Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Zikri Engelleyen Haller
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 14.05.16, 14:32
☆HavasHoca HavasHoca isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Güvenilir
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Bulunduğu yer: Azerbaycan
Mesajlar: 2,893
Etiketlendiği Mesaj: 222 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Zikri Engelleyen Haller

Bugünlerde cinlerin ve iblislerin yapmaya çalıştığı şeyi, insanlarımızın ehli sünnet adına yaptıklarını sanmalarına üzüldüğüm için bu konuyu açmaktayım.

Zikir bir arınma yöntemi olarak ele alınmalıdır. Keyfin olan nefsi hallerinden zikir aracılığıyla bir nebze uzaklaşarak arınmaya çalışırken; bir taraftan da her zikrin kendine ait “nur” denilen enerji yoğunluğunu da kendi üzerinde açması sebebiyle sen zikir ederken aslında üzerinde beliren nur ile zaten arınma sürecindesin... Zikir yöntemiyle arınma sürecinde Sen Hakk’ın nuruyla bir taraftan arınırken bir taraftan da her nurun içerisin de Ledün ilmi ile beraber velayet mertebelerinde seyretmeye başlarsın. Bu yolda zikir, seni şuursal bir hal olarak ulvi âlemlere yükselten bir araç olmaktadır.
Bu yolda zikir nefsi hallerini terbiye etmekten daha çok Cenabı Hakk’ın nuruyla nurlanmak amacıyla yapılır. Yani zikirden niyetimiz Hakk’ın nuruyla nurlanmaktır. Zaten Hakk’ın nuruyla nurlanırken nefis terbiyeni de zikrin kendisiyle beraber bir nebze yapmış olursun. Ve ehli zikir, zikir sürecinde;
A) Zikirle beraber üzerinde nur tecelli etmesi, yani nura ve ruha varma aşamasında,
B) Üzerinde nur’un tecelli etmesiyle beraber, ruha ulaşım olarak, nur’un üzerinde esmayı hassına göre etkileşimlerinde açığa çıkardığı ilim ve hallerle varlık buluşu ve üzerinde dışlaşmış nur’un ve nur’un etkileşimlerinin, varlığında kalıcı olması aşamasında
C) Nur’un zikir üzerindeki etkileşimleri sonucunda açığa çıkan ilim ve hal gözlemleri üzerinden, senin âlemlerde hüküm düzeyinde etkileşimlerde etki etmesi aşamalarından geçmen gerekir.
Bu üç aşamanın kendiside zikir üzerinden ( zikir aracılığı ile ) velayet bulma aşamalarıdır.
Hakk’ın nuruyla nurlanmak adına ve nurlanırken yolcunun velayet mertebelerine ulaşması için Cenabı Hak’ tan yana bu yola nasip olan zikir hafi zikir(gizli zikir) olmuştur. Lakin ayet ve sure okuma zikirlerinde kendisinin duyabileceği kadar cehri (Açık zikir ) olarak da zikirlerde bulunulduğu olur.
İlahi huzuru getiren zikir esnasında, bizim zikir yapmamızı zorlaştıran birçok engel çıkabilir. Bunlar en genel olarak beş engeldir.
Bu engeller;
1) Bedensel Engellerimiz,
2) İradi ve düşünsel Engellerimiz,
3) Duygusal Engellerimiz,
4) Cin ve ifrit taifesinin Engellerimiz,
5) Bizzat şeytani olan Engellerimiz.
1) Bedensel Engellerimiz: Zikir yaparken vücudumuzun dayanamaması. Hem bedensel acı, hem de uyku halinin üzerimizde belirmesi.
2) İradi ve Düşünsel Engellerimiz: İnsan, varlığı itibariyle konuşan iradedir. Konuşan irade olarak insan, iradesiyle düşünmeden duramaz. Bu sebepten zikir esnasında bastırılan irademiz ve düşünce yetimiz, gizli zikir yaparken üzerimizde psikolojik hallerimize göre her an belirerek zikir yapmamıza engel olur.
3) Duygusal Engellerimiz: Kıskançlık, öfke, aşk vb. gibi duygular bizim irademiz doğrultusunda ve düşünce yetimizle her an beslediğimiz haller olarak gizli zikri yapmamıza engel olur.
Bu üç şıkta anlatılan engellerde bizim de; bedensel olarak rahat bir duruşta (oturarak, ayakta, gerekirse sırt üstü uzanarak) zikir etmeli, uyku hali bastırdığında bile zikre devam etmeliyiz. Çünkü zikrin devamlılığında uyku hali kalkar. Devamlı coşkun bir halde zikir etmeye olan bir heyecanla zikir etme haline kavuşuruz. İrademizde, düşüncemiz de ve duygusal engellerimiz de ise tamamen zikir etmemize engel olan bütün hallerden soyutlanmalıyız ve zikir esnasında kendimizde beliren her türlü hale aldırmadan zikre devam etmeliyiz.
4) Cin ve İfrit Taifesinin Engelleri: Şeytani olan cinler zikir edenlere musallat olabilirler. Zikirler bu sebep den dolayı mürşit ve rabıtayla yapılmalıdır.
Bu rabıta işlemini yapmak için:
Dizlerimizin üzerinde kıbleye karşı otururuz;
1 Defa Fatiha Suresi,
1 Defa Salâvat-ı Şerife
Okuduktan sonra gözlerimizi kapatır, Peygamberimizin manevi huzurlarında bulunduğumuzu ve onun mübarek alnından kalbimize ilahi nurun aktığını hissetmeye çalışırız. Rabıtaya böyle devam ettiğimiz sürece ilahi nurun devamlı olarak her gün biraz daha fazlalaştığını fark etmeye başlarız.
Bu konuda da açıklama yapmak isterim; Biliyorsun ki, İmam-ı Gazali, Muhyiddin-i Arabi, İmam-ı Şaranî gibi birçok âlimler bir mürşidin lazım geldiğini beyan ediyorlar. Onların zamanında bu işin ehli mürşitler vardı. Cenabı Peygamberimize kavuştururlardı. Şimdi ise bu işin ehli olmadığı için (çok az bulunduğu için) kendilerine vasıtasız gideni Cenabı Peygamberimiz( S.a.v) kabul ediyor.
Bu konuda H.476’da vefat eden, Risale-i Kuşeyriyye’nin müellifi, İmam Ebu’l-Kâsım Abdülkerim diyor ki; “Çadırlar muhakkak ki onların çadırlarına benziyor, halbuki kabilenin kadınlarının onların kadınları olmadığını görüyorum. Bu sofular taifesinin muhakkiklerinden çokları yok olup gitti. Zamanımızda o taifenin eserlerinden başkası kalmadı. Bu yolda bir duraklama baş gösterdi. Hayır, belki de yol gerçekten kayboldu. Kendilerine uyularak hidayete ulaştıracak şeyhler geçip gitti.”
Bilirsin, düşünmek akıllı olmanın gereğidir. İnsanın en başta gelen özelliği düşünmektir. Tefekkür, boş ve gelişi güzel bir düşünce değildir; gizli bir ilim yoludur. Tefekkür kalp aynasında varlıkların iç yüzünü görmektir. Bilinene bakıp gizli olanı fark etmektir. Delile bakarak hedefe varmaktır. Tefekkür sanata bakarak sanatkârı tanımaktır. Kalp gözüyle yüce yaratıcımızın varlıklarda gizlediği ilmini, kudretini, rahmetini ve hikmetini görüp O’na hayran olmaktır. Yani kısaca rabıta, Allah’ın yeryüzündeki şahidine bakarak Allah’ı tanımaktır. İşte tefekkürün özü de budur.
Manevi terbiye de bu rabıta şarttır. Sır ve fayda onda gizlidir. Dostluğun tadı ondadır. Allah için olan rabıta Allah’ın sevdiklerine olur. Bu sevgililerin başında Hz.Muhammed Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Efendimiz bulunur. Kalbe ilaç olan ve nefsin sıfatlarını değiştiren rabıta, ya bizzat Hz. Peygamberimiz (S.a.v)’e veya onun gerçek vârislerine yapılan rabıtadır. Hedef kula değil, Yüce Allah’a dostluktur.
Onun için yoldaşım, virdimizi tamamladıktan sonra direkt olarak Cenabı Peygamberimize rabıta yapılacaktır. Rabıtanın en azından yirmi dakikadan aşağı olmaması gerekiyor. Rabıtayı ne kadar çok yaparsak o kadar terakki ederiz. Rabıtanın bu yolda ehemmiyeti çok büyüktür.
Eğer kendimizde Cin ve İfrit Taifesinin Engellerinin etkileşimlerini hissedersek;
3 Defa Nâs suresi,
1 Defa Ayet’el Kürsü suresi,
1 Defa da Felâk suresi okumamız gerekir.
Zikirde çok ileri giden kimselere cin ve ifrit taifesi kolay, kolay musallat olamaz. Bu gibi durumlarda hiç korkmadan zikre devam etmeliyiz. Çünkü cin ve ifrit taifesi zikir haline dayanamıyorlar.
5) Bizzat Şeytandan Olan Engellerimiz: Bu engel zikirde çok ileri gittiğimiz de görünür. Şeytan(Azazil) zikir ile nurlanan İnsanoğluna musallat olurlar. Şeytana kıyamete kadar izin verildiği için cin ve ifrit taifesi gibi zikir esnasında zikirden uzaklaşmaz kendisini ölüm yakalamaz.
1 Ayet' el Kürsü ehli tarafından okunduğunda cin ve ifrit taifesini öldürür.
Lakin Azazil’i öldüremeyiz. Ama Azazil’ in yanımızdan uzaklaşmasına sebebiyet verebiliriz.
Kalbimiz, her şeyin kendinde toplandığı manevi bir merkez gibidir. Bazen meleklerden ve bazen de Allahtan ilhamlar alır. Bunlar iyiliğe ve emirlerine sarılmaya yöneliktir.
Bunun yanında, kalbimiz nefs ve şeytanın oklarına da hedef olmaktadır. Kalbimizde bu gelenleri hayır ve şer türünden her türlü bilgiyi kaydeder. Nefisten kalbe gelenlere “hevacis”, şeytandan gelenlere de “vesvese” deriz. Nefisimizden gelenler çoğunlukla nefsimizin hevâ ve arzuları ile ilgilidir. Yani; Riya, kibir, haset vb. gibi şeyler bu türlere girmektedir. Şeytandan gelenler ise çoğunlukla dinin zahiri emir ve yasaklarını çiğnemekle ilgili şeylerdir. Yani; İçkiye, kumara ve hırsızlığa teşvik etmek gibi… Birde kalbe şüphe, tereddüt, inkâr gibi cereyanlarını sokmak da şeytanın başlıca tuzaklarındandır.
Şeytan, edep dışı fena ve çirkin sözleri, şehvete dair bir kısım hayal ve hatıraları da kalbimize atar. Dinimize, Allah’a, Peygamberlerimize ve mukaddesata dair birçok çirkin sözler fısıldar. Bazen de namazı kaç rekât kıldım, abdest alırken kolumu yıkadım mı, guslederken kuru yer kaldı mı, şeklinde ardı arkası kesilmeyen vesveseler verir.
Vesveselerin gelmesi imanın kâmil olmasından kaynaklanır. Bu ilme ve uygulamalara daha yeni girenler, imanları kuvvetli dahi olsa durum böyle değildir. Vesvese onlar için tedbir alınmadığı takdirde zararlı ve zehirlidir. Manevi hastalıklarını arttırır. Kâfirlerde ise vesvese olmaz. Zira zaten ipi şeytanın elinde olan ve arkasından tıpış, tıpış gelen kimselerle şeytanın bir hesabı olmaz. Kâfirde daha ziyade iç bunalımlar, tatminsizlikler ve sıkıntılar olur. Şeytanın vesvese vermekteki amacı, küfre sevk edemediği, Allah ve Resulü’nü sevmekten ve emirlerine uymaktan çeviremediği müminlerin kalbini bulandırmak ve ibadetlerdeki huzurunu kaçırmaktır. Bu suretle ayağını kaydırabilmek için elinden gelen gayreti gösterir.
Mesela namazda veya başka bir ibadet esnasında, şeytan, müminin kalbine Allah ve Resulüne karşı, evliyaya karşı, İslam büyüklerine karşı son derece edebe aykırı çirkin sözler atar. Ve ya namaz esnasında şehvetle ilgili bir kısım hayali tabloları kalbe serper. Yahut başka zamanlarda aklının ucuna bile gelmeyecek düşünceleri hatırlatır. Hasımlarına söylenecek münasip sözleri söyletir. Vesveseye düşen kişi de şeytanın vesvesesine sahip çıkar ve zanneder ki bu hayalî tablo ve düşünceler kendi kalbine ait. Bu sefer müthiş bir korku, telaş ve heyecana kapılı, “Eyvah, Kalbim Ne Kadar Bozulmuş!” der. Şeytan onun bu durumundan yararlanır ve vesveseyi artırır. Nihayet vesveseli kişi öyle bir noktaya gelir ki, eğer intihar caiz olsa, imanını kurtarmak için neredeyse intihar edecek. Bir zaman sonra bu düşünceler ile başa çıkamayan vesveseli kişiye bu sefer şöyle seslenir;
“Sen böyle ince işlere çok daldın, bu yüzden de kalbine kötü düşünceler geliyor. Neredeyse imanın gidecek. Biraz dini hayattan uzaklaşsan! Herkes gibi dünyanın zevkinden sefasından ve diğer nimetlerinden istifade etsen bunları unutursun.”
Bu müminde şeytanın şerrinden Allah’a sığınıp iradesiyle ona karşı durmak yerine dediklerine uyarsa, şeytan adamın işini bitirmiş ve istediği sonucu almış olur.
Bilmelisin ki Azazil sana korku ve vesvese verir. Başka hiçbir şey yapamaz. Çünkü sana dokunmaya ruhsatı yoktur. Senin eğer mana gözün açıksa zikir esnasında Azazil’ in yanına geldiğini görebilir ve hissedebilirsin.
Bu hallerle karşı karşıya kaldığında;
• Önce şunu bilmelisin ki, Allah’a ve Hz. Peygamberimiz (S.a.v)’e ve mukaddesata karşı kalbine gelen çirkin sözler, hayaller ve tablolar sana ait değildir. O yüzden dinden çıkmış olmazsın. Mesela birisi çıksa mukaddesata küfretse onu duyduğunda kâfir olmazsın, yeter ki kalbinle iştirak etmiş olmayasın. Vesveseli adam şeytanın sözlerine kalbi ile iştirak etseydi, kalp bundan rahatsızlık ve endişe hissetmezdi.
• Ehli Sünnete göre bir şey ancak kalple tasdik olunur ise iman veya küfür olur. Bu durumda hayalinden küfürle ilgili söz ve düşünceleri geçirmek küfür değildir. Tasdik etmek küfürdür. Eğer öbür türlü olsaydı dünya da zaten tek bir mümin kalmazdı.
• Bilirsin ki, Yılanın aynadaki görüntüsü ısırmaz, ateşin görüntüsü de yakmaz. Aynada görünen pislik de insanı kirletmez. Aynen bunun gibi, hayal ve fikir aynasında küfür ve şirkin akisleri, dalaletin gölgeler, çirkin sözlerin hayalleri itikadı bozmaz.
• Dert etmeyip üzerinde durmadıkça, vesveseler sana bir zarar vermez. Bir süre sonra söner gider. Bu yüzden vesveseye bulaştığında vesveseyi küçük görmeli, büyümesine meydan vermemelisin. Bu tür vesveselerin imanına bir zararı olmadığını bilmelisin. Eğer telaşlanır, ben mahvoldum diyerek vesvesenin üzerine gidersen, vesvese kuvvetlenir ve artar. Tıpkı ateşi körükleyen körük gibi, ya da arı kovanı gibi, bir kimse kovandaki arılara ilişmeden geçip gitse bir zarar görmez, Ama arı kovanına çomak sokarsa, bütün arılar üzerine üşüşür.
• Vesveseye bulaşan bir mümin, şeytanın kuruntularına kapılıp amellerden geri kalmamalı, haram ve helallere son derece duyarlı olmalıdır. Ayrıca Allah’ı çok zikrederek, kalbi ve diğer letaifleri çalıştırmaya önem vermelidir. Namaz da vesvese geldiği zaman kendini toparlayıp sadece okuduğun sureleri düşünmelisin. Bundan başka şeytan yani Azazil’in vesveselerine karşı siper olan Felak ve Nâs Suresinin Anlamlarını düşünerek veya
“ Lâ ilâhe illallah Muhammede’r-resulullah Aliyyül Veliyullah” diyerek ardından Ayet'el kürsü okumalısın. Böylece Azazil senden uzaklaştırılır.
Salavât-ı Şerifenin okumanın özelliği;
Bir kimsenin salavatı gafletteyken kendisinden çıkmış, kalbi bir takım şeylerle meşgul olduğu halde salavat getirmişse, bu durumda diyebiliriz ki, o kimsenin getirdiği salavat bir alışkanlık ve adet tarzında olduğu için söylemiştir. Bunun için az bir sevap verilmiştir.
Ama asıl olarak bir kimsenin salavatı okuması sevgi ve saygı üzerinedir. Buradaki sevgi salavatı getiren kimsenin resulullah (s.a.v) efendimizin yüceliğini ve kadrini kalbinde hazır bulundurmasıdır. Aynı zamanda onun aleme rahmet olduğunu bilmesindendir.
Bunun için salavatı saygıdan getiriyoruz, belli bir menfaat ve sebepten değil…

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147