|
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
|||
|
|||
Tayy-i mekan konusu - Dr. Münir Derman
Tayy-i mekan konusu nedir ne değildir? - Dr. Münir Derman
Tayy: Bükülmek toplanıp gitmek mânâsına gelir. Tayy-i mekân: Bulunduğu yeri değiştirmek. Başka tarafa gitmek mânâsınadır. Tayy-i mekânda ferahlık vardır derler... Bir de mânevî taraftan “tayy-i mekân” diye daima söylenen bir söz vardır. Bu mümkün müdür? Sualine bu asırda cevap vermek kolay ve hem de o kadar güçtür. Bu asırda tayy kelimesini şöyle kullanmak mümkündür ve ispat edilmiş ve apaşikâr meydandadır: 1- Tayy-i ses : Radyo. Telsiz. 2- Tayy-i sûret. : Televizyon. 3- Tayy-i renk. : Renkli televizyon. Bunların nasıl vuku’ bulduğu bugün ortadadır. Ve fennen izahı da gâyet kolaydır. Elektrik, ziyâ, elektron, ihtizazlarının sürati saniyede 300.000 km zaman mefhumunun dışında bir sürat.. Ses, sûret, renk, bunların hepsi madde değilse de öyle görünür, öyle kabul ediliyorsa da bunlar da maddedir. (Kuvantum nazariyesine göre.) İnsan aklı, insan düşüncesi ve “bilmediğimiz ruh”. Bu meleke ve duyguların da diyelim ki ziyâ ve elektrikten daha A (delta) kadar saniyede fazla sürati var. Yani V= 300.000 +A... Elektrik saniyede dünyayı 7,5 defa dolaşıyor. Düşüncenin dolaşması saniye bile değil... Arada zaman mefhumu en kısa bir şekilde bile yok... Bulunduğunuz yerden TV ekranına sûretimizi verelim. Amerika’da aynı anda oradaki ekranda görünürüz. Amerika’da göründüğümüz ekrandan başka bir verici ile aynı sûretimiz tekrar bize gönderilse, başka bir ekranda görsek her iki ekranda da bir aynanın karşısında hareketlerimiz nasıl aynı anda ise o da öyledir. Ses de öyle. Sûret de öyle. Renk de öyle... Ziyâ, elektrik saniyede 300.000 km. sür’atdedir. Ses ise, saniyede 350 m. dir. Burada ses elektriğe tahvil edildi mi sürat, ziyâ elektrik süratine çıkıyor... “Bu târif çok mühimdir...” Mi’racda : Resûlü Ekrem Mekke’den Kudüs’e “Abid” olarak gitti. “Abid” ruh değildir. Ruh ile cesed birlikte demektir. Mi’rac hayal veya rüya da değildir. Kelimelerle şöyle deriz. Olduğu gibi “ân-ı vahit” de gitti. Diğer bir tâbirle “tayy-i mekân” etti. Kelâmullaha inanıyorsanız “tayy-i mekân” demek ki mümkündür. Ve oluyor da. Olduğuna göre vâcibdir yani mümkündür demektir. “Namaz mü’minin yani inananın mi’racıdır” sözü de, inananlara namaz ruhen mi’racdır demektir. Ceseden mi’rac yalnız Resûlü Ekrem’e aittir. O’nu taklit etmemek için kula ceseden mi’rac mümkün değildir. Şimdi, mi’rac “tayyi mekân” değildir. Anlayamadığımız ilâhi bir hadisedir... Amma ceseden ve ruhen “tayy-i mekân” mümkündür? Bu nasıl olur? Mesele zâten bu... Evvelâ Resûlü Ekrem’in daire-yi ruhaniyetine girmek lâzımdır. Bu ne demektir... Bir damlanın deryaya düşüp orada derya ile karışıp damlanın kaybolması değil de onunla birleşip derya olmasıdır ki bu o damla için “HİÇ” olmaktır. Bu hiç olmak ne demektir? Sonsuz kâinatta herşey ALLAH’da hazır ve nazırdır. “ALLAH her yerde hazır ve nazır değildir”. ALLAH olmasa hiçbir şey yoktur demektir. “ALLAH yer yerde hazır ve nazırdır” sözü tamamıyla yanlıştır. Çok mühimdir... Bu yanlışlığı ilk evvelâ anlamak lâzımdır. Bu güçtür. Bunu anladı mı “tayy-i mekân” sözü bile kaybolur. Bu sözleri çözmeye çalışmalıdır. Bu ne öğretilir. Ne de anlatılır. Yaşanır... Evvelâ: Rüya ile tayy. Ses ile tayy. Sûret ile tayy. Renk ile tayy. Koku ile tayy. Ruhla tayy. Ondan sonra ruh ve cesedle tayy-i mekân gelir. Bir şeyi aslı ile anlamak “aklın, idrakin tayyidir”... Geçenlerde “Kusto” ismindeki kaptan Septe boğazın daki Akdenizin suyu ile Büyük Okyanus’un suyunun ve balıklarının karışmaması karşısında şaşırıp kalmıştır. Doğa hadiselerine yani Sünnetullah’a aykırı olan bu hadiseyi, Kur’ân âyetlerinde bulmuş aklı ile tayy ederek ALLAH’ın varlığına varmış ve inanmıştır. O hâlde akıl ile tayy asıl tayydır. Aklın da bir hududu vardır. Ondan sonra bir yerde akıl durur... Bir de Amerikalı astronot Mısır’da ezan sesi işitmiş ve : “Ben bunu, bu anlamadığım sözleri ayda da işittim!” demiştir. Bu da ses ile tayydır. Ama bunda bir yanlışlık var. Ayda yaşanacak hava olmadığından astronot açık kulak ile değil, içinde bulunduğu maskelerin içinden telsiz ile bu sesi almıştır. Ses saniyede 350 m. sür’attedir. Astronotun o hâlde duyduğu ses elektriğe tahavvül ettiğinden telsizine gelmiştir diyelim. Amma ifadesi şüphelidir. Bu sesi kim telsize verdi. Başka telsizler almıyor da o niye aldı. Astronot efendi mi alıyor bunu? Astronot: “Duydum!” diyor. O hâlde hep birlikte “duydu!” diyelim. Ne olacak?.. Bunu kabul edelim. Bize ne kazandırdı. Ne oldu? Yine aynı sapık düşünce, böyle şey olamaz fomülüne esir gibi bağlanıp duralım... Devam ediniz o hâlde... Amma astronotun kat’iyetle duyduğunu kabul edelim. Bu başka meseledir. Söylenemez... Söylenip de herkes tarafından idrak edilecek olursa dünyada münkir kalmaz. Herkes secdeden başını kaldıramaz. Amma, bir amma daha, takdir-i ilâhi böyle de ondan herkes inanamaz. Biz de burada takdire karşı söz söyleme cür’et ve yetkimiz yoktur... İlâhi hadiseler insan dimağına dökülemez. Beşer aklı ile bunu hâlletmeğe çabalarsanız, bütün ilâhî şeylerin hepsi kıymetini kaybeder. Kâinatta düşünebildiğin her şey mümkündür. Düşünemediğin şeyler mümkün değildir. Güneş doğar, batar. Güneşin tekrar geri dönüp batıdan doğuya doğru gideceğini düşünemeyiz. Bu mümkün değildir. Kâinat kanunlarında aksaklık yoktur. Bilgisizliktir. Bunların hepsinin sebebi... Hangi bilgisizlik: Aklın ötesine inanmamak cehâleti... Şimdi devamlı Abdestli iken: Seccade denilen buraka binmek. Bir tekbir alarak seccade üstünde mi’raca çıkmak. Böylelikle sana senden yakın olan ALLAH’a seyretmek, işte “tayy-i mekân” budur. Abdestli olmak daima hazır olmak demektir. Arz üzerinde heryer bir seccadedir. Böyle olan daima görmeden “tayy-i mekân” hâlindedir. Bunu gafletten ayrılarak idrak etmek gerekir. “Tayyi mekanı” ve imkânlarını arama!.. Her an böyle olan bir insan “tayy-i mekân” ediyor fakat farkında değildir. Herşey ALLAH’da hazır ve nazırdır. Bunu unutma... Yani ALLAH’dasın. “ALLAH ile ALLAH’a doğru gitmek” demektir bu... Garip bir söz... Evet öyle gibi amma hele dinle: Tayyarede olan bir şahıs bulutlar arasında 8.000 m. yükseklikte uçarken bulutlara ve aşağıya baktığı zaman, hareket ettiğini anlayamaz, göremez. Halbuki saatte 900 km. süratle tayyare gittiği hâlde tayyarenin yerinde durduğu görülür, zannedilir. Bu âlet tayyare süratle gittiği hâlde tayyarenin yerinde durduğunu zannedersin. Bu his bir nevi “tayy-i mekân” hissini gösterir. Hakikatte siz tayyarede yer değiştiriyorsunuz ve 900 km/saatte süratle hareket hâlindesiniz... Bu sürati, ruh süratine çıkarırsanız “tayy-i mekân” da bu bir anda vuku’a gelir, insan bunun farkına varmaz... Rüyalar bir saniyede görülür. O kadar uzun gördüklerin.... Tayy-i ses, Tayy-i sûret, Tayy-i renk de böyledir. Ziyâ saniyede 300.000 km sürat... Ses ise saniyede 350 metredir. Bu, hava dahilindedir... Tayy-i ses ise bu kanuna bağlı değildir. Şu küçük târif ve izahlardan “Tayy-i mekânın” ruhun kuvveti ile bağlılıkla ve cesedi ile birlikte götürmesi ile mümkündür. Bir de cesed tayy etmeden başka yerde görünmek, konuşmak tayyı vardır ki buna bazıları “telepati” diyorlarsa da, tamamıyla yanlış ve asıl “tayy” ile hiç alâkası yoktur. Hatta böyle mütalâa etmek ve düşünmek yanlıştır. Mânevî bakımdan da hatadır. Küfür de olabilir. Hem olur da... Bu gibi düşüncelerden sıyrılmak lâzımdır. Cesedi ruhun emrine vermek lâzımdır. Ruh, cesedde bulunduğu zaman, cesed onun için bir mekândır. İkisi birlikte dünya mekânındadır. İnsan, ruhu ile, cesedi ile bir mekândadır. Amma aslen ruhu ile de lâ mekândadır. Mânevî âlemde bildiğimiz cesede müteallik kanunlar yoktur. Cesed ve ruh, “Nefis” denilen ne ise onunla birlikte bocalamaktadır. Nefsi aradan çıkarmak lâzımdır. Bu da çok güçtür. Nefis, Cesed, Ruh hepsi birliktedir. Yaratılış takdiri böyle...
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#2
|
|||
|
|||
Aynaya bakan bir insan nasıl kendisini orada görürse nefis de böyledir. Aynada sen görünüyorsun amma madde değilsin.
Hiçbir kelime ile “nesin†târif edemezsin... “Nefsini bilen ALLAH’ını bilir†mübârek sözü, “ALLAH’ı bilen nefsini bilir†değildir. Evvelâ nefsi bilirsin o zaman ALLAH’ı bilirsin. Peki ALLAH’ı bilmek ne demektir? ALLAH bilinmez. O’nda hazır ve nazır olduğunu, O’nda hiç olduğunu, “senin†olmadığını yalnız ALLAH’ın var olduğunu anlamaktır. “ALLAHı bulamadığını insan idrak ettiği anda ALLAH’ı bulmuştur.†Sözü budur. Bu söz çok büyük bir sözdür. Büyük bir sırrı ifadesidir. Bu sırda Resûlullah’ın bâtını gizlidir. O bâtından sızan sözlerden birkaçına mazhar olan Eba Hüreyre : “Söylersem kâfir oldu diye boynumu vurursunuz!†demiştir. Bu ne demektir? Görmeyen bir insanı çiçeklerle dolu bir bahçeye götürsen o a’ma, o güzel renkli çiçekleri göremez. Fakat gözü açılırsa bahçede olduğunu görür ve anlar. Biz de dünya yüzündeyiz. Görüyoruz, işitiyoruz, duyuyoruz, düşünüyoruz. Bir nevi bu görmek, işitmek, düşünmek âletlerimizle bilmediğimiz bir rüya âlemindeyiz. Onun aslını rüya dediğimiz bir nevi ekranda görüyoruz. İşte bu dünya âleminde aslını anlamak ve O’nda erimek, O’nunla olmak için nefsi aradan silmek lâzımdır. Resûlü Ekrem zamanında hiçbir kimse “tayy-i mekân†yapamamıştır, yapamaz da... Bu kudreti elde etmek herkesin kârı değildir. Yalnız Hz. Ömer zamanında Hz. Ömer hutbede iken birden bire “El BASÎR†ile yani gözü ile kendini bilmeden tayy ediyor ve Şam’da harbeden Sariye ve ordusunun, müşkül durumda olduğunu görüyor ve hemen ses ile tayy ederek : “El Cebel Yâ Sariye!†diye haykırıyor. (Haykırmak hayret ve korku hâlinde olur). Şamdaki bütün ordu Ömer’in sesini duyar ve ona göre tertibat alarak kurtuluyorlar. Ses burada dünya kanunlarına tâbi değildir. Yani saniyede 350 m. süratte değil. Ruh süratindedir. “Es SEMİ’†esmâsı ile bu ses hemen gidiyor... Tayy-i mekân, tabeinden sonra mümkün olmuştur. Ve bunun ilk nasibine mazhar olan zât da meçhuldür. Bugün düşünürsek: Bu asırda ses, sûret, ruh ile tayy yapabilenler vardır. Cesed ile tayy edenler çok enderdir. Onlar da bu mazhariyete nasıl kavuştuklarını bilemezler. Himmet nasıl hakiki mürşidden izn-i ilâhi ile bir anda müride verilirse, cesed ile tayy da doğrudan doğruya tevfik, ihsan ve himmet-i ilâhi ile verilir. Sonu beklenmeyen bir sabır içinde olmak ve birşey beklemeden Resûlü Ekrem’e yanaşmak gayretine girmek lâzımdır. Ruh temizdir. Nefis ile alâkası nisbetinde bu safiyeti zedelenir. Nefsi yıktıktan sonra cesedi ruhun temizliğine ulaştırmak işi gelir. Cesed de temizdir. Fakat ruh nefs ile yaptığı gayrı şuûrî işlerden dolayı safiyetini kaybeder. Ve bütün uğraşmalar bir fayda vermez. Bunun için muhitinle temiz ol! Elbise ile temiz ol! Ev ile temiz ol! Cesedinle temiz ol!.. Daima abdestli olmak. Helâl yemek. Haramı bilmeyecek derecede haramdan uzak durmak. Velhasıl cesedi tam safiyet hâline getirmek... Öylelikle, huzurla ibadete yönelmek lâzımdır. Bu sûretle temiz cesedle ruhun kudretinden istifade etmek lâzımdır. Eskiden bu işler: Çilelere katlanmak, isyan etmemek. Her şeyden razı olmak. ALLAH’ın maddî kanunlarına inkıyad ve ruhanî emirlere bağlanmak değil de, onlarda eriyecek derecede ilerlemek lâzımdır. Ondan sonra: Arbain denilen perhiz ve yalnızlığa, kuvvetli bir mürşidin himayesinde girmek gelir. Sonra o mürşid, mürid hak etmiş ve o kemâle ermiş ise müridi halvete alır... Halvetten sonra ceseden ve ruhen bir sterilizasyondan geçmiş olursun. Muakkâm olan yani her şeyden temizlenip sterilize olan bir maddeye mikrop ve haram yanaşamaz. Ondan sonra da Resûlü Ekrem’in ruhaniyetine yanaşmak işi gelir. O her şahsın kendi kudret ve kabiliyetine bağlıdır. Ve bu işlerde meşguliyetde: Gurur ve kibirden katiyetle uzak olmak birinci şartdır. Zira gurur ve kibir bağışlanmaz bir günahdır ve şirkdir. Bunu unutmamak lâzımdır. Zira ALLAH kelâmında; daima ve her yerde Kur’ân-ı Kerimde: “Şirk koşmayın!†lâfzı celilinîn mânâsı budur. “Koşmayınız!†cemi olarak değil de müfred olarak zikredilmesi, teker teker “koşmayın!†emridir ki bu da gurur ve kibiri ifade etmektedir. Tayy-i mekân; ses, sûret, şekil başka bir yerde görünmek keramet çerçevesi içindedir. Ceseden gitmek, kerametin üstünde ilâhi izne tabi’, kelimelerle izah edilemeyen ancak tezahür eden bir hadisedir. Resûlü Ekrem zamanında tayyi mekân, ceseden kim tarafından vâki’ olduğu hakkında bir habere tesadüf edilmemiştir. Yalnız Hz. Ömer, hilâfeti zamanında El BASÎR esmâsı ile görüp, Es Semi’ esmâsı ile sesini ulaştırmıştır. Hz. Ali ‘de de Resûlü Ekrem’den sonra birçok keramet şeklinde hadiseleri varsa izhar etmemişlerdir. Hatta hutbede birden bire haykıran Ömer’in: “Niçin? Bu nedir?†diye Hz. Ali’ye sorduklarında : “Sariye geldiği zaman ona sorun!†buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerimde şu âyetlere bakmak ve hakiki mânâlarını anlamak lâzımdır: l- İnneme’l- mü’minun: Bunun mânâsı, imanda kemâle erişmişler, ALLAH’a yakınlığı tahkik ve irfanına erişen sıddıklar demek. 2- Mü’minin: Resûle tamamıyla bağlı ve onda eriyerek ALLAH’ın tevhidine yanaşanlar. Kur’ân-ı Kerimdeki bu âyet ve kelimelerdeki hitabı anlamak ona erişmek lâzımdır. Ondan sonra: “Ve ilâ Rabbike fergab†Ondan sonra yaklaş!.. Yani ondan sonra ALLAH’ın insana bahşettiği “RABB†kuvvetlerine yanaşmak ve o kuvvetleri o zaman kullanarak, hünerlerine sahip olmak ancak mümkündür. RABB, ALLAH’ın esmâ ve güçleri ile kâinatta herseyde tecellîsi “RABB†dır. Bunların yekûnu “İLÂH†dır. “ALLAH†değildir... Bunları yaratan yani tezahür ettiren O’dur. Ancak bunların yekûnu: “HAYY ve KAYYUM†olan İLÂH, ALLAH’dır. Bütün bu tezahürat doğrudur. Değişmez. Hatadan âridir. Yani “HAKK†dır demektir. Musa ağaçtan ses işitti: “Ben senin RABB’ınımâ€. Fakat RABB’ı görmedi. Mansur: “Ene’l-HAKK!†dedi. Ondaki tecellîyi gördü. “Ben O’yum O’nda eridim!†dedi. İşte bu “HAKK†dır. Ağaçtan ses geliyor: “Ben RABB’ım!†diye... Böyle olduğuna göre Mansur’un: “Ben HAKK’ım!†demesi niçin küfür oluyordu. Anlamadılar Mansur’u i’dam ettiler. Fetva veren Şebeli bilmiyor mu idi? Biliyordu... Kendisine sorduklarında: “RABB, HAKK cübbemin altındadır†dedi. “Peki niçin bu fetvayı verdiniz?†sorduklarında: “Sırrı kimse bilmesin dayanamaz. Şeriat hududunu muhafaza†için diye cevap verdi. Yâ RABBÎ!: “Ey tecellî eden ALLAH’ın kudretleri! onun menba’’ı, insanda tecellî eden kudret, o kudretle onun menba’’ına çevriliyorum!†demektir. Yâ HAKK! : “Bende tecellî eden kudret Hakkdır. Onu tasdik ederim. Ona iman ederim. O, ALLAH’ın bende tecellî eden kudretidir.†demektir. “Görmediğim ALLAH’a secde etmem†diyor Hz. Ali. “Rabbikümatekezziban†“Bu RABB da mı yalandır...†“Rabbi’l- izzeti gördüm.†Resûlü Ekrem buyuruyor. “ALLAH’ı gördüm†demiyor. “ALLAH, Lâ İlahe illâ hüvel Hayyu’l- Kayyum†: Mânâsı: “ALLAH ilâh değildir, ilâh yoktur. Ancak HAYY ve KAYYUM olan İLÂH, ALLAH’dırâ€. Mansur: “Ene’l-HAKK†dedi. “Ben ALLAH’ım†demedi. Mezarda sual varmış derler. Orada da: “RABB’ın kim?†sorulacak. “ALLAH’ın kim†denmeyecek... Hristiyanlar İsa’ya: “RABB†diyorlar. ALLAH diyemezler. İsa’nın babası yoktur. Kudret-i ilâhi ile, Meryem hâmile kalmıştır. “O hâlde baba ALLAH’dır!†derler. Yani kudret-i ilâhiyedir, İsa’da tecellî etti demektir. Evanjelistler: “İsa’nın ne anası vardır ne de babası... ALLAH, İsa şeklinde göründü, emirleri verdi yine ref’ oldu†derler. Ve İsa’nın göğe ref’ oluşu bu demektir. Bu da ALLAH’ın RABB şeklinde kudret tecellîsidir. Bu düşünce çok mühimdir. Boş değildir. “Bunların hepsi, münakaşayı mucib olacak pürüzleri bertaraf edilirse†aynı kapıya çıkar. Hepsi ALLAH’a inanmışlardır. Hepsi “innemel mü’minun†hitabı içindedirler. Buraya kavuşana ne mutlu!.. İnsanda tecellî eden ilâhi kudretler RABB’dır. Bunları ALLAH’ın kudreti olduğunu bilmek ve tasdik etmek “HAKKâ€dır. O da HAKK’ın tecellî kudretidir. Bu kudret ref’ oldu mu canlılık ortadan kalkar. Yani insan fânidir demektir. Onun için RABB, HAKK, ne demektir bunu öğren. EL HAKK: Esmâi hüsnâdır. Bütün esmâlar “ALLAH†ism-i celiline sıfat olur. Esmâlara ALLAH lâfzı yani telâffuz edilen kelime sıfat olmaz. Dikkat buyrulursa isim ve lâfızlar ALLAH’a değil, ALLAH ism-i celiline racidir... Y İLÂHİ! ne demektir: “Kudret ve güçleriyle her şeyde tecellî eden “İLÂH†bütün bu kudretler güçler Sendendir. O güçlerle bana yardım et ki o güçlerden bana da verdin, izin ver!†demektir. Y RABB! ne demektir: “Kâinatda canlı cansız, görünür görünmez her şeyde esmâları ile tecellî eden bu esmâlardaki kudretlere sığmıyorum!†demektir. “Kul eûzu’larâ€... Y ALLAH! ne demektir: Bu doğrudan doğruya Zât-ı Ahadiyete hitaptır ki: “Kâinatda hiç birşey yoktur. Ben de yoğum. Sen varsın. Sende eriyorum. Sen bilirsin, takdirin ne ise o olur!†demektir. “ HAKK’ı nerede arıyorsun?†diye sormuşlar meczub kisvesi ile görünen o adama: Demiş ki : “Ne yerdedir. Ne göktedir. Ne sendedir. Ne bendedir. Hepsinin içindedir...†Tayy-i mekânıda onlardan duymuştum ve tecrübesini de yaptırmışlardı. Ve şöyle izah ettiler: Evvelâ gideceğin yeri düşünüp fikren tesbit ve görmek lâzımdır. Nerede göreceksin ( ... ) ekranında... Ondan sonra ( ... ) okunur. An-ı vahidde tayy-i mekân vâki’ olur. Gösteri için tayy-i mekân doğru değildir. Tayy, bulunduğun yerde iken namaz vaktinin ya geçmesi, veya girmiş olmaması lâzımdır. Meselâ : Öğle vakti henüz girmedi. Vakit gelen yere, veya henüz gelmeyen yere tayy olur. Öğleyi kılmış yere, bulunduğun yerde öğleyi kılmadan tayy yok... Kıldıktan sonra öğle vakti gelecek yere gitme yok. Henüz bulunduğun yerde vakit gelmeden vakit gelecek yere evet, vakti olmuş yere hayır. Oruçlu iken bulunduğun yerde vakit girmedi ise, vakit yakın olan yere evet, vakti geçmiş yere hayır... Tayy-i mekânda gideceğin yer ne kadar uzak olursa olsun seferi değilsin. Unutma! Bu işde seferilik yoktur. Bunu da unutma!.. Bu lâfları hikâye gibi dinle! Yapmadığın veyahut henüz yapamadığın işlerin târifinden başka birşey söylemiyoruz. Sesin tayyi, görünme tayyi, her vakit olur. Cesedî tayy, yukardaki târif içinde olur. Gündüz ise, gündüz olan yere, gece ise, gece olan yere tayy yapılır... Zulümden, belâdan, âfetden, esaretden kurtulmak maksadıyla tayy, “takdire†isyan gibidir olmaz. Tayy-i mekânda cesed, ruhun tamamıyla emrindedir. Cesed o anda ruh gibi seyyal ve lâtif olur. Adeta atomlarına ayrılmıştır. Sür’at ruhun sür’atidir ki ziyâ ve elektrik sür’atinden fazladır. Tayy yapan zât: Eşyayı da, hayvanı da, nebatı da, insanı da, birlikte aynı şekilde tayy yaptırır. Her hangi birinin rüyasına girmek de bir nevi şeklî taydır. Bu gibi rüyaların tefsiri rüya görene aittir. Ki bunda : ikaz, ihtar, davet, iyiliğe çekme vardır. “Resûlü Ekrem’i†rüyada görmek, Resûlün arzusu iledir. Gizlidir. Gördü mü insan kimseye söylememelidir. O zât sahabe olmuş olur. Bilmeden onu gören de tabein olur. Bu sûretle sahabe ve tabein dünyada eksik olmaz. Söylenmediği takdirde bu gibiler tavırlarından, yüzlerinden bellidirler. Fakat ehli için ancak... Onun için bir kimseyi hor görme! Kibre gidersin... “Sol dimağ düşünce merkezidir. Orada hasıl olan ilâhi, mânevî görünmeyen kudretin ekranı sağ avuç içidir.†“Arz-ı vâsi’ ister isen, Gir ( ... ) kabzına Arş ü kürsî’den geliştir ( ... ) nin âyesi...†Lâfı bunu gizli olarak haykırmaktadır. Fakat insandaki: Başta kibir, şüphe, şeklî hürmet bunu nasibetmez... Çünki fazla kulak varken konuşulmaz. Şunu da unutma! Dua haricinde diz çökmemelidir. Söylerler ya: “Ruhun mabedi, tapınağı ceseddir.†Bu yukarıda anlattığımız hikâye tarzındaki mesele bir hadîsde gizlidir. Yani insanda gizlidir... “Âlimin kanı zehirlidirâ€... Rivâyete göre bu badisdir... Ebu Hanife elini müthiş zehirli bir akrebe sokturmuş, akrep bu müddet sonra ölmüş: İmamı Azam: “Sadakai Resûlullah†demiş... diye kitaplarda yazar. Bu ne demektir? “Âlimin ilmi, akıl hududunun bittiği ilimsizlik ilmidir. Bir nevi ilmin cehlidirâ€... Bu cümleyi biz uydurmadık. Söyleyen söylemiş. Asıl hikmet buradaki cehilde gizlidir. Yukardaki hadîsin ifade ettiği mânâ da budur... “Âlimin kanı zehirlidir.†demek ne ifade ediyor. Akrebin zehiri de hakiki müthiş bir zehirdir. Hakikat olan bu zehir, aslen zehir olmayan kan ne zehridir. Fakat ortada olmuş bir olay vardır. Burada mecazî mânâ aramak Sünnetullahda cari değişmeyen kanunlara mugayirdir. O hâlde bu nedir? Hazreti Ömer’in halifeliği sırasında Bizansdan gelen müthiş zehiri içtiği ve birşey olmadığı da rivâyet edilmektedir. Şimdi düşünmek size düşüyor. Ebu Hanife’ye birşey olmaması akrebin zehirinden, aynı zamanda akrebin ölmesi ise o da şaşırtıcıdır. Akrebin zehiri kendine birşey yapmıyor. Amma akrep intihar edeceği zaman kendi kendini sokar ve ölür. İnsanların kendi kendini nasıl soktuğunu cemiyetlere bakarak öğrenebilirsin… Sözümüz o kadar... 10.11.1983 Dr. Münir Derman k.s İnisiyatik Bağlanma Üzerine - René Guénon..
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#3
|
||||
|
||||
Allah razı olsun bu güzel paylaşım için.
.
__________________
Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Ve kimse kendini vazgeçilmez sanan biri kadar aptal değildir. |
#4
|
|||
|
|||
PayLaşım İçin TeşekküRLeR
|
#5
|
||||
|
||||
Bu cok degerli paylasiminizdan oturu tesekkur ediyorum.Allah razi olsun sizlerden
|
#6
|
|||
|
|||
ALLAH razı olsun bu mubaregin feyzinden bizleride nasiplendirsin inş
|
#7
|
|||
|
|||
Allah razi olsun paylasim icin teşekkür ederim
|
#8
|
|||
|
|||
Çok değerli bir zaat belli Allah sırrını yüce eylesin İnşAllah
|
#9
|
|||
|
|||
tezahür ilmi nedir ? ilmen tezahür ilmi mi zordur ?tayyi mekan mı?
bir çok ilim çeşidi mevcuttur karşımıza çıkan tezahür ilmi ile ilgili yazı bulamadım yardımcı olabilecek var mı?
|
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Derviş (Münir Derman) | Why | Münir Derman | 0 | 11.12.23 01:34 |
Münir Derman Kimdir | Why | Münir Derman | 1 | 07.12.23 17:16 |
Münir derman ile ilgili | Barfi | Sorularınız | 4 | 22.11.23 11:13 |
Ricali Gaybın Kırklar Grubu - Dr. Münir derman Hz | Adalet | Tasavvuf & Tarikatler | 12 | 22.01.23 19:33 |
tanımayanlar için dr. münir derman hz. haytından bir kesit | zafer01 | Sizden Gelenler | 4 | 30.08.19 14:07 |