#1
|
|||
|
|||
Aşere-i Mübaşere
Zübeyr Bin Avvam
Cennetle müjdelenenlerden. Hazret-i Zübeyr, Peygamber efendimizin halası olan Hazret-i Safiyye’nin oğludur. İlk Müslümanlardandır. Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Îmân ettiği vakit, amcası çok kızmıştı. Dinden dönmesi için, kendisini ateşe sokup çıkartıyordu. Amcasının, "Daha fazla inat etme, atalarının dînine dön" teklifine karşı diyordu ki: - Aslâ küfre dönmem! Allah birdir. Fayda veya zararı olmayan putlara tapmam. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah. Böylece, yapılan bütün işkencelere büyük bir sabır ve metânet gösteriyordu. Allah sizi yine toplar Îmân edenler çoğaldıkça, müşrikler, korkularından Müslümanlara akla hayâle gelmedik işkenceler yapıyorlardı. Peygamber efendimiz, bu dayanılmayacak işkenceleri görünce buyurdu ki: - Siz bâri yeryüzüne dağılın! Yüce Allah, sizi yine toplar. Eshâb-ı kirâm sordular: - Yâ Resûlallah nereye gidelim? - Habeş ülkesine gitseniz iyi olur. Habeş ülkesinde kimse zulme uğramaz. Orası doğruluk yurdudur. Allahü teâlâ sizi belki orada ferahlığa kavuşturur. Bunun üzerine, içlerinde Zübeyr bin Avvâm hazretlerinin de bulunduğu 15 kişilik bir kâfile Habeşistan’a hicret etti. Habeş meliki Necaşî kendilerini çok iyi karşıladı. Orada rahat bir şekilde yaşadılar. Necâşî de daha sonra Müslüman oldu. Hazret-i Ümmü Seleme anlatır: "Biz Habeşistan’da huzur içinde yaşarken, bir grup Habeşli Necâşi'ye isyân ederek saltanatını elinden almak istedi. Bunların Necâşî’ye üstün gelmesinden korkuyorduk. Çünkü bunlar, bize hayat hakkı tanımazdı. Necâşî de bunların üzerine yürüdü. Savaş, Nil nehrinin öbür tarafında oluyordu. Durum çok kritikti. Necâşî’nin gâlip gelmesini istiyorduk. Eshâbdan ba’zıları dediler ki: - Kim savaş cephesine gidip, bize haber getirir? Hazret-i Zübeyr bin Avvâm cevap verdi: - Ben giderim! - Peki, sen git! Hazret-i Zübeyr bu sırada, Müslümanların yaşı en genç olanı idi. Hazret-i Zübeyr bin Avvâm’a bir su tulumu şişirdiler ve göğsüne astılar. Sonra Nil’in üzerinde yüzdü ve orduların karşılaştığı Nil’in öteki tarafına geçti. Onların yanında hazır bulundu. Müjde, Necâşî zafere erişti! Biz ise, Necâşî’nin düşmana gâlip gelmesi ve memleketinin başında kalması için, Allahü teâlâya duâ ettik. Biz durumun ne olacağını merakla beklerken, Hazret-i Zübeyr uzaktan göründü. Koşuyordu. O elbisesiyle işâret ediyor ve şöyle sesleniyordu: - Müjde, Necâşî zafere erişti ve Allahü teâlâ, onun düşmanını helâk etti ve ona memleketinde kalmaya kudret verdi. O zamana kadar böyle sevindiğimizi hatırlamıyorum. Necâşî, Allahü teâlânın izniyle o kâfiri mağlup ederek sağ sâlim sarayına döndü. Resûlullahın yanına gelene kadar, biz onun yanında güzel bir hayat sürdük. Sonra Eshâb-ı kirâm, Mekke’den Medîne’ye hicret edince, biz de Habeşistan’dan Medîne’ye hicret ettik." Peygamber efendimiz Medîne’ye hicret ettiği zaman, Hazret-i Zübeyr bin Avvâm’ı, Ensâr’dan Ka’b bin Mâlik ile kardeş yaptı. Peygamber efendimiz, Bedir muharebesinde Hazret-i Zübeyr bin Avvâm’ı, sağ kanada kumandan tayin etti ve buyurdular ki: - Meleklerin alâmetleri ve nişanları vardır. Siz de kendinize birer alâmet ve nişan yapınız! Savaş şiddetli geçiyordu Bunun üzerine Zübeyr bin Avvâm hazretleri, başına sarı bir sarık sardı. Her iki taraf, bütün güçleriyle saldırıya geçti. Zübeyr bin Avvâm anlatır: "Bedir günü, ben, müşriklerden Ubeyde bin Sa’îd’le karşılaştım. O baştan ayağa kadar zırha bürünmüş, gözlerinden başka bir yeri görünmüyor ve at üzerinde bulunuyordu. Çocukluktan beri büyük karınlı olduğu için, kendisine, Ebû Zâtil Kirş = Karın Babası denirdi. O, "Ben Ebû Zâtil Kirş’im! Ben Ebû Zâtil Kirş’im!" diye meydan okuyordu. Elimdeki mızrağımı hemen onun gözüne sapladım. Ubeyde yıkılıp öldü. Ayağımı yanağına bastım, olanca kuvvetimle mızrağımı çekip çıkardım. Fakat mızrağımın iki tarafı eğilmişti." Meleklerin de katıldığı Bedir savaşı çok şiddetli geçiyordu. Peygamber efendimiz, durmadan Allahü teâlâdan yardım diliyor ve O’na yalvarıyordu. Hazret-i Zübeyr’in Bedir harbi esnasında gösterdiği kahramanlık çok büyüktü. Vücudunda yaralanmadık bir yer kalmamıştı. Üç büyük kılıç darbesi almıştı. Bunlardan biri boynunda idi. Bedir muharebesi Müslümanların gâlibiyetiyle netîcelendi. Bu savaşta, 14 Eshâb-ı kirâm şehit oldu. 70 müşrik öldürüldü. Mekkeli müşrikler bu yenilgiyi unutamamış, bir yıl sonra tekrar Medîne’ye hareket etmişlerdi. Uhud’da iki ordu yine karşılaştı. Hazret-i Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, İkrime kumandasındaki süvârileri karşılayıp, bozguna uğrattılar. Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, biner süvâriye denk tutulurdu. Zübeyr bin Avvâm hazretleri, müşriklerin sancaktarı olan Kilâb’ı öldürdü ve yedi arkadaşı ile Peygamber efendimizin yanında şehit oluncaya kadar ayrılmamak üzere yemin ettiler. Onu yere düşür! Bu savaşın başında, Mekkeli müşriklerden biri, çarpışmak için er diledi. Herkesin çekindiğini, geri durduğunu zannederek, dileğini üç kere tekrarladı. Bunun üzerine Zübeyr bin Avvâm, başına sarı bir sarık sararak meydana yürüdü. Birden devenin üzerine sıçrayıp, kâfirin boğazına sarıldı. Deve üzerindeki bu mücâdele devam ederken, Peygamber efendimiz buyurdu ki: - Onu yere düşür! Zübeyr bin Avvâm o müşriki yere düşürdü. Üstüne çöküp, onu öldürdü. Peygamber efendimiz, bu husûsta buyurdu ki: - Eğer Zübeyr, onun karşısına çıkmasaydı, ben çıkacaktım. Uhud savaşında müşriklerin okçuları, Peygamber efendimizi ok yağmuruna tutunca, Eshâb-ı kirâm, Peygamber efendimizi ortalarına aldılar. Atılan oklar Peygamber efendimizin sağından solundan geçiyor, ya önüne düşüyor veya üstünden aşıp geçiyordu. Zübeyr bin Avvâm ve arkadaşları, Peygamber efendimizin etrafında pervane gibi dönerek, gelen oklara ve kılıçlara vücutlarını siper ettiler. Hamdolsun iyidir Pek çok Eshâb-ı kirâm çarpışa çarpışa şehit oldu. Düşman gerilemiş, zafere yaklaşılmıştı. Zafer sevinciyle bir kısım Sahâbenin terkettikleri yerden, düşman süvârileri saldırıya geçti ve Peygamber efendimize kadar sokuldular. Peygamberimiz yaralandı. Eshâb-ı kirâm hemen toparlandı ve netîcede savaş tekrar Müslümanların lehine döndü. Uhud savaşı bitmişti. Peygamber efendimizin vefâtı şayiası Medîne’ye ulaşınca, Peygamber efendimizin halası Safiyye hâtun hemen Uhud’a hareket etti. Uhud meydanına gelince, oğlu Zübeyr’i ve Hazret-i Ali’yi görüp, önce Resûlullahın hâlini sordu. Hazret-i Ali, "Hamdolsun iyidir" deyince, ferahladı. Fakat Hazret-i Safiyye, "Onu bana göster" deyince, Hazret-i Ali, Peygamber efendimizi gösterdi. Peygamberimiz yaralı idi. Peygamberimizin sağ olduğuna şükretti. Hazret-i Safiyye, baba-anne bir kardeşi olan Hazret-i Hamza’nın durumunu da görmek istiyordu. Peygamber efendimiz Hazret-i Safiyye’nin gelmekte olduğunu görünce, Zübeyr bin Avvâm’a buyurdu ki: - Anneni geri çevir, kardeşinin cesedini görmesin. Zübeyr bin Avvâm hazretleri, "Anneciğim! Resûlullah geri dönmenizi emrediyor" deyince, Hazret-i Safiyye dedi ki: - Eğer ona yapılanı benim görmemem için geri döneceksem, zaten ben kardeşimin cesedinin kesilip biçildiğini öğrenmiş bulunuyorum. Her sıkıntıya râzıyız. Allah yolunda bundan daha beter olanlarına da râzıyız. Sevâbını Allahü teâlâdan bekliyeceğiz. İnşâallah sabredip, katlanacağız. Hazret-i Zübeyr bin Avvâm, durumu Peygamber efendimize bildirince, buyurdu ki: - Öyle ise bırak görsün! Hamza için getirdim Hazret-i Safiyye, kardeşi Hazret-i Hamza’nın cesedinin yanına oturup, sessizce ağlamaya başladı. Bu sırada, Peygamber efendimiz de sessizce ağladılar. Hazret-i Zübeyr bin Avvâm anlatır: "Annem Safiyye binti Abdülmuttalib Uhud’da yanında getirdiği iki hırkayı çıkarıp dedi ki: - Bunları, kardeşim Hamza için getirmiştim. Hazret-i Hamza’yı kefenlediler ve Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali ve Hazret-i Zübeyr bin Avvâm Kabre indirdiler. Aynı kabre, onun gibi şehit olan, Hazret-i Abdullah bin Cahş’ı da koydular." Uhud’dan dönüşte, Peygamber efendimiz yolda, münâfıklardan Ebû Azzel Cümehi’yi yakaladı. Resûlullah efendimiz onu Bedir’de esîr etmişti. Sonra onu lutfederek öldürmemişti. O, "Yâ Resûlallah, beni bırak" dedi. Resûlullah efendimiz de şöyle buyurdu: - Vallahi bundan sonra artık, sen ellerini okşayıp, Muhammed’e iki kere hîle ettim diyemiyeceksin. Zübeyr bin Avvâm hazretleri, Allah yolunda kılıç sıyıranların ilkidir. Bir gün, Peygamber efendimizin yaralandığını zannedip kılıcını sıyırdı. Doğruca, Mekke’nin yukarı kısmında bulunan Resûlullahın yanına koştu. Peygamber efendimiz, kendisini böyle yalın kılıç görünce, sordu: - Ey Zübeyr! Ne var, nedir bu hâlin? - Efendim, size bir zarar verdiler diye korktum, onun için kılıcımı sıyırdım. Bir kişi yok mu? Hazret-i Câbir bin Abdullah der ki: "Hendek günü iş ağırlaşınca, Resûlullah efendimiz bize, "Benî Kureyza’nın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir kişi yok mu? diye sordular. Zübeyr bin Avvâm, "Ben gider, öğrenip gelirim" dedi. Gidip, onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi. İşler yine ağırlaşınca, Resûlullah efendimiz tekrar sordular: - Bize, Benî Kureyza’nın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir kişi yok mu? Yine Zübeyr bin Avvâm dedi ki: - Ben, gider, öğrenir, gelirim. Gidip, onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi ve durumu arzetti: - Yâ Resûlallah! Onları, kalelerini tâmir ederken ve harp tâlimleri yaparken gördüm. Ayrıca, hayvanlarını derleyip toparlıyorlardı. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki: - Her Peygamberin bir havârisi vardır. Benim de havârim Zübeyr’dir." Benî Kureyza Yahûdîlerinin tutum ve davranışlarını gözetlemek ve öğrenmek üzere, Peygamber efendimizin gönderdiği kişilerin ilki Hazret-i Zübeyr bin Avvâm idi. Hendek savaşında da müşrikler bozguna uğradılar. Medîne’de oturan Yahûdîler, Eshâb-ı kirâma arkadan saldırarak anlaşmayı bozdular. Peygamberimiz de savaştan sonra, onları Medîne’den çıkardılar. Yahûdîler Hayber kalesine toplandılar. Peygamberimiz Hendek savaşından sonra da Hayber üzerine yürüdüler. Hayber'de, meşhûr Yahûdî Cengâveri Merhab, kaleden çıkarak er diledi. Hazret-i Ali çıkarak Merhab’ı öldürdü. Merhab’ın katlinden sonra onun oğlu Yâsir, babasının intikamını almak için meydana çıkarak, "Bana karşı gelecek var mı" diye bağırdı. Oğlum şehit mi oluyor? Hazret-i Zübeyr, hemen atını sürerek onu karşıladı ve ikisi de şiddetli bir muhârebeye tutuştular. Oğlunun bu hareketini seyreden Hazret-i Safiyye, Resûl-i ekreme yaklaşıp sordu: - Yâ Resûlallah! Oğlum şehit mi oluyor? Resûl-i ekrem de, "Hayır" buyurdu. Resûl-i ekremin bu beyânından birkaç dakika sonra, Hazret-i Zübeyr, hasmını öldürdü. Zübeyr bin Avvâm, Hayber savaşında da büyük kahramanlıklar gösterdi. Netîcede Hayber kalesi de alındı. Hayber kalesinin fethinden sonra Mekke’yi fethetmek için hazırlıklar yapıldı. Peygamber efendimizin Mekke’yi fethetmek için hazırlık yaptığını, müşriklere haber vermek için yazılan bir mektup, bir kadın vasıtası ile, gizlice Mekke’ye gönderildi. Sâre adındaki bu kadın, bu mektubu, başına yerleştirdikten sonra, üzerinden saçlarını belikler hâlinde örerek mektubu gizledi ve Kureyşlilere teslim etmek üzere yola çıktı. Acele gidiniz! Bu durumu Cebrâil aleyhisselâm Peygamberimize bildirdi. Peygamber efendimiz de Hazret-i Ali, Hazret-i Zübeyr ve Hazret-i Mikdâd bin Esved’e buyurdu ki: - Acele gidiniz! Hah denilen yere vardığınızda, orada, yanında bir mektup bulunan, hayvan üzerinde bir kadın bulacaksınız. Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz! [Hah; Medîne ile Mekke arasında bir yer olup, Medîne korularındandır.] Hazret-i Ali ve arkadaşları, durmadan at koşturarak Hah denilen yere vardılar. Kadın orada idi. Hazret-i Ali kadına sordu: - Yanında götürmekte olduğun mektup nerede? Kadın cevap verdi: - Benim yanımda mektup falan yok. Kadının eşyalarını aradılar, mektubu bulamayınca, Hazret-i Ali kılıcını çekip dedi ki: - Resûlullah efendimiz bize, senin yanında mektup olduğunu söyledi. Resûlullah aslâ yalan söylemez. Ya mektubu çıkarırsın veya tepene kılıcı indiririm. Kadın yeminler ederek, inkâra devam ettiyse de, Hazret-i Ali ve arkadaşlarının işi sıkı tuttuğunu anlayınca, çâresiz olarak saçının arasından mektubu çıkarıp verdi. Böylece haber verme teşebbüsü engellenmiş oldu. Hazret-i Ali ve arkadaşları da mektubu Resûlullaha getirdiler. Fetih hazırlıkları tamamlanınca Hicretin 8. senesinde Resûl-i ekremin kumandasında hareket eden binlerce mücâhid, Mekke’ye doğru ilerledi. Hazret-i Zübeyr, bu hareket esnasında Resûl-i ekremin sancağını taşıyordu. Peygamber efendimiz, askerlerini Zî Tuva denilen yerde bölüklere ayırdı. Bir kısmını Zübeyr bin Avvâm’ın emrine vererek Mekke’nin Kudâ tarafından girmelerini emir buyurdular. İşte o Zübeyr’dir Mekkeli müşrikler Mekke’yi harpsiz teslim ettiler. Mekke’nin fethinden sonra Huneyn vâdisinde Hevâzin müşrikleriyle savaşıldı. Bu savaşta Hevâzin kabîlesi mağlup olarak geriye çekilmeye başladı. Kabîlenin ileri gelenlerinden Mâlik bin Avf gitti ve iki dağ arasında yüksek bir mevkide arkadaşlarına dedi ki: - Durunuz ki, zayıflarınız yürüsün ve geride kalanlar bize yetişsinler! Hezîmete uğrayanlar gelip onlara kavuşuncaya kadar orada durdular. Mâlik, gelenlere sordu: - Geriye bakın neler görüyorsunuz? - Uylukları uzunca bir süvâri görüyoruz. Mızrağını omuzu üzerine koymuş ve başına bir kırmızı sarık bağlamış. - İşte o, Zübeyr bin Avvâm’dır. Yemin ederim ki, elbette o size ulaşır. Onun için yerinizde sıkı durunuz, ayrılmayınız! Hazret-i Zübeyr bin Avvâm, o iki dağ arasındaki tepelik yerin dibine vardı. Hevâzinliler de onu gördüler. Yetişip, onlara saldırdı. Oradan çıkartıp uzaklaştırıncaya kadar onlarla cenk etti. Sahâbeden Hubeyb bin Adiy’i kâfirler yakalayıp Mekke’ye götürdüler. İdâm ettiler. Kâfirler görsün de sevinsinler diyerek sehpadan indirmediler. Kırk gün sehpada kaldı. Bedeni çürüyüp, kokmadı. Hep taze kan aktı. Yetmiş atlı yetişti Resûlullah efendimiz, bunu haber alarak, onun cesedini getirmek üzere, Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved’i gönderdiler. Zübeyr ve Mikdâd cesedi gece ağaçtan aldılar. Medîne’ye getirirken, arkalarından yetmiş atlı yetişti. Bu iki Müslüman, kendilerini korumak için Hubeyb’i yere bıraktılar. Yer yarılıp Hubeyb kayboldu. Kâfirler de bu hâli görüp, döndüler, gittiler. Hazret-i Zübeyr bin Avvâm Tâif Muhâsarasına, Tebûk seferine ve Vedâ Haccına iştirak etmiştir. Amr İbn’il-Âs, Mısır’ın kalbi olan Fustat şehrini zaptetmek için Hazret-i Ömer’den dörtbin kişilik kuvvet istediğinde, Hazret-i Ömer ona her biri bin kişiye bedel dört kişi göndermiştir ki, bunlar; Hazret-i Zübeyr bin Avvâm, Hazret-i Mikdâd bin Esved, Hazret-i Ubâde bin Sâmit ve Hazret-i Mesleme bin Muhalled idi. Zübeyr bin Avvâm, yedi aylık muhâsaradan sonra Fustat şehrini zaptetmeye muvaffak olmuştur. Sonra İskenderiyye üzerine yürüyerek, burasının da alınmasında büyük rol oynamıştır. Hazret-i Zübeyr, namaz kılarken İbni Cermuz tarafından şehit edildi. Şehit olduğunda 67 yaşında bulunuyordu. Hazret-i Ali, Hazret-i Zübeyr’in vefâtına çok üzülmüş olup, cenâze namazını bizzat kendisi kıldırdı. Hazret-i Zübeyr bin Avvâm, uzun boylu, beyaz tenli, zarif, kibar bir kimse idi. Emânete son derece riâyet eder, hassasiyet gösterirdi. Hazret-i Zübeyr bin Avvâm, kendisine emânet edilen şeyleri saklamak için ne yapacağını şaşırırdı. Ticaret ve ziraat ile meşgûl olurdu. Medîne’nin en zenginlerinden sayılırdı. Medîne etrafındaki arsalardan başka Basra, Kûfe ve Mısır’da da bir hayli emlâkı vardı. şehit edildiğinde mîrâsçılarının herbirine kırkbin dirhem gümüş kaldı. Dilencilikten hayırlıdır Etrafındaki fakirlerin hepsinin maişetini temin etmek husûsunda büyük gayretler sarfetmiştir. Borç para isteyene borç para verir, cihâda gitmek isteyenleri Allah rızâsı için donatırdı. Zekâtını zamanında ve muntazaman verirdi. Şu hadîs-i şerîfi naklederdi: (Birinizin ipi alıp, odun yüklenerek satması ve Allahın onun yüzünü ak etmesi, dilencilikten hayırlıdır. İstediği kimseden bir şey alsın veya almasın böyledir.) Bütün servetine ve zenginliğine rağmen, o, son derece sâde yaşardı. Sâde giyinir, sâde yemek yer ve zînet eşyasına iltifat etmezdi. Ancak, silâhına hassasiyet gösterirdi. Bu itibârla kılıcının kabzasını gümüşten yaptırmıştı. (Talha ile Zübeyr, Cennette komşularımdır) hadîs-i şerîfi ile medhedildi. Az hadîs bildirdi. Bir tanesi şöyledir: (Bilmediğini hadîs olarak söyleyen, Cehennemde azâb görecektir.) Hazret-i Ömer, vefât edeceği zaman, halîfe olmaya lâyık gördüğü altı kişiden biri Talha, biri de Zübeyr’dir |
#2
|
|||
|
|||
Aşere-i Mübeşere
Sa'd bin Ebi Vakkas
Resûlullahın okçusu. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Hazret-i Ebû Bekir vâsıtasıyla Müslüman olmuş, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden bir zâttır. İlk Müslümanların yedincisidir. Müslüman olması şöyle oldu: Onyedi yaşında idi. Bir gece değişik bir rü’yâ gördü. Rü’yâsında kendisini zifirî bir karanlıkta gördü. Çâresiz bir hâldeyken, birden ortalık aydınlanmaya başladı. Sonra nûr saçan bir ay doğdu. Seni de aramıza alalım Ayın doğduğu tarafa doğru ilerlemeye başladı. Bir müddet ilerledikten sonra, birkaç kişi gördü. Dikkatlice baktığında, önlerinde Hazret-i Ebû Bekir, onun arkasında Zeyd bin Hârise ve Hazret-i Ali vardı. Onlara dedi ki: - Siz buraya ne zaman geldiniz? - Yeni geldik. İstersen seni de aramıza alalım. Aydınlığa beraber gidelim. Sabahleyin bu rü’yâyı hatırlayınca, çok şaşırdı. Üç gün bunu ta’bîr etmeye çalıştı. Sonunda bir netîce çıkartamayıp, Hazret-i Ebû Bekir’in yanına gitti. Ona sordu: - Yâ Ebâ Bekir, ben üç gün önce şöyle bir rü’yâ gördüm. Bunun ta’bîri nasıldır? - Gel benimle, seni cihânı aydınlatan nûra götüreyim! Rü’yânın ta’bîri budur. Sonra beraberce, Peygamber efendimizin huzûruna gittiler. Peygamber efendimiz, kendisine kelime-i şehâdet getirmesini emir buyurdu. O da Resûlullahın huzûrunda Müslüman oldu. Annesi, Müslüman olduğunu duyunca, çok kızdı. Fakat yine de annesine karşı, gereken saygıyı gösteriyordu. Onu üzmemek için elinden geleni yapıyordu. Kendisine olan bağlılığını bilen annesi, oğluna sordu: - Senin dînin, hısım akrabâya iyi muâmele edilmesini, onları üzmemek lâzım geldiğini ve onların emirlerine uymak gerektiğini emretmiyor mu? - Dînimiz, ana-babayı ve akrabâyı üzmemeyi emretmektedir. Bunun üzerine annesi esas maksadını söyledi: - Yâ Sa’d! Vallahi, sen bu yeni dinden vazgeçip, atalarımızın dînine dönünceye kadar, yiyip içmiyeceğim. Ölmüş olsam bile bu ahdimden dönmiyeceğim. Anne katili olarak da herkes seni ayıplayacak! İster ye, ister yeme! O güne kadar, annesini üzmeyen, bir dediğini iki etmeyen Hazret-i Sa’d, Allahü teâlâya ve O’nun Resûlüne olan muhabbet ve îmânının kuvvetli olması sebebiyle, bu teklîf karşısında tüyleri ürpererek annesine şu cevâbı verdi: - Ey anne, senin yüz canın olsa ve her birini İslâmiyeti bırakmam için versen, ben yine dînimden vazgeçmem! Artık ister ye, ister yeme! Bu senin bileceğin bir iştir. Benim kararım kat’îdir. Geri dönüşüm mümkün değildir. Bunu böyle bil! Annesi, oğlunun İslâmiyete olan bu bağlılığını görünce, çâresiz kalıp yemeye içmeye başladı. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin başından geçen, annesiyle ilgili bu hâdiseden sonra, Allahü teâlâ, evlâdın ana-babaya hangi hâllerde tâbi olacağı, onların hangi emirlerini yerine getireceği husûsunda, Ankebût sûresinin sekizinci âyet-i kerîmesini gönderdi. Bu âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu ki: (Biz insana, ana-babasına iyilikte bulunmasını tavsiye ettik. Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın, ilâh tanımadığın bir şeyi bana ortak koşmak için sana emrederlerse, artık onlara bu husûsta itâ’at etme! Dönüşünüz ancak banadır. Ben de yaptığınız amellerin karşılığını size vereceğim.) İlk kan akıtan oldu Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Eshâb-ı kirâmın en cesûr ve kahramanlarındandır. İslâmiyetin ilk yıllarında, Müslümanlar, müşrîklerden çok ezâ ve cefâ görüyorlardı. İbâdetlerini rahat bir şekilde yapamıyorlardı. Bir gün Hazret-i Sa’d ile birkaç sahâbî, bir vâdide namaz kılmakta idiler. Bu sırada, müşriklerin azılılarından ba’zıları, kendileri ile alay etmeye ve hakâret etmeye başladılar. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, bunların üzerine yürüdü. Eline geçirdiği bir deve kemiği ile, müşrîklerin elebaşısının kafasını yardı. Böylece, "Allah yolunda, ilk müşrik kanı döken sahâbî" ünvânını kazandı. Uhud savaşında çok kahramanlıklar gösterdi. Peygamber efendimizin yanından hiç ayrılmadı. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, ayrıca "Allah yolunda ilk ok atan sahâbî"dir. Okçuların ya’nî kemankeşlerin reisidir. Uhud harbinde, 1000’den fazla ok attı. Peygamber efendimizin büyük iltifatlarına mazhar oldu. O ok atarken, Peygamber efendimiz buyururdu ki: - At yâ Sa’d! Ayrıca onun için şöyle duâ buyurmuştur: - İlâhî, bu senin okundur. Onun atışını doğrult! Allahım, sana duâ ettiğinde de, Sa’d’ın duâsını kabûl eyle! Bizden geri kalmazsın! Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Vedâ haccından sonra, Mekke’de hastalandı. Kendisini ziyârete gelen Peygamber efendimize dedi ki: - Yâ Resûlallah, siz Medîne’ye döneceksiniz. Ben burada ölürsem, dostlarımdan ayrı kalacağım. Peygamber efendimiz, Medîne’ye beraber döneceklerini işâret ederek buyurdu ki: - Hayır, sen bizden geri kalmazsın! Umarım, sen uzun zaman yaşayacaksın. Öyle ki, senden birtakım kavimler faydalanacak, birtakımı da mahrûm kalacaktır. Peygamber efendimiz sonra da şöyle duâ ettiler: - Yâ Rabbî, Eshâbımın Mekke’den Medîne’ye dönüşünü tamamla! Bunun üzerine, Hazret-i Sa’d şifâ bulup, Medîne’ye döndü. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Hazret-i Ömer zamanında, Hevâzin bölgesinde zekât toplamak için gönderilmişti. Bu sırada İran taraflarındaki olaylar büyüyünce, hem bu olayları önlemek, hem de düşmana bir ders vermek için bir İslâm ordusu hazırlandı. Bu ordunun başına kimin geçirilmesi gerektiği, yapılan şûrâda görüşüldü. Ba’zıları bizzat bu ordunun başına, kumandan olarak, Halîfe Hazret-i Ömer’in getirilmesini istiyorlardı. Bir kısmı da, bunun, çeşitli sebeplerle uygun olmayacağını, başka birinin kumandanlığa getirilmesini istiyordu. Bu sırada Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin Hevâzin’den mektûbu geldi. İşte aradığın kimseyi buldun! Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın ismini duyan Eshâb-ı kirâmın hepsi, ittifakla, Hazret-i Ömer’e dediler ki: - İşte aradığın kimseyi buldun! Bunun üzerine Hazret-i Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı Medîne’ye çağırdı. Onu, İslâm ordusuna başkumandan tâyin ederek, şunları söyledi: - Yâ Sa’d, Resûlullahın dayısıyım diye sakın gururlanma! Allahü teâlâ, kötülüğü, ancak iyilik ile yok eder. Allahü teâlâya kulluktan başka bağ yoktur. İnsanların üstünlükleri, son nefeslerinde belli olur. Düşmanın çokluğundan değil, Allahtan kork! Namazlarınızı muntazam kılın! Ordunda, günâh işleyen asker bulunmasın! Günâh işleyenleri hemen uzaklaştır! Allahın Resûlü ne yaptıysa, nasıl hareket ettiyse, sen de öyle yap! Sabrı elden bırakma! Hazret-i Ömer bu şekilde nasîhat ettikten sonra, Sa’d bin Ebî Vakkâs, emrindeki askerle Medîne’den çıktı. İran topraklarında bulunan İslâm askerleri ile birleşerek, meşhûr Kadsiye zaferini kazandı. Kadsiye savaşı; İslâm ordusu ile İran ordusu arasında oldu. İslâm ordusu, Fırat nehrinin bir kolu olan Atik nehrinin, Kadsiye denilen yerinde karargâh kurdu. Harpden önce İran’ın başşehri Medâyin’e elçiler gönderildi. İran Kisrâsı Yezd-i Cürd ile görüştüler. İranlıları İslâma da’vet ederek dediler ki: - Ya Müslüman olursunuz, ya da cizye verirsiniz veya harp edersiniz! Yâ Sa’d, müjde! İran Kisrâsı buna sinirlenerek dedi ki: - Eğer benden önce elçi öldüren bir melik olsaydı, ben ikincisi olup, sizi öldürürdüm! Bundan sonra bir miktar toprak getirterek, sözlerine şöyle devam etti: - Bende sizin için başka şey yok. En büyüğünüz kimse, bunu yüklensin de reisinize götürsün ve biliniz ki, cümlenizi Kadsiye hendeğine gömmek için, kumandanım Rüstem’i göndermek üzereyim. Bunun üzerine, elçiler arasında bulunan Âsım bin Amr kalkıp toprağı yüklendi, dışarı çıktılar. Arkadaşlarıyla beraber Hazret-i Sa’d’ın yanına döndüler ve dediler ki: - Yâ Sa’d, müjde! Allahü teâlâ onların toprağını bize verdi. Eshâb-ı kirâm, verilen bu bir parça toprağın, daha sonra İran toprağının tamamının verileceğine dâir Allahü teâlânın bir müjdesi olduğuna inandılar. Hazret-i Sa’d’ın elçilerinin teklîfini reddeden Kisrâ’nın ordusu da, Atik nehri kıyısına gelip karargâh kurdu. 120 bin kişi olan İran ordusunun 30 bini zırhlı ve birbirlerinden ayrılmaması için de zincirle bağlı idiler. Ayrıca İran ordusunun ön saflarına filler yerleştirilmişti. İslâm ordusu ise 34 bin kişi idi. Hazret-i Sa’d, yine elçi göndererek, "Size üç gün müsaade. Bu üç gün içinde ya Müslüman olursunuz, ya cizye verirsiniz veya cenge hazır olursunuz" diye bildirdi. Sebât ediniz! Onlar üç gün içinde, bu şartları kabûl etmediler. Dördüncü gün harp başladı. Harp başlamadan önce, Hazret-i Sa’d askerlerine şöyle hitap etti: - Mevkilerinizde sebât ediniz! Öğle namazından sonra, beş-dört tekbîr alacağım. İlkinde, siz de tekbîr alırsınız, harbe hazır olursunuz! İkinci tekbîrde siz de tekbîr alır, silahlanırsınız! Üçüncü tekbîrde, siz de tekbîr alıp, askeri harp için coşturursunuz! Dördüncü tekbîrde, düşman üzerine hücûm ediniz ve "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" deyiniz! İslâm askerleri, bildirilen emirle düşmana hücûm ettiler. İran ordusu, beraberinde getirdikleri fillerle karşılık verdiler. İlk gün şiddetli çarpışmalar oldu. Sonraki günlerde İslâm ordusu uyguladıkları dâhiyâne taktiklerle İran ordusunu bozguna uğrattılar. Önce İran ordusu komutanları öldürüldü. İran ordusunun başkomutanı Rüstem de öldürülünce, ordu dağıldı. Kaçışmaya başladılar. Kaçmaya çalışanların çoğu da nehre düşerek boğuldu, kalanlar da esîr edildi. Bu harbde Müslümanlar 2000 şehit verdi. İranlıların tamamına yakını öldürüldü. Böylece, Müslümanlar büyük bir zafer kazandılar. Daha sonra Hazret-i Ömer’in emriyle Sâsânî Devletinin başşehri ve İran Kisrâsının bulunduğu Medâyin şehrine hareket edildi. İslâm askerinin Medâyin’e hareket ettiğini, İran Kisrâsı Yezd-i Cürd duyunca, korkudan şehri terketti. İslâm ordusu Medâyin şehrine kolayca girerek, burayı fethetti. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, bu fethi, şu mektupla Hazret-i Ömer’e bildirdi: Îmân edenlerin yardımcısıdır "Rahmân ve Rahîm olan Allahü teâlânın adıyla. Irak vâlisi Sa’d bin Ebî Vakkâs’tan, mü’minlerin emîri Ömer-ül Fâruk’a. Allahın selâmı üzerine olsun! Kendisinden başka hak ma’bûd olmayan, eşi, benzeri bulunmayan Allahü teâlâya hamd eder, O’nun habîbi olan Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm ederim. Allahü teâlâ, bize ihsânı ile, gözün görmediği meydanlarda at koşturmayı nasîb etti. Kisrânın yurdunun büyük bir kısmını ele geçirdik. Ordu kumandanlarının çoğunu öldürdük. Bu savaşta melekler onların yüzlerine ve arkalarına vuruyorlardı. Çünkü Allahü teâlâ îmân edenlerin yardımcısıdır. Îmân etmeyenlerin yardımcısı yoktur. Yezd-i Cürd kaçtı. Kızı, esîr olarak ele geçirildi. Bundan sonra ne yapacağımız husûsunda, Medâyin şehrinde emirlerinizi bekliyorum. Allahü teâlânın selâmı bütün Müslümanların üzerine olsun!" Hazret-i Sa’d hayatının sonlarına doğru Medîne’ye yakın Akik denilen yerde hastalandı ve orada 675 yılında vefât etti. Mübârek cesedi Medîne-i münevvereye götürüldü. Namazını Medîne vâlisi Mervân kıldırdı. Vasıyetine uyularak Bedir harbinde giymiş olduğu elbisesi ile defnedildi. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Cennetle müjdelenen on sahâbîden, en son vefât edendir. Sa’d bin Ebî Vakkâs Cennettedir Hazret-i Sa’d, heybetli, orta boyda, esmer tenli, cesûr, sözü, özü doğru büyük bir zâttı. Çok cömert olup, sâdeliği severdi. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Peygamberimize annesi tarafından dayı olurdu. Bunun için Peygamberimiz ona, "Bu benim dayımdır. Böyle bir dayısı olan varsa bana göstersin" diyerek iltifâtlarda bulunurdu. Hazret-i Sa’d, Cennetle müjdelenen on sahâbeden biridir. Nitekim Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki: - Ebû Bekir Cennettedir, Ömer Cennettedir, Osman Cennettedir, Ali Cennettedir, Talhâ Cennettedir, Zübeyr Cennettedir, Abdurrahman bin Avf Cennettedir, Sa’d bin Ebî Vakkâs Cennettedir, Sa’îd bin Zeyd Cennettedir, Ebû Ubeyde bin Cerrâh Cennettedir. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri buyurdu ki: Resûlullah efendimiz, her namazın ardından, muhakkak şöyle duâ ederdi: "Yâ Rabbi! Cimrilikten, korkaklıktan, erzel-i ömür denilen ihtiyârlıktan, bunaklıktan, dünya fitnesinden ya’nî Deccâlın fitnesinden ve kabir azâbından sana sığınırım." Hazret-i Sa’d buyurdu ki: Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâm arasında kardeşlik te’sîs ettikleri zaman, Hazret-i Ali’yi kendine seçerek buyurdu ki: - Yâ Ali! Sen benim dünyada da âhırette de kardeşimsin. Yâ Ali, Mûsâ’nın yanında Hârûn nasıl idi ise, sen de benim yanımda öylesin. Yalnız şu fark var ki, benden sonra Peygamber gelmeyecektir. Üç gün ağladım Resûlullaha bir köylü gelerek dedi ki: - Bana, söyleyebileceğim bir kelime öğret. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: - "Allah birdir, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur ve O’nun ortağı da yoktur. Allah her şeyden yücedir. Bütün hamdlerin hepsi Allaha mahsûstur. Âlemlerin Rabbi olan Allahın şanı ne yücedir. Günâhtan kaçmaya kuvvet, ibâdet yapmaya kudret, ancak azîz ve hakîm olan Allahın yardımı iledir" de! Köylü tekrar dedi ki: - Bunlar Rabbim içindir. Kendim için ne söyleyeyim? Resûl-i ekrem efendimiz buyurdu ki: - "Allahım beni bağışla ve koru! Bana hidâyet ver ve rızıklandır" de! Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri buyurdu ki: - Mü’min, bir iyilikle karşılaşsa, Allaha şükreder. Bir musîbetle karşılaştığında da hamd ve sabreder. Böylece her işinde sevâb kazanır. Hattâ hanımının ağzına koyduğu lokmadan dahî sevâb alır. Bir kimse gündüz hatim okursa, melekler ona akşama kadar duâ eder. Gece okursa, sabaha kadar duâ eder. Kadsiye zaferinden sonra bir müddet Medâyin’de kalan Hazret-i Sa’d, şehrin havasının ve suyunun askerlere iyi gelmediğini görünce, durumu Hazret-i Ömer’e bildirmişti. Bunun üzerine Hazret-i Ömer, yeni bir şehir tesis edilmesini emretti. Hazret-i Sa’d da Kûfe şehrini kurdu ve şehre ilk vâli tayin edildi. Bana duâ et! Hazret-i Ömer, şehit olmadan önce, kendisinden sonra yerine geçecek halîfeyi seçmek için altı kişilik bir şûrâ teşkil edilmesini vasıyet etmişti. Bildirmiş olduğu altı kişiden biri de, Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleriydi. Eğer Sa’d halîfe seçilmezse, ona bir vezirlik verilmesini de vasıyet etmişti. Hazret-i Osman halîfe seçilince, Hazret-i Ömer’in tavsiyesine uyarak, Hazret-i Sa’d’ı tekrar Kûfe vâliliğine tayin etti. Ömrünün sonlarına doğru, gözleri görmez olmuştu. Bu hâlde iken Mekke’ye gelmişti. Mekke halkı etrafına toplanıp, "Bana duâ et, bana duâ et" deyince, hepsine duâ etti. Abdullah bin es-Sâib anlatır: "Ben genç idim. Bir ara ona yaklaştım ve kendimi tanıtmaya çalıştım. Beni tanıdı ve sordu. - Sen, Mekke’nin, Kur’ân-ı kerîmi en iyi okuyanlarından biri değil misin? Ben de, "Evet" dedikten sonra bir ara sordum: - Efendim, sizin duânız makbûl olup, herkese duâ ediyorsunuz. Kendiniz için duâ etseniz de gözleriniz açılsa, olmaz mı? Hazret-i Sa’d gülümseyerek buyurdu ki: - Oğlum, Allahü teâlânın benim hakkımdaki takdîri, ya’nî gözümün görmemesi, gözümün görmesinden daha güzeldir." Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, bir gün Peygamberimize dedi ki: - Yâ Resûlallah, duâ buyur da, Allahü teâlâ, benim her duâmı kabûl etsin! Resûlullah efendimiz cevâbında buyurdu ki: - Duânızın kabûl olması için helâl lokma yiyiniz! Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp duâ ederler. Böyle duâ nasıl kabûl olunur? Sâlih kimse Hazret-i Âişe şöyle anlatır: Resûlullah efendimiz gazvelerin birinde, geceleyin Medîne’ye dönüp geldiğinde buyurdu ki: - Ne olurdu, sâlih bir kimse çevremizde bekçilik yapsa... Birden bir ses duyduk. "Kim o?" buyurdu. Bu arada Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın sesi duyuldu: - Benim, Sa’d bin Ebî Vakkâs. Peygamberimiz sordular: - Buraya niçin geldin? - İçimden bir ses, "Resûlullah yalnızdır, korkarım ki, din düşmanları ona bir sıkıntı ve eziyet verirler" dedi. Bunun için hizmetinize geldim. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz, ona hayır duâ etti ve istirâhate çekildiler. Uhud savaşında bir ara müşrikler Uhud dağına tırmanmaya başlayınca, Resûlullah efendimiz, yanında bulunan Hazret-i Sa’d’a buyurdu ki: - Onları geri çevir! Hazret-i Sa’d dedi ki: - Yâ Resûlallah, yanımda bir tek okum kaldı. Onları nasıl geri çevireyim? Peygamber efendimiz emrini üç kere tekrarladı. Bundan sonrasını Hazret-i Sa’d şöyle anlatır:" Bir ok daha buldum Ok çantamda kalan bir oku aldım. Müşriklerden birine atıp öldürdüm. Sonra ok çantama el attığımda bir ok buldum. Baktığımda az önce attığım oktu. Onu tekrar atıp başka birini öldürdüm. Sonra bir daha baktığımda yine aynı oku buldum. Onu da atıp yine birini öldürdüm. Birkaç defa aynı şekilde oku attım. Bu durumu gören müşrikler, tırmanmaktan vazgeçerek geri döndüler. Ben de kendi kendime, "Bu mübârek bir oktur" dedim ve bu oku hep yanımda taşıdım." Rivâyete göre Hazret-i Sa’d bu oku attıkça, bembeyaz yüzlü mübârek bir zât, bu oku geri getiriyordu. Hazret-i Sa’d der ki: "Uhud’da Resûlullahın sağında ve solunda beyaz elbiseli iki kişi gördüm ki, onlar en şiddetli şekilde çarpışıyorlardı. Onları ne daha önce, ne de daha sonra gördüm. "Hazret-i Sa’d’ın îmân etmeyen kardeşi Utbe, Uhud’da müşriklerin arasında idi. Hazret-i Sa’d bu kardeşi ile savaşmak için, onu çok aramıştı. Buyurdu ki: "Vallahi, kardeşim Utbe’yi öldürmek için duyduğum hırsı, hiçbir adamı öldürmeye karşı duymamışımdır. Kardeşimi bulup öldürmek için, iki kere müşriklerin saflarını yardım fakat gözümden kaçtı. Üçüncüsünde, Resûlullah bana buyurdu ki: - Ey Allahın kulu! Sen ne yapmak istiyorsun? Yoksa sen kendini öldürtmek mi istiyorsun? Bunun üzerine, onu aramaktan vazgeçtim. Utbe’yi Hâtıb bin Ebî Beltea öldürdü." Harp hiledir Uhud savaşının sonunda müşrikler, Uhud’u terkedip Mekke’ye dönme kararı aldıklarında, Resûlullah efendimiz, Hazret-i Sa’d’ı keşif vazîfesi ile gönderdi. Hazret-i Sa’d, müşriklerin gitme kararı alıp, dönüş hazırlıklarını keşfedince, geri dönüp, yüksek sesle dedi ki: - Yâ Resûlallah! Müşrikler develerine bindiler, atları yedeğe aldılar, Mekke’ye yöneldiler! Resûlullah efendimiz buyurdu ki: - Yavaş konuş, şüphesiz harp hiledir. Zîrâ müşrikler geri dönerse, şu sevincinin bir benzerini göremezsin. Sonra, Peygamber efendimizin tekrar sormaları üzerine, Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, gördüklerini ve işittiklerini tekrarladı. Müşriklerin gittikleri kesinleştiği hâlde, Sa’d’ın yüzü üzüntülü idi. Resûlullah efendimiz, üzüntüsünün sebebini sordular. Hazret-i Sa’d dedi ki: - Müslümanlar zafer kazanmadan, müşriklerin gitmesine sevinmeyi hoş görmedim. Resûlullah efendimiz de buyurdu ki: - Zaten Sa’d harb hastasıdır. Hazret-i Sa'd 675 yılında, vefât etti. "Aşere-i mübeşşere"den en son vefât edendir. Medîne-i münevverede medfûndur |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Aşere-i Mübaşere 7 | Dedee | Allah Dostları & Evliyalar | 0 | 04.07.21 20:14 |
Aşere-i Mübaşere 5 | Dedee | Allah Dostları & Evliyalar | 0 | 04.07.21 20:09 |
Aşere-i Mübaşere 4 | Dedee | Allah Dostları & Evliyalar | 0 | 04.07.21 20:06 |
Aşere-i Mübaşere 3 | Dedee | Allah Dostları & Evliyalar | 0 | 04.07.21 20:04 |
Aşere-i Mübaşere 2 | Dedee | Allah Dostları & Evliyalar | 0 | 04.07.21 20:01 |