|
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
||||
|
||||
Hz.Abdülkadir Geylani (k.s.)'nin Vefatı
Hz. Pir Abdûlkadir Geylani (ks), 91 sene hayat sürdü.
Uzun ve verimli geçen hayatının son günlerinde ağır bir hastalığa yakalandı. Bu hastalığı sırasında şöyle demiştir: “Kalp Allah ile sahih, sıhhatli olursa ondan ne bir şey kopar, ne de bir şey çıkar… Ben, kabuksuz özüm!” Sonra evlâtlarına: “Etrafımdan çekilin dedi. Ben zahirde sizinle beraberim, fakat bâtında başkalarıyla beraberim… Benimle sizin ve halkın arası, gökle yer arası kadardır. Ne beni bir başkasına, ne de bir başkasını bana kıyaslamayın. Huzurumda başkaları var. Onlara yer açın. Onlara karşı edepli davranın. Burada büyük bir rahmet var. Onlara mekânı daraltmayın.” Hastalığı sorulduğunda “Onu ne bir cin, ne bir insan ne de bir melek, hiç kimse bilemez, kimse anlayamaz.” diye cevap verdi. Oğlu Abdulcebbâr ondan neresinin ağrıdığını sorduğunda: “Her tarafım ağrıyor. Ancak kalbim hâriç. Orada ağrı yok. Kalbim Allah-u Teâla جل جلاله ile beraber” diye cevap verdi. Oğulları Musa ve Abdurrezzâk’ın bildirdiğine göre, elini kaldırıp, uzatarak şöyle diyordu: “Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi sizin de üzerinize olsun. Tövbe edin ve safa girin. Şimdi size geliyorum. Refakat edin. Refakat edin.” Sonra Hak geldi, ölüm sarhoşluğu geldi. Ölmeden önceki son sözleri ise şunlar olur: “Kendisinden başka ilâh olmayana sığındım. O Hay’dır, Kayyum’dur. O asla ölmez. Yok olma O’na ulaşamaz. O Münezzehdir. Müteâl’dir. Kudretiyle üstün gelen, ölüm ile kulları üzerine Kahhâr olan Sübhân’dır. Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed, Allah’ın resulüdür. ” Asıl yurdu olan melekût âlemine geçme zamanı gelince şu ferman erişti: “Ey mutmain olmuş nefis geri gel.” Bunun üzerine nasut (insanlar) âlemi ağladı, melekût âlemi sevindi. Hicri 561 senesi Rebi’ul Ahir ayının 11. Günü, Cumartesi gecesi sabaha karşı vefat eylediler. Çok kalabalık bir cemaatle cenaze namazı kılınmış, Babu’l- Ezc’de hazırlanan markada geceleyin defnolunmuştur. Vefat gününde ihtilaf vardır. “Behçetü’l Esrar” adlı kitapta hicri 561 senesi Rebi’ul Ahir ayının 9. günü vefat etiği yazılıdır. İbn-i Cevza hazretleri “Mir’at-uz Zaman” adlı eserinde diyor ki; “Gavs’ul A’zam Hazretleri 561 senesinde vefat etmiştir. Kalabalığın fazlalığı yüzünden gece defnolunabilmiştir. Çünkü cenazesinde bulunmak için Bağdat’ta kimse kalmamıştı. Hilye denilen yer ve bütün yollar, sokaklar doldu. Bu yüzden gündüz defin mümkün olmadı. Gavs’ul A’zam hazretlerinin vefatı hicri 561 senesinde Rebiu’l Ahir ayının 10. Günü cumartesi gecesi, sabaha karşı olmuştur. Oğullarından Seyyid Abdulvehhab imam olmuş; diğer oğulları, talebeleri ve müritleri cemaat olmuş, bu şekilde namazı kılınmıştır. Kendi medresesinin bahçesine defnedilmiştir. Sabaha kadar medresenin kapısı açılamadı. Sabahleyin kapının açılmasıyla beraber, bütün halk ziyaret edip namaz kıldılar. Meşhur bir gün oldu.” Sâdık Vicdânî’nin verdiği bilgiye göre, ölüm yıldönümü sebebiyle, Hindistan’da, Rebîü’l-Evvel ayının 11. günü, bazen de 17. günü Abdûlkadir Geylânî’nin ruhu için Kur’an okunur ve sadakalar verilir. Bu tören, Bağdat’ta ise aynı ayın 17. günü yapılır“ Hz. Pir Abdûlkadir Geylani (ks)’nin doğum tarihi, yaşı ve vefat tarihi ile ilgili olarak şu beyit düşürülmüştür: “ Sufiler sultânı Bâzullâh, “Aşk”ta geldi, “kemâl ”de vefât etti. ” Buradaki a-ş-k (a=70 – ş= 100 – k=300) harflerinin ebced hesabıyla toplamı Hz. Pir Abdûlkadir Geylani (ks)’nin doğum tarihi olan 470’e tekabül eder. Ke-m-â-l harflerinin toplamı da yaşı olan 91’e denk gelir. Bu ikisinin toplamı ise vefat tarihi olan 561 eder ki, bu da “kemâl-i aşk” demektir.
__________________
Ne senle yaşanıyor Ne de sensiz oluyor Şu garip bomboş dünyada.. |
#2
|
|||
|
|||
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, bir müddet ders verip insanları irşâd ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vâz vermeyi bıraktı. İnzivâya çekilip, yalnızlığı seçti. Sonra sahrâlara çıktı. Bağdad'ın Kerh harâbelerinde yaşamaya başladı. Bütün vaktini ibâdet, riyâzet ve mücâhede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı. Buyurdu ki:
Irak'ın sahrâ ve harâbelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım. Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu. Bâzan uzun müddet yemezdim ve "açım açım" diye içimin feryâdını duyardım. Bâzan üzerime öyle ağırlıklar gelirdi ki, bunlar bir dağın üstüne konsa, tahammül edemeyip, paramparça olurdu. Bu sırada; "Muhakkak zorlukla berâber bir kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla berâber kolaylık vardır." meâlindeki İnşirâh sûresinin beşinci ve altıncı âyet-i kerîmelerini okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi." Şeytanlar çeşitli kılık ve kıyâfetlere bürünüp toplu hâlde yanıma gelir, beni yolumdan çevirmek için uğraşırlardı. Kalbimde büyük bir azim ve direnç hissederdim. İçimden bir ses; "Ey Abdülkâdir! Onlarla mücâdele et, onlara galip geleceksin." derdi. İçlerinde bir şeytan durmadan bana gelir; "Buradan git, şöyle yaparım, böyle yaparım." diye beni tehdit ederdi. Cân u gönülden, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm" okuyunca, onun tamâmen yandığını görürdüm. Bir kere Abdülkâdir Geylânî şöyle bir ses işitti: "Ey Abdülkâdir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım." Bir rivâyete göre; "Başkasına yasak olan şeyleri sana helâl kıldım." diyordu. Bunun üzerine Abdülkâdir Geylânî Eûzü çekti. "Kovulmuş şeytandan Allahü teâlâya sığınırım. Sus ey mel'ûn!" diye bağırdı. Bunun üzerine aynı ses; "Ey Abdülkâdir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun. Halbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan çıkardım." dedi. Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; "Sana haramları helâl ettim, sözünden anladım. Çünkü Allahü teâlâ böyle şeyleri emretmez." buyurdu. Başka bir kere gâyet çirkin ve pis kokulu birisi geldi. "Ben iblisim, şeytanım. Sana hizmet etmeye geldim, beni ve yardımcılarımı çok yordun." dedi. "Sana inanmıyorum, buradan uzaklaş." dedim. Bana vuracak oldu ise de onu perişan ettim. İkinci defâ elinde büyük bir ateş kıvılcımı ile hücum etmeye başladı. Bu esnâda elinde kılıç bulunan atlı birisi bana yardıma geldi. Yine onu mağlûb ettim. Üçüncü olarak iblisi çok uzakta ağlar gördüm. Gâyet üzgün olarak; "Senden ümîdimi kestim. Gâliba seni yoldan çıkaramayacağım." dedi. "Sus ey mel'ûn!" dedim ve kovdum. Allahü teâlâ her seferinde beni onlara karşı üstün kıldı. Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak şeyler göründü. "Bunlar nedir?" dedim; "Dünyâ zevkleri ve zînetleridir." denildi. Dünyâ ve onun göz kamaştırıcı lezzeti ve çabuk tükenen nîmetleri kendine çekmek istedi fakat Allahü teâlâ beni onlardan da korudu. Onlara hiç kıymet vermedim. Bunun için kaybolup gittiler. Sonra Allahü teâlânın rızâsına kavuşma yolunda insanın önüne çıkan mânileri, engelleri gördüm. "Bunlar nedir?" dedim. "Senin içinde bulunan mânîlerdir." denildi. Bunlara üstün gelebilmek için bir sene uğraştım. Sonra içimi seyrettim. Kalbimin birçok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini saraylarda sandığını gördüm. "Bunlar nedir?" dedim. "Arzu ve isteklerindir." denildi. Tam bir yıl uğraştıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim. Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam için yalvarırdı. Yüz vermeyince zor kullanmak isterdi. Bir kere onu, bütün hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri dipdiri, şeytanları emrine hazır olarak gördüm. Bir sene mücâdele ettim. Allahü teâlânın izni ile hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum. Kısaca nefsimle tedrîcen, safha safha mücâdele ettim. Onu iki elimle sımsıkı yakaladım. Yıllarca ıssız, sessiz, sadâsız yerlerde kalmaya mebcur ettim. Soğuk bir gece kırk defâ ihtilam oldum, havanın soğukluğuna bakmadan her seferinde, hemen yıkandım. Kerh harâbelerinde yıllarca kaldım. Yiyecekler malum; otlar, ağaç yaprakları... Dünyâ sevgisinden kurtulabilmek, nefse üstün gelebilmek için her çâreye başvurdum. Gördüğüm her yokuşa tırmandım. Nefsime hiç fırsat vermedim. Bir gece merdivende kitap mütâlaa ediyordum. Nefsim; "Biraz uyu, sonra kalkarsın." dedi. Ona muhâlefet olsun diye tek ayağım üzerinde durdum. Kur'ân-ı kerîmi hatmedinceye kadar uyumadım. Bütün bunlara rağmen, henüz matluba, maksada ve asıl istediğime varamamıştım. Bunun için, tevekkül, şükür ve zenginlik gibi kapıları denedim. Aradığımı fakirlik kapısında buldum. Burada büyük bir şerefe kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ulaştım. Bütün arzu ve isteklerim buz gibi eridi. Bütün beşerî sıfatlarım kayboldu. Gönülden Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr" mertebesine ulaştım". Nihâyet bütün varlıklardan yüz çevirdim. Her şeyim Allah için oldu. Sahralarda cezbe hâlinde kendimden geçmiş olarak dolaşırdım. Kendime geldiğimde kendimi bulunduğum yerlerden çok uzaklarda bulurdum. Bir gün bu halde bir saat kadar yürümüştüm. Sonra kendimi Bağdad'a on iki günlük uzaklıkta bir yerde buldum. Düşünceye daldığımda bir ses bana; "Sen ki Abdülkâdir'sin, buna hayret mi ediyorsun?" dedi. Sahralarda dolaşırken "Ol" sözü ile ihsân olundum. Allahü teâlânın izni ile istediğim olurdu. Bunun için çok yiyecek buldum. Dağdan bir parça koparırdım, helva olur, yerdim. Kuma deniz suyu dökerdim, tatlı su olurdu. Sonra böyle yapmaktan hayâ ettim. Allahü teâlâya karşı edebi gözeterek hepsini terk ettim. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Abdülkadir Geylani | Kâf-u Nûn | Allah Dostları & Evliyalar | 1 | 03.02.21 00:04 |
Abdülkadir Geylani den | zivali28 | Dualar & Dua Kardeşliği | 9 | 27.06.19 22:16 |
Salavat-ı Abdülkadir Geylani | HeartLess | Salavat-ı Şerifeler | 0 | 22.06.19 02:45 |
Abdülkâdir Geylânî Kds. Sr.hz Hayatı ve Vefatı | Havasokulu | Allah Dostları & Evliyalar | 6 | 25.08.17 22:29 |