#1
|
|||
|
|||
Sitare
Kenâre”Nerden çıktın karşıma böyle Sitare
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde Kirpiklerin yüreğime batıyor Telaşlı bir kalabalığın ortasında Ayaküstü konuşuyoruz Nedimin nigehban nergisleri gibi Üstümüzde bütün nazarlar Çok utanıyorum Sitare Dün oturup hesap ettim Sen doğduğun zaman Ben bir askeri mektepte talebeymişim Sen bilmezsin Sitare Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu Her akşam dokuzda yat borusu çalardı Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı Bir derin uykuya atardım kendimi Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı Bende onu alır anamın düşlerine kaçardımBu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorumSeninle konuşurken Sitare Aklıma yıldızlar dökülüyor Bir çaresiz Zühre oluyorsun Babil caddelerinde Ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan Binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında Gökyüzü salkım salkım Zigguratlar tıklım tıklım Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan Kimi gün inatçı yosunlar gibi kepez diplerine yapışan aklım Gözlerine baktığım zaman Sitare Bütün çöllere ay doğuyor Yoldaş ediyorum kendime İmrül Kays’ı Antere’yi A’şa’yı En kuytu vahaları dolaşıyorum Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitare Çadırla su arasında bir cılga var O cılgada narin ayak izlerin var Durgun suya düşüp kalmış gözlerin varBu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorumBazan sapsarı bir benizle geliyorsun Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun Biliyorum içinde bir sızı var Bıçak ağzı gibi bir sızı var Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan Züheyr’in Suad’ı gibi keremsiz kılan Kuzeyden güneye Güneyden kuzeye Heyy! Gidip geliyorum bu çöllerde Kureyş’in heybetli ve inatçı develeri Hiç aldırmadan benim esmer sevdama Geviş getiriyorlar ufka bakarak Ben kaçıp Yesrib’e sığınıyorum Yesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum Dağda, ovada, badiyede okuduğum hep elif Elif diyorum Sitare, sineme elif çekiyorum “Ah minel aşk-ı ve halatihi..” Çok eski bir gerçektir bu biliyorumBu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorumSinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz Ve ikimizde ıslanıyoruz Ben ne yağmurlar gördüm Sitare Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır O şehirde sırılsıklam gezerdim Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan Tapınaklar insanları safra gibi atardı Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim Kara bulutlar kükrerken bir Kaşkar sabahında Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk Bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun Gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun Kaşı karam, gözü karam, saçı karam Umay gibi yumuşak huylum Nerden çıktın karşıma böyle Sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare Adam akıllı yorulmuşum Ellerin böyle olmamalıydı Ellerine acıyorum Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum Durup durup ıssız yerlerde “güçlü ol ey kalbim, güçlü ol Daha çok işimiz var” diyorumBu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorum |
#2
|
|||
|
|||
Şair Dilaver Cebeci ’nin şiiri yazıl öyküsü
Çeşmek be-zen Sitâre, Ez-men mekon kenâre; Diye başlar Sitâre’nin hikayesi. “Sitâre” farsça yıldız demektir, gökyüzünün en parlak yıldızıdır bu. Burada Sitâre bir sesleniş uzakta ki birine hitâp şeklidir. Yani bir ad değil… Sitâre son derece asil, soylu ve şerefli bir aşk hikayesidir. Sıradan bir insan böyle sevilemez, bu dünyadan olmayan bir sevgidir Sitâre. -Giriş- Bir yaz günü genç adam hızlı adımlarla geçti okulun önünden, bir şeyden kaçıyor gibiydi. Kafası bir yönde sabitti, birini arıyordu kalabalığın içinde fakât yetişmesi gereken başka bir yer vardı aceleyle geçti oradan. İçinde eksiklikle… Bir kaç gün önce görmüştü o’nu, yanında annesi olduğunu sonradan öğrendiği bir bayanla gelmişti bu sene başlayacağı okula. Nasıl bir duygu bu kimseye anlatamıyor, atamıyordu da aklından. Neden tekrar görmek konuşmak istiyor ve hergün yolunu uzatıp oradan geçiyordu? Bunun cevabını veremiyordu kendine. Okulu henüz bitirmiş, hem yazarlığı hem şâirliği olan biriydi. Bu anlatılmaz hisse tutulduğundan beri yazıları da değişmeye başlamış, çoğunlukla yazdığı dava şiirlerine kafa yoramaz olmuştu. İlâhiyat fakültesini bitirmiş olmasına rağmen milli Türk geleneklerine son derece bağlı bir Türk milliyetçisiydi. Yarım kalmış çalışmalarına odaklanamıyor sürekli başka birşey yazma gereği duyuyordu. Göremediği, tutamadığı yalnız hissedebildiği birşey idi bu. Yine o okulun önünden geçecek, bu defa o’nu görecekti. Öyle bir his vardı çünkü. Aylar sonra okul henüz açılmış, ilk derslerini gören öğrenciler öğle arasına çıkmıştı. Yine oradan geçiyor bu defa ağır ağır yürüyor ve her öğrenciye uzun uzun bakıyordu. Bir ara gözleri kararır gibi oldu dünya aklında asılı kaldı, eli ayağına dolandı karşısında hiç beklemediği anda belirmişti genç kız. Dünya dönmüyor gibiydi sanki şimdi. Kelimeler boğazında düğüm düğüm… Simsiyah uzun saçlarının bukleleri önüne dökülmüş, kara kaşlı, kara gözlü güzeller güzeli bir genç kızdı bu. Ürkek bakışlarla baktılar bir süre birbirlerine, kendinden geçmiş gibiydi Bir ara gece yazmaya başladığı satırlar döküldü dudaklarından, yoksa içinden mi geçti bilinmez: Nerden çıktın karşıma böyle Sitâre Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde Kirpiklerin yüreğime batıyor… Kız gülümsemiş, bembeyaz dişleri görünmüştü – merhaba diyebildi son çare. Soru ile cevap verdi genç kız; – sizi daha önce görmüş olabilir miyim? Kalabalık içinde sanki herkes onları izliyor gibi geliyordu şimdi. Telaşlı bir kalabalığın ortasında ayaküstü konuşuyoruz, Nedimin nigehban nergisleri gibi Üstümüzde bütün nazarlar. Çok utanıyorum Sitâre Dün oturup hesap ettim sen doğduğunda ben bir askeri mektepte talebeymişim… – Evet, diyebildi zora ki, – sizi okulun kayıt günü burada sanırım anneniz olacak bir bayanla görmüştüm. Oradan bir göz aşinalığı olmuştur. Başka da birşey diyemedi. Karşısında son derece zeki ve yaşına göre oldukça olgun bir genç kız vardı. Adeta laflarını önceden tahmin edebiliyor, sezebiliyordu. Bu durum onun için oldukça tehlikeliydi. Zira kendisinin, kendine bile itiraf edemediği bir sırrı vardı, ortaya çıkmaması gereken bir sır. Normal birşey değildi içinde bulunduğu durum. Kendinin o yaşları geldi hatrına, o bu yaşlarda ne yapıyordu acaba? Yine dudaklarından o sözler döküldü Yoksa aklından mı geçti bilimmez; Sen bilmezsin Sitâre, burda gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tesbih Geceler içinde uyuduğumuz birer kara buluttu Her akşam dokuzda yat borusu çalardı Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı Bir derin uykuya atardım kendimi Siyah benli bir kız rüyalarıma kaçardı Bende onu alır ana’mın rüyalarına kaçardım. Bu kısa karşılaşma çok sancılı geçmiş, yüreğinde yanan alevi daha da kor hale getirmişti. Üstelik her geçen gün artan bu ateş, o gece daha da alevlenmişti. Hissettiği duygular daha bir istek ve ilhamla yazmaya teşvik etti; Bu defa o’na sesleniyordu mahşeri bir kalabalığın içinden; Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorum. Anlatamıyordu da, fakat gözlerinde ki ışığı görmüştü bir kere… |
|
|