Erich Zann'ın Müziği - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > Evrensel Enerjiler & Parapsikoloji > Parapsikoloji & Spiritüalizm > Gizemli Olaylar ve Mekanlar

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 31.01.17, 01:30
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 21.12.16
Mesajlar: 10,466
Etiketlendiği Mesaj: 1587 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Thumbs up Erich Zann'ın Müziği

Şehrin haritalarını muazzam bir dikkatle inceledim, fakat hiçbir zaman Rue d’Auseil’i yeniden bulamadım. Bu haritalar sadece modern haritalar değillerdi, çünkü biliyorum ki adlar değişir. Tersine, bu yerin ilk çağına derince indim ve adı ne olursa olsun, Rue d’Auseil olarak bildiğim sokağa çıkabilecek bütün bölgeleri şahsen keşfe çıktım. Fakat ne yaparsam yapayım, üniversitede metafizik öğrencisi olarak fakirleşmiş hayatımın son aylarında Erich Zann’ın müziğini duyduğum, evi, sokağı, hatta mahali bile bulamamam hala utanç verici bir hakikat.



Hatıralarımın bozuk olduğuna şüphe yok; Rue d’Auseil’de kaldığım sırada sağlığım, hem fiziksel hem de zihinsel olarak rahatsızdı ve birkaç tanıdığımın hiçbirini orada edinmediğimi hatırlıyorum. Fakat bu yeri tekrar bulamamam hem tekil hem de kafa karıştırıcı; çünkü üniversiteye yarım saat uzaklıkta olduğunu ve orada olan kimsenin unutamayacağı garipliklerle farklı olduğunu da hatırlıyorum. Şimdiye kadar Rue d’Auseil’i görmüş hiç kimseyle tanışmadım.



Rue d’Auseil, dik, kırmızı tuğla pencereli depolarla çevrelenmiş ve üzerinden karanlık taşlardan yapılma kocaman bir köprü geçen koyu bir nehrin diğer tarafındaydı. Bu nehir her zaman gölgeliydi, sanki karşı fabrikaların dumanı güneşi sürekli olarak kapatmış gibi. Nehir aynı zamanda başka hiçbir yerde koklamadığım ve hemen tanıyabileceğim için, bir gün burayı bulabilmemi sağlayabilecek korkunç kokulara sahipti. Köprünün karşısında, raylı, taşlı dar bir yol bulunurdu; sonra da, ilk önce belirsiz olan, sonra da inanılmaz derecede dikleşen yokuş, Rue d’Auseil’e ulaşırken kendini gösterirdi.



Rue d’Auseil gibi dar ve dik başka hiç bir sokakla karşılaşmadım. Bütün araçlara kapalıydı, bazı yerlerde merdivenlerden oluşuyordu, sarmaşıklı yüksek bir duvarla biterdi; neredeyse bir tepe gibiydi. Döşemesi düzensizdi; bazen taş dilimler, bazen kaldırım taşları ve bazen de yaşamaya çabalayan gri-yeşil otlarla bezeli açık toprak. Evler ise yüksek, sivri çatılı, inanılmaz derecede eski ve çılgınca arkaya, öne ve yana doğru eğilmiş şekildeydiler. Bazen karşılıklı ve ikisi de öne doğru eğilmiş bir çift ev, neredeyse caddenin iki yanından bir kubbe oluşturacakmış gibi buluşuyor ve kesinlikle ışığın çoğunun aşağıya gelmesini engelliyorlardı. Sokak boyunca evden eve havada birkaç köprü vardı.



Sokağın sakinleri beni garip bir şekilde etkilemişlerdi; önceleri bunun sadece sessiz ve çekingen olduklarından dolayı olduğunu düşündüm; fakat sonra hepsi çok yaşlı olduğu için olduğuna karar verdim. Böyle bir sokakta nasıl yaşamaya başladığımı bilmiyorum, fakat oraya taşındığımda kendimde değildim. Bir çok fakir yerde yaşamış ve parasızlıktan dolayı buralardan da atılmıştım; sonunda felçli Blandot’un Rue d’Auseil’deki sendeleyen evine rastgelene kadar. Sokağın başından üçüncü evdi, büyük farkla aralarındaki en uzunuydu da.



Odam beşinci kattaydı; ev neredeyse boş olduğu için de, o katta birinin kaldığı tek odaydı bu. Oraya geldiğim gece sivri çatıkatından gelen garip bir müzik duydum ve sonraki gün yaşlı Blandot’a bunun hakkında sorular sordum. Onun yaşlı, Alman bir viyolacı, adını Erich Zann olarak vermiş garip dilsiz bir adam olduğunu ve akşamları ucuz tiyatro orkestrasında çaldığını söyledi; ayrıca da, Zann’ın bu yüksek ve izole; tek eğik penceresinin, sokak boyunca sokağı ortadan kesen duvarın üzerinden inişe ve ötesindeki manzaraya bakılabilen tek nokta olduğu çatıkatı odasını seçmesinin sebebinin, gece tiyatrodan dönünce çalma isteği olduğunu söyledi.



Bundan sonra Zann’ı her gece duydum ve beni uyutmasa da, müziğinin garipliği aklıma takılmıştı. Sanattan hiç anlamamakla birlikte, yine de ahenklerinin hiç birinin önceden duyduğum bir müziğe benzemediğinden emindim ve gerçekten orijinal bir dehaya sahip bir besteci olduğuna karar verdim. Ne kadar dinlersem, o kadar etkileniyordum, bir hafta sonra yaşlı adamla tanışıklık kurmaya karar verene kadar.



Bir gece işten dönerken, koridorda Zann’ın önünü kestim ve onu tanımak istediğimi ve çaldığında yanında olmak istediğimi söyledim. Küçük, ince, eğik, pejmürde kıyafetli, mavi gözlü, grotesk, satirimsi yüzlü ve neredeyse kel kafalı bir insandı; ilk kelimelerimle hem sinirli hem de korkmuş göründü. Fakat arkadaşça yaklaşımım sonunda onu yumuşattı ve bana isteksizce, onu karanlık, gıcırdayan ve sallanan çatıkatı merdivenlerinden yukarı takip etmem için işaret etti. Sivri bir şekilde yükselen çatıkatındaki iki odadan biri olan odası, batı tarafında, sokağın üst ucunu oluşturan yüksek duvara bakıyordu. Boyutu çok büyük bir odaydı; aşırı boş olması ve ihmal yüzünden de iyice büyük görünüyordu. Eşya olarak sadece dar demir bir karyola, kirli bir lavabo, küçük bir masa, büyük bir kitaplık, demir bir müzik rafı ve üç eski tarz sandalye vardı. Sayfa sayfa müzik yerde dağınık bir şekilde duruyordu. Duvarlar çıplak tahtalardan oluşuyordu ve büyük ihtimalle hiç plaster yüzü görmemişti; toz ve örümcek ağı çokluğu da alanı birinin yaşadığından çok terk edilmiş bir yer gibi gösteriyordu. Görünüşe göre Erich Zann’ın güzellik dünyası hayal gücünün uzak bir kozmosundaydı.



Dilsiz adam, oturmam için işaret ederek kapıyı kapattı, büyük tahta kilidi çevirdi ve yanında getirdiğini aydınlatması için bir mum yaktı. Artık güvelerin yediği viyolünü kutusundan çıkardı ve viyolü eline alıp, sandalyelerin en rahatsızına oturdu. Müzik rafını kullanmadı fakat, başka seçenek sunmadan ve hafızasından çalarak, bir saatten fazla önceden hiç duymadığım melodilerle büyüledi beni; bu melodiler kendi icatları olmalıydı. Tam tabiatlarını açıklamak müzikle ilişkisi olmayan biri için imkansız. Bir tür füg gibiydiler, tekrarlanan kısımları en büyüleyici şekilde bir füg, fakat benim için diğer zamanlarda odamdan duyduğum garip notaları içermemesiyle dikkat çekiciydi.



O unutulması güç notaları hatırlamıştım, ve bir çok kez kendi kendime yalan yanlış mırıldanmış ve eşlik etmiştim onlara, bu yüzden de çalan yayını indirdiğinde bazılarını çalıp çalamayacağını sordum. Bu isteğimi söylemeye başlarken, kırışmış satirimsi yüz çaldığı sıradaki dinginliğini kaybetti, ve yaşlı adamla ilk karşılaştığımda fark ettiğim o garip kızgınlık ve korku karışımını göstermeye başladı. Bir an ikna etmeye çalışmak istedim, yaşlılık kaprislerini hafife alarak; ve hatta ağırlayıcımın daha garip halini, önceki gece dinlediğim melodileri ıslıkla çalarak uyandırmaya bile çalıştım. Fakat bu yolu bir andan daha fazla izlemedim, çünkü dilsiz müzisyen ıslıkla eşlik ettiğim havayı duyduğu anda, yüzü analiz edilemeyecek bir ifadeyle bozuldu, ve uzun, soğuk, kemikli sağ eli ağzımı kapatmak ve berbat taklidimi durdurmak için uzandı. Bunu yaparken garipliğini, tek perdeli pencereye korku dolu bir bakış atarak da gösterdi, sanki davetsiz bir misafirden korkarmış gibi – çatıkatı, ev sahibinin bana söylediği gibi bütün diğer çatılardan çok daha yüksek ve ulaşılamaz olduğu, ve bu pencerenin de dik sokakta uçtaki duvarın üstünden görebilindiği tek nokta olduğu için, daha da garip bir bakıştı bu.



Yaşlı adamın bakışı Blandot’un sözlerini getirdi aklıma, ve biraz kaprisli bir halde, Rue d’Auseil sakinlerinden sadece bu huysuz müzisyenin görebildiği, ayın aydınlattığı çatı ve şehir ışıklarının yüksek ve baş döndürücü manzarasını görmek istedim. Pencereye doğru ilerledim ve o tanımlanamaz perdeleri çekecektim, fakat öncekinden de büyük bir korkmuş sinirle, yaşlı kiracı yine üstümdeydi; bu sefer beni iki eliyle sinirlice geri çekmeye çalışırken, kafasıyla kapıya doğru işaret ediyordu. Artık ağırlayıcımdan iyice tiksinmiş olarak, beni bırakmasını emrettim ona, ve hemen gideceğimi söyledim. Tutuşu gevşedi, ve benim tiksinti ve kırgınlığımı görünce, kendi siniri de geçer gibi oldu. Gevşeyen tutuşunu sıkılaştırdı, fakat bu sefer arkadaşça bir şekilde, ve beni bir sandalyeye sürükledi; sonra da dalgın bir şekilde dağınık masaya geçti, ve bir kalemle, bir yabancının karmaşık Fransızcasıyla bir çok kelime yazdı.



Bana sonunda verdiği not hem tolerans ve affedilmek için bir istekti. Zann yaşlı, yalnız, ve müzikle ve diğer şeylerle ilgili garip korkular ve sinirsel hastalıklara sahip olduğunu söylüyordu. Benim müziğini dinlememden hoşlanmıştı, ve tekrar gelmemi ve garipliklerine aldırmamamı istiyordu. Fakat garip melodilerinden bir tanesini daha çalamıyordu, ve onları başkasından duymaya da dayanamıyordu; ayrıca odasındaki herhangi bir şeye başkasının dokunmasına da dayanamıyordu. Koridordaki konuşmamıza kadar odamdan çalışını duyduğumu bilmiyordu, ve şimdi de Blandot ile onu geceleri duyamayacağım bir oda almak için anlaşmamı istiyordu. Kiradaki farkı karşılayacağını da yazmıştı.



Oturmuş bu berbat Fransızcayı çözerken, yaşlı adama karşı daha hoşgörülü hissettim kendimi. Benim gibi fiziksel ve sinirsel ıstırabın kurbanıydı o da; ve metafizik derslerim bana kibarlığı öğretmişti. Sessizlikte pencereden hafif bir ses geldi – sürgü hafif rüzgarda sallanmış olmalıydı, ve nedense ben de neredeyse Erich Zann kadar ürküp yerimden sıçradım.



Sonraki gün, Blandot bana üçüncü kattan, yaşlı bir sarraf ile saygıdeğer bir döşemecinin arasında, daha pahalı bir oda verdi. Dördüncü katta kimse yoktu.



Uzun süre geçmeden, Zann’ın arkadaşlığıma duyduğu isteğin, beni beşinci kattan taşınmaya ikna ederken olduğu kadar büyük olmadığını anladım. Ona uğramamı istemedi, ve uğradığım zamanlarda da rahatsız göründü ve isteksizce çaldı. Bu hep geceleri oluyordu – gündüzleri uyuyordu ve kimseyi kabul etmezdi. Ondan hoşlanmam artmadı, her ne kadar çatı katı ve garip müzik benim için garip bir ilgi olarak kalsa da. O pencereden dışarı bakmak için garip bir isteğim vardı, o duvarın ötesinden, ve ötesinde uzandığını düşündüğüm parlayan çatılar ve sivri tepelerdeki görünmeyen eğimden aşağı. Bir kere tiyatro saatlerinde, Zann yokken, çatı katına çıktım, fakat kapı kilitliydi.



Başardığım şey ise dilsiz yaşlı adamın gece çalışını duymaktı. İlk önce eski beşinci katıma parmak ucunda çıkar, sonra da sivri çatı katına son gıcırdayan merdiveni çıkmak için yeterli cesareti toplardım. O dar koridorda, kilitli, deliği kapalı kapının dışında, beni tanımlanamaz bir korkuyla dolduran sesler duyardım çokça – belirsiz merak ve gelişen gizemin korkusu. Sesler korkunç olduğundan değil, öyle değillerdi çünkü; fakat bu dünya küresinden hiçbir şeyi belirtmeyen titreşimlere sahiplerdi, ve belli aralıklarda tek bir kişiden çıkacağını hiç düşünmediğim senfonik bir şekle giriyorlardı. Erich Zann kesinlikle vahşi bir güce sahip bir dehaydı. Haftalar geçtikçe, çalışı iyice vahşileşti, yaşlı müzisyen de görmesi acındıran, artan bir süzgünlüğe ve sinsiliğe sahip oldu. Artık beni hiçbir zaman kabul etmiyordu, ve merdivende ne zaman karşılaşsak benden kaçıyordu.



Sonra bir gece kapısında dinlerken, bağıran viyolün kaotik bir kargaşaya yükseldiğini duydum; kendi zayıf akıl sağlığımdan şüphe etmemi sağlayacak bir gürültüydü bu, o kapalı geçidin arkasından bu korkunçluğum gerçek olduğunu belirten zavallı bir kanıt gelmeseydi eğer – berbat, anlaşılmaz bir bağırış, sadece bir dilsizin yaratabileceği, ve sadece en korkunç korku ya da acı anlarında ortaya çıkan türden. Kapıyı tekrar tekrar tıklattım, fakat hiçbir cevap yoktu. Sonra siyah koridorda, soğuk ve korku ile titreyerek bekledim, zavallı müzisyenin bir sandalyeyle zayıf yerden kalkma çabalarını duyana kadar. Bir bayılma krizinden sonra ayıldığına karar vererek, tıklamamı devam ettirdim, aynı anda da güven verici bir şekilde adımı söyleyerek. Zann’ın pencereye sendeleyerek gidip hem kepenkleri hem de pencere kanadını kapattığını, sonra da kapıya doğru sendeleyip tereddütlü bir şekilde kilidini açtığını duydum. Bu sefer benim orada olmamdan duyduğu sevinç gerçekti; çünkü bozulmuş yüzü, ceketime bir çocuğun annesinin eteklerine tutunması gibi tutunurken, rahatlamayla ışıldıyordu.



Yaşlı adam, acınası bir şekilde titreyerek, beni bir sandalyeye oturturken kendisi de, viyol ve yayının ihmal edilmiş bir şekilde yanında yerde durduğu sandalyeye çöktü. Bir süre hareketsiz, garip bir şekilde kafasını sallayarak, fakat yoğun ve korkmuş bir dinlemeyi belirten paradoksal bir şekilde oturdu. Bundan sonra tatmin olmuş göründü, ve masanın yanındaki sandalyeye geçerek kısa bir not yazıp bana uzattı, sonra masaya dönüp, hızlı ve durmaksızın yazmaya başladı. Not benden, hatır ve kendi merakım için, Almanca olarak onu kuşatan bütün muhteşem ve korkunç şeyleri yazarken beklememi rica ediyordu. Bekledim, ve yaşlı adamın kalemi uçuştu.



Belki bir saat sonra, ben hala beklerken ve yaşlı müzisyenin heyecanlı bir şekilde yazılmış kağıtları birikirken, Zann’ın korkunç bir şok yüzündenmiş gibi, yerinden fırladığını gördüm. Şüphe yoktu ki perdeleri örtülü pencereye bakıyor ve titreyerek dinliyordu. Sonra ben de bir ses duyduğumu sandım; fakat korkunç bir ses değildi, ama nazikçe alçak ve sonsuz bir uzaklıktan gelen bir müzik notasıydı, karşı evlerin birinden, ya da üstünden hiç bakamadığım uzun duvarın ötesinde bir yerde birinin çaldığını ima ediyordu. Zann’da bunun etkisi korkunçtu, çünkü, kalemini düşürerek, birdenbire kalktı, viyolünü aldı ve, geceyi, kapalı kapısından dinleyişlerim dışında, şimdiye kadar yayından duyduğum en vahşi çalışla yırtmaya devam etti.



Erich Zann’ın o berbat gecede çalışını tanımlamaya çalışmak bir işe yaramaz. Duyduğum her şeyden çok daha korkunçtu, çünkü artık yüzündeki ifadeyi görebiliyor, ve artık güdüsünün sade korku olduğunu anlayabiliyordum. Bir ses çıkarmaya, bir şeyi uzaklaştırmaya ya da bastırmaya çalışıyordu – ama neyi, düşünemiyordum bile, fakat muhteşem bir şey olması gerektiğini hissediyordum. Çalışı olağanüstüleşmeye, dehnous*, ve histerikleşmeye başladı, fakat bu yaşlı adamın sahip olduğunu bildiğim yüksek dehaya son parçalarına kadar sahipti. Havayı tanıdım – tiyatrolarda ünlü bir Macar dansıydı, ve bir an Zahn’ın başka bir bestecinin çalışmasını çalışını ilk kez duyduğumu düşündüm.



O korkunç viyolün çığlıkları ve inleyişi yükseldi; daha da yüksek, daha da vahşi. Çalgıcı inanılmaz bir şekilde terliyordu ve bir maymun gibi eğilmişti, ve devamlı çılgınca pencereye bakıyordu. Çıldırmış melodilerinde neredeyse gölgeli satirleri ve ayyaşları delice duman ve ışık bulutlarının karmaşık boşluğunda dansedip dönerken görebiliyordum. Ve sonra viyolden çıkmayan, daha tiz, daha sabit bir nota duyduğumu sandım; Batıda uzak bir yerden gelen sakin, kasti, niyetli, alaycı bir nota.



Bu önemli anda, dışarıda, içindeki çılgın çalışa karşılık vermek istercesine çıkmış olan inleyen gece rüzgarında, kepenk titremeye başladı. Zann’ın çığlık atan viyolü artık bir viyolden çıkamayacağını düşündüğüm sesler çıkararak kendini aşmaya başlamıştı. Kepenk daha yüksek sesle titredi, yerinden çıktı, ve pencereye çarpmaya başladı. Altındaki cam da tekrarlanan vuruşlarla titreyerek kırıldı, ve soğuk rüzgar içeri girip, mumları akıtmaya ve Zann’ın korkunç sırrını yazdığı kağıtları hışırdatmaya başladı. Zann’a baktım, ve aklı başında bir gözlemden çok uzak olduğunu gördüm. Mavi gözleri şişmiş, donuk ve görmez şekildeydi, ve çılgın çalışı kör, mekanik, tanınmaz, hiçbir kalemin yazamayacağı bir aleme dönüşmüştü.



Diğerlerinden daha güçlü bir esinti, yazıyı alıp pencereye götürdü. Uçan kağıtları umutsuzca izledim, fakat ben kırılmış cama yetişene kadar uçup gitmişlerdi bile. Sonra bu pencereden, Rue d’Auseil’deki duvarın ötesindeki eğimin ve altındaki şehrin görülebileceği tek pencereden bakma isteğimi hatırladım. Çok karanlıktı, fakat şehrin ışıkları hep yanardı, ve onları yağmur ve rüzgarın arasında görmeyi bekliyordum. Fakat bütün çatı katı pencerelerinin en yükseğinden baktığımda, mumlar akarken ve çılgın viyol gece rüzgarında inlerken baktığımda, altta hiçbir şehir, hatırladığım sokaklardan hiçbir arkadaşça ışık göremedim, sadece sonsuz bir boşluğun siyahlığı vardı; hareket ve müzikle yaşayan hayal edilemeyecek, dünyadaki hiçbir şeye benzemeyen bir boşluk. Orada korkuyla bakarak dururken, eski sivri penceredeki iki mumu da söndürüp, beni vahşilik ve girilemeyen karanlıkta, önümde kaos ve gürültü, arkamda da geceyi bölen viyolün şeytani çılgınlığıyla dururken bıraktı.



Işık yakacak bir yolum olmayarak, karanlıkta geriye doğru sendeleyip masaya çarptım ve bir sandalyeyi düşürdüm, sonunda da karanlığın şok edici müzikle çığlık attığı noktaya el yardımıyla varabildim. Bir an soğuk bir şeyin bana dokunduğunu sanıp çığlık attım, fakat çığlığım o korkunç viyolden duyulamıyordu. Birdenbire karanlığın içinden deli gibi kesen yay bana çarptı, ve çalgıcıya yakın olduğumu anladım. Önüme doğru uzandım, Zann’ın sandalyesinin arkasına dokundum, ve omzunu bulup kendine gelmesi için salladım.



Karşılık vermedi, ve viyol yine durmadan çığlık atmaya devam etti. Elimi, mekanik sallanışını durduramadığım başına götürdüm, bu sırada da camdan garip rüzgar akımları karanlık ve karmaşada dans eder gibiydi. Elim kulağına dokunduğunda titredim, neden bilmiyordum – o hareketsiz, buz gibi soğuk, sert, nefes almayan, donuk gözlerinin boşluğa doğru sebepsizce şiştiği o yüze dokununcaya kadar. Birdenbire, bir mucizeyle, kapıyı ve büyük tahta kilidi bulunca, karanlıktaki o camsı gözlü şeyden, ve ben kaçarken bile nefreti artan o uğursuz viyolün hortlağımsı inlemesinden delice kaçtım.



Karanlık evin sonsuz merdivenlerinden aşağı atlayarak, kayarak, uçarak inmek; dar, dik, ve eski merdivenli ve sendeleyen evli o caddeden delice koşmak; alt sokaklara ve kirli vadi-duvarlı nehre merdivenlerden ve kaldırım taşlarından koşmak; büyük karanlık köprüden bildiğimiz daha geniş, sağlıklı sokak ve bulvarlara doğru nefessiz koşmak; bütün bunlar hala benimle olan korkunç anılar. Hatırladığım kadarıyla da rüzgar yoktu, ay çıkmıştı, ve şehrin bütün ışıkları parlıyordu.



Bütün dikkatli arama ve araştırmalarıma rağmen, o zamandan beri Rue d’Auseil’i bulamıyorum. Fakat pek de üzgün değilim; bunun için de, Erich Zann’ın müziğini açıklayabilecek tek şey olan dikkatle yazılmış kağıtların hayal edilemeyecek boşlukta kaybolması için de.









HP Lovecraft adlı korku edebiyatı yazarının bir hikayesidir ben etkilendim sizlerle paylaşayım dedim..

__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 06.02.17, 02:03
Drogo - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 13.09.16
Bulunduğu yer: manisa
Mesajlar: 1,572
Etiketlendiği Mesaj: 17 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Allah razı olsun bu güzel paylaşım için.

__________________
Hiç kimse vazgeçilmez değildir.
Ve kimse kendini vazgeçilmez sanan
biri kadar aptal değildir.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 09.04.17, 08:49
 
Üyelik tarihi: 28.11.16
Bulunduğu yer: Türkiye
Mesajlar: 2,272
Etiketlendiği Mesaj: 110 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Emeğine sağlık

.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 15.06.18, 01:55
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 14,873
Etiketlendiği Mesaj: 900 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Sayın SiLence, konu paylaşımınız için teşekkür ederiz.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
erich, muzii, zannin


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Türk Sanat Müziği Makamları ve Anlamları (Makamların ruha etkisi) Lady Ses ve Müzik 1 12.01.24 01:46
Alevi müziği kahvei Farklı inanış biçimleri 0 25.02.21 21:37
Türk Müziği Makamlarının Ruha olan etkileri (Farabi) bitter Ses ve Müzik 2 17.10.20 06:55
Herkesin kendine özel rengi, kokusu, taşı ve müziği vardır Sin Tıbbı Nebi 7 13.03.19 14:54
Erich Von Daniken ile Ddünyadışı Varlıklar Röportajı SiLence Gizemli Olaylar ve Mekanlar 6 16.06.18 22:22


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 20:20.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com
Havasokulu.com appears to be a website focused on "Havas ilmi," which involves various metaphysical and spiritual practices such as vefk (amulets), tılsım (talismans), bağlama (binding spells), celb (attraction spells), nazar (evil eye protection), rukye (healing through prayer), and other related topics like hadim, hüddam, and tasavvuf (Sufism). The site offers content related to personal development, metaphysical studies, and secretive or esoteric knowledge.

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147