#1
|
|||
|
|||
Keşf ve Ledün İlmi
"Ledün" kelimesi, Türkçe'de de kulandığımız "nezdinde, yanında" manasını ifade eden "inde" kelimesiyle eş anlamlıdır. Kur'an'da pek çok defa geçen bu kelime, Kehf sûresinde Musa ile Hızır kıssasında Hızır hakkında: "Biz ona tarafımızdan (ledün) bir ilim öğretmiştik" (el-Kehf, 18/65) şeklinde geçmektedir. Ayette geçen "ledünnî ilim", "gaybî ilim ve ilahî esrarı kavrama" manasında bir terimdir. Ayette Hızır'a verildiği bildirilen ilmi, peygamberlere verilen ilimden ayıran özellik, "öğretim biçimi"dir. Bu yüzden ayette "öğretmiştik" (allem-nahu) tabiri kullanılmıştır. Değilse peygamberlerin ilmi de Hakk katındandır.
Mûsa'ya, Hakk katından peygamber olması hasebiyle verilen ilim, dini hükümlerdi, ibadet, muamelat ve ahlak bilgisiydi. Hızır'a verilen bilgi ise olayların ve eşyanın sırlarını kavramaktı. Nitekim bu olayı anlatan bir hadis-i şerifte Hızır'ın Musa'ya şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ya Musa, ben Allah'ın bana öğrettiği bir ilme sahibim ki, sen onu bilmezsin. Sen de Allah'ın sana öğrettiği bir ilme sahipsin ki, ben onu bilmem." (Buharı, İlim, 44). Ayet ve hadislerde geçen bu kavram, ilham ve keşf yolu ile elde edilen hakîkat bilgisine "alem" olmuştur. Bu itibarla "ledünnî bilgi", fikrî, zihnî ve de düşünce temrinleriyle elde edilen bir bilgi türü olmayıp, taraf-ı ilahîden gelir. Bu bilgi türünde akış, eserden müessire, vicdandan vücuda değil, müessirden esere, vücüddan vicdana doğrudur. "Ledünnî bilgi" bir keşf işi olduğundan, "keşf" kavramıyla da alakalıdır. Hatta çoğu zaman bu iki kavram birbirinin yerine de kullanılır. Keşf lügatte "perdenin açılması" demektir. Tasavvuf kavramı olarak anlamı ise gerek vücûd ve gerekse şühûd açısından; yani gerek görmek suretiyle, gerekse idrak yoluyla perdelerin arkasındaki gizli manalara ve gerçeklere muttali olmaktır. Kur'an'da insanın gözünden gaflet perdesi kalkıp (keşf), basiretle kainata baktığında çok ince bazı sırlara aşina olabileceğine işaret edilmiştir: "Andolsun sen gaflette idin; derhal biz senin perdeni kaldırdık (keşf). Bugün artık gözün keskindir." (Kaf, 50/22) Yani artık ilahi incelikleri görebilecek bir basirete sahibsin. Ayette "basiret", gözünden gaflet perdesinin kalkması anlamına gelen "keşf" tasavvufta ibadet ve taat sonucu mazhar olunacak basiretle kainat kitabını okumak ve bu suretle bir takım sırlara erişmek manasına kullanılmıştır. Tasavvuf, bir boyutuyla insanı ahlakî kemale hazırlayan bir eğitim sistemi, bir boyutuyla da bilgi ve ma'rifet yoludur. "Seyr u sülûk" diye ifade edilen tasavvufi eğitim, ruhî yükselişi hedeflemektedir. Ruhi yükseliş ve manevi terakki sonucu insanın vehbi bir takım bilgilere erişebileceği kabul edilmektedir. "Vehbî bilgi" adından da anlaşılacağı gibi, kula Hakk tarafından ilham yoluyla gelebilecek "keşfi" bilgilerdir. Vahiy ile asla karıştırılmamalıdır. Bütün İslamî ilimlerin kaynağı Kur'an ve sünnettir. Bu kaynakların yorumu konusunda fıkıh ve kelam gibi ilimler, akıl aracılığı ile "istidlal ve nazar" yolunu kullanırken tasavvuf; "keşf ve ilham"; yani ledün yolunu kullanmaktadır. Ancak ilm-i ledün sırrına ermek; ibadet, riyazat ve mücahede ile belli bir manevi olgunluğa ermeyi gerektirmektedir. Kur'an-ı Kerim ayetleriyle hadislerde insanın ibadet, takva ve manevi yükseliş sonucu bir takım ince seziş, ilham ve bilgilere erişebileceğine delil olabilecek ifadeler vardır. Nitekim Kehf suresinde (18/65-82) Musa ile Hızır'ın arkadaşlığı sırasında Musa'nın olayların dış yüzüne bakarak hükmettiği, Hızır'ın ise "ilm-i ledün" sayesinde mes'elenin içyüzüne vakıf olduğu görülmektedir. Bu konuda delil sayılan diğer ayetlerden bazıları şöyledir: "Takva üzere olunuz ki Allah size öğretsin" (el-Bakara, 2/282). "Eğer takva üzere olursanız Allah size furkan ve nur verir" (el-Enfal, 8/29). "Allah'tan korkun ve Rasûlü'ne inanın ki, Allah size rahmetinden bir pay ayırsın, sizin için, Işığında yürüyeceğiniz bir nur ortaya koysun" (el-Hadid, 57/28). Bu ayetlerde geçen "furkan, rahmet ve nur" gibi kavramlar, bir bakıma insanda meydana gelen "gönül aydınlanması sayesinde ortaya çıkan vehbî ilim" diyebileceğimiz keşf, feth ve ilhamlar, ruhi tecrübe ve sezişlerdir. Bu konuya delil olabilecek hadislerden bazıları şöyledir. "Her ümmetin muhaddesleri; keşf ve ilhama mazhar kişileri vardır. Bu ümmetin muhaddeslerinden biri de Ömer b. Hattab'dır." (Buhari, Fazail, 16) "Öğrendikleriyle amel edene Allah Teala bilmediklerini öğretir." [Keşfü'1-hafa, II, 265 (2542)] "Kırk gün süreyle Allah'a ihlasla amel edenin kalbinden lisanına hikmet pınarları akmaya başlar." [Keşfü'1-hafa, II, 223 (2361)1 Keşf ve ilham, mutasavvıflar için hakikata ulaşmada bir yol ve bir araç olmakla birlikte, hiçbir zaman gaye değildir. Çünkü keşf ve ilham sadece sahibini bağlar. Sofinin keşfi, müctehidin içtihadı gibidir. Hatâ ve savâb ihtimali her zaman vardır. Tasavvuf, havassa aid bir ledün ilmidir. Mutasavvıflar arasında yaygın olan görüşe göre Hz. Peygamber (s.a.)'in Allah'tan aldığı üç nevi ilim vardır. Bunlardan biri, Hz. Peygamberin ashabının hepsine öğrettiği, emir ve nehiylerden oluşan şeriat ilmi, diğer ashabın bazılarına talim buyurduğu özel ilim (tarîkat, tasavvuf; ya da havas ilmi), bir diğeri de Allah ile kendisi arasında bir şifre mesabesinde olan ve manası sadece kendisine malum, muhatabı bizzat kendileri olan ilimdir. Kur'an'daki hurüf-i mukattaa ve müteşabih ayetler bu türdendir. Allah Rasûlü'nün bizzat kendisinin: "Siz benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, çok ağlar, az gülerdiniz." (Buhari Küsûf, 2; Müslim Salat, 112) hadis-i şerifi Hz. Peygamberin her aldığı bilgiyi aktarmakla yükümlü olmadığını göstermektedir. Ayrıca şu hadisler, Efendimiz'in bazı sahabilere mahrem şekilde öğrettiği öne sürülen bir bilginin var olduğuna delil sayılmaktadır: Hz. Ebû Hüreyre der ki: " Ben Allah Rasûlü'nden iki kap ilim aldım. Bunlardan birini halka anlattım. Diğerini eğer meydana çıkarıp anlatacak olsaydım, şu boynum giderdi" (Buharî, ilim, 42) Mutasavvıflara göre bu hadiste geçen ve anlatılmayan ilim, şeriata bağlılık ve Hz. Peygamber'e muhabbet sonucu meydana gelen ledün ilmidir. Yine Muaz b. Cebel'in bir gün Rasûlullah'ın terkisine bindiği, orada kendisine bir başkasına açıklanmasına izin verilmeyen bir sırr ve gizli bir bilgi verdiği rivayet olunmaktadır. (bk. Buharî, ilim, 49) Allah Rasûlü'nün sırdaşı Ebû Huzeyfe'ye, özellikle nifak ve münafıklar konusunda kıyamete kadar olacak şeyleri haber verdiği bilinmektedir. Ebû Bekir (r.a.) ile konuşmakta olan Allah Rasûlü'nün yanına gelen Hz. Ömer'in sanki arap olmayan bir kimse gibi konuşulanlardan hiçbir şey anlamadığı rivayet edilmektedir. Bütün bunlar, Allah Rasûlü'nün bazı sahabilere özel bilgiler verdiğine delil sayılabilir. Allah Rasulü'nden ilm-i havass adıyla öğrenilen ve daha sonraki nesillere yazılı ve sözlü olarak değil de, manevi veraset, ruhi tecrübe ve hal yoluyla intikal eden; ibadet ve muhabbet sonucu elde edilen, ilm-i ledün adıyla anılan bir bilgi türü vardır. Bu bilgi türü, tasavvufun konusuna girmektedir. Çünkü tasavvufun konusu "marifetullah"; yani Allah'ı tanımaktır. Keşf, ma'rifet-i ilahiyyede bir bilgi yöntemidir. Ayet ve hadislerin yorumlanmasında da "keşfi bilgi ve ilham" işarî tefsir ve yoruma kaynaklık etmiştir. Mutasavvıfların kullandığı bilgi yöntemi olan keşfi, en iyi yorumlayanlardan biri İmam Gazzalî'dir. Keşfî bilginin kaynağını vahyin kaynağıyla aynı gören İbn Arabi ise bu konuyu en iyi şekilde sistematize edendir. |
#2
|
|||
|
|||
Ledün İlmi, Allahû Teâlâ’nın İhsânı ile Kalbe İlhâm Edilen, İlâhî Sırlara Ait Bilgilerdir. Görünüşte, Akla ve Nâkle Zıt Gelebilir. İlm-i Ledün Sahibi Olanlar, Olaylardaki Gizli Sırları ve Hikmetleri Bilir.
Abdülğanî Nablüsi Hazretleri Buyuruyor ki: İlmi Bâtından Habersiz Olanlar, Tasâvvuf Kitaplarını Okuyunca, Âriflerin Sözlerini Küfür ve Sapıklık Sanıyorlar. Anlamadıkları Mârifet Bilgilerine İnanmayıp Tasâvvuf Büyüklerine Dil Uzatıyorlar. Bâtın Bilgilerine İnanmayan Dinimizin Sırlarına İnanmamış Olur. Böyle Kimse Bid’at Ehli ve Sapıktır. [Hadikâ] Kehf Sûresinde Geçen Bir Olay Bâtıni İlimden, İlm-i Ledünden Bahsetmektedir. Ubey İbni Ka’b Hazretleri Bildiriyor ki; Rasulullâh Efendimiz Şöyle Anlattı: Musa Aleyhisselâm, Kavmine, “İnsanların En Âlimi Benim!” Dedi. Allahû Teâlâ, Onu İkâz Edip, “Denizlerin Birleştiği Yerdeki Kulum Senden Âlimdir!” Buyurdu. Musa Onu Nasıl Bulacağını Sordu. “Bir Sepet İçine Balık Koy, Balık Nerede Kaybolursa Oradadır!” Buyurdu. Musa, Sepete Bir Balık Koyarak Yuşa ile Birlikte Yola Çıktılar. Bir Kayanın Dibinde Uyudular. O Sırada Sepetteki Ölü Balık Canlanıp Denize Yüzerek Gitti. Denizde İzi Belli Oluyordu. Yuşa Buna Hayret Etti. Bir Müddet Daha Yol Aldıktan Sonra Musa, Gence, “Yorulduk, Gıdamızı Getir!” Dedi. Hâlbuki Musa Emredilen Yere Kadar Yorulmamıştı. Genç, “Biz Uyurken Balığın Denize Gittiğini Söylemeyi Unuttum!” Dedi. Geri Dönüp Oraya Geldiklerinde, Orada Elbisesini Üstüne Örtmüş Birisini Gördüler. Bu Hızır idi. Musa Ona Selâm Verdi. Hızır, “Sen Kimsin?” Dedi. “Ben Musa’yım!” Dedi. Hızır, “Beni İsrail’in Peygamberi Musa mı?” Diye Sordu. “Evet. Bildiğin İlimlerden Bana Öğretmen İçin Seninle Gelebilir miyim?” Dedi. Hızır, “Benimle Arkadaşlığa Sabredemezsin. Çünkü Allahû Teâlâ’nın Bana Bildirdiği İlmi Sen Bilmezsin, Sana Bildirdiği İlmi de Ben Bilmem!” Dedi. Musa, “İnşaAllah Beni Sabredenlerden Bulursun!” Dedi. Hızır da, “O Hâlde, Yaptığım İşlerin Hikmetini Sorma!” Dedi. Deniz Kenarına Gittiler, Az Sonra Gemi Geldi. Hızır’ı Tanıdıkları İçin Gemiye Bunları Ücretsiz Aldılar. O Sırada Bir Serçe Gemiye Kondu ve Denizden Bir İki Damla Su Aldı. Hızır, “Ya Musa, Benim İlmimle Senin İlmin, Şu Serçenin Denizden Aldığı Su Kadar Değildir!” Dedi. Sonra Geminin Bir Tahtasını Söküp Attı. [Açılan Delikten Gemi Su Almaya Başladı.] Musa, Dayanamayıp, “Adamlar Bizi Ücretsiz Gemiye Bindirdiler. Sen Gemiyi mi Batıracaksın?” Dedi. “Ya Musa, Sen Benimle Yoldaşlığa Dayanamazsın Demedim mi?” Dedi. Musa, “Mazur Gör, Unuttum!” Dedi. Gemiden İndikten Sonra, Oynayan Çocuklara Rastladılar. Hızır, Çocuğun Birini Tutup Öldürdü. Musa Yine Dayanamayıp, “Ortada Bir Şey Yokken, Suçsuz Yere Bir Cana Nasıl Kıyarsın? Ne Kötü Şey Bu!” Dedi. Hızır, “Ya Musa, Sen Benimle Arkadaşlık Yapamazsın Demedim mi Sana?” Dedi. Musa, “Bunu da Mazur Gör. Bir Daha İşine Karışırsam, Arkadaşlığı Bırakırsın. Çünkü Artık Yüzüm Kalmaz!” Dedi. Nihâyet Bir Köye Geldiler. Köylüler Onları Misafir Etmedi, Yemek İstediler, Köylüler Vermedi. Orada Yıkık Bir Duvar Var idi. Hızır Eli ile [Kerâmetle] Duvarı Kaldırıp Doğrulttu. Musa, Bu İşe de Hayret Edip, “İsteseydin Ücretle Yapardın?” Dedi. Hızır, “Ya Musa, Artık Ayrılma Zamanımız Geldi!” Dedi. Musa Aleyhisselâm Eğer Sabretseydi, Çok İbretli Olaylarla Karşılaşacaktı. [Buhârî] Daha Sonra Hızır Aleyhisselâm, Yaptığı İşlerin Hikmetini Şöyle Anlattı: Gemiciler On Kardeşti. Geminin Kazancı ile Geçiniyorlardı. Bir Derebeyi, Sağlam Gemileri Zorla Alıyordu. Bu Geminin Arızalı Olduğunu Duyunca, İçine Su Alıp Yolcular Canını Zorla Kurtardığını Öğrenince, Almaktan Vazgeçti. Biz de Böylece İyiliğe İyilik Etmiş Olduk. Günâhsız Çocuğa Gelince; Bunun Ana Babası Sâlihti. Çocuk Büyüyünce Onları Küfre Zorlayacak, Zulüm ve İşkence Edecekti. Kendisi de Kâfir Olarak Ölecekti. Onu Bundan Kurtardık. Bunun Yerine Hayırlı Bir Evlât Vermesi İçin Allahû Teâlâ’ya Duâ Ettim. [Yeni Doğan Hayırlı Evlâttan, Yetmiş Peygamber Meydana Geldi.] Doğrulttuğum Duvar, Öksüz Çocuklara Aitti. Babaları Duvarın Altına Bir Hazine Saklamıştı. Duvarı Düzeltmeseydim, Yıkılıp Hazine Meydana Çıkacak, Başkalarının Eline Geçecekti. Onun İçin Biz Öksüzlere İyilik Etmiş Olduk. Bahsedilen Hazine, Üzeri Yazılı Bir Altın Levha idi. Levhada da Şöyle Yazılı idi: Ölümü Bildiği Hâlde Gülüp Neşelenen, Kadere Îmân Ettiği Hâlde Üzülen, Rızka Allahû Teâlâ’nın Kefil Olduğunu Bildiği Hâlde Lüzumsuz Zahmetlere Giren, Kıyamette Sorgu Suale İnandığı Hâlde Gaflete Dalan, Fâni Olduğunu Bildiği Hâlde, Dünyâya Bel Bağlayan Kimseye Hayret Etmemek İmkânsızdır! Musa Aleyhisselâm Gibi Büyük Bir Peygamber Bile, Allah’ın Emri ile, Nebî veyâ Velî Olduğu Söylenen Bir Zâttan Bâtın İlmini Öğrenmek İçin Gidiyor. Gayba Ait Böyle İlimleri Allahû Teâlâ Herkese Bildirmiyor, Dilediklerine Bildiriyor. Hazreti Hızır’ın Bu İlmi Bildiği Anlaşılmaktadır. Bu İlmi Bilenler Evliyâ veyâ Peygamberdir. Kıyamet Yaklaştıkça, İnsanlar Dinden Uzaklaşmaya Başlamaktadır. Eskiden Kerâmeti Görülen Evliyâ Çoktu. Fakât Dinden Uzaklaştıkça Evliyâ Azaldı, Kerâmetler Görülmez Oldu. Ledün İlmi Unutuldu. Sapıklar Çoğaldı, Kerâmet İnkâr Edilmeye Başlandı. |
#3
|
|||
|
|||
Vehbi bir ilim olan Ledün ilmi Kur’an’daki ayetten adını almış ve Hz. Hızır’a ait olan özel bir gayb ve sır bilgisidir.
Ledün ilmi veya İlm-i Ledün konusunda net bir tanım yapmak mümkün gözükmemektedir. Sadece insanların bilmediği ve sadece Allah’ın seçtiği kullarına bahşettiği bir sır ve gayb bilgisi ile yöntemidir. Kur’an’da Hz. Musa’nın Hz. Hızır ile yolculuklarının anlatıldığı ayetlerde Hızır’a verilen ilimden ‘ledün’ olarak bahsedilmiştir. Ayet şu şekildedir; Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim (ledün ilmi) öğretmiştik. (Kehf suresi, 65) Ledün ilmi Kur’an’ı Kerim’de Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın karşılaşmalarında tarif edilmiştir. Hz. Hızır’ın insanlar için yanlış ve günah sayılacak çocuk öldürmek, gemiyi delmek gibi bir takım eylemleri olur. Hz. Musa insani bir refleskle Hızır’ın yanlış gibi görünen bu davranışlarına itiraz eder. Hz. Hızır daha sonradan yapmış olduğu eylemlerin hikmetlerini sebepleri ile birlikte açıklayınca gerçek ortaya çıkmış olur. Kur’an’da ledün ilmi bu şekilde anlatılmaktadır. Peygamberimiz bu konuyla ilgili bir hadisinde şöyle buyurmuştur; ‘’Şayet bildiklerimi bilseydiniz; az güler, çok ağlardınız.” (Buhari, Küsuf, 2; Müslim, Salat, 112) Tasavvufi gelenekte ledün ilmi önemli görülür. Hassas olan kalp zikir ve feyizle yumuşar Allah’ın zikriyle letaifler açılır ve diğer insanların algılayamadığı bir takım hakikatler insanın kalbine doğar bazen de zuhur eder. Ledün ilmi özel bir bilgidir ve herkes tarafından bilinmez, olayların iç yüzlerine vakıf olmayı sağlar. Bu ilim insanların anlayışının üzerinde olduğu için insanlara açıklanmamıştır. Bu ilme sahip olan kişilerin başkalarına anlatmaları yasaklanmıştır. Ledün ilmi Hz. Hızır’a ait olan bir ilim olmakla beraber bazı Peygamberlere ve Allah dostlarına da verilmiştir. Hadislerden anlaşılacağı üzere ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’nin de Hızır as ile bir bağlantısı olacak ve ledün ilmini bilecek ve kullanacaktır. Bu ilim kişiyle Allah arasında olan gizli bir bilgidir. Kur’an’da bazı surelerin başlarında bulunun ve huruf-u mukatta denilen harfler bu kabildendir. .
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan, Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren.. |
#4
|
|||
|
|||
Takva üzerine bırak imanımız sıkıntılı
|
#5
|
||||
|
||||
imam gazalinin keşfi o kadar sağlam olamlıki derece olarak
imam-gazali-ahiret-aleminin-sirlari adlı kitabı var merak edenler okusun maşaAllah ahireti naklen tektek anlatıyor.Helal olsun diyorum.
__________________
-Eğer duanız olmasa RABBİMİN katında ne ehemmiyetiniz var. -Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir;kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar. |
#6
|
|||
|
|||
Alıntı:
__________________
Insanın dostuda düşmanıda kendisidir |
#7
|
||||
|
||||
• Ledün İlmi: Allah’ın (Celle Celâlühü) yanından verilen ilimdir. Esâsen ledün ilmi Mevlâ’dan kulun kalbine akıtılıyor. Başka bir bilmek geliyor insana. Hızır’a (Aleyhisselâm) verilen ilim de ledün ilmidir.
• Bak Allah’ın (Celle Celâlühü) işlerine şuradan giderken Allah (Celle Celâlühü) sana bir yara verir veya ayağını kırar. Niçin? Kötü yola gidecektin gitme diye. Kötü yola gitmektense ayağının bin defa parçalanması iyi değil mi? Ben hastalığı altın zincire benzetiyorum. Mevlâ onunla bizi kendi kapısına bağlıyor. Siz onu beğenmiyorsunuz ama âhirette meydana çıkacak. • Kur’ân’ı bilmemek ve mânâsını bilmemek en kötü şey. Niye bilmeyelim? Bir daha ölüp dirilmek var mı? Senin niye Kur’ân’dan haberin olmuyor. Sen niye Kur’ân’dan kaçıyorsun da Kur’ân okumuyorsun? Bu yüce ilim Mevlâ’nın yanında bir deryadır ki ucu bucağı yok. Bütün ağaçlar kalem olsa, yapraklar kağıt olsa, deryalar mürekkep olsa, bunlar biter o ilim ise hiç yerinden sallanmaz. • Bir insan birkaç kelime öğrenmekle fezâya sığmaz oluyor kibirden. Biz ne biliyoruz? Bize lâzım olan tavâzûdur. Bir de Mevlâ’nın emirlerini beklemek, daha bize ne emrediyorsun demektir. •“Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki katını ver ve onları büyük bir lânetle lânetle.” (Ahzâb, 68) Niçin? Çünkü onlar dünyada bizi boş şeylerle meşgul ettiler. Kur’ân’a, hadîse, fıkıha, tasavvufa ve bunların yolu olan Arapçaya baktırmadılar. Bize namaz kıldırmadılar. Bir de diyorlar ki bakın namaz kılıyor mu? Kılıyorsa kaldırıp atacaklar onu. Yâhu namazdan ne gördün de onun kılınmasına engel oluyorsun. Ey arkadaşlar! Bir dünya rütbesinden sebep namazı terk ediyorsanız vay bize vay! Lâzım değil o rütbe, kurt yesin o rütbeyi. Bize islâm lâzım velevki hamal, süpürgeci olalım. (Mahmud Usta Osmanoğlu kuddise sirruh)
__________________
Ne senle yaşanıyor Ne de sensiz oluyor Şu garip bomboş dünyada.. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Havas ve Ledün ilmi | HavasHoca | Havas ilmi Genel Bilgiler | 7 | 29.07.24 12:48 |
ilmi Ledün - Dr.Münir Derman (K.S.) | Why | Münir Derman | 5 | 07.03.24 23:30 |
ilmi Ledün nedir? | HavasHoca | Havas Dersleri | 14 | 24.08.23 23:36 |
Ledun ilmi nedir? Ledün ilminin sırrı | desperado | islam & islami Konular | 2 | 06.05.17 13:24 |
islam Alimleri Açısından Ebced ve Cifir ilmi | Sin | Ebced & Cifir & Remil | 0 | 29.09.15 14:19 |