Makâmât‐ı evliya (evliya makamları) - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > islam & Tasavvuf > Allah Dostları & Evliyalar

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 08.07.24, 16:09
TEBRİZ-İ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: 08.03.22
Bulunduğu yer: Ege
Mesajlar: 307
Etiketlendiği Mesaj: 10 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Makâmât‐ı evliya (evliya makamları)

ÂLEMDE (DÜNYADA) MÜRŞİD VE MÜRİD KİMDİR? İRŞAD KİMİN HAK‐ KIDIR? ONU İZAH EDER
Ey Hakk (ve hakikat) isteklisi bil ki!
Âlemde mürşid: Her şeyde kendi varlığı‐ nı gören, bir makama erişen kimsedir ki artık (bu durumda) âlemde hiç b:r şeyin varlığı olmaz. (Onun) her şeyde tasarrufu vardır. Mürşid işte bu sıfata sâhib kimsedir.
Mürid de: Bütün Berzahı (geçitleri) kate‐ dip geçmiş bir kimsedir ki, onun görmediği bir makam olmaz. Sadece KUTBİYYET ma‐ kamı kalmıştır. Mürid de böyle bir kimsedir.
Âlemde mürşid tek olduğu gibi müridde tekdir.1
Fakat bir kısım (Şeyhler) vardır ki; irşad makamına ayak basmadan dünyada irşad ederler. Kendilerine MEŞÂYİH'iz derler; herbirinin müridleri vardır. Falan şeyh, falan mürid irşad etti derler. Bunlar hakkında sorulacak olursa deriz ki;
Böyleleri Hakk dergâhında mahcûbdurlar
Mürid sayısının çok olmasının önemli olmadığı‐ na işaret ediliyor.

İşte nakledilen şu Hadis‐i Kutsi'de Hakk
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Benîm evliyam Kubbelerim altındadır.
(Veya Kubbelerim altında bir takım velilerim vardır ki) Onları Ben'den başkası bilmez.”2
Bundan anlaşılıyor ki: Biz mürşidiz diye iddia edenler Hakk Teâlâ dergâhında mah‐ cûbdurlar. Bundan dolayıdır ki, Hakk Teâlâ hazretlerini her şeyde hâzır (ve nazır) bil‐ mezler. Kendi varlıklarını da layıkıyle bilme‐ mişlerdir. Henüz mahcûbdurlar. (Bu halde iken) irşad davasında bulunurlar, kendilerini dünya halkına veli olarak tanıtırlar. Eğer bunlar velayete ayak basmış olsalardı irşad davasında bulunmazlar ve kendilerini halk arasında aziz bilip Hakk katından uzak ol‐ mazlardı.
Bu makam sahipleri, evliya sözünü satan dellâllardır ki (ilan edici; dâvet edenler) kendilerini halka hoş kimse olarak gösterir‐ ler ve veli olarak tanıtırlar. Bu, son derece denî (alçak, kötü, kişiliksiz) olan bir makam‐ dır. Ehl‐i Hakk katında bundan daha aşağı bir mertebe yoktur.
Evliya ise öyle kimselerdir ki: Bütün âle‐me (her şeye) gizlidir, Allah Teâlâ’nın hazi‐ nedarıdır. Her ilmi bilir. Herkese kendiliğince (kendiliğinden) bilinir. Kısmetinde ne kadar tasarruf mevcut ise sarf eder. Bu dünya halkı tasarruf kimin elinde olduğunu bilme‐ diğinden dolayı evliya zamanında bilinmez.
Evliyanın her ne kadar zahiri varlığı gizli değilse de hakikâti (sırrı) gizlidir. Kimse onun haline muttali olmaz. O, bu dünya hal‐ kının tasavvur ettiği gibi değildir. Zira onun hiç kimseye ihtiyacı olmaz. Böyle muhtaç ol‐ mayan bir kimse de (hâşâ) Hakk Teâlâ'nın sırlarını ve kendi velayetini halka yayıp du‐ yurmaz. Ayrıca, Dünya halkının evliyanın sırrından bir zerreyi ‐helak olmadan‐ duymasına ve o sırlara takat getirmesine de kudreti yoktur. Böyle bir şey imkânsızdır. Bu duruma göre zikredilen sahih hadisde geçti‐ ği gibi “Bu sıfattaki kimseleri Allah Teâlâ'dan gayri kimse bilmez.”

İKİNCİ BAB
VELAYETİN BAŞLANGICINI İZAH EDER
Evliya katında velayetin başlangıcı şöyle‐ dir:
Evliya bütün eşyanın ilmini bilir. Hakk’ın sıfatlarıyla muttasıf olur. Hakk Sübhanehu Teâlâ insanları ne şekilde terkib eder ve evliyaullah, eşyanın hangi hassasından gel‐ diğine vakıf olur ve bilir.
Evliyanın eşyayı bilmekten kastı da in‐ sanın terkibini öğrenmektir. Ancak, evliya bunu bilmekle kâmil olmaz. Zira Hakk’ın (ilmin) kemaline son yoktur ki, biline.
Fakat evliya şu makama erişir: Kendi var‐ lığının manasını her şeyde görür ve bilir. Tıpkı aynadaki her beşerin kendi vücûdunu gördüğü gibi âlemi “ihya” (diriltme), evliya katında budur.
Yine evliya 24 saatte ve 24 000 nefeste ne kadar (İlâhi) kudret meydana gelir, bilir. İşte, bu şekilde bir velayete erişen velayet makamına ayak basar.
Evliya katında velayetin başlangıcı budur.

ÜÇÜNCÜ BAB
İKİNCİ VELAYETİ İZAH EDER
Bu velayette veli eşya ilmini kat edip ge‐ çer de meşrebi daha ileri gider ve ruh‐ı Mu‐ hammediye erişirse kudret sahibi olur yani her türlü tasarrufa kadir bulunur. Enbiya ka‐ tında bu makam Nübüvvet makamıdır. Fa‐ kat, veliler katında velâyet makamıdır. Nite‐ kim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretleri:
“Benim ümmetimin âlimleri Beni İs‐ rail’in nebileri gibidir.”3 buyurmuştur.
Âlimlerden maksat bu makamdaki evliya‐ lardır. Bu sebepledir ki, Nübüvvet makamına bu dünyada evliyadan başkasının erişmesine imkân yoktur. Hatta velayet ve Nübüvvetin ikisi bir nurdur. O nûr velinin varlığından (vücudundan) doğup çıkınca velayet denir. Nebinin varlığından doğup çıkınca da nü-büvvet denir. Fakat bu nurun açıklanması enbiyaya farzdır. Evliyaya men edilmiştir. Ancak, cazibe Kuvveti isti'lâ edecek olursa o zaman Veli gayr‐i ihtiyari (elinde olmayarak) izhar eder. Bu sıfatta bulunan Veliler ta‐ sarruf sahibidirler. Bunlar dünya kutbunu müşahede ederler. Dünya kutbu onlara buyurur. Dünyada her ne olur yahut olması gerektir, o tasarruf sahipleri o işi işleyip dururlar. Bu zikr olunan makamda velayetin ikiside tamam olur. Makbul olur.
Hakk Teâlâ dergâhında! Onun gibi kemâl elde eden “muhibbe” “Mürid” e nazar eder de bütün dünya “fenâ” ya varırsa feragati vardır (gerekir). Mâsiva (Hakk’ın gayrı) dan kendini keser. Onlarla muamelesi olmaz. Bu makamda hiç kimse ona “Veli” demez. Hatta divâne (deli) derler. Hakk Teâlâ'nın hazine‐ leri bunun gibilerde gizlidir. Böyleleri her şeye Hakk’ın hazinesini açıklamaz. Ancak, Hakk marifeti için vücuda gelmişlere açıklar.

DÖRDÜNCÜ BAB
FENÂ MAKAMINI İZAH EDER
Fenâ makamı öyle bir makamdır ki, bu makamda Veli bütün berzahı (geçitleri) aşar ve bu makamda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Rûhu'na nazar eder. Rûhdan da (İlâhî) zâtı müşahede eder. Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ruhu Hakk Teâlâ'nın zâtına âyine (ayna) olmuştur. Veli, Rûh‐ı Muhammediye nazar eder fenâ bulur ( fâni olur). O tahkik (Hakk) deryasında gark olur. O zaman İNSAN‐I KÂMİL olur; kendin‐ den geçer, fenâ bulur. Bu tahkik deryasında seyr eder. Onun ömrü oldukça evveli ve âhirî yoktur.
Bu öyle bir makamdır ki; yetmiş bin melâike keyfiyetsiz bir tecelli ile evliyanın varlığından meydana gelir. Bu makamda karar ve sükûn yoktur. İşte fenâ makamı bu zikrettiğimiz makamdır.

BEŞİNCİ BAB HİKMETİ İZAH EDER
Hikmet makamı eşyanın ilimlerinden iba‐ rettir.
Kâmil insanlar geldiler, eşya ile meşgul oldular; her eşyanın terkibini dizdiler. Her biri bir çeşit ilim meydana getirdiler.
Nitekim Lokman Hekim hikmet meydana getirdi. Diğer Hükemâ da geldiler ondan istihraç (çıkarsama) ettiler.
Fakat Lokman Hekim sadece eşya âlimi oldu. Ondan öte bir makama ayak basmadı. Bundan dolayı meşrebi sadece o kadar idi. Şayet meşrebi daha ileri geçebilseydi nü‐ büvvete ayak basardı.
Yine, Lokman Hekim hakkında ihtilâf var‐ dır: Bazıları katında, Cebrail nazil olduğu için Nebidir. Bazılarına göre de Nübüvvet gel‐ mediği için, değildir. Zira hikmet ilmi velaye‐ tin başlangıcıdır. Fakat; evliyaullah katında mübtedî'dir. (yeni, acemi, ilkel)
Hikmetten kasıt da “îhyâ (diriltme) ilmi” yani “İksir” (diriltme) ilmidir.
Evliya katında iksîr: Hakk Teâlâ’nın ölüyü nasıl dirilttiğini ve diriyi de ne şekilde öldürdüğünü bilmek demektir! Böyle kimse bu makamı bilir. Bu da evliya nazarında ve‐ layetin başlangıcıdır.
Bu makamda evliyaya kalb gınası (zen‐ ginliği) hâsıl olur. Bundan dolayı da “îksîr” denmiştir. Ayrıca, kabirlerin keşfi de bu ma‐ kamda meydana gelir. İşte, hikmet makamı budur.

ALTINCI BAB
ÂDEM (aleyhisselâm)'IN MAKAM VE MAZHARINI İZAH EDER
Âdem aleyhisselâm arz'ın (yeryüzü) maz‐ harı idi. Arzın hepsinin toplandığı yerden yaratıldı.
Eşyanın hepsinin güzidesi olduğundan dolayı da Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Kur'an‐ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“(Allah Teâlâ) Âdeme bütün isimleri öğ‐ retti, (isimlerin hepsini tam bir şekilde bildi). .”4
Zira müsemmaya (ad verilmiş, adı olan) dâhil olan her şeyin ismi evliyaya malumdur. Her ismin hakikati evliyaca bilinir. Hatta asla nazar edince bütün eşyanın hakâti olan “Ruh‐ı Muhammedî”yi, Rûh‐ı Muhamme‐ dinin de hakikati olan “Hakkı” görür.
Hakk Teâlâ eşyayı bir tabiatta terkib et‐ medi. Zira, Âdem'den başka hiç bir şeyde kabiliyet bulunmadı ki zât'a mazhar düşeydi. O, sıfatlarının terkibine de mazhar düştü‐ ğünden kesret‐i insan (insanın çoğalması)
meydana geldi. Ruh‐i Muhammedi'den Âdemin sureti zahir oldu. Hakk’ın birliğini dünya halkına bildirdi. Kelâm‐ı kadiminde açıkladı.
Hakk Teâlâ’nın Âdemi dünyaya getirme‐ sinden maksat Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek varlığını miraç kılmak, bu dünyayı nuruyla tenvir etmekti.

YEDİNCİ BAB
CEZBE EHLİNİN MAKAMLARINI İZAH EDER
Cezbe sahipleri öyle kimselerdir ki:
Fenâ makamına mürşidsiz varırlar. Hakk’tan, her şeyde feyz alırlar ve o anda hicapsız bulunurlar, zâtı müşahede ederler. Aklın sınırları içine gelmezler. O makamda hayran (şaşkın ve kararsız) olurlar. Levh‐i Mahfûz'a nazar ederler ve üzerinde bulunan yazıyı okurlar. Remizli olarak çeşitli sözler söylerler. Söyledikleri o sözler de olmuş veya olacak durumdadır.
Bu makamda olan meczupların remizli sözlerini (ne söylediklerini) aklın sınırları içinde bulunan kimseler anlamazlar. Çünkü bu makam öyle bir makamdır ki, meczublar her nefeste bütün eşyanın ilmini bilirler. Evveli ve âhiri bulunmaz. Kendinden başka kimseden haz eylemezler(zevk vermezler), Zira, gark oldukları öyle nihayetsiz bir der‐ yadır ki, kenarı olmadığı gibi dibine de eri‐ şilmez.
Şayet fenâ âlemine de varırsa kendilerine safa gelir, ömürleri oldukça o makamda kalırlar.
Bu sıfattaki velilerin irşadı riyazet ve
mücâhede (Nefis terbiyesi) ile değildir. Hat‐ ta irşatları nazarlarıdır. Ne zaman bir müridi irşad etmek isteseler (irşadı gerekse), o mü‐ ridin hakikatine nazar ederler. Hakk Teâlâ'nın marifeti için meydana gelmiş ise bir nazarda (onu) makamlarına eriştirir (ye‐ tiştirir) ler. Eğer marifet için gelmiş değilse hiç iltifat etmezler. Ona itikadına göre him‐ met ederler. Ve istediği yerde bulunurlar. Böyle müride “Sûrî (şeklî) mürid” derler.
İşte cezbe ehlinin makamı bu makamdır.

SEKİZİNCİ BAB
TASARRUF SAHİPLERİNİN MAKAMI‐ NI İZAH EDER
Tasarruf sahipleri iki kısımdır:
Birinci kısım zahirî tasarruf sahibidir. İkinci kısım bâtinî tasarruf sahibidir. Zahiri tasarruf sahipleri: Padişahlardır;
tasarruf ederler.
Bâtınî tasarruf sahipleri ise: Velidir ki,
bâtınen (gizli) tasarruf ederler. Âlem’in yedi iklimine hükmederler. “Yedi yıldızlar” bile bu yedi velinin hükmündedir. Her gün hiz‐ metinde yüz sürerler. Aynim ayıp icabet ederler. Bu veliler bu “yedi yıldız” lara hük‐ mederler.
Ne ilim sâdır olursa (meydana gelirse) “Levh‐i Mahfuz” üzerinde nakş olunur. Âlemin (cihanın) kutbu buna nazar edip görür ve o yedi tasarruf sahibine bildirir. O gün, o saatte Hakk'tan ne emr olunursa tasarruf sahipleri bu “yedi yıldız” a hükme‐ derler. Hakk'ın emrini yerine getirirler. Âle‐ mi nizamlı bir şekilde tutarlar. Hak Teâlâ’nın emri dışında küllî ve cüz’î ilimlerden hiçbiri ile meşgul olmazlar. Bir çöpü diğer bir çöpün
üstüne koymazlar. Hakk'ın emrinin haricin‐ de cüz'î ve küllî hiç bir amel (iş) le meşgul olmazlar. Daima âlemin kutbuna nazar eder‐ ler. Âlemin kutbu da Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek rûh‐ı şeriflerine nazar eder. O ruhdan da zat'a nazar eder. Zira, Rasûlûllah'ın ruhu “zâtul‐ lah” a âyine düşmüştür. (ayna olmuştur) Ondan başka şeyden müşahede edilmez. Levh‐i Mahfuz üzerine nakş olunan her ilim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mü‐ barek ruhundan gelir; feyizlenir ve sürülür.
Yine bu tasarruf sahipleri zaman zaman fenâya (faniliğe) varırlar, Rasûlüllah sal‐ lallâhü aleyhi ve sellemin Ruhundan zâta nazar ederler. Yine çabucak gelip (biiznillah) tasarruflarına yetişirler.

DOKUZUNCU BAB
KÜMMEL (Külli) MAKAMINI İZAH EDER
Bu makamda bulunan Veliler daima Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Rûh‐ı şeriflerine nazar ederler; O ruhdan zat'ı müşahede ederler. Gece, gündüz bir an “Cemâlullah” dan uzak olmazlar. İşte, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazret‐ lerinin “Ehl‐i Didâr (Cemâl)” diye buyurduğu bu makamdaki velilerdir.
Bunlar her ne kadar sûreten diğer insan‐ lar gibi ise de insanlar arasında gizli kullar‐ dırlar. Hakk’tan başka kimse bilmez. Halk arasında gizli yürürler. Ehlullah onlara "ef‐ râd" derler. Eşyanın sıfatları onlara perde olmaz. Onlara yedi kat gök ve yedi kat gökte gizli bir şey yoktur. Dilerlerse göz yumup açmaya kadar şarka ve garba varırlar.
işte küllî makamı budur.

ONUNCU BAB
MÂŞÛK MAKAMINI İZAH EDER
Mâşûk makamı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin Ruh‐ı şerifleri‐ nin makamıdır. Çünkü yaratılmış olan onse‐ kiz bin alem, Rûh‐ı Muhammedi'nin nuru aşkına var edilmiştir. Hatta Hakk Teâlâ haz‐ retleri bir Hadis‐i Kutside:
“Ya Muhammed sen olmasaydın bu ci‐ hanı asla yaratmazdım.” 5buyurmuştur.
Bundan anlaşılıyor ki: Bütün kâinat, Rûh‐ı Muhammedi'nin aşkına yaratılmıştır. Bu on‐ sekiz bin âlem ve Rûh‐ı Muhammedi, Hakk Teâlâ’nın mukaddes (ve münezzeh) zâtına maşuk düşmüştür. Ruhlar topluluğundan enbiya ve evliyanın ruhu da Rûh‐ı Muham‐ medi'nin nurundan var olmuştur. O ruhu görmeleri (onlarca) arz olunduğunda Hakk Teâlâ Mirâc gecesi müyesser kıldı ve arzuları yerine geldi.
Yine Rûh‐ı Muhammedi'nin “Maşuk ma‐ kamı” olduğuna bir başka delil de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerine varit olan (gelen) şu Hadis‐i kutsidir:
“Ya Muhammed; Ben, eşyayı senin için, seni de benim için yarattım.”
Bundan da anlaşılıyor ki: Maşuk makamı Rûh‐ı Muhammedi makamından başka bir şey değildir.
Yine, Velayet derecesinde Maşuk maka‐ mı olan bu makama “Kutb‐ı âlem” nden başkası ayak basamaz. Mümkün dahi değil‐ dir.
İşte, maşuk makamı bu makamdır.

ONBİRİNCİ BAB
SÜLÜK MAKAMINI İZAH EDER
Evliya katında sülük dörttür:
Birinci sülûkda, sâlik kendi varlığındaki ilmi bilir; kendi varlığında ne kadar ilim var ise okur ve bilir.
İkinci sülûkda, eşyanın hassalarının ilmi‐ ni bilir; her şeyin hassaları nelerdir, tabiatı nedir ve ne derde devadır? bilir.
Üçüncü sülûkda, Feleklerin ilmini bilir, “yedi yıldız” lar nasıl seyr eder, fiili nedir ve eserinden ne meydana gelir? Onun ilmini bilir. O ilmin hazzından zaman zaman âşık olur. Şâdilikler eder (Aklı almaz). O sülûku da tamam olursa daha ileriki makama ayak basar. Eğer meşrep sahibi değilse o makam‐ da kalır. Zikr olunan bu makam İdris âley‐ hisselamm makamıdır. Bir çok veliler bu makamda kalmışlardır. Bundan öte bir “Berzah” (geçit, makam) yoktur. Bu berzahı geçenler veli “kudret” sahibi olur. Bu ma‐ kamdan geçmeyen “Kudret Sahibi” olamaz. Sadece müşahede ehli olur.
Dördüncü sülûkda, (sâlik) Feleklerin ve eşyanın ilmini tamam edince arza nazar eder. Bir müddet orda hayran olarak kalır.
Arşın azamet ve heybetinden velinin aklı o sırada yok olur. Kendi zahiri varlığını bilmez. Bu vaziyette iken yerde mi gökte mi oldu‐ ğunda şaşırır. Evliya katında “makam‐ı hay‐ ret” bu makamdır. Ancak, hayret tamam olunca Hakk’ın inayeti ile zenginlik bulur, bütün alemden ganî olur (ihtiyaçsızlık hisse‐ der, onlara nazar edip bakmaz).
İşte Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin:
“Nefsini bilen, Rabbını bilmiştir (veya bi‐ lir),” buyurduğu, bu makamda meydana gelir. Evliyaullah, nefsinin mahiyetinin ne olduğunu, varlığının nasıl bir şey olduğunu, o zaman bilir. Bu makamda çok kimseler mahv olur. Hayâsından varlık elbisesini çıkarıp şehit olur. “Şüheda makamı”na erişir.
Varlık elbisesini bıraktığına iki vecih var‐ dır:
Biri, ömrünün ancak o kadar olmasıdır
Diğeri de: Zâtı tecelli ettiğinde takat geti‐ remeyerek mahv olmasıdır. İkisi de doğru (söz) dür. Dünyaya gelmekten kendi muradı o gün içindir. Fazla olsa kendi zevki (hazzı) da fazla olurdu. Olmayınca o da Hakk’ın dergâhına vasıl oldu. Hesapsız ve azapsız olarak şüheda makamını buldu.

ONİKİNCİ BAB
AŞK MAKAMINI İZAH EDER
Aşk makamı öyle bir makamdır ki, evliya‐ ullah, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek nuruna nazar eder‐ ler, âşık olurlar. Aşkın isti'lâ ve galebesinden hata sözler söylerler ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mübarek ruhunu görür‐ ler. Evliyaullahın “zülfühâl” dedikleri budur; rûh‐ı Muhammedi'yi o hüsünle (güzellikle) görürler.
Eğer bu dünya halkı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhundan bir lem'a (parıl‐ tı) görecek olsalardı, Ehlullahın haricinde hepsi helak olurdu.
Bu makamda bazı evliya vardır ki:
Zahir surette hüsne (cemâle) müteallik (bağlı) olurdu. Riyasız hakiki aşk dedikleri budur. Her an o surette nazar eder. Müşa‐ hede eder. Aşkın galebesinden Nûr‐ı Mu‐ hammedi ile ünsiyet kurar (senli‐benli olur). Zira ona Rûh‐ı Muhammedinin eserinin bu‐ lunduğu Nuru Muhammedi den bir şey zahir olur. Her ne kadar suret sahibi mahbûb (sevgili) ise de kendi suretinde kemâl zahir olduğunu bilmez. Fakat müteallik (ait‐bağlı) olan veli buna mazhar olduğunu bilir. Aşkbazlık (aşıklık) edip naz ve niyazda bulu‐ nur.
Ancak, evliyaullahdan bazıları da vardır ki:
Zahir hüsne (güzelliğe) nazar etmezler, daima o mübarek ruha nazar ederler. Hay‐ ran olurlar. Çünkü; Evliyaullahın, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mübarek ruhu‐ na aşık olmaları gerekir ki Hakk’ın inayeti erişip “cemâl”e müşahit olanlar. Zira Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mü‐ barek ruhu “Cemâlûllah” a âyine düşmüş‐ tür. Ondan başka bir şeyden müşahede edilmez. Evliyanın bu makamda çok durma‐ larına sebep de budur. Baksana, dünya sev‐ gililerinin aşkından âşık olanlar —Mecnun gibi Ferhat gibi— meşhurdurlar. Halbuki o (âşıkların) maşukları bütün sultanların sulta‐ nıdır. Sevgililer sevgilisidir. Hepsi onun hüs‐ nünün nurundan bir nurdur. İster Yusuf aleyhisselâmın güzelliği olsun ister başkası‐ nın güzelliği olsun, sadece aslî nur Ruh‐ı Muhammedidir. (veya aslı Ruh‐ı Muham‐ medinin nurudur). O, zattan feyizlenir.
Her ne kadar, bunun gibi güzelliğe karşı hayran olmak bedî'i (beğenilen) değilse de Evliyaullah o makamda kalmışlardır. Onlar‐ dan her birine de “Cemâl ehli” derler.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazret‐ lerinin mübarek ruhuna nazar ettiklerinden dolayı o makamda zât'ı müşahade etmezler. Sadece Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin mübarek ruhuna nazar ederler. Onun için buna aşk makamı derler. Zira, Evliyaullah bu makamla aşkın galebesinden kendilerini helak ederler. Yahut parlak söz‐ ler söylerler. Mansur’un hakkı olmayan ve Şeriat‐ı Muhammediye'ye münasip bulun‐ mayan sözleri gibi – Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhundan edep etmezler. (Böyle hallerde) Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhu bir defada hakikât kılıcı ile helak eder. Şüheda mertebelerini bulurlar.

ONÜÇÜNCÜ BAB
DÖRT UNSURA DÖRT NEBİNİN MAZHAR OLUŞUNU İZAH EDER
Hakk Teâlâ dört unsur yarattı. Her unsu‐ ra bir Nebî düştü:
Âdem aleyhisselâm
Nuh aleyhisselâm
Musa aleyhisselâm
İsâ aleyhisselâm
Bunların her biri bir unsura mazhar düş‐
müştür.
Âdem aleyhisselâmın ilk (kalıbı) varlığı
topraktan yaratıldı.
Nuh aleyhisselâmın mazharı su idi.
Musa aleyhisselâmın mazharı ateş idi. İsâ aleyhisselâmın mazharı da hava idi.
Fakat, Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem dört unsura da mazhar idi. Zahir varlığında dördü de tamamlanmıştı.
Ancak, zikr olunan peygamberlerin kalıp (vücut) larına ruh sonradan taalluk etti (gel‐ di). Öyle ise bu durumda, Âdem aleyhis‐ selâmın ilk varlığının toprak olmasının hik‐ meti, mazharının (toprak) olmasıdır.
Nuh aleyhisselâmm toprağında “su” luk olduğundan dolayı dünyayı tufana verdi.. Zira, tasarruf sahibinin varlığında hangi unsur fazla olursa onun zamanında o (unsu‐ ra) ait şeyler meydana gelir. Eğer Nuh aley‐ hisselâm unsurların dördüne de mazhar düşseydi ondan gazap gelmezdi. Çünkü o yalnız bir unsura mazhar düştü. Diğerlerine mazhar olmadığından gazaba gelip dünyayı tufana gark etti. Çünkü tümüyle su hük‐ münde idi. ‐Allah Teâlâ'nın emri ile‐ Fakat diğer unsurlara mazhar düşmüş olsa idi dua edip dünyayı tufana gark ederek kendini ahirette mesul etmezdi. Ancak, sonradan pişman olup istiğfar ettiği meşhur (malûm)
dur.
Musa aleyhisselâmın mazharının ateş ol‐
duğuna da sebep ve amil şudur ki: O son de‐ rece gazaplı idi. Gazaba gelerek mübarek lisanına gelen her sözü söylerdi. Ateşlik tarafı galip idi. Onun için de gazaplı idi. Nü‐ büvvet gelmeden önce Mısırda bir insan helak etti.
İsâ aleyhisselâmın ise unsuru hava idi. Çünkü Allah Teâlâ kendi azameti ile onun hakkında “Rûhullah” demiştir. Ruh ise ha‐ vadan ibarettir. Ruhun vechi çoktur, izah edilmiş olsa söz uzar.
Yine, felekler sayısınca İsâ aleyhisselâmın namında havalık galiptir.
Bir vechi de şudur: İsâ aleyhisselâmın varlığında havalık üstün olduğundan riyazet kuvveti ile felek'e çıktı. Çünkü vücudunda ağırlık yoktu. Letafet var idi. Hava ise latiftir. Ancak cisminde hava üstün geldiğinden felek'e çıktı. Zira hava felek'e yetişmeye dek yerde duramaz.
Fakat Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sel‐ lem hazretlerinin mübarek cisminde dört unsur da mutedil bir şekilde bulunmaktaydı, dediklerinin sebebi şudur ki; Hakk Teâlâ on sekiz bin âlemi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek ruhundan vücuda getirdi. Onun mübarek ruhu ise on sekiz bin âlemin aslıdır. Varlığının sarayına gelinceye dek itidalde (tam olgunluk) yara‐ tıldı. Hiç bir Nebî'nin dört yârı (arkadaşı) yoktu. Sadece Rasûlûllah hazretlerinin vardı. Çünkü dört yâr (yoldaş) açıklanan dört nebîye işarettir.
Dört yâr (cihar yâr‐ı güzin) in ilmi o dört nebide vardı. Ayrıca, dördü dört unsurun mazharı idi.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretleri bunların dördünün aslı idi. Çünkü dört unsur Ruh‐ı Muhammediden varlığa gelmiştir. Varlığa gelen o dört unsur, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin as‐ habı olan dört yârdir.

ONDÖRDÜNCÜ BAB
MÜŞAHEDE MAKAMINI İZAH EDER
Müşahede makamı öyle bir makamdır ki: Veli, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin mübarek ruhuna nazar edip müşahede de bulunur.
Zâtullahtan feyizlenerek Levh‐i Mahfuz (Kader Kitabı) üzerinde nakş olunan dünya‐ da mevcut her ilmi görür, okur. Fakat izhar etmez. Ancak Hakk Teâlâ tarafından tecelli‐ nin galip olduğu bir sırada ihtiyarız olarak izhar eder. Gayr‐i ihtiyari sözler söyler. Son‐ ra aklın hudutları içine gelince istiğfar eder. Veli, o halde iken söylediği sözlerde Hakk dergâhında mağdurdur. Çünkü onun gayr‐i ihtiyari söylediği Hakk’ın ilminde mevcut idi. O söz ondan gelecek idi. Allah Teâlâ'nın ilminde olup da ezelde takdir edilen her şey mutlaka gelecektir. Ancak, Hakk’ın rıza‐ sı olmadığı şey müstesnadır. Hakk’ın rıza gösterdiği her şey mutlaka olur. Olmaz de‐ mek hatadır. Neûzûbillah.(Allah Teâlâ’ya sığınırız.)
Evliyaullah öyle kimselerdir ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretleri onlarla iftihar etmiştir, Evliya katında kudret ma‐ kamı Evliyaullahın, Levh‐î Mahfuz üzerinde nakş olunan hattı (yazıyı) bilmesidir.
Her ne kadar kudret Hakk’ındır, Enbiya‐ ullah'ın varlığından meydana gelir ise de şimdi kudret makamı evliyanındır. ZİRA BU GÜNLER VELAYET DEVRİDİR. Evliyada sürü‐ len Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin nübüvvetidir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ahi‐ rete intikal eder etmez nübüvvet biiznillâh (Allah Teâlâ izniyle) velayete tebdil (değişti‐ rildi) olundu, Nübüvvetin hikmeti tamam oldu. Velayet devri ortaya çıktı. Evliyada sürülen kudret Ruh‐ı Muhammedinindîr. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazret‐ lerinin Ruhî kudreti evliyada zahir oldu. Evli‐ ya, dünya arzularından nefsini o zaman ke‐ ser ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem mübarek ruhuna nazar eder. Fakat cemâli müşahede etmeyince ahiret ve cennet arzu‐ larından geçmez.
“ Kudreti var evliyanın kudreti. Taşa dil verir dilerse kudreti.
Mu’cizatı Musa’nın âhir â’yan. Ejderha kıldı asâyi bî‐gümân.
Kurdet‐i Hakk’dur eğerçi bîgüman. Musa dilinden olurdu ol hemân.
Musa’ya Hakk’dan verilmişti rıza. Kim ne dilerse olaydı ol asâ.
Evliyayı sanma kim ol serseri. Her sözü söyler dilinde serseri.
Gördüğü ilmdir levh üzre yakîn. Söylediği onun ey Sultan‐ı dîn.
Gördüğün söylenene Hakk’dan günah. Olmaya kim Evliyadır bî‐günah.
Evliya’dır Hakk’ı her şeyde gören. Evliyâdan erdi hem Hakk’a eren.
Bilmek gerektir kim şimdiki demde Kudret evliyanındır.”

ONBEŞİNCİ BAB
EVLİYAULLAH’IN CENNET ARZU‐ SUNDAN GEÇTİĞİ MAKAMI İZAH EDER
Evliyaullah, Rasûlûllah hazretlerinin mü‐ barek ruhundan zâtı müşahede ederek o makamda varlığını fenâ kılar. Bu sırada ona sekiz cenneti verseler kabul etmez. Çünkü, o fenâ bulan (fani olan) varlığa Allah Teâlâ'nın zâtına ait ilimden öyle zevk hâsıl olur ki, Ömrü oldukça aklın hudutlarında yürümez. Dünya halkı ona deli der. O fariğdir (her şeyden uzaktır, vazgeçmiştir). Dünyanın varından geçer.
Bütün eşyada tasarrufu vardır. Fakat be‐ şer suretinde deli (divane) şeklinde yürür, kimse ona sahip çıkmaz (arkadaş olmaz, yanında bulunmaz).

ONALTINCI BAB
SALÂT (Namaz) MAKAMINI İZAH EDER
Yâni; Evliya namazını nasıl kılar?
Evliyaullah Tekbir getirince “Allahü ek‐ ber” dediğinde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hazretlerinin nurunu görürler. O mübarek ruha karşı dururlar. Yerde ve gökte Hakk’tan başka bir şey görmezler. Kalpleri‐ nin tecelliyatında Hakk’tan başka bir şey kal‐ maz.
Eğer o, sıfata nazar edip teveccüh ederek namaz kılarsa namazı zahirîdir. Eğer zâta nazar edip teveccüh ederek namaz kılarsa onun namazı hakikidir. Fikirsiz namaz, bu‐ dur. Bu makamda kılınır, başka vakitte kı‐ lınmaz. Hâslar namazıdır,
İşte, evliyanın namazı böyledir.

ONYEDİNCİ BAB
MARİFET SAHİBİNİN MAKAMINI İZAH EDER
Marifet sahibi, evliya katında velayet sa‐ hibi değildir. Zira marifet ilimdir. Velayet ayn'(asıl‐öz) dır. Marifet sahibi, her şeyin sıfatını görür, hakikâtini görmez. Çünkü her şeyde bir hakikât vardır. Abes değildir. Vela‐ yet sahibi ise her şeyin hakikâtini görür.
Hem evliyaullah katında Hak şudur ki:
Bir şey bir şeye itikat etse, itikat eden ve itikat edilen mahbubdur (sevgilidir). Açık olan budur.
“Marifet iki çeşittir;
Birisi ilme‐l’ yakîn ehlinin marifetidir. Diğeri ise ayne‐l’ yakîn ehlinin marifeti‐
dir.
İlme‐l’ yakîn ehlinin marifeti zahiri ilim‐
dir. Bu kişilerin sohbetleri sıradandır. Söyledikleri sözlerin hakikatini bilmezler. Hemen Allah Teâlâ kitabında böyle buyur‐
muştur,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
hazretleri şöyle buyurmuştur veya büyük evliyalar şu şekilde buyurmuştur, derler; fakat işin aslını, hakikâtini göremezler.

Ayne‐l’ yakiyn ehli ise o kimselerdir ki Hak Tealanın kelamının hakikatini, Hz. Mu‐ hammed sallallâhü aleyhi ve sellemin kela‐ mının hakikatini ve büyük evliyaların hakika‐ tini ayne‐l’ yakîn olarak levh‐i mahfuzda görürler, okurlar. Bu okumalardan elde et‐ tikleri bilgileri ise kapasiteleri ölçüsünde talep eden kişilere aktarırlar. Zira her kişinin aklı aynı derecede suluk edemez.
Nitekim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Hazretleri bu hususla ilgili şöyle bu‐ yurur.
“Avamm‐ı Nas’a akılları miktarıncasöy‐ leyin.”
Ayne‐l’ yakîn ehli, marifetullah’ı her kişi‐ ye söylemezler. Bu marifet sahibi olan evli‐ yalar tertip üzere olan velilerdir.
Tertip üzerine olan velilerin şu şekildedir.
Üçler: Üçlerden birisi; Kutb‐ı âlemdir. (En üst olan) diğer ikisi ise halifelerdir. Bu iki halifeden birisi ise mürid‐i makbûl olandır ki; Kutb‐ı âlemden sonra kutb olur ve tahta geçer. kutb‐ı âlem onsekizbin âleme hük‐ meder.
Yediler: Yediler, Kutb‐ı âlemin yedinde olan ve âlemde tasarruf eden velilerdir. yedilerden birisi kutb’a halife olur.
Kırklar: Kırklar da tasarruf sahibi velilerdir. Yedilerden birisi görevini tamamlasa kırklardan bir veli o velinin yerine geçer.
Üçyüzler: Bir vakit gelip de kırklardan bi‐ risi görevini tamamlarsa üçyüzlerden bir veli, o velinin yerine geçer.
Binler: Üçyüzlerden bir veli vakti gelip te görevini tamamladığında; Binlerden bir veli, o velinin yerine geçer. Binlerden bir veli de vakti gelip görevini tamamladığında, Bu sefer bu âlem halkının bir kabiliyetlisi o veli‐ nin yerine geçirilir.
Tertib‐i evliya budur.

ONSEKİZİNCİ BAB
TEVHİD NEDİR VE NASIL MAKAM‐ DIR? ONU İZAH EDER
Tevhid öyle bir şeydir ki; Mürid bununla her şeyi görür. Bu sıfatın bir hakikati vardır. Abes (boşuna) değildir. Kesrete nazar eder. Zira, her şeyde bir hakikat vardır. Hâli değil‐ dir.
Kur’ân‐ı Kerim’de Hakk Teâlâ şöyle buyu‐ rur: “O, (Allah) her şeyi ihata edicidir.”6
Çünkü, Hakk Tealâ’nın her şeyde ihatası mevcuttur. Eşyanın hepsinin hakikati hakdır. Tam tevhid budur.
Fakat sıfatların tevhidinde ise, her şey bir isimle muttasıftır. Ve her isim müsemmânın hakikatidir. Çünkü ismin müsemmâsına ta‐ sarrufu geçer. Her insanda kesreti de vardır, vahdeti de vardır. Her kesretin bir ismi var‐ dır. Her şey de malûmdur.
Sıfata ait tevhidi bilmiş olanlar, ismin müsemmâsına tasarrufu hakikattir derler. Her ne kadar zat bütün tenzihlerden mü‐ nezzehse de hak şudur ki:
Güneşin zerrede müdahalesi vardır. Fa‐ 6 Fussilet: 52
kat zatla değildir. Zira zatın müteayyinesinin kendi zahirdir. Zerreden münezzehdir.
Evet, ne zaman güneşin zâtı kaybolsa zerre de yok olur, görünmez.
Her ne kadar her şeyde bir hakikat varsa da Hakk'tan hâli değildir. Fakat zât münez‐ zehdir. Varlığın hepsi Hakk’ındır. Başkası yoktur. Ancak vahdetin ilminde kesret mün‐ demiçtir (mevcuttur). O, ezeli, zahiri ve bâtını görür. Hakiki Tevhid budur. Yine o, her şeyde hicafapız olarak zâta nazar eder, visale yetişir, vuslat bulur. Kur'an'da buyuru‐ lan şu makamı kazanır:
“Ne tarafa çevrilirseniz Allah'ın vechi oradadır.” 7
Her hangi bir eşya mâni olup perde teşkil etmez, kendisi temkin bulmuş olur. Bu ma‐ kamlar evliyanındır.
Sıfatların tevhidi marifettir. O, sıfatların tevhidini bilmekle veli olmuş olmaz. Sıfatla‐ rın tevhidi, her şeyin zahirini görür, hakika‐ tini görmez. Eğer eşyanın zahirini gören veli olsaydı hiç kimse azaba müstahak olmazdı.
Kur’ân‐ı Kerim’in işaretiyle cennet ve ce‐ hennem de haktır.
Bu durumda anlaşılıyor ki: Tam tevhidi bilmeyince, sıfatlara aid tevhidi bilmekle veli olunmaz. (Başka nüshada bu bilgilerde vardır)
Tevhid iki kısımdır.
Birisi aâmdır, diğeri hasdır,
Tevhid‐i Âmm (umum)da sâlik “Lâ ilahe
illallah” “Allah'tan başka ilah yoktur”, der. Yani sıradan ve ilimle olan tevhid şeklidir. Bunun gibi ilimle olan tevhid’e; tevhid‐i âmm denir.
Tevhid‐i hâs da ise sâlik her şeyin hakika‐ tini ayne‐l’yakîn ile gördükten sonra, terakki eder. Kelime‐i Tevhid’in hakikatini ayne‐l yakîn görür ve Allah Teâlâ'dan başka bir ilah olmadığını hakkıyla idrak eder. O vakit eşya‐ dan gayrısının varlığı Hakk Teâla’nın varlı‐ ğında yok olur. Yalnızca Hakk Teâlâ’nın vü‐ cûdu var kalır. Zaten Hakk Teâlâ’nın vü‐ cûdunun dışında hiçbir varlık (vücut) yoktur. Nitekim Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sel‐ lem Hazretleri buyurmuştur ki;
“Tevhid Allah Teâlâ’dan gayri hiçbir şey görmemektir.”
Bu sebepledir ki hakikatte Allah Teâlâ’dan başka hiçbir şey yoktur.
İşte sâlik Tevhid‐i Hass’a kadem bastığın‐ da (yükseldiğinde) bu hadis’in (sonradan yaratılanın) hakikâtini Ayne‐l’yakîn olarak anlayacak ve Hak Teala’dan başka hakikatte kimsenin varlığı yoktur. Yalnız Hak Teâla vardır. İşte o vakit sâlik âlim olur.
Elhamdülillahi alel itmam ve'd devam.

KAYNAK ;MAKÂMÂT‐I EVLİYA (EVLİYA MAKAMLARI)
AKŞEMSEDDİN Kaddese’llâhü sırrahu’l azîz

Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Arif ve Evliya aynı mıdır mekan58 Sorularınız 6 02.01.23 06:09
Evliya aranıyor? (Keramet-i Kevni sahibi olan) NGB Tasavvuf Sohbetleri 10 08.12.22 21:00
Rüya Tabiri Talep Edenler Buyrun. twennywann Rüya ve Rüya Tabirleri 147 20.03.21 20:17
Kadından Evliya Olmaz mı? Och islam & islami Konular 0 17.08.20 12:11
Evliya Çelebi ve Osmanlı'da cadılar Logos Paranormal Varlıklar 3 29.03.20 15:08


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:25.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147