#1
|
|||
|
|||
El-vekîl (c.c)
EL-VEKÎL
(C.C) El-Vekîl, Allah’ın doksan dokuz isminden birisidir. Lügat manası; işlerini kendisine bırakanların, işlerini kendilerinden iyi yapan demektir. Allah ne güzel Mevlâ ve ne güzel Vekîldir. İşlerin O’na havale etmek, yani O’nu Vekîl tayin etmek, O’na tevekkül edip sığınmak kulun yapacağı en doğru yoldur. Bir başka ifade ile kulun yapacağı iş ve amellerinin, sarf ettiği gayretlerin yerini bulması için daha önce o işin iyi olabilmesi için yaratıcısı Allah’tan muvaffakiyet dilemesi demektir. Yoksa hiç çalışıp çabalamayıp her şeyi oluruna bırakmak, “ben işimi Allah’a emanet ettim!” demek tevekkül değildir. Tevekkülde bütün gayretler gösterilir. Ondan sonra Allah’tan yardım istenir. Böylece kul hem maddeten hem de manen vazifelerini yapmış olur. İnsan her işte Allah’a sığınınca o iş kendi istediği gibi olmasa bile “bu işin böyle neticelenmesi benim için hayırlıymış!” deyip tevekkülle karşılaması gerekmektedir. Devamlı rabbine sığınacak ve sığınmaya da devam edecektir. İşte şairin dediği gibi, “Neylerse Mevla’m eyler, eylerse güzel eyler!” diye teslimiyetimizi arz edeceğiz. AYETLERİN IŞIĞINDA VEKÎL İSMİ ŞERİFİ Ebu Ubeyde (r.a.) “Vekîl” ismi celinin manasını kısaca şöyle açıklamıştır: Vekîl, yüce Allah yarattığı her şey üzerinde gözeticidir ve Hafiz (emin) olan hepsinin rızıklarının ve idarelerinin kendisine ait olduğunu bildirendir. İsra suresi 22. ayette yüce Rabbimiz buyurmuşlardır: “Doğrusu, benim mümin kullarımın üzerinde senin bir hâkimiyetin olamaz. Rabbin Vekîl olarak yeter.” Bu ayeti celilede gerçek müminlere müjde vardır. Rabbimiz şeytanın insanlar üzerinde mutlak bir hâkimiyetinin olamayacağını bildiriyor. Çünkü gerçek bir mümin, Allah’ın emirlerine itaat edip yasaklarından sakınır. İşlerine “Bismillâhirrahmânirrahîm” yani “Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla…” diyerek başlar. İşe başlamadan önce yüce yaratıcısına müracaat eder, ondan müsaade ister, yardım ister ve onun bu işte “Vekîl” olmasını talep eder. İşte böylece kul, kul olmanın bilinci içerisinde yaratıcısından müsaade aldıktan sonra rabbine havale eder. Yaptıkları her şeyi Allah rızası için yaptıkları için şeytanın hile vesveselerine aldırmazlar. Zira onların yardımcısı, koruyucusu Allah’tır, diyor yüce kitabımız… “Nitekim gerçek şu ki iman edip de yalnız rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hâkimiyeti yoktur!”7 diye buyrulmuştur. Hikâye edildiğine göre salih şahıslardan birine bir Yahudi gelerek, “Biz Yahudiler kalp huzuru içinde şeytanın vesvesesi olmadan ibadetlerimizi yapmaktayız. Siz Müslümanların ise ibadetlerinizi şeytanın vesvesesine maruz bir durumda yapmakta olduğunuzu işitiyoruz. Bunun sebebi nedir?” Salih kişi şu cevabı verir: “Ey Yahudi! İki evden birinde altın, gümüş, inci, yakut, para gibi değerli şeyler olsa, diğer evdede hiçbir değerli eşya olmadığı gibi boş ve harabe olsa, şimdi bu iki evin durumunu iyi bilen bir hırsız bu evlerden hangisine girer?” diye sordu. Yahudi, “Elbette mücevherlerle ve en değerli eşyalarla dolu olan eve girer!” cevabını verdi. Salih kişi devamla, “Bizim kalplerimiz tevhid, mağfiret, iman takva, ihsan gibi eşsiz faziletlerle doludur. Şeytan, bu faziletlerden çalmak için gelip bizi meşgul eder. Sizlerin kalpleri bu gibi faziletlerden boş olduğu için iblis sizin kalplerinize girip, sizleri meşgul etmeğe değer vermez!” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Yahudi Müslüman olmuş. Bundan anlaşılıyor ki şeytan maksadına ulaşamaz. İşte bu şeytanın vesvesesinden kurtulmak için her işe başlarken, “Eûzü billâhi mineşeytânirracîm, Bismillâhirrahmânirrahîm” yani “Allah’ım! Kovulmuş şeytanın şerrinden sana sığınırım!” diyerek önce o şeytanı uzaklaştırır, sonra da yapacağımız iş için Allah’a tevekkül edip O’nun vekîlliğine müracaat ederiz. Kıymetli okuyucularım! Gerek dünyada gerekse ahirette mutlu olmak istiyorsak, biz insanların tek bir çaresi vardır. Allah’a inanmak, Allah’a sarılmak, O’na teslim olmak, O’nunla dost olmak, hayal âleminden kurtulup gerçekleri yaşamak, büyük bir kararlılıkla, büyük bir samimiyetle, içtenlikle “Yüzümü sana döndürdüm vekîlim olur musun?” diyerek rabbimize rücu’ etmektir. Rahmân ve Rahîm olan yaratıcımız bu samimiyetimizi görerek vekîlimiz olmayı kabul eder inşallah. HADİSLERİN IŞIĞINDA EL-VEKÎL ESMÂSI Buhari (r.a.) “Hasbunallâhi ve ni’me-l vekîl” ayeti hakkında İbni Abbas (r.a.)’dan nakletti ki bu sözü Hz. İbrahim ateşe atıldığı anda söylemiştir. Yine Buhari İbni Abbas’dan da aynı mealdeki rivayete göre “İbrahim (a.s.) ateşe atıldığında son sözü Allah bana yeter, O ne güzel Vekîl’dir!” olmuştur. Hz. İbrahim’in putları kırması ve bu yüzden putperestlerce ateşe atılmasına rağmen ateşin kendisini yakmaması onun tevhid mücadelesinin güzel bir hatırası olarak Kur’an’da yer almaktadır. Hz. İbrahim, taptıkları putların ne kadar âciz olduğunu ve işe yaramaz olduğunu kavmine göstermek ister ve fırsat kollar. Nihayet bir bayram günü halk şenlik için şehir dışına çıkınca bunu fırsat bilen Hz. İbrahim, Saffat suresi 88-90. ayetlerinde belirtildiği gibi put evine gizlice girerek büyük put hariç bütün putları kırar. Kavmi şehre döndüğünde durumu görünce şaşkına dönerler ve Hz. İbrahim’i bunu sen yaptın, diye onu sorguya çekerler. Bunun üzerine İbrahim belki şu büyük put yapmıştır. Ona sorun, der.8 Tabii bu cevap karşısında şaşkına dönen putperestler Hz. İbrahim’i cezalandırmak için şehrin ortasında büyük bir ateş yakarlar. Nemrut’un talimatıyla mancınıklar kurulur ve ateşe fırlatılırken Cebrail (a.s.) yardım etmek ister. İbrahim (a.s.), Hz. Cebrail’in teklifine şu cevabı verir: “Hasbunallâhi ve ni’me’l-Vekîl!”9 Yani Allahü Teâlâ bize yeter, hem o ne güzel vekîldir, der. Bunun üzerine Ankebut suresi 24. ayetinde belirtildiği üzere Allah (c.c.) ateşe şu emri verir: “Ey ateş, İbrahim’e karşı serinlik ve esenlik ol!” Bu emri alan ateş, o zor durumda iken bile başkasını vekîl tayin etmeyip de kendisini vekîl tayin eden İbrahim’in niyazını kabul ederek o ateş topluluğunu gülistana çevirdi, orası adeta gülden bir bahçe oldu. Dünya ve ahiret selameti için Ebu’d Derda (r.a.) hazretleri buyuruyor ki: “Her kim sabah, akşam bu duayı yetmiş kere okursa, Cenab-ı Hak kendisini vekîl tayin eden bu kimseyi kederlerinden ve kötü şeylerden onu kurtarır.” Kim ki Allah ile beraber olursa, Allah da onunla beraber olur. Kısaca bize verilen mesaj budur. EL-VEKÎL İSMİ ŞERİFİNDEN KULA VERİLEN MESAJ Mümin bir insan kendisini “Hak” ile yani yaratıcısı ile bilebilir. Bundan dolayı “Hak”, insanın işinin nihayette kendisine varacağını ve o işi yine kendisinin bitireceğini bildiği için şu ayetle bizi uyarıyor: “Kim Allah’a tevekkül ederse. O ona yeter.” Netice itibarıyla insan son varlık ve ilk maksattır. Yani burada rabbu’l-âlemîn bize şu mesajı veriyor: “Ben bir hazine idim, keşfedilmek istedim, sizi yarattım. Siz benim, ben de sizin sırrınızım. Beni iyi keşfedin, beni iyi okuyun, beni iyi anlayın, bana layık olun, beni vekîl tayin edin gerisini bana bırakın!” diyor. Bunu bir Allah dostu şöyle ifade ediyor: “Allah’la olan neyi kaybeder, O’nsuz olan neyi kazanır! Allah her şeye kadirdir.” Kısaca hülasa edecek olursak, herhangi bir kimse bir iş hususunda kendi üzerine düşen vazifeyi hakkı ile yaptıktan sonra Hak Teâlâ’yı kendisine vekîl tayin ederse, yüce Allah o kimsenin vekîli olur. O kimsenin vekîli Allah olursa da ne dünyada ne de ahirette herhangi bir müşkülatla karşılaşmaz. Onun içindir ki iki cihan selveri Peygamberimiz (a.s.v.) tehlikenin en uzağını, en gizlisini herkesten önce görürdü. Ona göre ne yapmak gerekiyorsa yapar, tedbirini alır, sonra da aldığı bu tedbirle yetinmez, ancak ve sadece rabbine güvenir ve ona rücu’ ederdi. İşte tevekkül mevzuunda bize güzel ve yüce bir örnek: Evvel Allah’a tevekkül eyle! Sonra esbaba tevessül eyle! Matlabın hâsıl olursa şükret! Şayet olmazsa tahammül eyle! Allah hepimizi vekîlliğini kabul ettiği kullarından eylesin. ŞİİR GÖNÜL SANA DEMEDİM Mİ? Gözün aç uykudan uyan Gönül sana demedim mi? Kalır yolda çok uyuyan, Gönül sana demedim mi? Kesel deryasına daldın, Ki nevmin tadını aldın, Erenlerden geri kaldın; Gönül sana demedim mi? Aman gönül dedim sana, Gel gidelim Haktan yana, Edelim bendelik ona; Gönül sana demedim mi? Dedim edelim gayret, Ki elde var iken fırsat, Tutup durmaz seni sıhhat; Gönül sana demedim mi? Bu dünyaya gelen ölür, Ölüm acısını bulur, Senin de başına gelir; Gönül sana demedim mi? Ben ettik de sana pendi, Bana sen eyledin fendi, Çözülür cismin bendi; Gönül sana demedim mi? Olur, bir gün beden üryan, Kabir içinde bir divan, Ederler malını talan; Gönül sana demedim mi? Atan anan, edemez yâd, Kavim, kardeş, ayal, evlad, Edemez hiç kimse imdad; Gönül sana demedim mi? Beni sen çokça incittin, Rızasız yollara gittin, Siva-yı Hakk’a meyil ettin; Gönül sana demedim mi? Ne kadrini bilirsin, Ne benden öğüt alırsın, Yarın sözüme gelirsin; Gönül sana demedim mi? Gider günler geri gelmez, Bu günler hep gider, kalmaz, Çalışmayan murat almaz; Gönül sana demedim mi? Gönül, Kuddusi’ye yar ol, Ki Mevla’ya olalım kul, Kişi sây ile alır yol; Gönül sana demedim mi? DİNİ HİKÂYE EN GÜZEL VEKîL Merdivenleri silerken bir ara doğrulup, ağrıyan belini dinlendirmeye çalıştı. Sabahtan beri temizlik yapmakla meşguldü. Yine de konakta yapılması gereken bir sürü iş onu bekliyordu. Her şeye rağmen hâlinden memnun olmalıydı. Çok şükür bir işi vardı. Yetim yavrularına helal lokma götürebiliyordu. Bazılarının kendisine, “Sarı konağın hizmetçisi!”, diye seslenmeleri umurunda bile değildi. Namusuyla kazanmak ayıp değildi, asıl ayıp ve günah olan haramdan kazanmaktı. Gücü kuvveti yerindeyken, çalışıp kazanması mümkünken çalışmayıp, başkalarına el açmaktı. “-Fatma kadın, işin bitti mi?” Bu ses evin hanımının sesiydi. Hızla merdivenleri silmeye devam ederken cevap verdi: “-Çok az kaldı, hanımım, hemen geliyorum!” Kalan birkaç merdiveni de aceleyle silip, hemen hanımının yanına gitti. “-Buyur, hanımım!” “-Akşama Erdinç'in arkadaşları gelecek. Hemen işlerini bitir de aşçıya yardıma git!” “-Peki!” Mutfağa doğru yürürken vücudunun ne kadar yorgun olduğunu düşündü. Hemen arkasından da mutfak işi, temizlik işi kadar yorucu olmaz, diye düşünerek kendisini teselli etti. Erdinç evin büyük oğluydu. Uzun boylu, yakışıklı ve gururlu bir gençti. Kendisiyle ve konağın diğer hizmetkârlarıyla konuşurken sert bir ses tonuyla ve emirler vererek konuşurdu. Fatma kadın ondan çekinir ve ne söylerse hemen yapardı. Aynı zamanda da “kalbimi kıracak bir söz söyler” endişesiyle mümkün olduğu kadar ondan uzak durmaya çalışırdı. Sonunda işi bitmiş ve evinin yolunu tutmuştu. Gönlü bir an önce evine varmak ve çocuklarıyla birlikte bir tas sıcak çorbayı yudumlamak istiyordu. Ama yorgun ayaklarının daha hızlı yürüyecek takati kalmamıştı. On dakika kadar sonra durağa ulaşmıştı. Şimdi de otobüs çilesi başlamak üzereydi. Bunca yorgunluğun üstüne otobüs beklemek ve o tıklım tıklım dolu otobüslerde ayaküstü dikilmek ne kadar da zor geliyordu. Ama başka çaresi yoktu. “-Hoş geldin anneciğim!” “-Hoş bulduk, yavrum!” Fatma kadın kızının sofrayı hazırladığını görünce çok sevindi. Bu soğuk havada bayağı üşümüştü. Sıcak bir odada oturup, sıcak bir çorbayı yudumlamanın ne kadar büyük bir nimet olduğunun farkındaydı. Aslında o çok şükreden bir insandı. Çocukluğundan beri yaşadığı zorluklar onu erken yaşta olgunlaştırmış ve herkesin sıradan görüp, şükretmeyi akıl edemediği şeylerin bile ne kadar değerli olduğunu anlamasını sağlamıştı. Beyinin ani ölümünden sonra hayatları iyice zorlaşmıştı. On yaşındaki kızı Derya ve yedi yaşındaki oğlu Taha ile birlikte hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Yavrularının her ikisi de hem akıllı, hem de çalışkan çocuklardı. Annelerinin kendilerini yetiştirmek için ne zorluklara katlandığının farkındaydılar. Evlerinde sıcak ve sevgi dolu bir atmosfer vardı. Bu da Fatma hanımın yorulan bedenine güç katmaya yetiyordu. Günler böylece geçerken bir gün konak kötü bir haberle çalkalandı. Hanımefendinin çok değerli mücevherlerinden bir kısmı çalınmıştı. Hemen polise haber verildi. Evde bulunan hiç kimsenin dışarıya çıkmamasını isteyen polis, herkesi tek tek sorgulamaya başladı. Erdinç'i sorgulayan komiser ondan ilginç bilgiler aldı. Erdinç, “-Ben hizmetkârlardan şüpheleniyorum!” diyordu. “Çünkü köşkte alarm teşkilatı var. Dışarıdan birisi zorla girse alarm çalışırdı. Demek ki bu mücevherleri çalan içimizden birisi!” “-Peki, sizce hırsız kim olabilir?” “-Ne bileyim, komiserim?” “-Konakta kaç hizmetkâr var?” “-Beş!” “-O hâlde onları birer birer bana gönderin!” “-Tamam!” Komiser bir yandan bu beş hizmetkârı sorgularken, bir yandan da görevli iki polis konaktaki hizmetkârlara ait olan dolapları ve eşyaları arıyordu. Hayatı boyunca ne kadar zor durumda kalırsa kalsın asla başkasının malına el uzatmamış olan Fatma kadının gönlü rahattı. Ancak böyle bir nedenle sorguya çekiliyor olmak bile ona çok ağır gelmişti. İçinden “İnsan el kapısına muhtaç olunca başıma neler geliyor!” diye düşünüyor ve bir an önce hırsızın bulunmasını ve böylece bu sıkıntılı ortamdan kurtulmayı diliyordu. Saatler geçmek bilmiyordu sanki... Bir yandan sorgulama, diğer yandan da arama sürerken aniden sesler yükseldi. Polislerden biri koşarak gelip, evin hanımına sordu: “-Hanımefendi bu yüzükler size mi ait?” Hanım yüzükleri eline alıp, dikkatle baktı ve hemen arkasından da heyecanla haykırdı: “-Evet, bu yüzükler bana ait, çalınan mücevherlerin içindeydi.” Annesinin yanında duran Erdinç hemen: “-Nereden buldunuz bu yüzükleri?” diye sordu. “-Hizmetkârlara ait olduğunu söylediğiniz dolaplardan birinde bulduk!” “-Yaa! Demek öyle! Hangi nanköre ait acaba bu dolap?” Polis memuru önde Erdinç ile annesi arkada dolabın yanına gittiler. Polis eliyle göstererek, “-İşte bu dolap!” dedi. Hanımefendi hayretten iri iri açılan gözleriyle dolaba bakarken mırıldandı: “-Ama bu dolap, yıllardır yanımızda çalışan Fatma hanıma ait. Ondan böyle bir hareketi asla beklemezdim!” Erdinç hemen atıldı: “-Ben sana her zaman bu insanlara güvenme, demez miyim anne? Nasıl, şimdi benim sözüme geldin mi?” Bu arada diğer polis memuru da Fatma hanımı getirdi. Hanımefendi ona “Yazıklar olsun sana!” dercesine bakarak, “-Gözümle görmeseydim mücevherlerimi çalanın sen olduğuna asla inanmazdım!” dedi. Bu sözler bir hançer gibi saplanmıştı Fatma kadının yüreğine. “-Vallahi ben çalmadım, hanımım! Ben hayatım boyunca asla harama el uzatmadım. Bu işte bir yanlışlık var. Ne olur bana inanın!” diye yaşlı gözlerle yalvarmaya başladı. Hanım başını çevirdi. Erdinç ise yan tarafta duran polise dönerek öfke ve nefret dolu bir sesle konuştu: “-Alın, götürün bu hırsızı!” Fatma Hanım hâlâ: “-Vallahi ben yapmadım! Ben masumum!” diye yalvarıyor, hıçkırıklarla ağlıyordu. Polis tam Fatma kadını alıp götürüyorken evin hanımı seslendi: “-Eğer sen çalmadıysan bu yüzüklerin senin dolabında ve senin eşyalarının arasında ne işi var?” “-Vallahi bilmiyorum hanımım! Bunca senedir ekmeğinizi yedim. Ben asla böyle bir hainlik yapmadım, yapmam. Ne olur inanın bana!” Evin hanımı bir süre düşündü ama her şey ortadaydı. Nasıl olduysa olmuş ve Fatma kadın şeytana uymuştu anlaşılan. Şimdi de sonucuna katlanacaktı. Fatma kadın ne kadar çok yalvarıp, yakarmış ama hiç kimseyi kendisine inandıramamıştı. Karakolda ifadesi alındıktan sonra onu cezaevine göndermişlerdi. Neredeyse yemekten içmekten kesilmişti. Durmadan, dinlenmeden hep aynı sözleri tekrarlıyordu; “Hasbünallâhü ve ni’me’l-Vekîl!” Yanına yaklaşan bir mahkûm ona: “-Bu okuduğun dua ne demek?” diye sordu. “-Allah bana yeter, O ne güzel vekîldir!” demek. “-Peki, vekîl ne demek?” “-Nasıl anlatayım? Bir işini hâllettirmek için kendi yerine görevlendirip güvendiğin kimseye vekîl denir.” “-Neden durmadan bu duayı tekrarlıyorsun?” “-Ben masumum. Suçsuz yere hapse atıldım. Allah, bunu biliyor. Ben de, Allah’ım! Bütün kalbimle sana güveniyorum ve senden yardım diliyorum. Benim suçsuzluğumu sen ortaya çıkar, diye O'na yalvarıyorum. O'na güveniyor ve O'na sığmıyorum.” Nuran, Fatma kadına üzüntüyle baktı ve: “-İnşallah suçsuzluğun ortaya çıkar, ben de sana dua edeceğim!” dedi. “-Sağol!” Fatma kadın bu olanlara inanamıyor, bazen “bir kâbus mu görüyorum acaba?” diye düşünüyordu. Aklı fikri çocuklarındaydı. Şimdi nerede ve ne durumdaydılar acaba? Ziyaretine gelen yan komşusu Huriye hanımlar: “-Merak etme çocukları bizim eve götürdük. Dava sonuçlanana kadar bizde kalacaklar. Eninde sonunda masum olduğun ortaya çıkacak, üzülme!” diyerek onu biraz da olsa rahatlatmaya çalışmışlardı. Fatma kadın uyanık olduğu her an, “Hasbünallâhü ve ni’me-l vekîl” zikrini çekmekle meşguldü. Yüce Allah'ın kendisine güvenen ve yardımına koşacağına inanan bir kulunu yardımsız bırakmayacağına bütün kalbiyle inanıyordu. Bu arada yanında kız arkadaşıyla birlikte bir sarraf dükkânına giren Erdinç elindeki gerdanlığı göstererek: “-Yeni evliyiz. Eve aldığımız eşyaların taksitlerini ödeyemeyince karıma ailesinin hediye ettiği bu değerli gerdanlığı satmak zorunda kaldık!” dedi. Sarraf gerdanlığa şöyle bir baktı. Bu gerdanlık on beş gün kadar önce çalındığı haber verilen gerdanlığın özelliklerini taşıyordu. “-Siz şöyle oturun da gerdanlığın değerini tespit edelim!” dedi. Erdinç ve kız arkadaşı: “-Lütfen fazla sürmesin, acelemiz var!” diyerek oturdular. Sarraf onlara birer çay söyledi, çayları tam bitmek üzereydi ki kapıda bir polis arabası durdu. Erdinç ve arkadaşı hemen gerdanlığı alıp, kaçmak istediler ama çok geçti. İkisi birlikte emniyete götürüldüler. Erdinç her şeyi itiraf etmek zorunda kaldı. “-Kumarda çok borçlanmıştım. Borcumu ödemezsem beni öldüreceklerini söylüyorlardı. Çaresizlikten ne yapacağımı şaşırmıştım. Arkadaşımla birlikte bu planı yaptık!” dedi. Komiser bu sözlere çok kızmıştı. “-İki yetimini beslemek için sizin evde çalışan o zavallı kadına bu iftirayı nasıl yaptın? Sende hiç vicdan yok mu?” diye bağırdı. Erdinç'in annesi ve babası olanları duyunca inanamadılar. Babası sıkıntısından kalp krizi geçirdi. Annesi kelimenin tam anlamıyla perişandı. Ellerine kelepçe vurularak hapse gönderilen Erdinç ve arkadaşı da çok kötü durumdaydılar. Doğdukları andan beri yaşadıkları o rahat hayattan sonra hapishane köşelerine düşmek, onlar için korkunç bir işkence gibiydi. Öyle rezil olmuşlardı ki, kimsenin yüzüne bakacak hâlleri kalmamıştı. Koğuşun paslı kapısı gıcırtıyla açıldı ve gardiyan: “-Gözün aydın Fatma kadın! Hırsızlar yakalanmış. Senin masum olduğun anlaşılmış!” deyince Fatma kadın bir an ne yapacağını bilemedi. Sonra hemen ellerini gökyüzüne doğru açıp, “Şükürler olsun Allah’ım! Suçsuz olduğumu ortaya çıkardın!” diye şükretti. Koğuştaki herkes de bu habere çok sevinmişti. Gardiyan Fatma kadına: “-Hazırlan! Biraz sonra gelip seni götüreceğim ve serbest bırakılacaksın!” diyerek gitti. Bütün mahkûmlar çok sevinmişlerdi. Bu güzel haberi alkışlarla karşıladılar. Hepsi Fatma kadının yanına koşup onu tebrik ettiler. Daha önce Fatma kadına durmadan, “Ne söylüyorsun?” diye soran mahkûm, onu tebrik ederken: “-Ben de bundan sonra hep “Hasbünallâhü ve ni’me-l vekîl” diyeceğim!” deyince: Fatma kadın ona içtenlikle gülümseyerek: “-Bu güzel ayetin devamı da var. Onu da söylememi ister misin?” diye sordu. “-Elbette!” “-Ni' me’l- mevlâ ve ni'men nasîr.” “-Peki, bu ne demek?” “-O (Allah) ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır…” anlamına gelir. En güzel isimler kendisine ait olan yüce Allah'ın isimlerinden biri de El-Vekîl ismidir. “İşlerini yoluyla kendisine bırakanların işini düzeltip onların yapabileceğinden daha iyisini yapan ve kullarına yardım eden” anlamına gelir. Elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra, “Yâ Rabbî! Sana sığınıyorum! Senden yardım diliyorum. En güzel vekîl sensin!” diyerek Allah'tan yardım isteyen kişiler en doğrusunu yapmış olurlar. Sen ne güzel Mevla'sın, sen ne güzel vekîlsin! Senden yardım isteyen, kula yardım edersin! DUA Allah’ım! Seni tarif etmektedir, bütün güzel isimlerin… Sen, bu güzel isimlerinle aşikâr etmezsen bizim ruhumuz karanlıkta kalır! Nice olur hâlimiz! Bütün güzel isimlerine şahit yaz bizleri! Allah’ım! Allah’ım! El- Vekîl olan Allah’ım! Hamdini sözümüze baş tacı, zikrini kalbimize mi’raç, Kur’an-ı Azimüşan’ı kendimize kılavuz ettik! Kıblene durduk, secdene vardık, yaptığımız ibadetleri eksiğiyle, noksanıyla kabul buyur yâ Rabbî! Allah’ım! Celîl Allah’ım! Kerîm Allah’ım! Biz yokken sen vardın. Varlığından bizleri haberdar ettin. Kalbimizi kendine karargâh ettin. Kapına geldik, hidayetine sığındık, lütfuna geldik! Kulluk edemedik, affına geldik! Sana genel vekâletimizi verdik. Kabul eder misin? Kabul eder misin? Kabul ediver yâ Rabbî! Şu dâr-ı dünyada bol rızık ver! Rızkımızı daraltma! Az verip taşırma! “Rezzâk” kapına geldik, aç kapını bize başka kapı aratma yâ Rabbî! Yâ Rabbî! “Hasbünallâhi ve ni’me-l vekîl” duasını Hz. İbrahim’in ağzıyla, “Hasbünallâhi ve ni’me-l vekîl” duasını Hz. Yusuf ağzıyla, “Hasbünallâhi ve ni’me-l vekîl” duasını Veysel Karanî ağzıyla okumayı bizlere nasip et yâ Rabbî! Allah’ım! Allah’ım! Allah’ım! Saygılı ve sevgili kullarının kefili ve vekîli olmayı seversin, bugün biz de “El-Vekîl” esmana misafir olduk bizleri de kabul buyur yâ Rabbî! Şerlerin defi, hayırların celbi, vatan ve milletimizin selameti, çoluk-çocuk ve aile efradının muvaffakiyeti, cümle günahlarımızın affını senden diliyoruz yâ Rabbî! Âmîn. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Hasbünallahü ve nimel vekil zikri ve faydaları | mikolife | Zikir | 21 | 06.03.24 13:42 |
Hasbünallahü ve nimel vekil ebced değeri | Zikr | Sorularınız | 31 | 23.10.23 11:49 |
El Vekil Esması ve Sırları | Swordsfish | Esmaül Hüsna | 1 | 02.07.22 22:43 |
Ya Vekil Esması ve Sırları | Havasokulu | Esmaül Hüsna | 4 | 26.03.18 19:30 |