#1
|
||||
|
||||
Su Kültü
Su hayatın ve kâinattaki her şeyin temelini oluşturmakta, yaratılışın
her aşamasında yer almakta, sürekliliğini sağlamaktadır (Eliade, 2005: 228). Türk, “Hint ve Babil” (Eliade, 2005: 228-229) gibi pek çok kültürün2 mitolojik birikiminde Tanrı’nın önce suyu yarattığına, dünyanın başlangıçta bir okyanustan ibaret olduğuna ve suyun evrenin özü olduğuna inanılmaktadır. Yanı sıra İslam dininin kitabı Kuran’ı Kerim’de "Biz, canlı olan her şeyi sudan yarattık."(Enbiya/30 Râzi, 2002: 168) ve “Biz insanı birbiriyle karışık bir damla sudan yarattık.” (İnsan/2 Râzi, 2002: 94) ifadeleri ile suyun hayatın kaynağı olduğu ortaya konulmaktadır. Aynı zamanda “Rızkınız ve va’adolunduğunuz şeyler göklerdedir" ifadeleri ile de suyun insanın hayatını sürdürmesinin ve rızkının sebebi kılındığı (Zariyat/22 Râzi, 2002: 168) ve hayatın devamlılığındaki önemi ortaya konulmuştur. Altay Yaratılış Destanı’nda yer alan “Dünya bir deniz idi, ne gök vardı ne bir yer; uçsuz bucaksız, sonsuz sular içreydi her yer! Tanrı Ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak. Uçuyor, arıyordu katı bir yer, bir bucak” (Ögel, 2014: 465) ifadeleriyle suyun önemi en başta ortaya çıkmış “başlangıçtaki sonsuz su” aktarılmıştır. Türk mitolojisinde Tanrı’nın önce suyu yarattığı (İnan, 1986: 13-14; İnan, 1998: 274) kabul edilmektedir. “Başlangıçtaki sonsuz su”yun yer aldığı bir diğer kaynak ise Ural Batır Destanı’nın ilk dizeleridir: “Önceler öncesinde Kişi oğlunun olmadığı Gelip ayak basmadığı O taraflarda kuru yerin Varlığını hiç kimsenin bilmediği Dört tarafını deniz sarmış Varmış de bir yer” (Ergun - İbrahimov, 1996: 17). Uygurlarda kozmogoni amaçlı suya dalış mitlerine yer veren Eliade, Çeremislerin, dünya yaratılmadan önce Tanrı’nın (Yuma) kardeşi Keremet'in bir ördek biçiminde yüzdüğünü (2006: 132) anlattıklarını aktarır. İslamiyet’te ise “Gökleri ve yeri altı günde yaradan O'dur. O zaman Arş'ı su üzerinde idi…” (Hud 11/7) âyetiyle başlangıçta arşın suyun üstünde olduğu, Allah’tan ve sudan başka hiçbir şeyin olmadığı (Râzi, 2002: 508-510) ifade edilmektedir. Türk kültüründe de su, “geleneklerin köklerini tutan, en büyük temeldir. Her şey ona dayanır”(Ögel, 2014: 409). Eski Türk inanç sisteminde “su” da “yer” gibi “ıdık”, yani kutsal kabul edilmiştir (Kalafat, 1995: 52). Eski Türk inançlarında dereler, pınarlar, ırmaklar başka bir ifade ile akıntılı olan bütün sular “kutsal su” kavramı içine girmektedir. Aynı zamanda Dicle, Fırat, Nil ve Ganj gibi birçok büyük nehir hem efsanelerde hem de gerçek hayatta ibadetin ve dinî düşüncenin vazgeçilmez unsurları olarak görülen birçok dinsel-büyüsel uygulama, âdet ve inanışlarda önemli bir araç olarak yer almakta ve değerlendirilmektedir (Örnek, 1988: 103-104). Dünya kültür tarihinde ve Türk dünyasında eskiden beri suyun bir değeri ve hükmü olmuştur (Akman, 2002: 1). Su kutsallığının yanı sıra ölümsüz kabul edilmiştir; Dede Korkut bu durumu “suya ecel gelmez” sözüyle ortaya koymuştur (Türkan, 2012: 142). Kâinattaki dört unsurdan biri olan su; sahip olduğu bereket, saflık ve hayatın kaynağı olma vasıfları ile Türkler arasında kült konusu olmuştur. Radloff’a göre, “yer” ve “su”lar Sibirya Şamanizmini meydana getiren ana unsurlardandır ve “göklerin katlarında yaşayan bütün yukarı dünya ilahları, beşeriyeti meydana getiren, yaşatan ve koruyan varlıklar” olarak konumlandırılır (1986: 220). Altay Türklerinin geleneksel dünya görüşlerine göre, yer-su ilahları hem insanları yaratan hem kötü varlıklardan koruyan ruhlardır. Bu ruhlar, sağlığın korunmasını ve sürekliliğini; hayvanların çoğalmasını sağlarken kötü ruhların kötülüklerini önlemekte ve kendilerine saygı göstermeyenleri ise cezalandırıp hasta etmektedirler (Oymak, 2010: 39). “Su kültü, Türklerde çok eskilerden beri vardır. Bunun temelleri de ‘yer-su’ inanış ve anlayışına” (Ögel, 2014: 409) dayanmaktadır. Türk inanç ve kültür yapısına bakıldığında suyun “ölümsüzlük” verme niteliği“bengi su” olarak ifade edilmekte; yanı sıra “ab-ı hayat”, “yeraltının kutsal suyu”, “mengülük suyu”, “mukaddes su”, “ebedi su”, “dirilik suyu”, “arı su”, “iyi su (Ögel, 2014: 423-424) gibi suya dair birçok adlandırma yer almaktadır. Suya, Türkler her çağda büyük önem ve yüksek değer vermişlerdir. “Suyun sonsuzluk ile aynı noktada kesişmesi”, “yağmur şeklinde içinden geldiği Gök’e bağlı bulunması”, “bereket”, “saflık”, “hayat kaynağı” oluşu gibi nitelikleri dolayısıyla suya duyulan saygının temelleri Türklerin İslamiyet öncesi inanışları ile bağlantılıdır (Roux, 1994: 114-117). Altay efsanelerinin bazılarına göre Dünya Dağı’nın üzerindeki kayın ağacının altındaki kutsal çukurda “hayat suyu” bulunmaktadır. Bu suyun başında da Tata adında bir bekçi vardır. Tata kutsal ruh olarak bilinmekte (Harva, 2014: 55); hayat suyu kuvvetten düşmüşleri, hastaları iyileştirmekte, ebediyeti sağlamakta (Eliade, 2005: 232), yanı sıra ihtiyarlara da gençlik vermektedir (Ögel, 2014: 120). Er-Soğotox Destanı’na göre ise göğün dokuzuncu katına kadar yükselen Hakan ağacının dibinde insanlığa ölümsüzlük sırrını veren ebedi “hayat suyu” bulunmaktadır (Ögel, 2014: 118; Ergun, 2013: 117). Türk dünyasına ait pek çok masalda “ab-ı hayat”a referansla ölünün “kutsal” ve “sihirli” kabul edilen “hayat suyu ile dirilme”si motifi yer almaktadır (Türkan, 2012: 142-143). “Er-Soğotox Destanı’nda ölüyü diriltmek ve parçalanmış vücudu iyileştirmek için kutsal su kullanılır: “Kömüs Kırıktay, babasının mezarına giderek Aan Alaxsın Xotun’dan aldığı ölümsüzlük suyunu onun baldırlarına döker ve böylece Er-Soğotox, canlanır.” (Kirişçioğlu, 2007: 1-3). Köroğlu Destanı’nın Paris rivayetinde “Köroğlu'na babası, ilmi nücuma göre hesap edip bir çeşme tarif eder; bu çeşmenin suyunun köpükleri, kör gözlerini açacak devadır” (Boratav, 1984: 81). Kur’an-ı Kerim’de de suyun şifa kaynağı olduğu Hz. Eyyüp’ün yedi yıldan fazla muzdarip olduğu bela ve hastalıklardan ayağını vurarak çıkardığı sudan içmesi ve yıkanması neticesinde şifa bulması hadisesiyle örneklendirilmektedir (Taberî, 1991: 452-453). Hz. Muhammed “humma hastalığının ateşini zemzem suyuyla soğutmayı” tavsiye etmekte (Buhari, 1992: 9-10’dan akt.: Günay, 2014: 212) yanı sıra zemzem suyunun her ne niyetle içilirse o niyete karşılık geleceği ifadesinden şifa niyetiyle içilmesi durumunda dertlere şifa olacağı (Günay, 2014: 212) çıkarımı yapılabilmektedir. Dede Korkut Kitabı’nda Salur Kazan kaybolan ordusunun; ailesi ve çevresinin haberini, akarsulardan sorar. Ona göre, “Su, Hak Taala'nın yüzünü, cemalini görmüştür.” “Ve Allah'ın gökten indirip de, öldükten sonra yeryüzünü kendisiyle dirilttiği suda… kavlidir.” (Râzi, 2002 (4): 168). Bu nedenle de bir şeyler bilmelidir (Ögel, 2014: 441; Roux, 1994: 117). Salur Kazan’ın ırmağa söylediği: “Çağnam çağnam kayalardan çıkan su, Ağaç gemileri oynadan su 677 Hasan ile Hüseyin’in hasreti su Bağ ile bostanın ziyneti su Ayşe ile Fatma’nın nikahı su Şahbaz atlar gelip içtiği su Kızıl develer gelip geçtiği su Ag koyunlar gelip çevresinde yattığı su Ordumun haberin bilir misin, değil bana! Kara başum kurban olsun suyum sana” (Ergin, 2004: 101) ifadeleri suyun “canlı bir varlık” (İnan, 1986: 50) olarak kabul edildiğini ortaya koymaktadır. Altaylıların inanışlarına göre, yer-su “bin kulaklı, yedi kapılı” olarak tasavvur edilir. Yenisey ve Şamanist Altay Türklerinin dinî törenleri sırasında suya karşı okudukları ilâhilerde Kem (Yenisey) ve Tom Irmakları “merhametli hakan” anlamına gelen “kayrakan” (İnan, 2010: 249-250) olarak adlandırılmaktadır. “Mevcut olan her şey gibi, suların da hâkim-sahipleri vardır.” (Roux, 1994: 115). Su iyesi, eski Türklerin geleneksel dünya görüşlerinde yer alan en önemli iyelerden birisidir ve kutsal kabul edilmektedir. Türkler suyu hem “kuvvet” ve “bereket” kaynağı olarak kabul ederler hem de koruyucu ve kahredici tanrı sayarlardı. Altay Türklerine göre on yedi denizin birleştiği yerde oturup ve bütün sulara hükmeden Talay3han ve Yayık4 Han adlı iki ruh vardır. Talayhan denizlerin ve okyanusların, Yayık Han ise taşan kabaran suların ruhu, Tanrı’sıdır (Ögel, 2014: 491; Radloff, 2008: 22). Ayrıca bugün Türk dünyasında su iyelerine dair “Ulu Çonkuruuun”, “Kyeh Bolloh”, “Ukulan”, “Çıkçılan”, “Uukun” (Pripuzov, 1984: 62’den akt.: Bayat, 2016: 208), “Ukulaan Ayıı”, “Ukula Toyon”, “Bordonkuy” (Ergun, 2019: 88) gibi pek çok farklı adlandırma yer almaktadır. “Suyun ruhu” olduğu inancının bir sonucu olarak su iyelerini memnun etmek ve/veya onlardan medet ummak günlük hayatta pek çok ritüelde yer almaktadır. Su iyesini memnun etmek için kurban verilmesine dair en eski kayıtlar MÖ l050 yıllarına aittir. Kuzey Çin’i ele geçiren Chou hükümdarının savaşa giderken geçtiği yerlerin “yer-su”larına kurban sunduğu (Eberhard, 1996: 69; Akman, 2002: 5), ayrıca Hunların ve Hunlardan sonra hüküm süren Türklerin de ağaçlara ve sulara kurban verdikleri bilinmektedir (İnan, 1986: 3). Fuzuli Bayat Yakutların su iyesini “u iççite” veya “Ukulaan Toyon”olarak adlandırdıklarını ve “taig” adı verilen toplumsal bir kurban ritüeli gerçekleştirdiklerini, ırmağın sağında ve solunda bulunan ağaçlara gerilen iplere suya sunulan kurbanlarının asıldığını aktarır. Hakaslarda da “sug taig” olarak adlandırılan su iyesine kurban sunma ritüeli her yıl ilkbaharda ve suyun akınının artması, sık sık boğulma vakası yaşanması durumunda düzenlenmektedir (2016: 249-250). Sadettin Buluç da Sahalar’ın “her ırmağın, her gölün bir ruhu olduğu”na inandıklarını ve Karagaslar’ın bu ruhlara “sug ezi (su sahibi)” diyerek kıyıdaki bir kayın ağacına renkli bezler bağlayıp yaktıkları ateşe süt ve çay dökerek bol balık avlayabilmek niyetiyle onun adına adaklarda bulunduklarını ifade eder. Su sahibi olan bu ruhlar Yakutlarla “u iççite” Buryatlarda ise “uhun ecen” olarak adlandırılmaktadır (URL-1). Kurban olarak Tatar Türklerinin yaşadığı bazı dağlık bölgelerde suya at başı koydukları, Ulyanovsk (Simbirsk) civarında yaşayan Tatarlarda ise dua edip dereye kırk taş attıkları yağmur fazla yağdığı zaman bu taşları sudan geri çektikleri ve kurak zamanlarda bazı bölgelerde akarsuya çuvalla taş döküldüğü; Arça (Arsk) ilçesine bağlı Baraü köyünde ise beş ufak taşın bağlanarak suya atıldığı bilinmektedir (Zaripova Çetin, 2009: 28). Yanı sıra Kırım Tatarlarının mitolojik inançlarında “su anası” olarak adlandırılan pınar ve çeşme koruyucusu; Azerbaycan Türklerinin “Subaba” ya da “Suceddin” olarak adlandırdıkları; pınarların kirletilmesini, çeşmelerin tahrip edilmesini engelleyen ve yasağı çiğneyenleri cezalandırdığına inanılan su iyeleri vardır (Bayat, 2016: 251). Suyu ana, ata ya da ced görme Azerbaycan Türklerinin geleneklerinde korunmuştur. “Su ceddim” şeklinde yorumlanan “Suceddim” olarak adlandırılan ilkbaharda suya girme ya da birbirini ıslatma geleneği (Seyidov, 1973: 260’dan akt.: Ergun, 2019: 87) bu bağlamda örnek olarak değerlendirilebilir. Türk dünyasında su iyelerinin bir aile hayatı sürdüğüne inanılmaktadır. Örneğin Tatarlarda su iyesi, su anası ile su babasının çocuğudur ve ırmak, nehir, göl ya da çay gibi sulak yerlerde yaşamaktadır (Zaripova Çetin, 2007: 26-28; Ergun, 2019: 84). Su, Türkler tarafından, bereket ve kuvvet kaynağı olarak kabul edildiği gibi, koruyucu ve cezalandırıcı Tanrı olarak da sayılmaktadır (Uraz, 1994: 52). “Tanrı, Türk’ün yeri ve suyu sahipsiz kalmasın diye”, kağanları Türk milletinin üzerine getirip koyar. Vazifesini iyi yapmayan veya isyan edenleri ise “yer” ve “su”lar cezalandırır. Bu bakımdan yerdeki sular, Türklerin din ve inanışlarının yanı sıra devlet anlayışlarında da büyük önem arz etmektedir (Ögel, 2014: 409). Suyun “bereket sağlama” niteliği dolayısıyla hayat kaynakları içinde yer aldığına inanılmakta ve -çok sık ifade edilmemekle birlikte- yeryüzü gibi su da ana olarak kabul edilmektedir. Ayrıca “yağmur şeklinde içinden geldiği Gök’e bağlı bulunmaktadır” (Roux, 1994: 114). Akman, bu durumu şu şekilde açıklamaktadır: “Bütün sular doğumla, kadınsı prensiple, evrensel rahimle, ilk özle yaşamın çeşmesiyle tazelik ve doğurganlık sularıyla bağdaştırılmıştır ve büyük ananın sembolüdür. Maddi dünyanın sürekliliği ile bilinçaltı unutkanlıklarıyla da eş değerdir. Sular sürekli çözülür, kendi kendini yok eder, arınır, arındırır ve yeniden doğar… İlkbaharın suları ya da yaşam pınarı cennetin merkezindeki yaşam ağacının köklerinden doğar. Yağmur olarak su, doğurganlığın ve gök (gökyüzü tanrısının) tanrının gücünü sembolize eder. Çiğ olarak kutsanmayı, ruhsal tazelenmeyi ve şafağın ışığını temsil eder. Suların içine dalmak en yüksek gizemi, yaşamın sırrını aramaktır. Suyun yüzeyinde yürümek ise maddeler dünyasının koşullarını aşmaktır. Bütün büyük enbiyalar suların üzerinde yürümüştür. Akarsular yaşam sularıdır ya da yaşayan sulardır. Suları kesmekse (aşmak) bir aşamadan diğer bir aşamaya, bir varoluş durumundan diğer bir varoluş durumuna geçiştir. Tıpkı yaşam ile denizi birbirinden ayıran nehir ile denizi aşmak gibidir. Su hem yaşama gücü hem ölüm gücü olduğu için hem bölebilir hem birleştirebilir. Su ve ateş en üst düzeyde birbirini birleştirici iki zıt maddedir ve maddi dünyadaki bütün zıtlıkları temsil ederler. Çatışma durumunda yaşam için gerekli olan nem ve sıcaklıktır. Su ve ateş iki temel prensiple bağdaşır: Gökyüzü babası ve tabiat ana. Fakat gökyüzü babası yeryüzüne düşen yağmurdaki yatıştırıcı nemi temsil eder” (Akman, 2002: 1-2). Türk mitolojisinde göl ve nehir kavşaklarındaki adacıklar önemli bir motiftir. Oğuz destanındaki Kıpçak’ı annesi, nehir ortasında yer alan bir adacık içindeki bir ağaç kovuğunda doğurur. Uygurların kökenine dair aktarılan efsanede de Uygurların atası olan beş prens, iki nehir kavşağının ortasındaki bir adacıkta bulunan kayın ağacından doğarlar. Macarların ataları da geyiği takip edip bir denizi geçerler bu denizin ortasında yer alan bataklık gibi bir yerde türerler. Bu kutsal adalar, Sibirya ve Altay efsanelerinde de bulunmaktadır. Bazı bölgelerde şamanların biri “Gök’ün kızı”, diğeri de “Su’yun kızı”olmak üzere iki eşi vardır (Ögel, 2014: 159). Daha sonra meydana gelen/getirilen destanlarda ve diğer edebî eserlerde yer alan “kutsal varlıkların sudan çıkma” motifine ilk olarak Yaratılış destanları kaynaklık etmektedir (Yakıcı, 2003: 414). Türkler ev kurup yurt tutmak için su bulunan yerleri tercih etmişlerdir. “Yurdun, yerleri ile suları aynı zamanda vatan demektir”. Toprak, yalnızca su ile düşünüldüğü zaman bir anlam kazanabilir; Anadolu’daki inanışlara göre, gece ile birlikte, “yerler mühürlenir”; ancak yer ile birlikte “sular da kararırdı”(Ögel, 2014: 418). O nedenle de suya saygı duymuşlardır. Onlar “Baba evinin sularıdır.” Bu çok eski Türk inanışları Anadolu’da yaygındır. Kuzey Türklerinde ise “Koca evine gelen geline, kocanın evine ait akarsular ve kaynaklar gösterilir, gelin de onlara saçılarda bulunurdu.” (Ögel, 2014: 410; İnan, 1998: 492). Kazyak’daki Makedonyalı Müslüman Türkler arasında değirmen ve onun suyu “ak iye”lerin yerleşim yerleri olarak bilinir. Hıdrellez vaktinde gün doğmadan kızların kısmetinin açılması için değirmene giderler. Kısmetinin açılmasını isteyen kız burada değirmenin suyu ile yüzünü yıkar, oradan alınan su ile de evinde yıkanır (Çalışkan, 2015: 385). 680 Günlük hayat içerisinde gerçekleştirilen pek çok ritüelde de suya atfedilen bu kutsiyetin izlerini görmek olanaklıdır. Kutsal mekânlar etrafında şekillenen şifa arama sürecinden gerçekleştirilen türbelerden alınan su, sağaltım ritüellerinde ocaklar tarafından kullanılan su, yolcuların arkasından su dökülmesi, “okunmuş su”lar ve bir şükran ifadesi olarak kullanılan “su gibi aziz ol” deyimi bu kutsiyetin günlük hayattaki yansımalarıdır. |
#2
|
|||
|
|||
Bir avuç toprak, biraz da suyum ben neyimle övüneyim işte buyum..
|
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
kabala kültü üzerine bir tespit | ebu ubeyde bin cerrah | Kadim Bilgelik | 1 | 31.08.22 04:49 |
Druid Öğretisinde Ağaç Kültü | Och | Parapsikoloji & Spiritüalizm | 0 | 14.09.20 15:31 |