|
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
|||
|
|||
Hazreti Şeyh Hüseyn-i Mansuri Hallac (Kuddise Sırruhu)
Hz. Mansur-ı Hallac kaddesallahu ruhahul aziz, aşık ve sadık idi. Hakayık ve dekayık içinde menendi yok idi. Nice meşayıh O'nun işini musaddak tutardı. Niceleri Onun işinde tekavvuf edip bir söz söylemezlerdi. Bir kısmı da küfre nisbet eylediler. Şeyh Abdullah Hafif, Ebul Kasım, Ebu Said, Ebul Hayr, Ebu Aliyyul Faremedi ve Ebu Yusuf-u Hamedani onun işini kabul ederlerdi. Üstad Ebul Kasım-ı Kuşeyri rivayet etmiştir:
"Eğer ol makbul-ı hak ise halkın reddi ıle merdud olmaz, eğer merdud ise halkın kabuliyle makbul olmaz." Niceleri Onu cazılığa nisbet eylediler. İmdi ben aceplerim ol kişiyi kim, bir ağaçtan "Enelhak" gelir reva tutar. Halbuki arada ağaç yoktur, söyleyen Haktır. Hüseyin Mansur-ı Hallac'ın vücud ağacından (enelhak) gelir de reva tutmazlar. Halbuki Hüseyin arada yok, diyen Hak'tır. Nitekim Hazreti peygamber sallalahu Aleyhi ve selam buyurur ki: "Hak Teala Ömer diliyle söz söyler. Burada ne mülhidin ne de kalanın sözü vardır." Mansur daima taat ve ibadet içinde tevhid ehli idi. Cemaat mezhebinde idi. Onun sermestliği vardı. Nice meşayıh sermestliğinden ona edebsizlik nisbet eylerdi. Mansur 18 yaşında Tüster'e geldi. İki ay Abdullah Tüsteri hizmetinde bulundu. Tüster'den Basra'ya geldi. Ebu Osman Mekki ile sekiz yıl sohbet eyledi. Yakup Akta ona kızını verdi. Ondan incindi. Bağdad'a geldi. Cüneyd ile buluştu. Cüneyd'e katı imtihanla mesele sordu. Cüneyd incindi cevap vermedi. "Tez ola ki seni berdar edip ağaca asalar ve etini şerha şerha (parça parça) edeler" dedi. Mansur eyitti: "Beni ağaca astıkları gün sen suretini değiştiresin, ayrık kiyas (elbise) giyesin. Benim katlime fetva veresin" Kitab naklinde şöyledir: O vakit Bağdad şehrinin ulemaları onu öldürmeye fetva yazdılar. Cüneyd'e de yaz dediler. Cüneyd sofular donunu çıkardı, ulema kıyasını giydi ve eyitti. " Biz onun zahirine hükm ederiz ki tepelemelidir. Batınını Allah bilir." Hüseyn Mansur Cüneyd'den sualine cevap almadı. Desdur dilemedi. Kalkıp Tüster'e geldi. Bir yıl kaldıktan sonra, halk onun sözlerini kabul eylemez oldu. Bir zaman halk donunu giydi. Bir zaman dünya ehli sohbetinde oldu. Beş yıl Maveraünnehr'de dolaştı. Ehvaz'a vardı. Oradan Kabe'ye geldi. Oradan Basra, ehvaz, Maveunnehr, Hindistan ve oradan da Maçin'e vardı. Bunlara türlü sıfatlar gösterir ve tazyikler ederdi. Yine Mekke'ye geldi. İki yıl orada mücavir oldu. Çün geri geldi, ahvali mütegayyir oldu. Halkı mana ile davet eyledi. Kimse onun halini bilmedi. Mansur'u elli şehirden kovdular. Nakildir: Birgün pamuk anbarının önünden geçerdi. Bir nazar eyledi: Ol pamuk, çiğidinden ayıklandı. Halk onu görüp mütegayyir oldular. Onun için hallac dediler. Hergün 400 rekat namaz kılardı. Onu fariza edinmişti. "Niçin renç çekersin?" deyene, "Rahat isteyene rahat haramdır" dedi. "Elli yaşım değin hiçbir kimsenin mezhebini tutmadan dört mezheb içinde ruhsat ile amel etmedim. Azimetle amel ettim. Bu elli yıl içinde kıldığım namazların her birisi için gusl eyledim" derdi. Birgün birisi Mansur'un boynunda gezen bir akrep gördü. Almak için elini uzattı. Mansur: "Elini çek, iki yıldır bizimle beraberdir". Dedi. Nakildir : dörtyüz sofi ile beriyeye girdi. Acıktılar. "Ya şeyh bize bir pişmiş baş, sıcak gerde (ekmek) yedirsen" dediler. "Oturun" dedi. Elini hırkasına soktu, bir pişmiş başı, sıcak gerdeye sarılmış olarak önlerine koydu. Yaş hurma dilediler. "Gelin beni ağaç gibi sallayın " dedi. Salladılar. Yaş rutab (hurma) döküldü. Doyunca yediler. Sordular: "Arif'in vakti olur mu?" "Yok. Onunçün ki vakit, sahibi fevt sıfatıdır. Kendi sıfatıyla aram eyleyen arif değildir. Arif makamı "Limeallah" vakittir. Sordular "Allah'a yol nedir?" "İki kademdir. Bir kadem dünyadan götüresin. Taki Allah'a eresin" dedi. Hulku azim dedikleri odur ki halkın cefası onun gönlüne girmeye, Halıka layık ola. İhlas bir süzektir, işi onunla süzerler. Şirk ve riya bulanıklarından söyleyen kimse gönülleri helak edicidir. Dünyayı terk eylemek nefs zühtüdür. Ahireti terk eylemek gönül zühtüdür. Kendini terk eylemek can zühdüdür. Hüseyn Mansur'a çok düşmanlar ve münkirler zahir oldu. Anı küfre nisbet ve canına kast eylediler. Halifeye haber verdiler. Halife çağırdı: "Enelhak deme , huvelhak de" dedi. Hüseyn: "Bizim için de öyledir" dedi. Halifenin veziri İsa onu zindana iletti. Bir yıl zindanda kaldı. Halk gelip meseleler sorarlardı. Sonra yasak oldu. Beş ay yanına kimse bırakılmadı. İbni Ata ile Abdullah Hafif Hazretleri bir defa gelip gördüler. Bir kere de İbni Ata bir ademle haber gönderdi ki: "Ya Hüseyn! Bu sözü dedin, özür dile zindandan kurtulasın. Hüseyn: "Ben ne dedim ki anın için özür dileyeyim. Halıkı koyup halka yalvarmazam". Dedi. İbni Ata Mansur'un bu sözünü işitti ve ağladı: "Biz Hüseyn'in onda biri değiliz" dedi. Nakildir: Birkez Hüseyn'i zindanda bulamadılar. İkinci gece de zindanı bulamadılar. " Kande idin? Diye sordular. "Ol gece Allaha vardım" dedi. "İkinci gece kande idin? " "Ol gece de Allah bize geldi, zindanı ondan bulamadılar" dedi. Hüseyn zindana girdiğine orada üçyüz kişi vardı. "Ey zindan ehli dilerseniz sizi azad eyleyeyim, çıkın gidin " dedi. Onlar: "Eğer elinden gelen bir iş ise, kendini azad edip bu beladan kurtulaydın" dediler. Parmağıyla işaret eyledi. Ellerindeki ol bağlar çözüldü. "Ya zindan kapısı ne olacak? Nice çıkalım? " dediler. Gine işaret eyledi, kapı açıldı. "Varın gidin" dedi. "Sen gelmez misin?" dediler.. "Benim Allah'la işim vardır. İşlemeyince olmaz " dedi. Bunlar hep gittiler. Gördüler ki zindanda Mansur'dan gayri kimse yok, ona sordular: "Azat ettim" dedi. "Ya sen niçin gitmedin? " Dediler. "Hak'la benim işim vardır, yerine gelse gerektir" dedi. Bu işe halk hayran kaldılar. Halife "ya öldürün, ya da ağaçla dövün ki ta bu sözden dönsün" dedi. Zindandan çıkardılar, üç ağaç vurdular. O ağacı vuran fadih işidirdi ki her bir ağacı vurduğunda: "Ya İbni Mansur: La tehaf indel halli diye seda ederdi. (Ben ol üç ağaç vuran zalimin kuvvetine taaccüb ederim ki) ünü işidir havf edip elini tutamazdı. Sonra iletdiler dare asalar nice bin adem çevresinde toplandı. Mansur gözünü yuımdu. (Hak, enelhak) derdi. Hergiz sözünden dönmedi. O halde iken bir derviş geldi. "Aşk nedir?" dedi. "Üç gün ne görürsen odur" diye cevap verdi. Birinci gün, öldürdüklerini, ikinci günü ateşte yaktıklarını, üçüncü günü külünü göğe savurduklarını gördü. O halde hadim geldi öğüt diledi. " nefsini bir nesneye meşgul eyle yoksa seni başka bir nesneye meşgul eyler ki sen onu görmezsin" dedi. Mansur' u asmaya götürürlerdi. Eli ayağı on üç yerden bağlı idi. Gülerdi. Sordular: " Bu halde gülmenin vakti midir?" "Kurban yerine giderim diye gülerim" dedi. Andan nara urup bu şiiri söyledi. Ol Aşık'ı sermesti dar ağacına irişdirdiler. Evvel merdiveni öptü. Sonra ayağını bastı. "Meriveni niçin öpersin? " dediler. "Erenler miracı asılmaktır" dedi Başının tülbentini, tılsanını giderdi. İki elini kaldırdı ve yüzünü kıbleye yöneltti. Münacatla meşgul oldu. Şibli karşısına geldi . Surei Hicr in 70. Ayetini okudu. Ve: "Ya Hallac tasavvuf nedir?" dedi. "Kemter makamı budur ki görürsün". "Ala makamı nedir?" "Sana ondan sormaya yol yoktur." Herbir kişi taşlar attılar. Şibli dahi şer'a muvafakat için gül attı: Hallac: " aah" etti. Dediler: "Halk bu kadar taşlar attılar ah etmezsin de Şibli bir gül atınca ah edersin." "Taş atanlar bilmeden atarlar, mazurdurlar ama Şibli bilip atar, onun için ah eyledim" dedi. Mubarek elini kestiler. Hallac güldü: "Neye güldün?" dediler. "Bu kez sıfat eli kesilmesin ki onunla himmet üsküfünü (bir çeşit sarık) arş altından aldım, başıma giydim." Ayağını kestiler, tebessüm eyledi ve dedi ki: "Bu ayakla dünya seferini eylerdim, kesilirse gam değil. Himmet ayağım dursun. Onunla ahret seferini ederim. Elinizden gelirse onu da kesin" dedi. İki ellerini dirseklerine kadar kana buladı ve kanı yüzüne sürdü. "Niçin böyle yaparsın?" dediler. "Kan benden gitti. Bilirim ki benzim sarardı. Korktu sanmayasanız diye kanı yüzüme sürdüm ta ki kızıl benizli görüneyim" dedi. "Dirseklerine kadar niçin süründün?" dediler. "Aşk abdesti aldım ki, aşk namazının iki rekati dürüst değildir ta ki aşık-ı biçare, kendi kaniyle abdest almayınca." Bu kez dilini kesmek istediler. "Bir dem sabr eyleyin ki münacat edeyim" dedi ve: "İlahi ! Bu bana ettikleri rahmeti, senin şer'in ve buyruğun yerine gelsin diye yaparlar. İlahi ! bunların suçu yoktur, kendilerini yarlığa ve ümitlerine eriştir. Padişaha ! Perverdiğara ! Benim elimi ve ayağımı kestilerse senin rızan için ve senin yolunda keserler. İlahi bunları binasib ve mahrum kılma" dedi. Bu kez iki gözlerini çıkardılar. Bir niceler bu tesir etti ağlaştılar. Sonra iki kulağını kestiler. Ve taş yağdırdılar. Son nefeste surei Şuara nın 18. Ayetini okudu. Akşam namazı vaktinde, kaza gününde, rıza meydanında Hüseyn Mansur can verdi. Onu pare pare eylediler. Her bir endamından avaz işitirlerdi."Hak! Hak! Enelhak!." . Meydan içinde parelerini koyup gittiler. Ertesi gün geldiler. Gördüler ki meydanın içi " Enelhak" sadası ile dolmuş idi. Diri iken bir yerden gelen "Enelhak" avazı bu kez herparesinden işitiliyordu. Halk: "Bunun fitnesi evvelkinden fazla geldi" dediler. Bu gece parçalarını bir yere toplayıp ateşe yaktılar, külünü göğe savurdular. Külünden de "Enelhak" avazı gelirdi. Külünün bir azını Dicle ırmağına saçtılar. Dicle üstünde dahi enelhak sadası dolaştı. Aciz ve hayran kaldılar. Hazreti Hüseyn diriliğinde hadimine ısmarlamıştı. Benim külümden Dicle ırmağı taşarsa Bağdad'ı harap eyler. Taşmağa başlayınca hırkamı suya karşı tut demişti. Filhakika öyle yapınca su sakin, saçtıkları kül de hamuş oldu, toplandı bir yere geldi. Ol külü alıp defneylediler. Derler ki yarın kıyamet gününde Arasat olacak, Hallac'ı zencir ile bağlayıp götüreler. Eğer şaşarsa kıyamet kavmini birbirine vura. Hallac'ı Mansur'un asıldığı gece meşayihten biri namazdan fariğ olunca hafiften bir avaz işitti: Biz Hallac'a sırrımızdan bir sır gösterdik. Onu fahş eyledi. Her kim sultanlar sırrını fahş eyleye cezası budur. Şibli de Hallac Türbesi münacatında: "Bu mü'min ve arif idi. Niçin bu belayı buna eylediler?" Dedi. Hafiften bir avaz geldi ki: "Ya şibli ' onun için eyledik ki bizim sırrımızı gayra söyledi. Sır saklamayanın cezası budur." Şibli düşünde Hallac'ı görüp sordu: "Sana bunca azab eden halka, Hak neyledi." Dedi ki " İki bölüğüne de rahmet eyledi" . "Bir bölüğü benim halimi bilip şefkat ederlerdi. Onun için rahmet eyledi. Diğerleri benim halimi bilmezlerdi. Hak'kın emri yerine gelsin diye azab ederlerdi. Onlara da onun için rahmet eylendi." Hallacı astıkları zaman iblisi lain karşısına geldi. "Sen enelhak dedin, sana rahmet eylediler, Ben "enelhayr dedim" bana lanet eylediler sebebi nedir. Hallac: "Sen benlik eyledin. Ben benliği kendimden uzak eyledim sebebi budur" dedi. Alıntı
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan, Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren.. |
#2
|
|||
|
|||
Allah razı olsun
|
#3
|
|||
|
|||
Düşmanın attığı taş yaralamazda insanı,dostun gülü gün gelir acıtır canını
. |
#4
|
||||
|
||||
Hz.mansurun katline fetvayi cuneydi bagdadi mi vermisIlk defa duydum hayret icindeyim
|
#5
|
|||
|
|||
Allah razi olsun guzel paylasim
|
#6
|
|||
|
|||
Bu yazıya kati suretle katılmıyorum Hallacı Mansur’un katli tam bir vahşet sahnesidir. En vahşi hayvan dahi kurbanını önce öldürür sonra parçalar oysa o devir de şeriatın sözde koruyucuları cezbe halinde söylenen sözden kişi sorumlu değildir diyenlerdir bu olaydan evvel.
Önce ellerini kestiler sonra ayaklarını sonra gözlerini oydular en sonunda dilini kestiler de öyle ruhunu teslim etti sonra da yakıp küllerini havaya savurdular islamda işkence yoktur ‘Allah zalimleri sevmez’ Mansur idama gider iken hakkını bu insanlara helal etti de Zül intikam hakkı Allahu Tealadan tecelli etti Bağdat halkı ile uleması ve yobaz şeriat korucuları ile lanetlendi,Kerbela Fırat kolunun bir yerinde,Hülagü orayı tahrip etti 400 bin kişinin kafasını kesti,Haccac orda 70 bin kişinin kafasını uçurdu. Bu Allah’ın onlara ‘Benim dostlarımla uğraşmanın karşılığı budur’ cevabı idi. Allah böyle yobazların şerrinden korusun. |
#7
|
|||
|
|||
Allah razi olsun
|
#8
|
||||
|
||||
ben günde 1000 rekat namaz kılar diye biliyordum
öldürüldügü gün 400 500 tane kıldı diye biliyordum
__________________
Bilmek başka, bulmak başka, olmak daha başka. |
#9
|
||||
|
||||
HALLACI MANSUR
Asıl adı Hüseyin bin Mansur’dur. Hallac denilmesinin sebebi şudur: Bir gün, arkadaşı olan bir hallacın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun yardımını rica etti. Fakat hallacın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. Geldiğinde; "Ya Hüseyin, senin için bugün işimden oldum" diye söylendi. Hallac-ı Mansur onun endişeli hâline bakarak gülümsedi; "Üzülme senin işini de biz halledelim" diyerek parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallaç şaşırıp kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bundan sonra da ona Hallac-ı Mansur dendi. Pek çok kerametleri görüldü. Yanına gelenlere yazın kış, kışın yaz meyveleri ikram ederdi. İnsanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne konuştuklarını ve kalblerinden geçenleri Allahü teâlânın izni ile haber verirdi. 400 kişi ile birlikte çöle açılmıştı. Birkaç gün geçti. Yiyecek hiçbir şey bulamadılar. Açlıktan perişan bir hâle geldikleri sırada ona gelerek hallerini arz ettiler. Hemen elini arkaya uzatıp, 400 kişinin her birine bir kelle ile iki pide verdi. Yüz kırbaç vurun Halife, "O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar dövün" emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. "Korkudan sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum" buyurdu. Darağacında "Tasavvuf nedir?"diye sordular. "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu hâldir." "Ya ileri derecesi?" dediler. "Onu görmeye tahammülünüz olmaz" dedi. İdam edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti" dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah’ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet!" diye yalvardı. Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, şehit edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at" buyurmuştu.
__________________
Yarına kaldı şarkılar aman Bu yaraya deva değil zaman Ateş düştüğü yeri yakar Bu düzeni bozuk dünya yalan.. |
#10
|
|||
|
|||
Allah razı olsun
|
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
PEYGAMBERLER Tarihi 2 | Cazgircinx | Peygamberler | 10 | 13.02.24 21:25 |
Şeyh Şerafeddin Dağıstani (k.s.) | harappa | Allah Dostları & Evliyalar | 0 | 22.01.21 15:42 |
Şeyh Ahmet El Haznevi | Musab02 | Tasavvuf & Tarikatler | 3 | 10.04.19 01:39 |
Aslana Binen Şeyh | Sin | Tasavvuf & Tarikatler | 2 | 31.05.18 17:10 |
Ebu Hasen Harakani (ks) Hz. | Havasokulu | Tasavvuf & Tarikatler | 1 | 16.05.17 22:25 |