır) diye bir atasözü vardır. Oraya gitmeyen bir genç kız, oranın tehlikesinden kurtulmuş olur. Giderse, kurtulması zordur. İffet; bir genç kızın veya kadının, değer biçilemeyen bir mücevheridir. Bu mücevheri ele geçirmek için, Allahü teâlâdan korkmayan her erkek bütün şeytanlığını kullanır. Ele geçirdikten sonra, maksadına erişmiştir. Artık o, mücevherlikten çıkmış, âdi bir taş olmuştur. Sokağa atılıverir. Bu alışverişte, erkek, bir namus hırsızı, kadın ise, mücevherini çaldırmış, bir zavallıdır. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Bir kızın küfvünü [dengini] bulunca, hemen evlendiriniz!) [Tirmizi] Görülüyor ki, kadını, kızı küfvüne, yani dengine vermek gerekir. Küfv, erkeğin soyda, malda, din işlerinde ve şerefte kadına uygun olması demektir. Küfv demek, zengin olmak, maaşı çok olmak demek değildir. Küfv olmak, erkeğin salih müslüman olması, namaz kılması, içki içmemesi, yani İslamiyet’e uyması ve nafaka kazanacak kadar iş sahibi olması demektir. Erkeğin, yalnız zengin olmasını, apartman sahibi olmasını isteyenler, kızlarını felakete sürüklemiş, Cehenneme atmış olurlar. Kızın da namaz kılması, başı, kolu açık sokağa çıkmaması gerekir. Sual: Hadis-i şerifte "Haya imandandır" buyurulmaktadır. İbadetlerini başkalarına göstermekten de haya etmek böyle midir? CEVAP İbadetlerini başkalarına göstermekten haya etmek caiz değildir. Haya, günahlarını, kabahatlerini göstermemeye denir. Bunun için, vaaz vermekten ve emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaktan [ehl-i sünnet kitaplarını yaymaktan] ve imamlık, müezzinlik yapmaktan, Kur'an ve mevlid okumaktan haya etmek caiz değildir. (Haya imandandır) hadis-i şerifinde, haya, kötü, günah şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müminin, önce Allahü teâlâdan haya etmesi gerekir. Bunun için, ibadetlerini sıdk ile, ihlas ile yapmalıdır. Edebi gözetmek Sual: İmam-ı Rabbani hazretleri, (Edebi gözetmek, zikirden üstündür. Edebi gözetmeyen Allah’a kavuşamaz) buyuruyor. Burada Allah’a kavuşmak nedir? CEVAP Evliya olamaz demektir. Din büyüklerinin yolu baştan sona edeptir. Namazın sünnet ve edeplerinden birini gözetmek ve tenzihi bir mekruhtan sakınmak; zikir, fikirden [tefekkürden] üstündür. Haddini bilmek Sual: Edep ne demektir? CEVAP Edep, haddini bilmek, sınırı aşmamak demektir. Ailede, iş yerinde, toplumda herkesin bir sınırı vardır. Bütün sıkıntı ve geçimsizlikler, hep haddi aşmaktan kaynaklanır. Herkes haddini bilip, sınırı aşmazsa, mesela, evin hanımı da, erkek de, kendi sınırını bilip ona göre hareket ederse, o ev Cennet gibi olur. Cennet gibi olan evden ahirete gidenler de, elbette Cennete gider. Her hususta dinimiz ne emrediyor, onu öğrenip, ona göre hareket eden, haddini bilmiş, sınırı aşmamış olur. O zaman ne kavga, ne geçimsizlik, ne de savaş olur. Dünya, güllük gülistanlık olur. Herkesin sınırını ise, dinimiz bildirmektedir. Eden bulur Sual: Bir tanıdık, bir arkadaşının eşini kaçırıp evlendi. Dinen bu uygun mu? CEVAP Üç yönden uygunsuzdur: 1- Başkasının eşini ayartmak çok günahtır. Bir hadis-i şerif meali: (Birinin karısını ayartıp aldatan bizden değildir.) [Ebu Davud] 2- Kocası, o kadını boşamadan hiç kimse onunla evlenemez. Yaptıkları zina olur. 3- Kocası, eşinin kaçtığını duyunca hemen boşasa bile, iddet müddeti bitmeden kesinlikle evlenemezler. Evlenirlerse zina olur. Biri, birinin eşini ayartırsa, başkası da onun eşini ayartabilir. (Eden bulur) demişlerdir. Bir hadis-i şerif meali: (Siz namuslu olursanız, kadınlarınız da namuslu olur.) [Hâkim] Kocasına ihanet edip başkasına kaçan kadın, kaçtığı erkeğe de ihanet edebilir. O erkeğe niçin kaçtı? Ya malı için veya yakışıklı gördüğü için yahut genç gördüğü için kaçtı. Hangi sebep olursa olsun, ondan daha zengini, ondan daha güzeli, ondan gencini bulunca ona da kaçmayacağını kim garanti edebilir? Allah korkusu olmayan, her şeyi yapabilir. Aşkını gizleyen şehit olur mu? Sual: Ben namaz kılmam, tesettüre riayet etmem, başka günahları da işlerim, fakat (Âşık olup, aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek ölen şehit olur) hadisi gereğince, aşkımla günah işlesem, durumu çok kimse bilse, yine şehit olarak ölmez miyim? CEVAP Önce şunu bildirelim: Doğru iman sahibi olmayan ve namazlarını kılmayan kimse şehit olamaz. (İslam Ahlakı) Bu hadis-i şerifte üç husus belirtiliyor: 1- Bugün aşk denince şehevi duygular anlaşılıyor. Aşk ayrı, nefsanî, şehvanî arzular ayrıdır. Nefsine tâbi olan Cehenneme gider. Nefsanî duygulara aşk denmez. Sevgi çok olunca, buna aşk denir. Mevlid kitabında, (Habibim sana âşık oldum) deniyor. Yani Allahü teâlâ Resulullah’ı çok seviyor demektir. Bu aşkı günümüzün gençleri gibi düşünen bir yazar, (Mevlid kitabının burası yanlış) diyor. Esas yanlış kendisindedir. Evlenmekten maksat, kendini günahlardan korumak ve Allahü teâlânın rızasını kazanmak olmalıdır. Allahü teâlânın rızası için olmayan şehevi duygulara aşk dememeli. 2- Aşkının gizli kalması deniyor. Hem âşık olduğunu kimse bilmeyecek, hem de kimse duymayacak. Hiç kimse bilmeden yanıp tutuşacak. Aşkı yüzünden günah da işlemeyecek. 3- İffetini, yani namusunu koruyarak ölmek deniyor. Mesela karşı cinsin elini tutmuşsa haram işlenmiş olur, iffet korunmamış olur. Hadis-i şerifte iffeti koruma şartı var. İffet korunmayınca nasıl şehit olunur ki? Aşkla şehevi duyguları karıştıran gençler, bu söylenenlere kulak asmıyorlar. Atalarımız boşuna, (Cahile kelam, nafile kelam) dememişler. Alıntı
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan, Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren.. |
#2
|
|||
|
|||
ÇOCUK TERBİYESİ
Çocuklarınızı zorla yedirmemenizi şiddetle tavsiye ederiz. Bu onların karakterlerine, öz güvenlerine ve sağlıklarına yapılabilecek en büyük darbelerdendir. İslam’da hayvanı bile zorla yedirmek yasaktır.. Zorla yedirilen, televizyon telefon gibi araçlarla oyalayarak yedirilen her lokma, çocuğun algısız yuttuğu bir zehir bombası haline döner. Yemek başlangıçtan beri bir terbiye aracı olmuştur ve maksat hiçbir zaman sadece mideyi doldurmak olmamıştır. Yediği yemek çocuğun faydasına olmalıdır. Yuttuğu her lokmanın ne olduğunu bilerek yutmak, bağışıklığı baskılamadan hür irade ve şuurla yemek yemek, acıktığını hissetmek ve doyduğunda yemeği terk etmek, zorlamamak her canlı varlığın en temel haklarındandır. Zorla yedirmekle çocuğun fıtratı bozulur ve şuurlu bir varlık olan bağışıklık sisteminin vereceği sağlıklı tepkiler baskılanmış olur. Eğer imanlı, sağlıklı, güzel ahlaklı nesiller istiyorsak çocuklarımızı muhakkak Allah’ın emrettiği gibi helal ve temiz beslemeliyiz. Bu bir tercih değildir, tam aksine bize verilmiş en temel vazifelerdendir. Çocuğunuzu oyalamayın, tozpembe hayat sunmayın, istediği her şeyi elde etmesine izin vermeyin. Sabrı tavsiye edin. İsmiyle hitap edin. İş verin. Evde ekşi mayalı ekmek yaptığınızı, yoğurt mayaladığınızı, tohum ektiğinizi görsün. Sizinle sofrayı toplasın, kardeşine çorap giydirsin, düştüğünde kalksın, izin verin sizinle hamur açsın, ekmeğine balı kendisi sürsün, ayakkabılarını kendisi giysin, evdeki çiçekleri sulasın, oyun ve fikir üretsin. Faydalı olduklarını hissetmek kadar öz güvenlerini pekiştirecek başka bir şey yoktur. Bir kısım insanlar uğraşlarımızı boşa görüp daha sonra katkılı yemeyecek mi, televizyon izlemeyecek mi diyorlar. Biz de şunu demek isteriz; ‘’Yavrularımız bize evlat olmaktan önce Allah’a kuldur. Biz ancak onları imtihanlarına hazırlamaktayız.’’ Önemli olan temeli sağlam atmaktır. Ancak o zaman hataya düşseler bile temellerine geri dönmelerini umut etmek hakkımız olur diye düşünüyoruz. |
#3
|
||||
|
||||
EDEP HAKKINDA
• Bil ki edebi muhâfaza etmek hem muhabbetin semeresi hem de onun tohumudur. Muhabbet ne kadar kâmil olursa muhibbin Hazret-i Mahbub’un âdâbına riâyetine ihtimamı da o kadar fazla olur. Edebin sureti sevende ne kadar zâhir olursa, Hazret-i Mahbubunun ona nazarı daha fazla olur, be sebeple Ebû Osman Hıri şöyle demiştir: “Muhabbet sahih olduğunda, muhibbin edebe riâyeti de güçlenir.” O halde ilâhî muhabbet bir kulun kalbinde ne kadar sabit ise Hazret-i İzzet’in âdâbının riâyetine ihtimamı da o kadar fazla olur. Onun zâhîri ve bâtınî tehzibi kendisini sürekli olarak ilâhî muhabbet ve riyâzet suretinde onun nazarına sunacak şekilde galip gelir, suç ve günah suretinde değil. Hazret-i İzzet’e yakınlığı ne kadar fazla olursa onun şahsında âdâbın inceliklerine dikkat daha kuvvetli olur. Şüphe yoktur ki, Hazret-i Malik’in yakınlarının işi, dünyevî sultanların vezir, nedim ve bunlar gibi etrafındaki kimselerin hata ve yanlış yapmalarından daha zor ve daha tehlikeli olacak, onlardan çok daha fazla edep istenecektir. • Hazret-i Ulûhiyyet’in âdâbından birisi Rubûbiyetin cemâlinin müşâhedesinde nazardan başka bir şeyle meşgul olmamak ve gayrıya iltifat etmemektir. Rivâyetlerde kulun namaza kalktığında hakikate Hazret-i İlâh’a hâzır olduğu nakledilmiştir. O halde kul başkasına bakarsa Âlemlerin Rabbi: “Ey kul, kime bakıyorsun? Senin için benden daha iyi olana mı bakıyorsun? Ey Âdemoğlu bana dön ki ben senin için o baktığından daha iyiyim.” Rivâyetin aslı şöyledir: “Kul namaza durduğunda Rahman’ın iki eli arasındadır. Başkası ile meşgul olduğunda Rabbi ona şöyle der: “Kime yöneldin? Ey Âdemoğlu bana yönel ki ben senin yöneldiğin kimseden daha hayırlıyım.” • Diğer bir edep padişaha yakınlık ve Hazret-i İzzet’e muhadese mecali ve onun indinde makam elde etmekle kendi mertebesini unutmamak, ubudiyet haddini, fakirlik ve acziyet izhârını aşmamaktır ki bu yüzden tuğyana düşmesin. Meşhur bir hikayede şöyle anlatılmaktadır: Bir gün (Gazneli) Mahmud yalnız olarak Eyaz'ın odasına gitmeye karar verdi. Vardığında Eyaz’ın karşısında bir post ve eski bir külahın bir çiviye asılmış halde durduğunu gördü: “Bu ne?” diye sorunca Eyaz şöyle cevap verdi: “Sultana kulluk yolunda devlet eli bana intizam bağışladığından üzerimde bu iflas elbisesini çıkardı ve kerâmet hilatini giydirdi. Bunun için ben de insan nefsinin gereği olan unutkanlığı def ve isyânı menetmek için onu gözümün önüne astım. Ne zaman ona baksam kendi geçmiş hallerimi hatırlıyor ve mertebe ve değerimi unutmuyorum, sultanın ihsanıyla elde ettiğim süslü külah ve altın işlemeli elbiseden dolayı gururlanmıyor ve haddi aşmıyorum. Biliyorum ki benim zatî elbisem odur ve şu anda sahip olduklarımın hepsi sultanın fazlındandır.” Kelâm-ı Mecîd iki âlemin efendisinin (Salavatların en faziletlisi ve tahıyyatların en temizi ona olsun) Hazret-i Kurb’un bu iki edebine riâyet etmesi hakkında şöyle buyurmaktadır: “Göz şaşmadı ve haddi aşmadı.” Musâ (Aleyhisselâm) Hazret-i İlâh’a yönelme hususunda göz kaymasına uğramamasına rağman hâlinin doluluğundan, ilâhî kelâmı dinlemenin lezzetinden ve yakınlık bulmanın zevki ve tevhîd kâselerini içmenin verdiği kalp mestliğinden dolayı aklî gücünü kaybetti. Kulluk haddinden çıkarak genişlik ve ferahlık arzusu ile “Göster bana, göreyim seni” nidasında bulundu ki maveradan izzet hitâbı gelerek onun talebini reddetti ve şöyle buyurdu: “Beni göremezsin,” daha sonra mele-i aladan şöyle bir ses geldi: “Toprak kim, Rablerin Rabbi kim.” • Diğer bir edep, ilâhî kelâmı dikkatlice dinlemek ve emirleri ve yasakları dinlemenin hüsnüyle nefis sözünün dinlemeyi terk etmektir. İlâhî kelâmı dinlemek demek, ne zaman kendi diline veya başkasının diline namazda veya namaz dışında Kur’an-ı Mecîd’den bir kelime gelirse o kelimeyi hâkîki mütekellimden işitmek ve kendi veya diğerlerinin dilini ortada yalnızca vasıta bilmektir ki Hak Teâlâ onu sebep kılarak kendi kelâmını onun kulağına ulaştırmaktadır. Tıpkı ağaç vasıtasıyla kadîm hitâbın kendini “Şüphesiz ben, ben Allah’ım” şeklinde Hazret-i Musâ’nın kulağına iletmesi gibi. İlimlerin saf hâle gelmesi ve Kur’an kelimelerinin anlayış inceliklerinin mübarek hâle gelmesi nefsin sükûtu ve onun sözünü dinlemeyi terk etmekle mümkün olur. Bu âyetin manası da bu hakîkati işaret etmektedir: “Kur’an okunduğunda hemen onu dinleyin ve sükût edin, umulur ki rahmet olunursunuz.” • Başka bir edep ise dilek ve hitâbı güzelleştirmek edebidir. Şöyle ki eğer dilek ve hitap emir, nehiy ve nefiy suretlerinden ne kadar uzak olursa, edebe o kadar yakındır. Nitekim İbrahim (Aleyhisselâm) asilere bağışlanma ve rahmet dilerken emir cümlesi kullanmaktan kaçındı ve şöyle dedi: “Kim bana isyan ederse şüphesiz sen bağışlayansın, esirgeyensin.” “Onları bağışla ve esirge” demedi. Aynı şekilde İsa (Aleyhisselâm) ümmetten azabın kaldırılmasını isterken ve Hazret-i İzzet’ten mağfiret dilerken hitabını emir ve nehiy şeklinden uzaklaştırdı ve şöyle dedi: “Eğer onlara azap edersen onlar senin kullarındır ve eğer bağışlarsan şüphesiz sen azizsin, hekimsin” “Onlara azap etme ve onları bağışla” demedi. Yine Eyüp (Aleyhisselâm) şifa ve rahmet talebinde emir sığası kullanmadı ve şöyle dedi: “Bu dert bana dokundu ve sen merhametlilerin en merhametlisisin” Bana rahmet et” demedi. İsa (Aleyhisselâm) kendisine gelen “İnsanlara beni ve annemi Allah’tan başka iki ilah olarak kabul edin diye sen mi söyledin?” ilâhî hitabına cevaben şöyle dedi: “Ben bana öğrettiğini söyledim” “Ben söylemedim” demedi ki nefiy suretinden uzak olsun ve Hazretin edebini muhafaza etmiş olsun. • Diğer bir edep ise ilâhî nimetlerin zuhurunda kendi varlığını ve nefsini yok görmektir. Nitekim Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Arz bana gösterildi, onun doğusunu ve batısını gördüm.” “Ben gördüm” demedi. Kendi varlığını fiile nispet etmeyerek gizledi ki edebe daha yakın olsun. “Sana övgüyü sayamam, sen kendini sena ettiğin gibisin.” • Bir diğer edep ilâhi sırları korumaktır. Rubûbiyet sırlarından birine vâkıf olduğunda o sırrın emini ve koruyucusu olmalıdır. Hiçbir şekilde onu ifşa etmek caiz değildir. Aksi takdirde yakınlık makamından uzaklaşır ve gazaba uğrar. Hadiste şöyle gelmiştir: “Rubûbiyet sırrını ifşa etmek küfürdür.” • Başka bir edep dilek, dua, susma ve sükût vakitlerinin edebine riâyettir. Bu mana dua ve dilek için ganimet ve fırsat olan lütuf, rahmet ve genişlik vakitlerinin ve aynı şekilde sükûtun ve dilekten kaçınmanın gerektiği kahır, gazap ve darlık vakitlerinin bilinmesine bağlıdır. Kim bu edebe riâyet etmez ve dua vaktinde sükût, sükût vaktinde dua ederse vakti boşa gitmiştir. Nitekim Ebul Hüseyin Nuri şöyle demiştir: “Kim vaktin edebine riâyet etmezse vakti onu zayi eder. Hazret-i Kurb’un âdâbı çoktur. Kim bu yedi edebi muhâfaza ederse umulur ki diğer edeplerin inceliklerine nasipsiz kalmaz. (Misbâhu’l-Hidâye ve Miftâhu’l-Kifâye) .
__________________
Nesimi'ye sormuşlar; O YAR ile hoş musun? Hoş olayım olmayayım o YAR benim Kime Ne! |
#4
|
|||
|
|||
şimdilerde edepli olmakda zordur, edepli birini bulmakta. Her şeyin başıdır EDEP!
|
#5
|
|||
|
|||
Allah razı olsun istifade ettim .
|
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Ne oluyor bize böyle | Bulutlu | Ölüm & Kabir & Kıyamet | 5 | 20.02.22 18:24 |
Ölçü ve Edep | Skoda | Tasavvuf Sohbetleri | 0 | 17.11.21 18:39 |
Zahiri ve batıni farzlar | ugi | ibadetler | 1 | 04.06.20 09:52 |
Edep Çiçeği | DiLara | Sizden Gelenler | 0 | 27.05.19 10:49 |
Edep Yâ Hû (Yusuf Nâbî) | Nazende | Hayat Dersleri & Hikayeler | 5 | 18.09.17 17:17 |