Özürlü Gönüller - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > Sağlık & Şifa > Sağlık > Engelliler Dünyası

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 03.08.18, 11:52
Üye
 
Üyelik tarihi: 03.08.18
Bulunduğu yer: Ankara
Mesajlar: 50
Etiketlendiği Mesaj: 3 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Özürlü Gönüller

Gazetenin genel yayın yönetmeni Orhan Zorlu, gazete binasından çıkarken düşünceliydi. Sosyal içerikli bir köşe için şimdiye kadar görüştüğü adaylar içine tam sinmemişti. Gazetenin sosyal içerikli bir köşesi olsun, yoksullar, muhtaçlar ve özellikle özürlülerin sorunlarını gündeme taşısın istiyordu.
Orhan Zorlu, yayın yönetmeni olduğundan beri, gazetenin tirajı da, buna bağlı reklam gelirleri de artmıştı. Çevresinden ve gazete üst yönetiminden tebrikler her gün geliyordu. Fakat o biliyordu ki, medya hayatında en ufak tökezlemesinde yerine başkasının getirilmesi sıradan bir şeydi. Bu nedenle hep yenilik ve daha iyiye doğru neler yapılabileceğini düşünürdü. Fakat bu sosyal içerikli köşe tamamen bu çabalarının dışındaydı. Bu konuda tirajı filan düşünmüyor, faydalı bir amaç içeren böyle bir köşeyi gönülden arzuluyordu.
Böyle bir köşe için bulacağı kişi empatiyi bilen, empatiyi yaşayan yani kendisini başkasının yerine koyarak düşünebilen, duygulu bir insan olmalıydı. Kimseyi hor görmemeliydi. Şimdiye kadar ki adaylar da bunu yeterince görememişti. İpuçları, pırıltılar vardı ama yetmiyordu işte. Kimisi köşe hakkında soru sormadan maaşı soruyor, kimisini denemek için, “İş adamlarını üzecek haber yapmanı istemeyiz” deyince de hemen yelkenleri indirip, “Nasıl isterseniz efendim” diye teslimiyetçi, kişiliksiz tavırlara giriyordu. Bu tür adayları gördüğünde Orhan Zorlu öfkelenip içinden “Benim her dediğimi yapacaksan, kendi fikrin önemsiz se, seni ne yapayım, köşeyi de kafama göre oturur kendim yazarım” diye düşünüyor. Sonra adayı gönderiyordu; “Teşekkür ederim, tüm adaylarla görüştükten sonra adayların hepsine bilgi mektubu göndereceğiz” deyip, başından savıyordu.
Bu gün görüşeceği son adayla, bayan Ayşegül Çankırılı ile bu köşe fikrinde son kararını verecekti. Önceki adayların yapaylığı, samimiyetsizliği nedeniyle ümitsizdi. “Bu sosyal köşe konusunu büyük ihtimalle rafa kaldıracağız” diye düşündü.
Gazeteden çıktı ve hemen yakındaki kafeteryaya yürüdü. Yoğun bir insandı, görüşme ile akşam yemeğini bir arada halletmeyi planlamıştı.
Kafeteryaya girdi ve garsona buluşacağı bayanın ismini ve kim olduğunu söyledi. Garson, köşede oturan bayanı işaret etti. Genç ve güzel bir bayan köşedeki masada oturuyordu. Orhan Zorlu, “Genç ve güzel bir bayan, sosyal konulara kendini ne kadar verebilir ki!” diye düşünüp, suratını buruşturdu. Masaya vardı, gülümsemeye çalışarak elini uzattı;
-Merhaba, ben Orhan Zorlu.
Genç kız, kalkmadan elini uzattı;
-Ben de Ayşegül Çankırılı.
Genç kızın ayağa kalkmamasına bozulmuştu ama bir şey demeden oturdu.
-Buyurun Ayşegül hanım. Konuyu biliyorsunuz, sosyal içerikli bir köşe için halkın içinden, konulara daha yakın bir yazar adayı arıyoruz. Bu konuda düşünceleriniz nedir, hedefleriniz nedir.
-Başvuru formunuzda, özellikle özürlülerin yaşam sorunları konusunu da belirtmiştiniz.
-Evet, bu konu fazla işlenmiyor, gündeme gelmiyor. Genel sosyal konuların içinde bunu ön plana çıkarmayı tercih ederiz.
-Ben genel sosyal konuları da takip ediyorum ama ben de özürlüler konusunu daha çok incelemek, daha çok ön plana getirmek istiyorum. Zaten başvuru sebeplerim içinde en çok bu etkiledi beni.
Orhan Zorlu, genç kızı şöyle bir inceledi. “Beni etkilemeye çalışıyor galiba” diye düşündü.
-Özürlü bir arkadaşınız mı var?
-Yakın arkadaşlarım içinde yok.
-Özürlü bir akrabanız mı var?
-Hayır.
Orhan Zorlu sesini biraz sertleştirerek;
-Bakın hanım efendi, biz laf olsun diye bir köşe açmak istemiyoruz. Mesela ne yazacaksınız özürlü yaşamıyla ilgili.
Genç kız bozuntusunu belli etmemeye çalıştı;
-Bir özürlünün otobüse binmesi, kaldırımdan kaldırıma özürlü arabasıyla geçmesi dahi ne kadar zor. Bunları insanlara hatırlatmaya, çözüm bulmaları için teşvik etmeye çalışacağım.
-Özürlüleri az da olsa gözlemlemişsiniz, ama yeter mi. Bir özürlünün ruh halini anlayabilir misiniz.
Orhan Zorlu’nun sesindeki hafif öfkeli, hatta küçük görücü tona aldırmamaya çalıştı.
-Sanırım
-Sanırım, sanırım. Nerden anlayacaksınız hanfendi. Empati nedir biliyor musunuz ?
-Şu anda uyguluyorum.
Orhan Zorlu’nun sesindeki öfke yerini şaşkınlığa bıraktı.
-Nasıl !
-Kendimi sizin yerinize koyup, öfkeli halinizi anlamaya çalışıyorum.



--DEVAMI VAR ---
-- KARAKTER SAYISI NEDENİYLE 2 BÖLÜM OLARAK PAYLAŞILIYOR - 1. Bölüm sonu ---

Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 03.08.18, 11:54
Üye
 
Üyelik tarihi: 03.08.18
Bulunduğu yer: Ankara
Mesajlar: 50
Etiketlendiği Mesaj: 3 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

---Devamı---



Önceki adaylar, Orhan beyin huyuna gidip, öfkeli ses tonunda, yatıştırıcı konuşmaya çalışmışlardı ama bunun sesinde böyle bir amaç olmadığı belliydi.
-Bakın her şeye hazır cevapsınız, belli ki güzel bir bayan olmanız sizi şımartmış. Ama kusura bakmayın ki bu köşe için daha ciddi şartlar arıyoruz.
Ayşegül sesini ciddileştirdi;
-Ben güzelliği ile ön planda olmaya çalışan biri değilim. Adayınızda aradığınız ama bende bulamadığınız ayrıntı nedir ki?
Aday’ın hiç alttan almayan tavrına iyice şaşırmıştı.Genç kız devam etti;
-Bir insanı anlamak, halini düşünmek için, her şartta onun gibi olmak gerekmez ki. Az önce dediğiniz gibi empatiye yeterince vakıf olan, kendisini gönülden başkasının yerine koyabilen biri, bence bunu başarabilir.
Orhan Zorlu, genç kızın bu hazır cevaplığını içinden ‘ukala’ olarak tanımladı. Çantasından birkaç kağıt çıkardı.
-Arkadaşlar, ‘kişilik çözümleme testleri’ diye birkaç soru hazırlamış.
Bir an durdu, sorulara göz gezdirdi; ” En sevdiğiniz şarkı, sanatçı, şair, yazar, son okuduğunuz kitap” sorular böylece uzayıp gidiyordu. Bunlara vakit ayırmak bile sıkıcı geliyordu aslında.
-Bu sorulara cevaplarınızı alalım. Gerçi bana çocukca geliyor ama neyse. İlk soru; en sevdiğiniz şarkı ?
Genç kız bir an düşündü ve duyulmamış bir şarkı mırıldandı;
- El ele kırlarda koşsak seninle, doyasıya , içten gülsek seninle
-Ooo, şarkılarla aranız çok iyi. Duyduğunuz şarkıları hemen ezberliyorsunuz galiba.
-Bu duyduğum bir şarkı değil, sözleri bana ait, benden başkasının pek bilmediği bir şarkı.
Orhan Zorlu, test kağıtlarını asabi asabi toplayıp çantaya koydu.
-Çocukça olduğunu biliyordum zaten.
Tekrar bakışlarını genç kıza çevirdi;

-Bakın genç hanım, ben başarılı bir gazeteciyim, belki takip ediyorsunuzdur, başarılı da bir yöneticiyim. Bu başarımı insanları gözlememe, kısaca insan sarrafı olmama borçluyum desem yalan olmaz. Ön yargılı olmamaya çalışıyorum ama sizin hakkınızda fazla umutlu değilim.
Orhan bey, hala genç kızın yalvaran bir ifade tarzına geçmesini bekliyor, geçmeyince de “Maddi durumu iyi demek ki “ diye düşünüyordu.
-Hayırdır Orhan bey. Hem ön yargılı olmamaya çalışıyorum diyorsunuz, hem de benim hakkımda yargıya varmışsınız bile. Nedir sebebi.
-Açık sözlü olacağım için kusuruma bakmazsınız umarım.
-Buyurun.
-Masanıza gelip elimi uzattığımda, ayağa kalkma nezaketinizi bile göstermediniz. Bu kendinize güvenden de kaynaklansa, ihtimal amiriniz olacak birine saygısızlık görüntüsü vermez mi sizce.
Genç kızın yüzünde buruk bir gülümseme dolaştı. Bir an sanki cevap verip vermemek için düşündü;
-Başvuru formunda ayağa kalkma şartını göremedim.
-Ben kendimi sert sanırdım, siz daha sert cevaplar veriyorsunuz. Bu gün sol tarafınızdan mı kalktınız nedir.
-Ben hiçbir zaman sol tarafımdan kalkmam…
Orhan Bey, bu cevabın manasını tam anlayamayıp, kızın yüzüne bakarak çözmeye çalıştı. “Dindar olduğunu mu ima etmek istedi acaba “ diye düşündü.
-Anlaşılan bu işe fazla ihtiyacınız yok, sizi fazla tutmayım. Genç kız sesindeki hüzünlü buğuyu engelleyemedi.
-Maddi olarak mı, manevi olarak mı?
Orhan bey bu asi genç kıza küçümser gözlerle baktı ve sesindeki vurguya dikkat ederek adeta heceler gibi konuştu;
-Sizin bu işe hangi açıdan ihtiyacınız var, maddi mi, manevi mi ?
Genç kız, başını dik tutmaya çalıştı;
--Yanılıyorsunuz, ihtiyacım var.
Yemeği bitmişti, hesabı ödeyip ayağa kalktı, elini uzattı;
-Ayşegül hanım, bu görüşme değerlendirilecek ve diğer adaylarla beraber size de sonuçları göndereceğiz.
Orhan Zorlu’nun yüzü bir anda allak bullak oldu, genç kız konuşmasındaki ikazına rağmen yine ayağa kalkmamıştı. Kızın uzattığı eli sıkarken çoktan kararını vermişti, “ ‘Sosyal Köşe’ işi belirsiz bir tarihe kadar rafa kaldırılacak” diye.
Kafeteryadan çıktığında düşünceler içindeydi. Kızgınlığının arkasında bir şeyler öfkesini frenliyor gibiydi. Sislerin ardından bir düşünce belirip kayboluyor gibiydi. Sonunda kendisini rahatsız eden cümle aklına geldi, ‘SIZI’ adlı öykü kitabında rastladığı o cümle; “Büyük insanlar, görünen sebeple karar vermezler, çünkü görünen sebebin de, görünmeyen bir sebebi olabilir” yazıyordu. Önce boş vermek istedi, “Saygısız davrandı, ukalalıktan başka ne sebebi olacak ki bunun.” Diye düşündü. Sonra, iç huzursuzluğunu böyle yenemeyeceğini anladı. Döndü, kafeteryanın çıktığı kapısından değil, uzaktaki kapısından içeri girdi. Bakışlarındaki öfke kaybolmamıştı. Uzaktaki bir masaya oturdu ve genç kızı gözlemeye başladı.
Genç kızın bakışlarına hüzün ve umutsuzluk yerleşmişti. Önündeki meyve suyunu bitirdikten sonra garsona seslendi. Orhan Zorlu “Ben hesabı ödemiştim, garsona niye sesleniyor acaba ?” diye düşündü.
Garson, genç kızla konuştuktan sonra uzaklaştı, dönüşünde elinde bir çift koltuk değneği vardı. Orhan Zorlu, burun damarlarının sızladığını, içinin sıkıştığını hissetti. “Demek, demek sol ayağın olmadığı için, hiç sol tarafından kalkmadığını söyledin ha… Oysa bu gün ben sol tarafımdan kalkmışım. Ayağa kalkmamasının nedeni de buymuş ha..” Gözünde beliren yaşları çaktırmadan silmeye çalışarak, başka kapıdan çıkıp genç kızı izlemeye devam etti. Genç kızın, bir taksiye binip gideceğini sanıyordu ama otobüs durağına yürüyüşünü, zorlukla binişini gözledi.
Orhan Zorlu, öfkeyle söylendi; “İnsan sarrafı Orhan Zorlu ha… yazıklar olsun sana. Kızcağız zorda olduğuna dair ipucu bile vermemeye çalıştı, yalvarmadı, hep başı dik durdu, özürlü oluşunu bile sakladı… sen ne yaptın.” Çantasından formları çıkarıp, ‘Ayşegül Çankırılı’ başlıklı forma ‘uygundur’ diye yazıp imzaladı. Sonra hayatta bir defa duyduğu şarkıyı gözyaşlarıyla mırıldanarak yürümeye başladı; “El ele kırlarda koşsak seninle, doyasıya, içten gülsek seninle”

Özürlü
Bir fakiri, bir muhtacı görmezsin
Baktım ki kalbi mühürlüsün.
Her bir yanın sağlam ama
Anladım, vicdanen özürlüsün.

Ahmet Ünal ÇAM 29-12-2006 Saat 12:10


Özürlü Gönüller
Gazetenin genel yayın yönetmeni Orhan Zorlu, gazete binasından çıkarken düşünceliydi. Sosyal içerikli bir köşe için şimdiye kadar görüştüğü adaylar içine tam sinmemişti. Gazetenin sosyal içerikli bir köşesi olsun, yoksullar, muhtaçlar ve özellikle özürlülerin sorunlarını gündeme taşısın istiyordu.
Orhan Zorlu, yayın yönetmeni olduğundan beri, gazetenin tirajı da, buna bağlı reklam gelirleri de artmıştı. Çevresinden ve gazete üst yönetiminden tebrikler her gün geliyordu. Fakat o biliyordu ki, medya hayatında en ufak tökezlemesinde yerine başkasının getirilmesi sıradan bir şeydi. Bu nedenle hep yenilik ve daha iyiye doğru neler yapılabileceğini düşünürdü. Fakat bu sosyal içerikli köşe tamamen bu çabalarının dışındaydı. Bu konuda tirajı filan düşünmüyor, faydalı bir amaç içeren böyle bir köşeyi gönülden arzuluyordu.
Böyle bir köşe için bulacağı kişi empatiyi bilen, empatiyi yaşayan yani kendisini başkasının yerine koyarak düşünebilen, duygulu bir insan olmalıydı. Kimseyi hor görmemeliydi. Şimdiye kadar ki adaylar da bunu yeterince görememişti. İpuçları, pırıltılar vardı ama yetmiyordu işte. Kimisi köşe hakkında soru sormadan maaşı soruyor, kimisini denemek için, “İş adamlarını üzecek haber yapmanı istemeyiz” deyince de hemen yelkenleri indirip, “Nasıl isterseniz efendim” diye teslimiyetçi, kişiliksiz tavırlara giriyordu. Bu tür adayları gördüğünde Orhan Zorlu öfkelenip içinden “Benim her dediğimi yapacaksan, kendi fikrin önemsiz se, seni ne yapayım, köşeyi de kafama göre oturur kendim yazarım” diye düşünüyor. Sonra adayı gönderiyordu; “Teşekkür ederim, tüm adaylarla görüştükten sonra adayların hepsine bilgi mektubu göndereceğiz” deyip, başından savıyordu.
Bu gün görüşeceği son adayla, bayan Ayşegül Çankırılı ile bu köşe fikrinde son kararını verecekti. Önceki adayların yapaylığı, samimiyetsizliği nedeniyle ümitsizdi. “Bu sosyal köşe konusunu büyük ihtimalle rafa kaldıracağız” diye düşündü.
Gazeteden çıktı ve hemen yakındaki kafeteryaya yürüdü. Yoğun bir insandı, görüşme ile akşam yemeğini bir arada halletmeyi planlamıştı.
Kafeteryaya girdi ve garsona buluşacağı bayanın ismini ve kim olduğunu söyledi. Garson, köşede oturan bayanı işaret etti. Genç ve güzel bir bayan köşedeki masada oturuyordu. Orhan Zorlu, “Genç ve güzel bir bayan, sosyal konulara kendini ne kadar verebilir ki!” diye düşünüp, suratını buruşturdu. Masaya vardı, gülümsemeye çalışarak elini uzattı;
-Merhaba, ben Orhan Zorlu.
Genç kız, kalkmadan elini uzattı;
-Ben de Ayşegül Çankırılı.
Genç kızın ayağa kalkmamasına bozulmuştu ama bir şey demeden oturdu.
-Buyurun Ayşegül hanım. Konuyu biliyorsunuz, sosyal içerikli bir köşe için halkın içinden, konulara daha yakın bir yazar adayı arıyoruz. Bu konuda düşünceleriniz nedir, hedefleriniz nedir.
-Başvuru formunuzda, özellikle özürlülerin yaşam sorunları konusunu da belirtmiştiniz.
-Evet, bu konu fazla işlenmiyor, gündeme gelmiyor. Genel sosyal konuların içinde bunu ön plana çıkarmayı tercih ederiz.
-Ben genel sosyal konuları da takip ediyorum ama ben de özürlüler konusunu daha çok incelemek, daha çok ön plana getirmek istiyorum. Zaten başvuru sebeplerim içinde en çok bu etkiledi beni.
Orhan Zorlu, genç kızı şöyle bir inceledi. “Beni etkilemeye çalışıyor galiba” diye düşündü.
-Özürlü bir arkadaşınız mı var?
-Yakın arkadaşlarım içinde yok.
-Özürlü bir akrabanız mı var?
-Hayır.
Orhan Zorlu sesini biraz sertleştirerek;
-Bakın hanım efendi, biz laf olsun diye bir köşe açmak istemiyoruz. Mesela ne yazacaksınız özürlü yaşamıyla ilgili.
Genç kız bozuntusunu belli etmemeye çalıştı;
-Bir özürlünün otobüse binmesi, kaldırımdan kaldırıma özürlü arabasıyla geçmesi dahi ne kadar zor. Bunları insanlara hatırlatmaya, çözüm bulmaları için teşvik etmeye çalışacağım.
-Özürlüleri az da olsa gözlemlemişsiniz, ama yeter mi. Bir özürlünün ruh halini anlayabilir misiniz.
Orhan Zorlu’nun sesindeki hafif öfkeli, hatta küçük görücü tona aldırmamaya çalıştı.
-Sanırım
-Sanırım, sanırım. Nerden anlayacaksınız hanfendi. Empati nedir biliyor musunuz ?
-Şu anda uyguluyorum.
Orhan Zorlu’nun sesindeki öfke yerini şaşkınlığa bıraktı.
-Nasıl !
-Kendimi sizin yerinize koyup, öfkeli halinizi anlamaya çalışıyorum.
Önceki adaylar, Orhan beyin huyuna gidip, öfkeli ses tonunda, yatıştırıcı konuşmaya çalışmışlardı ama bunun sesinde böyle bir amaç olmadığı belliydi.
-Bakın her şeye hazır cevapsınız, belli ki güzel bir bayan olmanız sizi şımartmış. Ama kusura bakmayın ki bu köşe için daha ciddi şartlar arıyoruz.
Ayşegül sesini ciddileştirdi;
-Ben güzelliği ile ön planda olmaya çalışan biri değilim. Adayınızda aradığınız ama bende bulamadığınız ayrıntı nedir ki?
Aday’ın hiç alttan almayan tavrına iyice şaşırmıştı.Genç kız devam etti;
-Bir insanı anlamak, halini düşünmek için, her şartta onun gibi olmak gerekmez ki. Az önce dediğiniz gibi empatiye yeterince vakıf olan, kendisini gönülden başkasının yerine koyabilen biri, bence bunu başarabilir.
Orhan Zorlu, genç kızın bu hazır cevaplığını içinden ‘ukala’ olarak tanımladı. Çantasından birkaç kağıt çıkardı.
-Arkadaşlar, ‘kişilik çözümleme testleri’ diye birkaç soru hazırlamış.
Bir an durdu, sorulara göz gezdirdi; ” En sevdiğiniz şarkı, sanatçı, şair, yazar, son okuduğunuz kitap” sorular böylece uzayıp gidiyordu. Bunlara vakit ayırmak bile sıkıcı geliyordu aslında.
-Bu sorulara cevaplarınızı alalım. Gerçi bana çocukca geliyor ama neyse. İlk soru; en sevdiğiniz şarkı ?
Genç kız bir an düşündü ve duyulmamış bir şarkı mırıldandı;
- El ele kırlarda koşsak seninle, doyasıya , içten gülsek seninle
-Ooo, şarkılarla aranız çok iyi. Duyduğunuz şarkıları hemen ezberliyorsunuz galiba.
-Bu duyduğum bir şarkı değil, sözleri bana ait, benden başkasının pek bilmediği bir şarkı.
Orhan Zorlu, test kağıtlarını asabi asabi toplayıp çantaya koydu.
-Çocukça olduğunu biliyordum zaten.
Tekrar bakışlarını genç kıza çevirdi;

-Bakın genç hanım, ben başarılı bir gazeteciyim, belki takip ediyorsunuzdur, başarılı da bir yöneticiyim. Bu başarımı insanları gözlememe, kısaca insan sarrafı olmama borçluyum desem yalan olmaz. Ön yargılı olmamaya çalışıyorum ama sizin hakkınızda fazla umutlu değilim.
Orhan bey, hala genç kızın yalvaran bir ifade tarzına geçmesini bekliyor, geçmeyince de “Maddi durumu iyi demek ki “ diye düşünüyordu.
-Hayırdır Orhan bey. Hem ön yargılı olmamaya çalışıyorum diyorsunuz, hem de benim hakkımda yargıya varmışsınız bile. Nedir sebebi.
-Açık sözlü olacağım için kusuruma bakmazsınız umarım.
-Buyurun.
-Masanıza gelip elimi uzattığımda, ayağa kalkma nezaketinizi bile göstermediniz. Bu kendinize güvenden de kaynaklansa, ihtimal amiriniz olacak birine saygısızlık görüntüsü vermez mi sizce.
Genç kızın yüzünde buruk bir gülümseme dolaştı. Bir an sanki cevap verip vermemek için düşündü;
-Başvuru formunda ayağa kalkma şartını göremedim.
-Ben kendimi sert sanırdım, siz daha sert cevaplar veriyorsunuz. Bu gün sol tarafınızdan mı kalktınız nedir.
-Ben hiçbir zaman sol tarafımdan kalkmam…
Orhan Bey, bu cevabın manasını tam anlayamayıp, kızın yüzüne bakarak çözmeye çalıştı. “Dindar olduğunu mu ima etmek istedi acaba “ diye düşündü.
-Anlaşılan bu işe fazla ihtiyacınız yok, sizi fazla tutmayım. Genç kız sesindeki hüzünlü buğuyu engelleyemedi.
-Maddi olarak mı, manevi olarak mı?
Orhan bey bu asi genç kıza küçümser gözlerle baktı ve sesindeki vurguya dikkat ederek adeta heceler gibi konuştu;
-Sizin bu işe hangi açıdan ihtiyacınız var, maddi mi, manevi mi ?
Genç kız, başını dik tutmaya çalıştı;
--Yanılıyorsunuz, ihtiyacım var.
Yemeği bitmişti, hesabı ödeyip ayağa kalktı, elini uzattı;
-Ayşegül hanım, bu görüşme değerlendirilecek ve diğer adaylarla beraber size de sonuçları göndereceğiz.
Orhan Zorlu’nun yüzü bir anda allak bullak oldu, genç kız konuşmasındaki ikazına rağmen yine ayağa kalkmamıştı. Kızın uzattığı eli sıkarken çoktan kararını vermişti, “ ‘Sosyal Köşe’ işi belirsiz bir tarihe kadar rafa kaldırılacak” diye.
Kafeteryadan çıktığında düşünceler içindeydi. Kızgınlığının arkasında bir şeyler öfkesini frenliyor gibiydi. Sislerin ardından bir düşünce belirip kayboluyor gibiydi. Sonunda kendisini rahatsız eden cümle aklına geldi, ‘SIZI’ adlı öykü kitabında rastladığı o cümle; “Büyük insanlar, görünen sebeple karar vermezler, çünkü görünen sebebin de, görünmeyen bir sebebi olabilir” yazıyordu. Önce boş vermek istedi, “Saygısız davrandı, ukalalıktan başka ne sebebi olacak ki bunun.” Diye düşündü. Sonra, iç huzursuzluğunu böyle yenemeyeceğini anladı. Döndü, kafeteryanın çıktığı kapısından değil, uzaktaki kapısından içeri girdi. Bakışlarındaki öfke kaybolmamıştı. Uzaktaki bir masaya oturdu ve genç kızı gözlemeye başladı.
Genç kızın bakışlarına hüzün ve umutsuzluk yerleşmişti. Önündeki meyve suyunu bitirdikten sonra garsona seslendi. Orhan Zorlu “Ben hesabı ödemiştim, garsona niye sesleniyor acaba ?” diye düşündü.
Garson, genç kızla konuştuktan sonra uzaklaştı, dönüşünde elinde bir çift koltuk değneği vardı. Orhan Zorlu, burun damarlarının sızladığını, içinin sıkıştığını hissetti. “Demek, demek sol ayağın olmadığı için, hiç sol tarafından kalkmadığını söyledin ha… Oysa bu gün ben sol tarafımdan kalkmışım. Ayağa kalkmamasının nedeni de buymuş ha..” Gözünde beliren yaşları çaktırmadan silmeye çalışarak, başka kapıdan çıkıp genç kızı izlemeye devam etti. Genç kızın, bir taksiye binip gideceğini sanıyordu ama otobüs durağına yürüyüşünü, zorlukla binişini gözledi.
Orhan Zorlu, öfkeyle söylendi; “İnsan sarrafı Orhan Zorlu ha… yazıklar olsun sana. Kızcağız zorda olduğuna dair ipucu bile vermemeye çalıştı, yalvarmadı, hep başı dik durdu, özürlü oluşunu bile sakladı… sen ne yaptın.” Çantasından formları çıkarıp, ‘Ayşegül Çankırılı’ başlıklı forma ‘uygundur’ diye yazıp imzaladı. Sonra hayatta bir defa duyduğu şarkıyı gözyaşlarıyla mırıldanarak yürümeye başladı; “El ele kırlarda koşsak seninle, doyasıya, içten gülsek seninle”

Özürlü
Bir fakiri, bir muhtacı görmezsin
Baktım ki kalbi mühürlüsün.
Her bir yanın sağlam ama
Anladım, vicdanen özürlüsün.

Ahmet Ünal ÇAM 29-12-2006 Saat 12:10



Özürlü Gönüller
Gazetenin genel yayın yönetmeni Orhan Zorlu, gazete binasından çıkarken düşünceliydi. Sosyal içerikli bir köşe için şimdiye kadar görüştüğü adaylar içine tam sinmemişti. Gazetenin sosyal içerikli bir köşesi olsun, yoksullar, muhtaçlar ve özellikle özürlülerin sorunlarını gündeme taşısın istiyordu.
Orhan Zorlu, yayın yönetmeni olduğundan beri, gazetenin tirajı da, buna bağlı reklam gelirleri de artmıştı. Çevresinden ve gazete üst yönetiminden tebrikler her gün geliyordu. Fakat o biliyordu ki, medya hayatında en ufak tökezlemesinde yerine başkasının getirilmesi sıradan bir şeydi. Bu nedenle hep yenilik ve daha iyiye doğru neler yapılabileceğini düşünürdü. Fakat bu sosyal içerikli köşe tamamen bu çabalarının dışındaydı. Bu konuda tirajı filan düşünmüyor, faydalı bir amaç içeren böyle bir köşeyi gönülden arzuluyordu.
Böyle bir köşe için bulacağı kişi empatiyi bilen, empatiyi yaşayan yani kendisini başkasının yerine koyarak düşünebilen, duygulu bir insan olmalıydı. Kimseyi hor görmemeliydi. Şimdiye kadar ki adaylar da bunu yeterince görememişti. İpuçları, pırıltılar vardı ama yetmiyordu işte. Kimisi köşe hakkında soru sormadan maaşı soruyor, kimisini denemek için, “İş adamlarını üzecek haber yapmanı istemeyiz” deyince de hemen yelkenleri indirip, “Nasıl isterseniz efendim” diye teslimiyetçi, kişiliksiz tavırlara giriyordu. Bu tür adayları gördüğünde Orhan Zorlu öfkelenip içinden “Benim her dediğimi yapacaksan, kendi fikrin önemsiz se, seni ne yapayım, köşeyi de kafama göre oturur kendim yazarım” diye düşünüyor. Sonra adayı gönderiyordu; “Teşekkür ederim, tüm adaylarla görüştükten sonra adayların hepsine bilgi mektubu göndereceğiz” deyip, başından savıyordu.
Bu gün görüşeceği son adayla, bayan Ayşegül Çankırılı ile bu köşe fikrinde son kararını verecekti. Önceki adayların yapaylığı, samimiyetsizliği nedeniyle ümitsizdi. “Bu sosyal köşe konusunu büyük ihtimalle rafa kaldıracağız” diye düşündü.
Gazeteden çıktı ve hemen yakındaki kafeteryaya yürüdü. Yoğun bir insandı, görüşme ile akşam yemeğini bir arada halletmeyi planlamıştı.
Kafeteryaya girdi ve garsona buluşacağı bayanın ismini ve kim olduğunu söyledi. Garson, köşede oturan bayanı işaret etti. Genç ve güzel bir bayan köşedeki masada oturuyordu. Orhan Zorlu, “Genç ve güzel bir bayan, sosyal konulara kendini ne kadar verebilir ki!” diye düşünüp, suratını buruşturdu. Masaya vardı, gülümsemeye çalışarak elini uzattı;
-Merhaba, ben Orhan Zorlu.
Genç kız, kalkmadan elini uzattı;
-Ben de Ayşegül Çankırılı.
Genç kızın ayağa kalkmamasına bozulmuştu ama bir şey demeden oturdu.
-Buyurun Ayşegül hanım. Konuyu biliyorsunuz, sosyal içerikli bir köşe için halkın içinden, konulara daha yakın bir yazar adayı arıyoruz. Bu konuda düşünceleriniz nedir, hedefleriniz nedir.
-Başvuru formunuzda, özellikle özürlülerin yaşam sorunları konusunu da belirtmiştiniz.
-Evet, bu konu fazla işlenmiyor, gündeme gelmiyor. Genel sosyal konuların içinde bunu ön plana çıkarmayı tercih ederiz.
-Ben genel sosyal konuları da takip ediyorum ama ben de özürlüler konusunu daha çok incelemek, daha çok ön plana getirmek istiyorum. Zaten başvuru sebeplerim içinde en çok bu etkiledi beni.
Orhan Zorlu, genç kızı şöyle bir inceledi. “Beni etkilemeye çalışıyor galiba” diye düşündü.
-Özürlü bir arkadaşınız mı var?
-Yakın arkadaşlarım içinde yok.
-Özürlü bir akrabanız mı var?
-Hayır.
Orhan Zorlu sesini biraz sertleştirerek;
-Bakın hanım efendi, biz laf olsun diye bir köşe açmak istemiyoruz. Mesela ne yazacaksınız özürlü yaşamıyla ilgili.
Genç kız bozuntusunu belli etmemeye çalıştı;
-Bir özürlünün otobüse binmesi, kaldırımdan kaldırıma özürlü arabasıyla geçmesi dahi ne kadar zor. Bunları insanlara hatırlatmaya, çözüm bulmaları için teşvik etmeye çalışacağım.
-Özürlüleri az da olsa gözlemlemişsiniz, ama yeter mi. Bir özürlünün ruh halini anlayabilir misiniz.
Orhan Zorlu’nun sesindeki hafif öfkeli, hatta küçük görücü tona aldırmamaya çalıştı.
-Sanırım
-Sanırım, sanırım. Nerden anlayacaksınız hanfendi. Empati nedir biliyor musunuz ?
-Şu anda uyguluyorum.
Orhan Zorlu’nun sesindeki öfke yerini şaşkınlığa bıraktı.
-Nasıl !
-Kendimi sizin yerinize koyup, öfkeli halinizi anlamaya çalışıyorum.
Önceki adaylar, Orhan beyin huyuna gidip, öfkeli ses tonunda, yatıştırıcı konuşmaya çalışmışlardı ama bunun sesinde böyle bir amaç olmadığı belliydi.
-Bakın her şeye hazır cevapsınız, belli ki güzel bir bayan olmanız sizi şımartmış. Ama kusura bakmayın ki bu köşe için daha ciddi şartlar arıyoruz.
Ayşegül sesini ciddileştirdi;
-Ben güzelliği ile ön planda olmaya çalışan biri değilim. Adayınızda aradığınız ama bende bulamadığınız ayrıntı nedir ki?
Aday’ın hiç alttan almayan tavrına iyice şaşırmıştı.Genç kız devam etti;
-Bir insanı anlamak, halini düşünmek için, her şartta onun gibi olmak gerekmez ki. Az önce dediğiniz gibi empatiye yeterince vakıf olan, kendisini gönülden başkasının yerine koyabilen biri, bence bunu başarabilir.
Orhan Zorlu, genç kızın bu hazır cevaplığını içinden ‘ukala’ olarak tanımladı. Çantasından birkaç kağıt çıkardı.
-Arkadaşlar, ‘kişilik çözümleme testleri’ diye birkaç soru hazırlamış.
Bir an durdu, sorulara göz gezdirdi; ” En sevdiğiniz şarkı, sanatçı, şair, yazar, son okuduğunuz kitap” sorular böylece uzayıp gidiyordu. Bunlara vakit ayırmak bile sıkıcı geliyordu aslında.
-Bu sorulara cevaplarınızı alalım. Gerçi bana çocukca geliyor ama neyse. İlk soru; en sevdiğiniz şarkı ?
Genç kız bir an düşündü ve duyulmamış bir şarkı mırıldandı;
- El ele kırlarda koşsak seninle, doyasıya , içten gülsek seninle
-Ooo, şarkılarla aranız çok iyi. Duyduğunuz şarkıları hemen ezberliyorsunuz galiba.
-Bu duyduğum bir şarkı değil, sözleri bana ait, benden başkasının pek bilmediği bir şarkı.
Orhan Zorlu, test kağıtlarını asabi asabi toplayıp çantaya koydu.
-Çocukça olduğunu biliyordum zaten.
Tekrar bakışlarını genç kıza çevirdi;

-Bakın genç hanım, ben başarılı bir gazeteciyim, belki takip ediyorsunuzdur, başarılı da bir yöneticiyim. Bu başarımı insanları gözlememe, kısaca insan sarrafı olmama borçluyum desem yalan olmaz. Ön yargılı olmamaya çalışıyorum ama sizin hakkınızda fazla umutlu değilim.
Orhan bey, hala genç kızın yalvaran bir ifade tarzına geçmesini bekliyor, geçmeyince de “Maddi durumu iyi demek ki “ diye düşünüyordu.
-Hayırdır Orhan bey. Hem ön yargılı olmamaya çalışıyorum diyorsunuz, hem de benim hakkımda yargıya varmışsınız bile. Nedir sebebi.
-Açık sözlü olacağım için kusuruma bakmazsınız umarım.
-Buyurun.
-Masanıza gelip elimi uzattığımda, ayağa kalkma nezaketinizi bile göstermediniz. Bu kendinize güvenden de kaynaklansa, ihtimal amiriniz olacak birine saygısızlık görüntüsü vermez mi sizce.
Genç kızın yüzünde buruk bir gülümseme dolaştı. Bir an sanki cevap verip vermemek için düşündü;
-Başvuru formunda ayağa kalkma şartını göremedim.
-Ben kendimi sert sanırdım, siz daha sert cevaplar veriyorsunuz. Bu gün sol tarafınızdan mı kalktınız nedir.
-Ben hiçbir zaman sol tarafımdan kalkmam…
Orhan Bey, bu cevabın manasını tam anlayamayıp, kızın yüzüne bakarak çözmeye çalıştı. “Dindar olduğunu mu ima etmek istedi acaba “ diye düşündü.
-Anlaşılan bu işe fazla ihtiyacınız yok, sizi fazla tutmayım. Genç kız sesindeki hüzünlü buğuyu engelleyemedi.
-Maddi olarak mı, manevi olarak mı?
Orhan bey bu asi genç kıza küçümser gözlerle baktı ve sesindeki vurguya dikkat ederek adeta heceler gibi konuştu;
-Sizin bu işe hangi açıdan ihtiyacınız var, maddi mi, manevi mi ?
Genç kız, başını dik tutmaya çalıştı;
--Yanılıyorsunuz, ihtiyacım var.
Yemeği bitmişti, hesabı ödeyip ayağa kalktı, elini uzattı;
-Ayşegül hanım, bu görüşme değerlendirilecek ve diğer adaylarla beraber size de sonuçları göndereceğiz.
Orhan Zorlu’nun yüzü bir anda allak bullak oldu, genç kız konuşmasındaki ikazına rağmen yine ayağa kalkmamıştı. Kızın uzattığı eli sıkarken çoktan kararını vermişti, “ ‘Sosyal Köşe’ işi belirsiz bir tarihe kadar rafa kaldırılacak” diye.
Kafeteryadan çıktığında düşünceler içindeydi. Kızgınlığının arkasında bir şeyler öfkesini frenliyor gibiydi. Sislerin ardından bir düşünce belirip kayboluyor gibiydi. Sonunda kendisini rahatsız eden cümle aklına geldi,

Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 03.08.18, 11:55
Üye
 
Üyelik tarihi: 03.08.18
Bulunduğu yer: Ankara
Mesajlar: 50
Etiketlendiği Mesaj: 3 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Maalesef 2. bölüme de sığmadı (Çok da uzun değildi ama)
.
.
Son bölüm
----------------


‘SIZI’ adlı öykü kitabında rastladığı o cümle; “Büyük insanlar, görünen sebeple karar vermezler, çünkü görünen sebebin de, görünmeyen bir sebebi olabilir” yazıyordu. Önce boş vermek istedi, “Saygısız davrandı, ukalalıktan başka ne sebebi olacak ki bunun.” Diye düşündü. Sonra, iç huzursuzluğunu böyle yenemeyeceğini anladı. Döndü, kafeteryanın çıktığı kapısından değil, uzaktaki kapısından içeri girdi. Bakışlarındaki öfke kaybolmamıştı. Uzaktaki bir masaya oturdu ve genç kızı gözlemeye başladı.
Genç kızın bakışlarına hüzün ve umutsuzluk yerleşmişti. Önündeki meyve suyunu bitirdikten sonra garsona seslendi. Orhan Zorlu “Ben hesabı ödemiştim, garsona niye sesleniyor acaba ?” diye düşündü.
Garson, genç kızla konuştuktan sonra uzaklaştı, dönüşünde elinde bir çift koltuk değneği vardı. Orhan Zorlu, burun damarlarının sızladığını, içinin sıkıştığını hissetti. “Demek, demek sol ayağın olmadığı için, hiç sol tarafından kalkmadığını söyledin ha… Oysa bu gün ben sol tarafımdan kalkmışım. Ayağa kalkmamasının nedeni de buymuş ha..” Gözünde beliren yaşları çaktırmadan silmeye çalışarak, başka kapıdan çıkıp genç kızı izlemeye devam etti. Genç kızın, bir taksiye binip gideceğini sanıyordu ama otobüs durağına yürüyüşünü, zorlukla binişini gözledi.
Orhan Zorlu, öfkeyle söylendi; “İnsan sarrafı Orhan Zorlu ha… yazıklar olsun sana. Kızcağız zorda olduğuna dair ipucu bile vermemeye çalıştı, yalvarmadı, hep başı dik durdu, özürlü oluşunu bile sakladı… sen ne yaptın.” Çantasından formları çıkarıp, ‘Ayşegül Çankırılı’ başlıklı forma ‘uygundur’ diye yazıp imzaladı. Sonra hayatta bir defa duyduğu şarkıyı gözyaşlarıyla mırıldanarak yürümeye başladı; “El ele kırlarda koşsak seninle, doyasıya, içten gülsek seninle”

Özürlü
Bir fakiri, bir muhtacı görmezsin
Baktım ki kalbi mühürlüsün.
Her bir yanın sağlam ama
Anladım, vicdanen özürlüsün.






Yazan Ahmet Ünal ÇAM

29-12-2006 Saat 12:10

.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 04.08.18, 18:20
Üye
 
Üyelik tarihi: 03.08.18
Bulunduğu yer: Ankara
Mesajlar: 50
Etiketlendiği Mesaj: 3 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Yaslandığım Dağ Yıkılmış Gibi

Yaslandığım Dağ Yıkılmış Gibi

Atletik yapılı, spora düşkün biriydi Mahmut. Evlendikten sonra da, işlerinin en yoğun olduğu zamanlarda da spordan uzaklaşmamıştı. Hatta evlendiğinde karısına, '-Çocuğum büyüdüğünde onunla top oynayacağım, kendime iyi bakmalıyım.' demişti neşe içinde.

Hep bu güzel düşünceler içinde beklemişti çocuğunu doğumunu.
Doğum periyodunda sigarayı bırakması için zaman zaman eşine kızsa da, genelde gönlünü hoş tutmak için elinden geleni yapmıştı. Beklenen gün gelip çatmış ve doğum gerçekleşmişti sonunda. Anne-babasının kızmasına 'Evladım, önce sağlık dile, önce hayırlı evlat dile' demesine rağmen ısrarla, gözleri ışıldayarak; 'Onlar da olsun tabi ama ilk çocuğum erkek olmalı, onunla futbol, basket oynayacak, yüzeceğim, koşacağım.'
Hastane de küçük bebeklerini kucağına verdiklerinde mutluluktan uçuyordu.
Çocuğuna 'Boğaç' ismini verdi, 'O benim kahramanım, aslan parçam' diye bağırdı.
Her şey istediği gibi gidiyordu, bir kaç gün sonra bebeği kontrole götürdükleri ana kadar.
Doktor kan sonuçlarından sonra çocuğun bacaklarını elle incelemeye başladı. Mahmut, kötü düşünceleri zihninden uzak tutmaya çalışıyordu. Eşi Sümbül endişeyle doktora sordu;
-Bir sorun yok ya doktor bey.
Doktor endişeli bakışlarını gizlemedi;
-Henüz emin değiliz ama...
-Evet...
-Kusura bakmayın, yüzde yüz emin olmadan bunu söylememiz gerekli olsa da bazı testler için yazılı izninizi almamız gerektiğinden... (Mahmut köşede sessizce ama içinde fırtınalar koparak dinliyordu) .. söylemek zorundayım ki, çocuğunuzun bacak ve kollarına giden bazı sinirlerde sorun var.

Sümbül endişeyle konuştu;
-Fakat sorun varsa hareket ettirememesi gerekmez mi? Hareket ettiriyor.
-Beyinden gelen uyarılar da sorun var, tepkilerin zamanlaması da önemli. Şu anda baktığımda bazı tepkileri geç verdi, bazılarında ise tepki göremedim.
Anne babanın yıkılışına rağmen, doktor açıklamaya devam etmek zorunda hissetti kendini;
-Her hareket sorun olmadığını göstermiyor maalesef. Önemli olan hareketlerin beyinden gelen sinirsel uyarılarla uyum içinde olması.
Mahmut zorlukla konuştu;
-Eğer öyleyse ümit var mı düzelmesi için.
-İncelemelerimize bağlı. Bazen beyinden çıkan damarlarda ufak bir tıkanıklık da böyle sonuçlara yol açıyor ve beslediği kısımlar canlıyken müdahale edilebilir, damar açılabilirse büyük bir sorun oluşmadan kurtarılabilir. Fakat sinirlerde yapı bozukluğu oluştuysa veya sorun omurilik gibi zor müdahale edilen kısımlardaki sinir veya damarlardaysa önceden bir şey söylemem çok zor.
-Böyle bir şeye sebep ne olabilir?
-Hamilelik süresince alınan ilaçlar veya....
Mahmut, karısına bakışlarını çevirerek doktorun cümlesini tamamladı;
-…veya sigara...
Sümbül hızla koridora çıkarken doktor mırıldandı;
-Maalesef sigara da ihtimallerden biri.
Mahmut yıkılan umutlarıyla sarsılarak doktorun uzattığı muayene izin kağıtlarını imzaladı.
**** **** ****
Şehirdeki en iyi hastaneydi ama günler, haftalar geçmişti. hastaneye her gidişlerinde umutları körelmişti. Mahmut hamilelik sırasında sigarayı bırakmayan eşine soğuk davranıyor, evden sabah erkenden ayrılıp çok geç saatte geliyordu. Çocuğunun da yüzünü bakmamaya başlamıştı. Nerdeyse 2-3 günde bir kez o da elini bile sürmeden bakar olmuştu. Ne neşesi kalmıştı ne de gelecek planı.

Eşi sigarayı bırakmış, suçluluk duygusuyla kendini perişan etmişti. Kocasının çocuğa ilgisini çekmeye çalışıyor, her gün Boğaç'ın yaptığı bir şeyleri anlatıyordu 'Bu gün gülümsedi, bu gün serçe parmağımı öyle bir sıktı ki...' ne söylese ne yapsa kocasının ilgisini çocuğa yönlendiremiyordu.

Yıllar üzüntü ve acıyla geçti. Çocuk büyümüş, özürlü sandalyesiyle okula da başlamış, okumayı öğrenmişti. Babasının kendisine ilgisizliği, uzak kalması önceden normal geliyordu ama okulda arkadaşlarının babalarının çocuklarına ilgisini gördükçe eksikliği hissetmeye başlamıştı.

Okula başlaması ve sağlıklı çocuklarla karşılaşması içinde zaten acı duygular doğurmuştu ama babasının ilgisizliği uzak duruşu, ezikliğini daha da artırmıştı.

Annesi yıllardır ümitsizce sürdürdüğü çabalarına devam ediyordu;
-Bak oğlumuz yazmayı öğrenmiş babası, ilk kelimesini yazmış.
Mahmut elinde kendisine bakan Boğaç'la arasında gazetesini alarak soğukça sordu;
-Öyle mi, ne yazmış?
-'Baba' yazmış.
Mahmut elindeki gazeteyi sıktığını, fark etti kendini toparladı;
-İyi.
Sonra zorlukla konuşan çocuğunun sesini duydu;
-Anne, ...babam beni niye sevmiyor.
Annesi ikna edici olmaya çalıştı;
-Babalar böyledir yavrum, babalar işte çok yorulur, anneler sarılır yavrularına
Çocuk babasının kızmasından korkarak sesini alçalttı;
-Okuldaki çocukların babası sarılıyor, kucağına alıyor.
Annesi çocuğunu başka odaya götürürken Mahmut içindeki duyguları bastırmaya çalışıyordu.
**** **** ****
Ertesi gün öğle saatlerinde çıktı işinden, eşi çocuğunu almaya gittiğinde orda olmak istiyordu. İçinde çırpınan duygular, çocuğuna daha fazla ilgi göstermesi gerektiğini söylüyordu.

Beklerken, kenarda çocuğuyla gördü. Duramadı, döndü çıkışa doğru yöneldi. Arkasından bağıran Boğaç'ın sesiyle irkildi, sesteki acıyı hissetmişti. Aceleyle gözünü sildi.
-Baba, beni almaya mı geldin?
Vücudundaki sorundan konuşması da hafif sorunlu olsa da çocuğunu sesindeki kırgınlığı fark etmişti. Döndü, birkaç saniye bekledi, önündeki görünmez duvarları yıkar gibi yavaş yavaş yürüdü. Belki bir şeyler söylemeliydi, söylemedi. Eşiyle çocuğunun yanına vardı.
-Gidiyor muydun baba?
-Buradayım işte.
Yanlarına gelen bir kaç arkadaşına sesi titreyerek seslendi;
-Bakın, '-Senin baban yok mu? , niye hiç gelmiyor? ' diyordunuz. İşte, işte benim babam.
**** **** ****
O gün bir sürü duvar yıkılmıştı ama Mahmut hala çocuğuna gidip sarılmıyor, o yanına gelince konuşmadan sarılıyordu. Her akşam babasının yanına geliyor, zorla yanağını isteyip öpüyordu.

Bir akşam yine yanına geldi babasına bakarak sustu. Mahmut bir an bekledi, 'Babacığım iyi geceler' deyip yanağından öpmek istemesini. Oysa Boğaç öylece bakıyordu. Boğaç'ın konuşmayacağını anlayan Mahmut, kendisi yanağını uzattı, oğlu öptü. 'İyi geceler' dedi. Fakat Boğaç hala bekliyordu.
-Ne oldu, niçin yatmıyorsun?
-Sen niçin beni öpmüyorsun baba?
-? ? ?
-Beni sevmiyor musun?
-Seviyorum.
-Sevsen bir kere öperdin.
Mahmut kalktı, Boğaç'ın gözyaşıyla ıslanmış yanağına bir öpücük kondurdu.
-Seviyorum.
-Sevsen ben söylemeden bana sarılır öperdin.
-Öptüm ya.
-Hep annem beni dışarı çıkarıyor, sevsen bir gün de sen çıkarırdın. (Gözlerinin içine baktı) Benden utanıyor musun baba? (özürlü sandalyesiyle yavaşça geri çekildi) Bu benim hatam değil baba, ben istemedim ki böyle olmayı.
Mahmut yüreğinin ezildiğini hissetti. Bir çocuk daha ve gülüp oynayacağı yerde çektiği acılar yetmiyormuş gibi bir de ben üzüyorum.
Bir kaç dakika öylece kaldıktan sonra kalktı, annesinin yeni yatırdığı Boğaç'ın yanına vardı. yüzü diğer tarafa dönük çocuğun üstüne eğilip yanağına bir öpücük kondurdu;
-İyi geceler yavrum.
**** **** ****
Odadan çıkacakken durdu, sessizce geri döndü. Gözlerini kapatmış çocuğunu bir kaç saniye baktı ve o anda çocuğunun yüzüne yayılan gülümsemeyi izledi. Çocuğunu ilk defa gülümserken görmüştü, ilk defa....

Odadan yavaşça çıkarken karar verdi; 'Bir daha hep gülümsemen için çalışacağım.'
**** **** ****
Ertesi gün işe geç gitmeye karar verdi. Çocuğunu okula bırakıp geçecekti. Ertesi sabah evden çıkmakta olan eşine '-İstersen sen evde kal, oğlumla bu gün ben gideceğim' dediğinde Boğaç'ın yüzündeki mutluluk harikaydı.
**** **** ****
Artık arada çocuğunu okula Mahmut bırakıyordu. Çocuğunun gülümseyişlerine alışan Mahmut, bunun ne kadar değerli bir hazine olduğunu anlamıştı.
Günler günleri kovaladı, sonunda yaz tatili gelmişti. Boğaç'ın başarılı karnesi anne-babasını sevindirmişti. Yalnız, okula gidip gelirken hayatına bir renk katılan Boğaç, tatilin gelişiyle beraber sadece pencere kenarında babasının gelişini gözler olmuştu. Boğaç'ın gittikçe sıkılmaya, mutsuz olmaya başlamıştı.

Bir akşam Boğaç işten dönen babasına sarıldıktan sonra;
-Baba bana karne hediyesi almadın.
-Karne hediyesi ne istersin? Sinemaya gidelim mi?
Boğaç babasına gülümsemeye çalıştı;
-Yaşamak isterim baba...
Mahmut üzgün kalakaldı. Boğaç devam etti;
-Biraz zorla da olsa, babaanneme senin anlattırdım Sen spor yapmayı, yüzmeyi ve doğada yürümeyi çok severmişsin.
-Evet, eskiden yapardım.
-Ben evden, okuldan başka bir yer göremeyecek miyim baba, ben hiç yaşamayacak mıyım baba?
Konuşmaların bir kısmını duyan annesi;
-Evde, bizimle mutlu değil misin?
Annesine cevap vermedi, babası mırıldandı;
-Ben onu anlıyorum. (Çocuğuna sarıldı) Aslan oğlumla omuz omuza her şeyi başarırız. Ne istiyorsun yavrum, ne yapalım?
-Bir kitapta okumuştum baba, şehirde yaşayanlara kızıyordu. Ben evden bile çıkamıyorum.
-Ooo kitapta yazıyor ha. Ne yazıyordu başka?
-'Bazı insanlar yaşadığını sanır ama,ağlamayı bilmeyen gülmeyi,ateşe dokunmayan yanmayı, yükseklere çıkmayan yüceliği bilmez.' yazıyordu... Ben dağlara çıkmak istiyorum baba, ben dünyaya bakmak istiyorum baba.
Mahmut, çocuğun omuzlarından tuttu;
-İşte şimdi tam Boğaç oldun.
**** **** ****
Artık Mahmut çocuğu için üzülmek yerine, onu mutlu etmek için uğraşıyordu. Oğlunu eve hapsetmedi, yıllarca oğluyla gezdi, oğluyla koştu, yüzdü, bisiklet sürdü, özürlü arabasıyla götüremediği yerler kucağında götürdü.

Çocuğu büyüdüğü halde, gücü yettiğince yanından ayırmadı, ona arkadaş oldu, ona dost oldu, ona dayanak oldu, zorluklara karşı yaslandığı bir dağ oldu , gerektiğinde el-ayak oldu.
**** **** ****
Babasıyla geçirdiği o güzel anların haricinde, kitap okumayı da çok seven Boğaç öyküler-şiirler yazmaya da başlamıştı. En çok babası için şiirler yazıyordu.

Çocuğu için elinden geleni yapan, günlerini, hatta ömrünü severek oğluyla paylaşan, onun bir gülümsemesi için her şeyini vermeye hazır olan Mahmut, sonunda gözlerini kapatırken onun için en çok oğlu ağlıyordu. Boğaç babasını dualarla uğurlarken, babasının ölümünün acısıyla, onun için yazdığı son yazdığı şiir dudaklarında 'Yaslandığım dağ devrilmiş gibi' diyerek gözyaşı döküyordu. Annesi de oğluna sıkıca sarılmış, “Seni hiç bırakmayacağım , hep yanında olacağım,” diyerek ağlıyordu.

Yaslandığım dağ yıkılmış gibi

Kurak gönlüme yağandı babam
Her derdime dermandı babam
Ben dayanamam kendim kendime
Dağ gibi dayandı babam

Böğrüme bıçak sokulmuş gibi
Kalbim yerinden sökülmüş gibi
Gittin ya babam, gittin ya
Yaslandığım dağ yıkılmış gibi

Ahmet Ünal ÇAM 10-01-2007 18:00

Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
gonuller, ozurlu


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Özürlü Nüfus Cüzdanı Hakkında Bilmeniz Gerekenler SiLence Engelliler Dünyası 1 20.04.17 22:37
Görme Özürlü Kimdir- Kim Değildir? SiLence Engelliler Dünyası 1 20.04.17 22:33
özürlü çocuğa sahip ailelerin psiko-sosyal durumu özürlü çocukların y SiLence Engelliler Dünyası 1 20.04.17 22:31
Engelli Hakları SiLence Engelliler Dünyası 2 20.04.17 22:11
Özürlülere Sağlanan Vergi Avantajları - Sakatlık İndiriminden Kimler Y SiLence Engelliler Dünyası 2 20.04.17 22:10


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 14:24.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147