#1
|
|||
|
|||
Hz.Ömer (Radıyallahu anh)
“Günah işlemekten vazgeçmek, tövbe ile uğraşmaktan daha kolaydır.â€
Kız çocuğunun horlandığı bir toplumda; — Müjde! Müjde! Ey Hattab! Oğlun oldu! haberi doğrusu çok anlam ifade eder. Doğan çocuğa Ömer adı verilir. Her doğan aslına çeker ya, babasının sert mizacı oğluna da sirayet ettiği gözlerden kaçmaz. Öyle ki delikanlı çağlarında arkadaşlarıyla güreşmelerde rakiplerini alt etmenin zevkini yaşayarak günlerini geçirdi hep. O çocuk yaşta çobanlık ta yaptı. Bu arada çoban deyip geçmemek gerekir. Çünkü her çoban sürüsünden mesuldür. Zaten Allah Resulü'nün de çobanlık yaptığı hatırlandığında, onun bu çobanlığı bir başka anlam kazanıp ilerisinde Müslümanların başına halife olacağının ilk işareti sayılacaktır. O aynı zamanda Mekke’de doğan dini duyduğunda durdurmak için kendi kendini görevli addetmişti. Nitekim Darünnedva da Muhammedi öldürme kararında hiç kimseden ses çıkmayınca, ben varım diyebilmiştir. Hatta kılıcıyla kuşanıp onu öldürmek için giderken etraftan görenler; “Sen önce kızın ve kocanı hizaya getir†ikazıyla yönünü değiştirip, kapının eşiğine geldiğinde içeriden Taha süresini okuyan kızı ve damadı bir anda babalarını karşılarında bulur. Her ikisine de sille tokat vurup yere serdikten sonra, az önce elinizde okuduğunuz neydi demesiyle beyninde şimşekler çakması bir olup, akabinde o da ayetleri okumaya başlar. Öyle ki okudukça gönlü yumuşar, yumuşadıkça da yaptıklarından pişmanlık duyup Allah Resulüne koşar. Huzura vardığında Ömer’in ağzından dökülen ilk şahadet kelimeleri Müslümanlar üzerinde bayram havası yaşatır. Bundan da öte o güne kadar gizli gizli eda edilen ibadetler, O’nun teklifi ve girişimleri sonucu Mescidi Haramda artık alenen kılınmaya başlar. Hatta zulüm ve baskıların ardı ardına kesilmediği günlerde Allah-ü Teala’nın Hicret iznini bildiren ayetlerini işitir işitmez hiç çekinmeden Müşriklerin yüzüne karşı: — Şunu iyi bilin ki; ben Yesrib’e hicret ediyorum. Her kim ki; karısını dul, çocuğunu yetim bırakmak istiyorsa yarın Akik vadisine gelsin diyecek kadar âlicenap örneği sergileyen bir ruh sahibidir O. Aynı zamanda O Medine’de mescit yapımında canla başla çalışıp ter dökenlerden bir hizmet aşığıdır. Tabii bitmedi, dahası var. Şöyle ki; O; Bedir zaferinin ardından esirler hakkında Rasulullah’a emret boyunlarını vurayım görüşünü dile getirirken, Hz. Ebubekir ise kurtuluş akçesi alınması yönünde fikir serd edip kabul görür de. Böylece tarihin yaprakları Allah’ın Ömer'de cemal, Ebubekir'de ise celal sıfatının ağır bastığı ruh dünyasına şahit olur. Ömer cahiliye döneminde şarap içenlerdendi. Fakat O’nun Müslüman olmasıyla birlikte içki yasağı hususundaki ısrarlı tutumu karşısında Allah Resulü bu konuda ayet gelmediği için bir süre sessiz kalır. Nihayet içki ile ilgili ayet nüzul olunca Habib-i Kibriya gelen ayeti okudu: —Sana içki ve kumarın hükmünü soruyorlar. De ki ikisinde de büyük günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Fakat ikisinin günahı da faydasından büyüktür..†(Bakara-219). İşte okunan bu ayetle günah varmış deyip bırakanlar olduğu gibi, faydası da varmış nasiplenelim diyenler de oldu. Böylece yeni hüküm gelinceye kadar yine şarap içilecek, kumar oynanacaktı. Bir gün Abdurrahman b. Avf verdiği yemek davetinin ardından kılınan namazda içkinin etkisiyle Kafirun süresinde geçen “…putlara ibadet etmem’’ ayeti okuyacak yerde “…ibadet ederiz’’ şeklinde okuması cemaat içerisinde özellikle Ömer’i rahatsız etmiş, derhal soluğu Allah Resulünün yanında bulur, derken beklenen vahiy sıcağı sıcağına gelir de. Nüzul olan ayette Allah-ü Teala; - ''Ey iman edenler sarhoş iken namaza yaklaşmayın’’( Nisa–43) beyan buyurur. Fakat nüzul olan bu ikinci ayetle canı isteyenlerin namaz dışında içki içmesi muhtemel dâhilindeydi. Nitekim Allah madem huzurunda içkili olmamızı istemiyor, bizde namazın dışında içeriz diyenler oldu. Belli ki Hz. Ömer'in tahammülü kalmamış olsa gerek ki içkinin kesin olarak yasaklanması için Allah Resulünün gözlerinin içine bakarak tan: — Ya Rab! Bize açık hüküm gönder niyazıyla ayrılır huzurdan. Bu seferde Utba b. Malik’in evinde içkili yemek toplantısında Sa’db. Vakkas sarhoş sarhoş Muhacirleri övüp, Ensar’ı yeren sözler sarf eder. Derken sinirler biranda gerildiğinde fırlatılan bir kemik parçası Sa’d’ı yaralar da. Öyle ki bu durum Habibullah’a kadar intikal ettiğinde Hz. Ömer de oradaydı ve onun ellerini semaya doğru açıp: —Ya Rab! Şarap hakkında kesin hüküm ihsan eyle diye yalvardığı gözlerden kaçmaz. Allah Resulü Hz. Ömer'in beklediği içki yasağını bildiren kesin hükmü ashabın huzurunda Mescitte şöyle okudu: — Ey İman edenler şarap, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın amelinden murdar işlerdir. Bunlardan kaçının ki muradınıza eresiniz. Şeytan şarapta ve kumarda aranıza düşmanlık ve kin düşürmek sizi Allah’ı anmaktan ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık son vermiyor musunuz?’’ Hz. Ömer bu ayetleri işitince sevincinden derin bir oh çekip; —Ya Rab! Artık şarap içmek yok. Son verdik Ya Rab! diyordu. Böylece Hz. Ömer’in vesile olduğu yeni bir hayat tarzı Mekke sokaklarında şarap fıçılarının devrilmesiyle kendini gösterip hem bedenler temizlenir, hem de gönüller paklanır. Bedir, Uhud, Hendek derken Hudeybiye'nin eşeğine gelinir. Malum Hudeybiye seferinden amacın Kabeyi ziyaret etmek olduğunu bildiren elçiler görevlendirilir. Ne var ki her defasında bu girişimler sonuçsuz kalır. Neyse ki Hz. Ömer; Hz. Osman’ın sözüne itibar edileceğinden hareketle onun gönderilmesi gerektiği teklifini sunup bu fikrin kabulünü sağlamış, ama müşrikler Hz. Osman’ı geri göndermemişlerdi. Hatta müminler arasında bu durum Hz. Osman öldürüldü şayiası çıkmasına da sebep olur. Böylece Habib-i Kibriya Rıdvan ağacının altında beyat vermek zorunda kalır. Beyat esnasında Hz. Ömer'in Allah Resulünün kolu yorulmasın diye dirseğini dayanak yapması mü’minlere güç tazeler. Zaten beyatın akabinde Fetih süresinin nüzulü ile birlikte Hudeybiye seferinin kayıp olmadığı, bilakis ilerisinde büyük bir açılıma gebe ilk fetih nüvesi olduğu anlaşılır. Nitekim Hudeybiye barışının ihlali müteakip, Allah Resulü Mekke’ye yakın Merruzzehran denilen yere geldiğinde gökyüzünü kızıla boyarcasına ateş yaktırır. Ebu Süfyan ve iki arkadaşı neler oluyor merakıyla duman tarafına doğru gece karanlığında izbe iz yürürken yaka paça yakalandıklarında, Hz. Ömer: — Ya Rasulüllah izin ver bunların boynunu devireyim diyebilmiş, ama araya Abbas’ın itiraz sesleri yükselmiş, derken Peygamber tavrı devreye girip: — İkinizde sakin olun, sabah vakti olduğunda hele bir Ebu Süfyan'ı bana getirin duruma bakar ona göre karar veririz beyan buyurması ortamı yatıştırmaya yetmiştir. Ve sabah olduğunda Ebu Süfyan’a İslamiyet teklif edildiğinde önce tereddütlü ifadeler zikreder, sonrasında Abbas’ın sıkıştırmasıyla zahirende olsa kelimeyi şahadet getirip mesele çözülmüş olur. Hatta vuku bulan bu olayın ardından nihayet Mekke’nin fethi gerçekleşir. Mekke’nin fethinin ardından peygamber adına kadınlardan ilk beyat alma şerefi ise Hz. Ömer’e nasip olur. Yine bir başka olay da; Hz. Ömer'in Münafıkların reisi İbn-i Selul’un cenaze namazını kıldırmamak girişimidir. Anca bu girişim Rasulüllah’ın Ömer'e hafif müdahale sonucu geçit verilmez. Zira bu konuda hüküm yoktu. Bu arada Hz. Ömer'i derin bir endişe sarar. Çünkü kendisine Allah Resulü hafifte olsa müdahale etmişti. Dolayısıyla tard edileceği duygusu onu için için düşündürüyordu. Neyse ki bu konuda nüzul olan ayetler Hz. Ömer’i doğrulayınca derin bir nefes almıştır. Peygamberimiz vefat ettiğinde hüngür hüngür ağlamalardan etkilenen Ömer; “Her kim Muhammed öldü†derse boynunu vururum diye etrafı tehdit etmiş, Hz. Ebubekir’in devreye girmesiyle Ömer’in bu düşüncesi bertaraf edilmiştir. Hz. Ebubekir artık ömrünü son demlerine geldiğinde hasta yatağında kendisinin yerine geçecek olan isim olarak Hz. Ömer'i tavsiye edip, halife olur da. O nöbeti devraldığında Hz. Ebubekir döneminin kazandırdığı kazanımlara ilaveten İslamiyet’i Arap yarımadasından dışarıya çıkarıp; İran, Suriye, Mısır, Irak sınırlarının ötesine taşır. Böylece her bir ülkenin İslamla şereflenmesine vesile olmuştur. Özellikle Kadisiye zaferi o dönemin altın sayfalarında yerini aldı. Onun dönemine kadar teravih namazını insanların bir kısmı tek başına, bir kısmı da cemaatle kılıyordu. İşte bu hususta karışıklığa meydan vermemek adına valilere mektuplar gönderip ortak birliği sağlayacak uygulamaya geçilir. Böylece Hz. Ömer sayesinde Teravih cemaat halinde ve yirmi rekât kılınacaktır. Hatta bu uygulama sayesinde Ramazan da camilerimiz daha bir hınca hınç doğmasına vesile olmuş, derken Ramazan geceleri apayrı bir anlam kazanmıştır. Cahiliye döneminde kızını diri diri toprağa gömecek kadar katı yüreğe sahip Hattaboğlu Ömer, İslamiyet sonrası halifelik sıfatıyla fakirlere sırtında un çuvalıyla kapı kapı dolaşan bir merhamet abidesine dönüşen bir hale bürünür. Keza “Fırat kenarında bir koyun kaybolsa onun hesabını Allah bana sorar†diyecek kadarda adalet timsali olmuştur. Zaten O Rasulüllah (s.a.v) tarafından “Faruk†unvanı ile taltif edilmiş olup, böylece adalet terazisi halifelik süresince hak ve batılı ayıracak şekilde işlemiştir hep. Ayrıca Halifelik süresince her yıl Hac vecibesinden geri durmadığı gibi, Hac da bütün valileri toplayarak bir yıllık çalışmalarının dokümanını almayı da ihmal etmez. Bu arada Hac esnasında söz konusu ülke halkların dilek ve temennileri alıp dertlerine de derman oluyordu. Hayatının son Haccına çıktığı demlerde içinden bir ses; Rasulüllah’ın ardından emanet bıraktığı hanımları da götürme duygusu ağır basar. İşte bu duygu eşliğinde sekiz hanımdan oluşan kafile yola revan olur. Böylece o yıl onlara yakışır donanımla Hac vecibeleri yerine getirilir de. Bir gün bir Yahudi kölesi Hz. Ömer’e gelip, kendisinin marangozluk ve demircilik işleri yapması neticesinde efendisinin günde iki dirhem vergi aldığını şikâyet eder. Hz. Ömer adı Ebu Lü’li olan bu köleye; bu meslekleri yapanın günde iki dirhem vermesi çok değil der. Tabii bu cevaptan Yahudi köle hoşlanmamıştı, üstelik içten içe Hz. Ömer’e kin besler de. Derken zaman içerisinde kin duyguları intikama dönüşür. Nitekim bir sabah vakti Ebu Lü’li ön safta mihraba yakın konumda namaza durduğunda Hz. Ömer’i arkadan hançerleyip bıçağı karnına saplar. Hz. Ömer o an yere yığılırken, asıl adı Firuz olan Ebu Lül’lü ise ön saftakiler tarafından kıskıvrak yakalandığında, artık kurtuluşun olmadığını anlayınca kendi katline kendisi karar verip, elinde tuttuğu aynı bıçakla göğsüne saplayıp hayatı son bulur. O layık olduğu yere giderken, Hz. Ömer ise vücudundan akan kanlar eşliğinde evine götürülmüştü, son nefesinde oğluna: — Var git Aişe'ye izin verirse Rasulüllah’ın ve Ebubekir’in yanına defnedilmek istediğimi söyle. Hz. Aişe kendisi için düşündüğü hayali içten gelen bir sesle Ömer’in isteğini seve seve kabul etti. Hz. Ömer de hasta yatağında tıpkı Hz. Ebubekir gibi kendinden sonra hilafete geçecek olanları çağırıp görüşlerini aldıktan sonra; Ali, Osman, Zübeyr, Abdurrahman ve Sa’d’dan ibaret şura üyelerini seçer. Şura heyetine; ben öldükten sonra üç gün içerisinde kendi aranızda meşveret edip dördüncü güne kadar halife seçin talimatını verir. Akabinde Mikdat’a dönüp: — Ey Mikdat! Benden sonra şura üyelerinin kapısında göz kulak olup nöbet tut. Şayet şura üyelerinden beşi birleşir, diğeri muhalif olursa onu öldürün. dördü birleşir ikisi reddederse iki kişiyi öldürün, üçe üç kalırlarsa Abdullah reyini kullansın, Abdullah’ın hükmüne razı olmazlarsa Abdurrahman b. Avf’ın bulunduğu taraf tercih edilsin sözlerinin ardından toplantı sona erer. Hz. Ömer gittikçe ağırlaşıyordu. Artık vakit tamam olduğunda O çok sevdiği iki arkadaşının yanına ve Mevla’ya yürür. Derken vasiyetin gereği yapılıp, yeni Halife Hz. Osman olur. Velhasıl; O gerçekten Ömer’ül Faruk'tu.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#2
|
|||
|
|||
Bütün insanlık birbirine muhtaç bir halde yaratılmıştır. Zayıfların güçlülere, fakirlerin zenginlere, hastaların doktorlara ve cahillerin alimlere ihtiyac içerisinde olduğu gibi. O halde muhtaçlık aynı zamanda yardımlaşmadır diyebiliriz..
Rasulüllah; Asıl veren Allahtır, ben ise verileni pay edip yerine ulaştırmakla görevliyim diye buyurarak ilahi vahyin insanlara ulaşmasında elçi görevi yaptığını vurguluyor, işte bu noktada Allah Rasulünün varisi hükmünde olan Kamil Evliyalar da ilahi feyzin ulaşmasında Allah’ın nuru ile himmet(yardım) ederler. Ki; Allah-ü Teala hadisi kudside; ‘Ben sevdiğim kulun gören gözü , işiten kulağı, yürüyen ayağı olurum’ beyan buyurarak veli kullarına celal nuru ile hem yakını hemde uzağı işittirir, gördüttürür ve güç yettirir. Tabii her şey Allah’ın takdiri ile gerçekleşir. Yüce Yaratan; ‘Rasulüm deki; Ben Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda ve zarar verecek güç sahibi değilim’(A’raf/188) diye buyuruyor. Bir Allah dostunun himmet ve bereketi ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın belirlediği hududları geçemez. Bir tür kaderi ilahi vardır ki, o da sebeplere bağlıdır; dua, himmet ve sadakada olduğu gibi. Zamanın Akka Valisi Abdullah Paşa, Mevlana Halid Zülcenaheyn’den zürriyetinin devamı için himmet istemiş, bunun üzerine Mevlana Halid(k.s) talep edilen himmetin sebeplere bağlı olan kaderle ilgili olduğu anlaşılmadan değil Veliler, Peygamberlerin bile aşan durum olup bu hususta Allah’a teslim olmaktan başka çare olmadığını belirterek konuyu açıklığa kavuşturmuştur.. Sufiler, ancak herhangi bir meşakkat, ya da daraldıklarında medet isteyerek sıkıntının giderileceğini düşünür, oysa bağlı olduğu Pir’i belki o yaşadığı çilenin devamını dilemektedir, kimbilir kendisine gerekli tedavi belkide kendisine verilen o çilede gizlidir, sufi neyin kendisi için hayırlı neyin kötü olduğunu bilemez. Sufi himmet dedikçe , aslında üstadı önce ‘oğul hizmet’ demek ister, ama bu anlayışta , bu şuurda sufi sayısı maalesef az. Himmet ve hizmet parelel seyreden ikili olsa gerek. Yani şartlarına uygun hareket edip istemek varken, gereken ilaçları uygulamadan himmet talebinde bulunmak havanda su dövmek gibi bir şey... Bir işin merkezinde idare eden vardır; dünyevi işlerde kutup(merkez) hükmünde bu bir Cumhurbaşkanı, Başbakan, Vali yada bir dairenin amiri olabilir. Manevi işlerin merkezinde fetva ile ilgili iş ise müctehid , irşad ve ahlak-ı hamidiye ile ilgili ise kamil mürşid kutupdur. Kutup aslında bir sıfat olup manevi yönden irşadla ilgili unvandır. Ancak bu kutbul irşad görevini Rabbül Alemin sevdiği ve seçtiği kullarına vermektedir. Nasıl ki her şeyde işin ehli aranıyorsa, manevi alanda da mukarrebun, yani yakin ilmine haiz kullar kutup olarak seçilir. Kutbul irşadın nazarları kalbe yöneliktir, dünyevi insanın bakışları da mideye, ya da kalıba yöneliktir. Kutup veya Gavs’ında hudut çerçevesi var, O makamda olanların her şeyden haberdar olduklarını , her şeye gücü yettiğini iddia etmek safdillik olduğu gibi insanı, şirke götürür. Ancak Onlara Allah bildirirse bilir, Allahın izniyle irşada vesile olurlar demek daha uygun düşer. Asıl sufi; Mürşidini abartarak göklere çıkaran değil, mürşidinin sevdiği ve tasvip ettiği talebe olmaktır. Onlar; övünülmek için irşad faaliyeti yapmıyorlar, dertleri davaları Rızai baridir, Allah’ın hoşnutluğunu kazanan mürtesiplerini gördükçe moral bulurlar. İrşad kutbu şifa dağıtıcı değil, Çünkü Seyda Hz.lerine şifa için gelenlere; biz doktor değiliz, doktora gidin demesi bu tür gerçeklere işaret içindir. Allah’a gidilen yolda Allah dostları vesile olmak işleridir. Hz. Adem Cennet yurdundan dünyaya indirildiğinde Habib-i Kibriya’nın ismini vesile ederek tevbesi kabül edildi.. Ki, Habib-i Kibriya için Rabbül Alemin Adem’e; -İzzet ve celalime yemin ederim ki, senin zürriyetinden gelecek son peygamberdir. Eğer o olmasaydı seni yaratmazdım buyurdu. Hakeza Hz.Ömer halifelik döneminde Hz.Peygamberin amcası Hz.Abbas’ı vesile edinerek yağmur duasına çıkıp yağmura kavuştular, Yine Yezid b. Muaviye, Dahhak bin Esved’den yağmur talebinde bulunup, onun duası yüzü suyu hürmetine yağmur yağıverdi. İmam Şafii Bağdat’a gittiğinde İmam-ı Azam’ın merkadına yönelerek O’nu vesile edinip, Allah’dan ihtiyacını talep ederdi. İmam Ahmed bin Hanbel’de İmam Şafii’nin yüzü suyu hürmetine dilek de bulunduğunda oğlu Abdullah itiraz etmiş. İmam Ahmed bin Hanbel; - Bak oğul! İmam Şafii güneş gibidir nice insanlara fayda vesilesidir.. Değil avam , havas dahi vesile edinmiş; İmam Ebu’l Hasen Eş Şazeli İmamı Gazali’nin ruhaniyetine yönelerek Rabbül Alemin’e niyazda bulunurdu, vesile çünkü şefaatin adıdır, aynı zamanda Yakin kulların hatırına ve bereketine Allah’dan niyazda bulunmaktır. Onlar sevilmişlerin sevilmişi , seçilmişlerin seçilmişi olup naz ve niyaz konumundadırlar. Rabbül Alemin; Ey müminler! Allah’tan korkun ve O’na vesile arayın; O‘nun yolunda cihad ediniz ki kurtuluşa eresiniz(Maide,35) buyurarak Kamil İnsanların naz ve niyaz noktasında olduklarını ortaya koyuyor. Vesileye itiraz edenler Fatiha’yı Şerifte geçen ‘yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım isteriz’ ayetini delil gösterirler. Oysa, ayeti kerime de çoğul ifade sözkonusu, tekil değil, yani ‘senden isterim’ ibaresi yerine ‘senden isteriz’ diye beyan buyrulmuştur. Burdan Topluca kulluk ediyor, ehil ve sana layık kulluk yapanlarla beraber yardımını taleb ediyoruz manası çıkar. Zaten vesileden amaç; Yaratan’a giden yolda kılavuzluktur, vesile edinmek, haşa tapınmak değildir. Vasıtalar; binmek ya da Hakka doğru yürüyüş için var, asla gaye değildir. Araçlar, sadece hedefe ulaşmak için ışık kandilleridir. Sevginin kaynağı Allah, o halde yaratılanı da sevmek bir noktada Allah’ı sevmek gibidir. Kul olarak kişiye dua edilebilir, kötülüğe buğz edebiliriz, fakat şahsın kendisini karalama yetkimiz yok. Allah Rasulü; ‘Beni anneniz , babanız, evladınız ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe gerçek imanın tadına varamazsınız ‘ buyuruyor. İşte sevgi zinciri Habib-i Kibriya’dan Ashabına , Tabiine, Tebe-i Tabiin’e ve Rabbani Alimlere intikal ederek gelmiş ve zikir meclislerine yansımıştır. Rasulüllah(s.a.v); ‘Yeryüzünde zikir meclislerini seyreden meleklere Allah-ü Teala onların halini sorduktan sonra: -Sizleri şahit tutarak onların hepsini affettim. Bunun üzerine içlerinden bir melek: - Ya Rabbi! İçlerinden biri var ki onlarla beraber, ama bir ihtiyaç için aralarında bulunuyor, onuda mı affettin? Allah-ü Teala: - Olsun, onlar öyle bir topluluktur ki onlarla oturan asi olmaz, onu da affettim’ diye buyuruyor(Buhari, Müslim) Bediüzzaman da bu meyanda; en edna bir sufinin, mensup olduğu silsileyi şerifeye ve kutbul aktab kabül ettiği mürşidine muhabbet duymasıyla imanını kurtarabileceğini, günaha girerse küfre girmeyeceğini müjdelemiştir. Hadisi Kudsi de: Benim için birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bu mahşer gününde onları kendi rahmet gölgemde gölgelendireceğim (Müslim) buyruluyor. Yine Rasulü Ekrem(s.a.v); ‘Kişi sevdiği ile beraberdir’(buhari) beyan buyuruyor. Ebu Zer(r.anh)sordu: - Ya Rasulüllah! Hayırlı bir cemaati sevdiği halde, onlar gibi amel etmezse, ya da güç yetiremiyorsa onun hakkında ne buyurursunuz? Rasulüllah(s.a.v); -Ey Ebu Zer! Sen sevdiklerinle beraber olacaksın. Ebu Zer(r.anh): - Ya Rasulullah, şüphesiz ben Allah ve Rasulünü seviyorum. Efendimiz(s.a.v): -Muhakkak ki sen sevdiklerinle berabersin diye beyanda bulundu.(Buhari) Tabiî ki sevgi dilde kalmamalı ta kalbe inmeli. Laf olsun diyerekden ifrata varıp benim mürşidimden başka mürşid yok farzetmek, ya da başka mürşidleri küçümseme noktasına gelmemeli. Sevginin de ölçüsü , adabı ve usulü mevcut. Bu arada mürşidini dünyevi emellerine alet edip dünyalık kazanma cihetine gidenlerin vay haline. Çünkü sevgi menfaat kabül etmez. Allahü Teala : - Ey Habibim! Dile benden ne dilersen dile? Efendimiz(s.a.v): _ Allah’ım senden sevgini, seni sevenlerin sevgisine ulaştıracak amellerin sevgisini diliyorum.(Tirmizi) diye niyazda bulundu. MÜRŞİD Mürşid deyince birçok müntesibiyle Allah yolunda el ele tutuşmuş veli demektir. Tasavvuf sadece nefsi terbiye değil cemaat halde bulunmanın adıdır, Cem olmaktır, Allah-ü Teala bu yüzden toplu hareket etmemizi , parçalanmamayı, dağılmamayı ve sadık kullarla beraber olmamızı istiyor. Onaların elinden beyat alırken aslında karşılıklı beyatlaşmış oluyoruz, biz Onun elinden tevbe alırken, O da bizim elimizden tevbe istiğfar etmiş oluyor, o tutulan el Allah Rasulüne kadar uzanıyor, ordan Yüce makamlara kadar ulaşıyor. Kelimenin tam anlamıyla araçlardan amaca ulaşılmış olunuyor. Öyle vasıtalar var ki uçuruma yuvarlar, öyle araçlarda var ki menzile eriştirir. Oluklar çift, biri şeytani , diğeri Rahmani. Unutmamalı ki şeytan son nefese kadar boş durmaz, onunda amacı imanı çalmak. Şeytanın yaratılmışlar içerisinde en nefret ettiği Peygamberler ve Kamil Mürşidlerdir, onların nurunu gördüğünde kaçmak zorunda kalır. Peygamberler ve Veliler dahi şeytanın hilesinden emin olmak için Allah’a sürekli sığınmışlardır. Şeytan kötülüğün dostu, Ehlullah ise hayırlarda yarışanların dostu. Kalpte ne kadar gösteriş, kibir, haset, gaflet, dünya sevgisi vs. herne var izalesi için Kamil Mürşid seferber olmuş vaziyettedir heran ve herdem. Onun için Mürşid şemsiyesine her zamankinden çok ihtiyacımız var. Onlara adap ve hürmeti tapınmak şeklinde gösterme çabaları boşuna. Biz biliyoruz ki onların meclisinde bulunanlara verilen talimatlarda hep Allah’ı anmakla ilgili reçeteler var ve uygulatılıyor da. Taliplilerine kalp zikri ,yani lafza-i Celal verilerek zaman içerisinde kalpten letaiflere dağıtılan zikir cerayanı ve ordanda nef-i isbatla Allah yolunda seyri alem sözkonusudur bu yolda.. Seyri süluk idmanında mürşide tapınma yok, sadece Allaha gidilen yolda yardımcı olma makamına hürmet, adap ve usul var. Habib-i Kibriya efendimiz; ‘Allah-ü Teala bir kulu sevdiği zaman Cibril-i Emine: - Ben o kulumu sevdim sende sev, Cibrilde sever. Sonra sema ehline kelam ederek; - Haberiniz olsun o kulumu sevdim, onu sizde sevin der, gök ehli de sever. Sonra o kul için yeryüzünde kabül ve kullar arasında ona karşı muhabbet hasıl olur.’ diye müjdeliyor. İnsanların dikkat etmesi gereken böyle kullar için ileri geri laf etmemeleridir, hele bir de dil uzatmaya kalkışılırsa bu durum O’nları hafife almak anlamına gelir ki, maazallah kendi kuyusunu kazmış olur. Çünkü Onlar kınından çıkmayan kılıç gibidirler, her ne kadar kılıç kınından çıkmasa da dokunmakla birtakım onarılmaz felaketlere marüz kalabilirler. Mürşid-i Kamil irşad davetçisidir, davete icabet eden kazanır, icabet etmeyip de, yalnız saygı duymakla yetinirse mazur sayılır, daveti elinin tersiyle itip, aynı zamanda inkar eden cahil olsun bilgi sahibi olsun sorumludurlar. Bu yolda tek başına vuslata ereceğini sanan kendi vehim ve düşüncelerini hakikat sanarak şeytanın hile ve tuzağına düştüğünün farkına varamıyorlar. Oysa Rabbül Alemin, Ey İman edenler! Hep beraber Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz (Nur/31) diye beyan buyuruyor. Nasılki çobansız olan sürüyü kurt kaparsa tek başına topluluktan uzak kalmakla nelerin kaybedileceğini bir değil, bin düşünmek gerekir. Rasulü Kibriya Efendimiz; ‘ şüphesiz Allah, ümmetimi delalet üzerinde bir araya getirmez. Allah’ın eli cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe gider’ buyurmaktadır. Rabbül Alemin,’ Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler de Rasul de onlar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı(Nisa/649 ayeti celileyle en hayırlı tevbenin O’nun elçisi elinde yapılan tevbe olduğu anlaşılıyor, dolayısıyla varisi hükmünde Rabbani alimler elinde tevbede hakeza öyle. Yine Allah-ü Tela; Onlara; Gelin, Allah’ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin denildiği zaman başlarını çevirip kaçarlar ve sen onların kibir içinde uzaklaştıklarını görürsün’(Münafıkun/5) diye buyuruyor. Tevbeyi Hiristiyan papazların vaftizine benzeten bazı aklı evveller, beyatın hikmet ve sırrından yoksun olarak tavır sergiliyorlar. Allahü Teala; Ey Peygamber! İnanmış kadınlar beyat için sana geldiklerinde beyatlarını kabül et ve onlar için Allah’dan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir.(Müntehine/12) , Yine; Rasulüm! Hem kendi kusurun hem de erkek ve kadın müminlerin günahları için istiğfar et’(Muhammed/19), ‘Rasulüm sana biat edenler hiç şüphesiz Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim yaptığı ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kimde Allah ile yaptığı ahdine vefa gösterirse Allah ona en büyük mükafat verecektir’(fetih/10) diye beyan buyuruyor. BEYAT Beyattan kasıt ister adına inabe, ister el alma, ister el verme, isterse tevbe etme diye telaffuz edilsin manevi bağ kurmak anlamını taşır. Kadınlar beyatlarını lafzı olarak perde ya da kapı arkasından alırlar, mahremi olmayan kadınlar musafaha veya göz göze gelmezler caiz değildir çünkü. Olsun bunda ne sakınca var, mürşid melek gibidir sözler yakışıksız olup, öyle olsaydı Rasulüllah hayatında uygulardı. Hiç kimse velilerin derecesini ölçme yetkisi verilmemiştir, manevi makamının hangi aşamada olduğunu bilmekde üstümüze vazife değil. Ki Allah Rasulü; ‘Vallahi sizin beni Allah’ın yücelttiğinden daha yükseğe çıkartmanızı sevmem’ diye buyuruyor Mürşid-i kamile gidemeyenler mürşidin görevlendirdiği vekil vasıtasıyla inabe alabilirler, Rasulü Kibriya’nın Hz.Ömer’i ve Hz.Umeymi’yi görevlendirdiğinde olduğu gibi. Yine beyatlaşmada cemaat kalabalık izdiham sözkonusu ise sarık ya da şeritle tevbe verilebilir, çünkü zaruret sözkonusu. İntisapla sufi manevi şemsiye edinmiş olur, o artık manevi evladır, silsileyi şerifin bereketine kavuşmaya adaydır. Son nefesimize kadar her şey garanti değil, ama Allah Rasulü; kalbinde zerre miskal imanı olanın cehennemde azap görsede sonunda cennete gireceğini müjdeliyor. Önemli olan son nefeste bu dünyadan iman ile göçebilmektir. Mürşidi Kamil cennete giden yolu gösterir, cennete gideceğine dair garanti belgesi sunmaz. Allah’a gidilen yolda önce samimiyet(ihlas) ve sabır gerekir. Yani iman itaat, hizmet sonrada istiğfar, peşinden dua ve ümit, bundan sonrası Allah’ın hükmüne kalmış bir şey.. İllada garanti beklentisi varsa Mürşid sufisine; Allah ve Rasulünün yolunda gider, tavsiyelerimize harfi harfine uyarsan imanla şerefleneceğine kefil olurum der, işte emniyet bu. Son nefes anında şeytan imanı çalmak için uğraş verirken, bir yandanda sekarat anında Mürşid müridini ruhaniyeti ile başı ucunda bulunarak imanla göç etmesine himmet eder. Bu yardımdan bazen o ruhaniyetin sahibinin haberide olamayabilir, olması da gerekmez. Rabbül Alemin sevdiği veli kullarına intisap edenleri ervahları ile destekler çünkü. Mümin sekarat anında yalnız değil, gerek melekler, gerekse Saadatlar tam tekmil yardımcı olmak için oradalar. Sufinin mürşidin elinde gassal elinde (ölü yıkayıcısı) teslim olur gibi teslim olmalı düsturundan maksat bütün Allah’tan gayri şeytani esaretlerden kurtulup, hürriyetini ilan etmek demektir. Kuran’ül Muciz’ül Beyanda; Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Ona isyan edende Allah’a isyan etmiş olur(Nisa/80) buyruluyor Yine Rabbül Alemin; Ey İman Edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve içinizden işlerinizi yürüten önder ve idarecilerinize de itaat edin’(Nisa/59) diye beyan buyurarak itaatin Hak yolunda vesile olanlara teslim olmak anlamına geldiğine işaret ediyor.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#3
|
|||
|
|||
Rasulü Kibriya Efendimiz(s.a.v); başınızdaki kimse gözü kör, ayağı topal, rengi siyah bir kölede olsa sizi Allah’ın kitabına göre sevk ve idare ettiği sürece ona itaat edin(Buhari, Müslim,Nesai) buyuruyor. Gafile uyanın kalbi kararır. Mutlaka işin ehline gidip gösterdiği yoldan yürümeli, istikamet üzere yol aldıkça kalp nurlanarak zamanla gerçek mürşid sevgisine, Peygamber sevgisine ve en nihayet Allah sevgisine ulaşılır. Bu durum bir ömürde sürebilir, kısa zamanda da gerçekleşebilir, müntesibin gayretine bağlı.
Hiçbir mürşidin elinde sevap ya da günah yazma selahiyeti yoktur, çoğunlukla tavsiyeleri ve telkinleri vardır, yap veya yapma şeklinde ifadeler her daim emir anlamına gelmez. Emir olarak algılanacak ifadeler ya teşvik ya da tavsiye niteliğinde olup, yapıp yapmamakta serbesttir. Çok nadir bazı emirleri sufi için farz hükmündedir ki mutlaka gücü yettiği kadar yapılmalı. Gavs-ı Bilvanisi bu yüzden; bir emir versek imanını kaybedecek çok sufi var, artık biz onlara mürid olmuşuz, sofiler ise mürşid olmuş diyerek günümüz gerçeğini ortaya koymuştur. Rasulullah(s.a.v) Hac ile ilgili hutbe irad ederken bir adamın hersene mi Hac edeceğiz? sorusunu üç kez tekrarlaması sonucunda şu cevabı vermek zorunda kalmıştır: Ben size bir şey emrittiğim zaman onu gücünüz yettiği kadar yapınız. Size bir şey yasakladığım zaman onu tamamen terk ediniz(Müslim,Nesai, İbnu Mace) Anlaşıldığı üzere yapınız ile yapmayınız ibareleri arasında ince ayrıntı var. O halde Mürşidin yapınız dediğinde mürid gücü ölçüsünde yapmaya çalışmalı, yapmayınız dediğinde de derhal terk etmelidir, aksi takdirde terki terk etmeyen terk edilir. Bazen bir mürşid sufisini herhangi bir işlede görevlendirebilir, bu yüzden görev istenmez , verilir. Görev verilince himmette arkasından gelir. Verilen görevi layıkıyla yapmayanın elinden emanet alınır. Mürşid sufisiyle iştişarede de bulunabilir, dünya işlerini genelde iş bilenin kılıç kuşananın anlayışıyla ehline havele eder. Havale etmesi onun bilgisizliğine yorulmamalı bilakis, kendi görüşünün aksi fikirlere bile sevinirler, yeterki fikir serd ederken samimi ve güzel olanı hedeflemek amacı taşısın. Ashabı Kiramda Allah Rasulüne Allah’a abd ve ibadet hususunda tam teslimiyet içerisinde idiler, fakat dünyevi konularda yani gerek ticaret gerek siyaset gerekse savaş gibi konularda görüş belirtmekten imtina etmezlerdi. İnsanlar çeşit çeşit, Peygamberlerde Velilerde aynı değil, beş parmağın beşi bir olmadığı gibi. Bir insanın İman dairesine girmekle aslında velayetin ilk adımını atmış oluyor, Allahü Teala; Baksanıza biz insanların bir kısmını diğerine nasıl üstün kılmışızdır(İsra/20), yine Rabbül Alemin; Herkes için yapmış olduğu amellerden dolayı farklı dereceler vardır(Ahkaf/19) diye beyan buyuruyor. Hak ve hakikat yolunda insanlardan kimi kimine göre üstün olabilir, velilik çünkü saltanata dayalı değil, Allah tarafından takdir edilen husus. Rabbani alimler malumat sahibi değil; Allah’ı tanımak noktasında marifet ehlidirler. Ki, Rabbül Alemin onlar için; ‘Allahtan ancak alim olanlar korkar’(fatir/28) buyurmuştur. Yine; ‘Hiç bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?’ (Zümer/9) ayetiyle avamdan farklı oldukları belirtilmiştir. Ulu’l Emr işleri icra eden veya yürüten demek, bu iş dünya işide olabilir uhrevi de olabilir. İşte Kamil Mürşidin asıl işi ebedi hayata yönelik iş noktasında Ulul Emrdir. O halde ona müntesip olan Ulu’l Emr’ine itaat etmeli ki yol alabilsin. Çünkü Onlar Ricalulluhdır, Sıddıktır, Muhsindir, Muttakidir, Ebrardır, Evliyaullahtır vs. her şeyden öte Peygamber varisidir, Onları tanımak büyük bir nimettir, kiymetini bilene. Gerçekten insanlar içtenlikle Onları arasalardı, Evliyaullahı tanıma şerefine nail olurlardı, Allah dostlarını dağ taş, sulardaki balıklar bile haberdar ve Onun için kendi hal lisanı ile dua etmekten geri durmazlar. Kainat zaten onların yüzü suyu hürmetine ayakta. Çünkü Onlar Allah’ın canlı şahididirler. Allah bir kulunu severde yaratılana bildirmez mi, ama insana doğrudan bildirmek adetullaha aykırı, insandan biraz arayış , birazda kıpırdama isteniyor diğer yaratılanlardan farklı olarak. TASAVVUF Yüce Allah mahşerde: Benim için birbirini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bu günde onlar kendi rahmetimde olacaktır (Müslim). beyan buyuruyor. Tasavvuf sevgi yolu, bu yolda kalpten kalbedir. Kalp ilmi denilince tasavvuf ve gönül Sultanları akla gelir, fıkıh deyince fakihler, hadis ilmi deyince muhaddisler, tefsir deyince müfessirler belleklerimize kazınır. Bütün bu ilimlerin hemen hemen ortak noktası bellek yada beyin ve akıl, ama tasavvufu bunlardan ayıran ençok gönül ve kalp yönüdür.. Tasavvufla; İlim amele, amelde hikmete , hikmette ilahi muhabbete dönüşür. Onun için tasavvufun sütunları muhabbet, ihlas ve teslimiyet üzerine kurulmuştur.. Bu yol sevgi yolu olduğu için lafa bakılmaz, ayinesi işdir deyüp ilahi tad yaşanır. Kamil Mürşidler amel noktasında her biri dört mezhebe göre hareket edip itikat yönünden de ehli sünnet vel cemaat caddesinde yürüyerek ilahi muhabbeti aşılarlar. Kuran’da zahiren vird, hatme gibi tasavvufi kavramlar geçmese de zikir aslında herkese şamil, yine her ne kadar rabıta kavramı geçmese de tefekkürü içerir. Yol madem sevgi yolu, mümin kardeşini sevmekle başlanılır işe, kardeşinin derdiyle dertlenmeli ki fena fi’l ihvan olunabiline, Mürşidini öyle sevmel ki fenafi’ş şeyh ‘e erişilebilsin, Rasulü Ekremi sevmeli ki Fenafi’rasul olunabiline, kalb Allah sevgisiyle dolmalı ki fenafillah v e bekabillah mertebelerine ulaşılabilsin. Tüm bu basamaklar enalt birimden üst birime doğru istikamet üzere yaşamakla mümkün. Edebiyat içeren eserlerle basamaklar aşılmaz, tasavvuf kal değil , haldir diyorlar büyükler. Bu yolun seveni var münkiri var, olması da normal, çünkü dünya kurulmuş kurulalı böyle, her şey zıddı ile bilinsin diye. Zaten düşmanı olmayan yol alamadığı gibi veli de olamaz. Çile nübüvvet kanalından ümmete dağıtılmış. Ne kadar çile o kadar ecir var, bu yüzden tasavvuf ilaçtır, bu ilacı içen alimse ilmiyle amil olur, cahilse haddini hudunu bilir ve edeplenir, zenginse cömert olur, fakirse şükreder, bekarsa terbiyeli ve iffet sahibi nitelik kazanır, idareci ise adil amir olur, devlet adamı ise adil ve tüyü bitmemiş yetimin hakkını gözetir, sanatkarsa maddeden manaya yönelir ve eşyanın tabiatını sezer. Tüm bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Önemli olan ilk baştan kendimizin ilaca muhtaç olduğumuzu kabül etmek, ondan sonra gerisi kolay azda olsa Allah’ı tanımanın zevki beraberinde gelir. Tek başına ufuklara kanatlanılmaz, illaki diz çöküp bahçıvan elinde yetişen gül misali yola koyulmalı. Gül tezkiyedir, yani kalbi rütbe peşinde, şehvani arzular ardından, para ve eğlence ihtiraslar önünde koşmaktan temizlenerek arınmaktır. Velhasıl tasavvuf ‘ilahi ente maksudü ve Ridaike matlubi’ için ihlasın eğitimidir. .
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#4
|
|||
|
|||
@[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Allah razı olsun bu güzel paylaşım için.
|
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Ulefa-i râşidîn ve onların seçimleri | Havasokulu | Hadisler | 9 | 20.02.24 19:14 |
Duanın fazduanın fazileti ve vaktiileti ve vakti 3 | Tuana | Dualar & Dua Kardeşliği | 7 | 10.05.18 10:11 |
Libas (Elbise) | Havasokulu | Hadisler | 1 | 23.08.17 21:47 |
Hac ve Umre | Havasokulu | Hadisler | 8 | 07.06.17 01:12 |
Mekke'nin fazileti | Havasokulu | Hadisler | 7 | 24.05.17 15:35 |