1945 Şubatı’nda, Amerikalılar Lubang’a geldiler ve baskın bir güçle adayı aldılar. Japon askerlerin çoğu ya öldüler ya da teslim alındılar, ama Onoda ve üç adamı ormana kaçabildiler. Oradan ABD Kuvvetlerine ve yerel halka karşı bir gerilla mücadelesi başlattılar, ikmal hatlarına saldırdılar, başıboş askerleri vurdular, yapabildikleri her şekilde Amerikalılara karşı çıktılar. Altı ay sonra Ağustos’ta, ABD Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası attı, Japonya teslim oldu ve insanlık tarihinin en ölümcül savaşı sona erdi. Ancak binlerce Japon askeri Pasifik adalarına dağılmışlardı, Onoda gibi ormanlarda saklanıyorlardı ve savaşın bittiğinden habersizdiler. Önceki gibi mücadeleye devam ettiler. Bu savaştan sonra Doğu Asya’yı kurarken ciddi bir sorun haline geldi ve hükümetler bir şey yapılması konusunda anlaştılar. Amerikan Ordusu ve Japon Hükümeti Pasifik bölgesinde milyonlarca savaşın bittiğini ve herkesin evine gittiğini söyleyen ilan dağıttılar. Onoda ve adamları da diğerleri gibi bu ilanları buldu ve okudu, ama diğerlerinin tersine Onoda bunun bir tuzak olduğuna karar verdi, Amerikalılar gerillaların yerlerini belli etmeleri için kurmuşlardı. Onoda ilanları yırttı, adamlarıyla birlikte gizlenmeye ve savaşmaya devam etti. Beş yıl geçti. İlanlar kesildi, Amerikan Kuvvetlerinin çoğu evlerine döndü. Lubang’daki yerel halk çiftçilik ve balıkçılıktan oluşan normal yaşantısına geri dönme girişiminde bulundu, ama Hiroo Onoda ve sadık adamları oradaydılar, çiftçilere ateş etmeye, ürünlerini yakmaya, hayvanlarını çalmaya, ormana fazlaca sokulan yerli halkı öldürmeye devam ediyorlardı. Filipinler Hükümeti yeni ilanlar bastırdı ve havadan ormana attı. Çıkın deniyordu. Savaş bitti. Siz kaybettiniz. Aldıran olmadı. 1952 yılında, Japon Hükümeti Pasifik’te saklanan ve sona kalan askerlerini geri çekmek için son bir çaba harcadı. Bu kez ilanlara kayıp askerlerin ailelerinin fotoğrafları kondu, İmparator’un kendisi kişisel bir not yazdı. Bir kez daha Onoda bu bilginin gerçek olmadığına karar verdi. Biz kez daha ilanların Amerikan hilesi olduğunu düşündü. Ve adamlarıyla birlikte ormanda kalarak savaşmaya devam etti. Birkaç yıl daha geçti ve terörize edilmekten usanmış olan yerel Filipinliler silahlandılar ve karşı ateş açmaya başladılar. 1959’da Onoda’nın adamlarından biri teslim alındı, diğeri öldürüldü. On yıl sonra, Onoda’nın son arkadaşı, Kozuka adında bir adam pirinç tarlalarını yakarken polisin açtığı ateşte öldürüldü; II. Dünya Savaşı bittikten on beş yıl sonra hâlâ yerel halka karşı savaşıyordu! Hayatının yarısından fazlasını Lubang ormanlarında geçirmiş olan Onoda artık yalnızdı. 1972 yılında Kozuka’nın ölüm haberi Japonya’ya ulaştı ve akılları karıştırdı. Japonlar son askerlerinin yıllar önce evine döndüğünü sanıyorlardı. Japon medyası merak etmeye başladı: Kozuka 1972’ye kadar Lubang’daysa, belki Onoda, II. Dünya Savaşı’nda son kalan
Japon askeri de hayatta olabilirdi. O yıl hem Japon hem de Filipinler hükümetleri arama ekipleri gönderdiler, biraz mit, biraz kahraman, biraz hayalet olan gizemli ikinci teğmeni arıyorlardı. Kimseyi bulamadılar. Aylar geçtikçe, Teğmen Onoda’nın hikâyesi Japonya’da şehir efsanesine dönüştü – var olup olmadığı belli olmayan kaçık savaş kahramanı. Çoğu onu romantize etti, kimileri eleştirdi. Kimileri de çoktan yok olmuş bir Japonya’ya hâlâ inanmak isteyenlerin uydurduğu peri masalı olduğunu söyledi. O sıralarda Norio Suzuki adında genç bir adam ilk kez Onoda’nın adını duydu. Suzuki maceracı, kaşif, biraz da hippiydi. Savaştan sonra doğmuş, okulu bırakmış, dört yıl Asya, Orta Doğu, Afrika’da otostop yaparak dolaşmış, park banklarında, yabancıların arabalarında, hapishane hücrelerinde, yıldızların altında uyumuştu. Yiyecek için çiftliklerde gönüllü çalışmış, kalacak yer parası ödemek için kanını satmıştı. Özgür ruhlu, belki de biraz çılgındı. 1972 yılında, Suzuki başka bir maceraya ihtiyaç duyuyordu. Yolculuklarından sonra ülkesine dönmüştü ve katı kültürel normlarla sosyal hiyerarşi ona boğucu geliyordu. Okuldan tiksiniyordu. Bir işte tutunamıyordu. Yeniden yolda, kendi başına olmak istiyordu. Hiroo Onoda’nın efsanesi Suzuki’ye problemlerinin çözümü gibi geldi. Peşine düşmeye değecek yeni bir maceraydı. Suzuki, Onoda’yı bulan kişi olacağına inanıyordu. Japon, Filipinler ve Amerikan hükümetlerinin arama ekipleri bulamamıştı, yerel polis otuz yıldır ormanı araştırıyor, bir sonuç elde edemiyordu, binlerce el ilanına yanıt alınamamıştı, ama kim takar ki, bu beleşçi, okuldan terk hippi onu bulan kişi olacaktı. Taktik savaşları hakkında hiçbir eğitimi ve bilgisi olmayan silahsız Suzuki, Lubang’a gitti ve kendi başına ormanda dolaşmaya başladı. Stratejisi şuydu: yüksek sesle Onoda’nın adını haykıracak ve imparatorun onun için endişelendiğini söyleyecekti. Dört günde Onoda’yı buldu. Suzuki bir süre Onoda ile ormanda kaldı. Onoda bir yıldan fazla bir zamandır yalnızdı ve Suzuki tarafından bulununca arkadaşlığı hoşuna gitti, güvenebileceği bir Japon kaynaktan dış dünyada neler olduğunu öğrenmeye çalıştı. İki adam bir tür arkadaş oldular. Suzuki, Onoda’ya neden kalıp da savaşmaya devam ettiğini sordu. Onoda’nın yanıtı basitti: “Asla teslim olmayın” diye emir almıştı ve kalmıştı. Otuz yıldır bir emre itaat ediyordu. Onoda neden onun gibi bir “hippi oğlanın” bir askeri aradığını sordu. Suzuki Japonya’yı üç şey bulmak için terk ettiğini söyledi: Çavuş Onoda, bir panda ve bir Yeti; bu sırayla. İki adam çok ilginç koşullarda bir araya gelmişlerdi: Zafer seraplarının peşinde iki iyi niyetli maceracı, sanki iki gerçek Japon Don Kişot ve Sancho Panzası Filipinlerin balta girmemiş ormanlarında birlikte. Her ikisi de kahraman olduklarını düşünüyordu, ama hiçbir şeyleri yoktu, yalnızdılar ve hiçbir şey yapmıyorlardı. O sırada Onoda hayatının çoğunu hayali bir savaşa harcamıştı. Suzuki de kendininkini harcayacaktı: Hiroo Onoda ve pandayı bulduktan birkaç yıl sonra Himalayalarda Yeti’yi ararken ölecekti. İnsanlar sık sık hayatlarının büyük bölümünü görünüşte işe yaramaz ve yıkıcı nedenlere harcar. Yüzeyde bunlar hiçbir anlam ifade etmez. Onoda’nın otuz yıl o adada, böcek ve sürüngen yiyerek, toprakta yatarak, onlarca yıl sivilleri öldürerek nasıl mutlu olduğunu hayal etmek zordur. Neden Suzuki parasız, arkadaşsız, hayali bir Yeti’yi bulmaktan başka bir amacı olmadan kendi ölümüne yürüdü? Daha sonra, Onoda hiçbir şeyden pişmanlık duymadığını söylemiştir. Seçimlerinden, Lubang’da geçirdiği zamandan memnunmuş. Hayatının önemli bir kısmını var olmayan bir imparatorluğa adamış olmaktan da memnunmuş demek ki çünkü bunun bir onur olduğunu belirtmişti. Yaşasaydı, muhtemelen Suzuki de benzer bir şey açıklama yapardı: Yapması gereken şeyi yaptığını ve hiçbir şeyden pişmanlık duymadığını söylerdi. Bu adamların ikisi de nasıl ıstırap çekmek istediklerini seçtiler. Hiroo Onoda ölü bir imparatorluğa olan sadakati nedeniyle acı çekmeyi seçti. Suzuki ne kadar saçma da olsa, macera için acı çekmeyi seçti. Her iki adam için de çektikleri ıstırabın bir anlamı vardı. Daha yüce bir amaca ulaşmalarını sağlıyordu. Ve bir anlamı olduğu için ıstıraplarına dayanabildiler ve belki ondan haz duydular. Istırap kaçınılmazsa, hayattaki sorunlarımız kaçınılmazsa, o zaman sormamız gereken soru “Nasıl bu ıstırabı durdurabilirim?” değil, “Neden ıstırap çekiyorum, hangi amaç uğruna?” olmalıdır. Hiroo Onoda 1974 yılında Japonya’ya döndü ve bir anlamda ünlü oldu. Radyolara konuşma programlarına davet edildi; politikacılar elini sıktılar; bir kitap yayınladı ve hatta hükümetten epeyce para aldı. Ancak Japonya’ya döndüğünde gördükleri onu şok etmişti: tüketici, kapitalist, bir önceki nesillerin tüm onur ve fedakârlık geleneğini kaybetmiş yüzeysel bir kültür. Onoda aniden ünlü olmasından yararlanarak Eski Japonya’nın değerlerini canlandırmak istedi, ama bu yeni toplumda sesini duyan olmadı. Ciddi bir kültür düşünürü gibi değil de, gösteri malzemesi gibi görüldü; bir müzedeki relik gibiydi, herkesi büyülemek için zaman kapsülünden çıkmış bir Japon erkeğiydi. Ve ironinin ironisi olsa da, Onoda onlarca yıl ormanda olduğundan çok daha büyük bir depresyona girdi. En azından ormanda yaşamının bir anlamı vardı. Istırabını dayanılır ve hata birazcık da arzulanır kılıyordu. Ama Japonya’ya dönünce, “hippilerle ve Batılı tarz bol giysiler içindeki kadınlarla dolu bu budala ulus” dediği şey kaçınılmaz gerçekle yüzleşmesini sağladı: Mücadelesinin hiçbir anlamı yoktu. Uğruna yaşadığı ve savaştığı Japonya artık yoktu. Ve bunu farketmenin ağırlığı hiçbir kurşunun delemediği gibi deldi adamın yüreğini. Çektiği ıstırap hiçbir değeri olmadığı için bir anda hakikate dönüşmüştü: Onoda Otuz yılını bir hiç uğruna harcamıştı. Ve Onoda 1980 yılında eşyalarını toplayıp Brezilya’ya göçtü. Ölene kadar orada yaşadı.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|