EBU’L-HASAN EL-HARAKÂNÎ (Kuddise Sirruh)
Silsile-i Aliyye’nin (Kaddesallâhu Esrârahum) yedinci altın halkası Mevlânâ Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretleridir.[1] Zamanının kutbu olan Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) herkesin kendisine müracaat ettiği bir zattı. Dört bir yandan insanlar huzuruna gelir, ondan istifade ederlerdi. İlmi, ahlâkı, edebi ve sünnete olan bağlılığı kendisini ziyarete gelenleri hayretler içerisinde bırakırdı. Derya gibi olan irfanı ile nicelerine yardım eder, nuranî bakışlarıyla gönülleri âbâd ederdi.
Eşine az rastlanan bir velî olan Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin tasavvufta nisbeti Mevlânâ Bâyezîd-i Bistâmî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden gelmektedir. Dünyaya gelişi onun vefatından sonra olduğu için üveysî yolla istifade etmiş ve kemâle ermiştir.[2] Kendisinden sonra da yüce Nakşibendiyye yolu Mevlânâ Ebu Ali Fârmedî (Kuddise Sirruhû) hazretleriyle devam etmiştir.[3]
Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) Bâyezîd-i Bistâmî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin ruhaniyetinden istifade ederek olgunlaşana kadar on iki sene boyunca Harakân’dan Bistâm’a hocasını ziyaret etmeye gitti.[4] Her ziyaretinde Kur’ân-ı Kerim’i hatmeder ve şöyle yalvarırdı: “Yâ Rabbi! Bâyezîd’e (Kuddise Sirruhû) ihsan ettiğin sana ait ilimlerden büyüklüğün hakkı için Ebu’l-Hasan kuluna da ihsan eyle!”[5]
Dünyaya Gelişi
Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) fakir, çiftçi bir ailenin çocuğu olarak hicrî 352 (m. 963) yılında Bistâm’ın kuzeyinde bulunan Harakân köyünde dünyaya geldi. Kendisine buraya nisbetle Harakânî denildi.
Kendisi doğmadan seneler önce Bâyezîd-i Bistâmî (Kuddise Sirruhû) onun zuhûrunu haber vermişti. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî’si ve Ferîdüddîn Attâr’ın Tezkire’si gibi tasavvuf ve biyografi edebiyatından birçok kaynak bu olayı anlatmaktadır.
Anlatıldığına göre Bâyezîd-i Bistâmî (Kuddise Sirruhû) her sene Dihistan’da[6] şehitlerin kabirlerinin bulunduğu tepeyi ziyaret ederdi. Harakân’dan geçerken her defasında durur ve havayı koklardı. Bir gün müridleri kendisine: “Efendim! Bu şekilde havayı koklamanızdaki hikmet nedir acaba? Oysa biz hiçbir koku almıyoruz!” dediler. Bâyezîd-i Bistâmî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu: “Bu beldeden öyle birisinin kokusu geliyor ki, o kimse zamanın kutbu olacaktır. Adı ‘Ali’, künyesi ‘Ebu’l-Hasan’dır.”
Müridleri o günün tarihini kaydederek Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini beklemeye koyuldular. Sonunda Bâyezîd-i Bistâmî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin vefatından yıllar sonra dünyaya geldi ve hakkında söylediği her şey bir bir gerçekleşti. Çünkü onun söylediği şeyler Cenâb-ı Hakk’ın manevî bir ikramı ve ilhamıydı.”[7]
İsmi, Künyesi ve Şemâili
Ebu’l-Hasan Harakânî’nin ismi Ali ibni Ahmed ibni Ca‘fer’dir. Künyesi Ebu’l-Hasan şeklinde bilinmekte olup bazı kaynaklarda Ebu’l-Kâsım şeklinde de geçmektedir. Kâsım, onun en çok sevdiği oğludur.
Şemâil-i Silsile-i Nakşibendiyye’de zikredildiğine göre Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) küçük yüzlü, geniş alınlı, büyük gözlü, orta boylu ve kumral renkliydi. Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) efendimize benzer bir şemaile sahipti.[8]
Gençliği, Eğitimi ve Hocaları
Mevlânâ Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) çocukluğundan itibaren hem fakir olan ailesinin geçimini temin etmiş, hem de küçüklüğüne rağmen zahirî ve batınî ilimleri tahsil etmiştir.[9] Hep helâl rızka önem vermiş, çalışmayı ve ailesine yardım etmeyi çok önemli görmüştür.
Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin yaşadığı dönem idârî ve ilmî açıdan en parlak dönemlerden olan Abbâsîler dönemiydi. Yine bu dönem Gazneli Mahmud’un başarılar elde ettiği bir dönemdi. Kuşkusuz böyle bir vasat, onun yetiştiği ortamın İslâmî açıdan ne kadar elverişli olduğunu gözler önüne sermektedir. Ayrıca bu dönemde Horasan’da birçok hadis âlimi yetişmiştir.
Bâtınî nisbetini Bâyezîd-i Bestâmî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden elde eden Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû), Ebu’l-Muzaffer Tûsî, Hâce Ebû Yezîd Aşkî ve Hâce Muhammed Mağribî gibi önemli şahsiyetlerin talebeliğinde bulunmuştur. Rivayet edildiğine göre hocası Ebu’l-Abbâs el-Kassâb[10] (Kuddise Sirruhû) Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin geleceğini müjdelemiş ve şöyle demiştir: “Bana gelen ziyaretçilerin yolu değişecek, benden sonra kafile kafile insanlar Ebu’l-Hasan’ı (Kuddise Sirruhû) ziyarete gelecekler.”[11]
Görüştüğü ve Etkilediği Önemli Şahsiyetler
Mevlânâ Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû), Şeyhulislâm Abdullah el-Ensârî (Kuddise Sirruhû), İmam Kuşeyrî (Kuddise Sirruhû) ve Ebû Saîd Ebu’l-Hayr (Kuddise Sirruhû) gibi mutasavvıflarla, İbn-i Sina gibi filozoflarla ve Gazneli Mahmud gibi devlet adamlarıyla aynı çağda yaşamış ve onlarla görüşmüştür. Aynu’l-Kudât Hemedânî, Necmeddîn Dâye, Ferîdüddîn-i Attâr, Şems-i Tebrîzî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi (Kaddesallâhu Esrârahum) isimlerle çağdaş olmasa da onları etkilemiştir.
İmam Kuşeyrî şöyle demiştir: “Harakân’a gittiğimde Ebu’l-Hasan’ın heybeti beni o kadar etkiledi ki dilim tutuldu.”[12]
Şeyhulislâm Abdullah el-Ensârî ise şöyle demiştir: “Hadis, fıkıh ve diğer şer‘î ilimlerde hocalarım çoktur. Ancak tarikatta şeyhim Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû)’dir. Onu görmemiş olsaydım gerçeği bilemeyecektim.”[13]
Anlatıldığına göre Gazneli Sultan Mahmud, Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini ziyaret etti ve yanında bir saat kadar kaldı. Sohbet esnasında Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretleri Bâyezîd-i Bistâmî (Kuddise Sirruhû) hakkında şöyle buyurdu: “Ona tabi olan hidâyete ulaşır, saadete kavuşurdu.” Bunun üzerine Sultan Mahmud şöyle dedi: “Bu nasıl olur? Ebû Cehil, Peygamber Efendimiz’i (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) görmesine rağmen hidayete ulaşamadı. Bâyezîd-i Bistâmî’yi (Kuddise Sirruhû) gören nasıl hidayete erişiyor?” Mevlânâ Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) şöyle cevap verdi: “O, Allah Resûlü’nü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) peygamber olarak görmek istemedi. Onu ancak Abdullah oğlu Muhammed olarak gördü. Eğer Allah’ın Rasûlü olarak görseydi hiç şüphe yok şakî olmaz, kurtulurdu. Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurmaktadır: ‘Ve onların sana baktıklarını görürsün; hâlbuki onlar görmezler.’[14] Baş gözüyle görmek bu saadet için yeterli değildir. Asıl kurtuluşa ermek kalp gözüyle bakmak ile olur.”[15]
Bu cevabı çok beğenen Sultan Mahmud’un Allah dostlarına olan sevgisi daha da arttı. Sultan Mahmud: “Efendim, bana nasihat ediniz.” deyince Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu: “Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazını cemaatle kıl, cömert ol ve Cenâb-ı Hakk’ın yarattıklarına şefkat göster.” Bunun üzerine, “Bana dua buyurunuz.” dediğinde şöyle buyurdu: “Ey Mahmud! Akıbetin makbûl ola!”
Sonra Sultan Mahmud’un önüne arpa ekmeği koydu. Sultan bu ekmeği yemeye alışkın olmadığı için zorluk çekti. Sohbetten sonra kalkıp ayrılırken Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine bir kese altın vermek isteyince Şeyh (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu: “Arpa ekmeğini yerken lokmalar nasıl boğazında kaldıysa, işte bu altınlar bizim boğazımızda öylece kalır.” Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû), Sultan Mahmud’un gelişinde ayağa kalkmamıştı. Fakat onu uğurlarken ayağa kalktı. Bu durum gözünden kaçmayan Sultan şöyle dedi: “Efendim, geldiğimizde bize pek yönelmemiştiniz; ancak şimdi bizi ayakta uğurluyorsunuz. Bunun hikmeti nedir?” Şeyh (Kuddise Sirruhû) hazretleri şöyle buyurdu: “Siz buraya geldiğinizde üzerinizde padişahlık gururu vardı. Oysa giderken bir derviş gibi gidiyorsunuz.”[16]
Sohbetleri ve Sözleri
Mevlânâ Ebu’l-Hasan Harakânî bir gün müridlerine buyurdu ki: “En iyi şey nedir?” Onlar: “Şeyhimiz siz buyurunuz.” deyince şöyle cevap verdi: “En iyi şey, daima Allah Teâlâ’yı zikredip O’ndan gafil olmayan kalptir.”
Kendisine “Sûfî kimdir?” diye sorulduğunda şöyle buyurdu: “Sûfî külâhı ve seccâdesi olan, âdete göre sûfî denilen değil; varlığından kurtulan ve fenâ makamına ulaşan kimsedir.” Yine şöyle buyurdu: “Sûfî odur ki, gündüzleyin güneşe, geceleyin ay ve yıldıza ihtiyaç duymaz. Sûfîlik varlığa muhtaç olmayan yokluktur.”
Sordular: “İhlâs nedir?” Şöyle cevap verdi: “Hak için yaptığın ihlâs, halk için yaptığın riyâdır.” Sordular: “Doğruluk nedir?” Şöyle buyurdu: “Gönlün konuşması, kendisinde olanı söylemesidir.” Sordular: “Fenâ ve bekâdan söz etmek kime düşer?” Şöyle buyurdu: “Şu kimseye düşer ki, bir tel ibrişimle göğe asılsa, bu sırada bir fırtına kopsa ve ağaçları, binaları ve dağları yerinden koparıp denizleri doldursa o kimseyi yerinden oynatamaz.”[17]
Buyurmuştur ki:
─ Siz Allah derken size başka bir söz söyleyenle asla dostluk etmeyin!
─ Hep sevindirici şeyleri arama! Bazen seni üzecek şeyleri bekle ki ağlayasın. Allah ağlayanları sever.
─ Bir kulun vesile edinerek Allah Teâlâ’yı bulmaya çalıştığı şeylerin en güzeli Kur’ân-ı Kerim’dir. O halde o yüce Rabbi Kur’ân yolunda aramalısın!
─ Benim bir günüm kırk senedir. Rabbim gönlüme nazar ettiğinde başkasını görmemeli! Orada kendisinden başka bir şey olmamalı. Kalbe onun arzusu dışında hiçbir şey yerleşmemeli!
─ Şeyh Şiblî (Kuddise Sirruhû) şöyle demiştir: “Bir şey talep etmemeyi talep ediyorum.” Onun bu sözü de bir taleptir.
─ Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in gerçek vârisi asılda onun sünnetlerine tabi olan kimsedir. Sadece kâğıt karalamakla onun varisi olunamaz.
─ Kırk yıldır nefsim; bir içim soğuk su yahut bir bardak ekşi ayran ister; henüz bu isteğini ona vermedim.[18]
─ Allah Teâlâ kuluna imandan sonra pâk bir gönül ve sadık dilden daha büyük bir şey ihsan etmemiştir.
─ İnsan hiçbir şey bilmediğini anlayana kadar bildikleriyle övünür. Bir şey bilmediğini anlayınca utanır; işte o zaman marifeti kemâle erer.
─ İlimden en fazla nasibi olan bildiğiyle amel edendir. En faziletli amel ise üzerine farz olandır.
─ Gönlü nurlandıran içinde halk olmamasıdır. En iyi iş kendisinde mahlûk düşüncesi bulunmayan iştir. En helâl nimet çalışıp alın terinle kazandığındır. En iyi arkadaş, yaşantısı Hak ile olan arkadaştır.[19]
Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) şöyle anlatır: Vakti zamanında iki kardeş vardı. Bu kardeşlerden sırasıyla her gece birisi ibadetle uğraşırken diğeri annesine hizmet ederdi. Bir gece ibadet eden kardeş ibadetinden çok haz duydu. Ertesi gün kardeşine şöyle dedi: “Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibadet edeyim.” Kardeşi kabul etti. İbadet esnasında secdede kendinden geçti ve rüyasında bir ses ona, “Kardeşini affettik, seni de onun şefaatiyle affettik.” deyince şöyle dedi: “Ben Allah’a ibadet ediyorum. O ise anneme hizmet ediyor. Fakat ben onun sebebiyle bağışlanıyorum.” Ses ona: “Evet senin yaptığın ibadetlere Allah’ın ihtiyacı yok; ama kardeşinin yaptığı hizmete annenin ihtiyacı var.” dedi.
Bazı Kerametleri ve Hâlleri
Rivayet edildiğine göre bir kafile halkı Hazret-i Şeyh’in (Kuddise Sirruhû) huzuruna gelerek: “Efendim, yollar korkuludur; bize bir dua talim etseniz de başımıza bir şey geldiğinde o duayı okusak.” dediler. Buyurdu ki: “O vakit Ebu’l-Hasan’ı hatırınıza getiriniz!” Bu söz onların pek hoşuna gitmedi ve yola çıktılar. Yolda önlerine eşkıya çıktı ve mallarını yağmalamaya başladı. Yalnız, Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini hatırlayan bir kimse vardı ki ona zarar vermediler. Bu hâle şaşıran arkadaşları durumu sorduğunda şöyle cevap verdi: “Ebu’l-Hasan’ı (Kuddise Sirruhû) hatırladım ve kurtuldum.” Gelip durumu Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine anlattıklarında şöyle buyurdu: “O arkadaşınız beni hatırlayıp dua isteyince ben de Cenâb-ı Hakk’a: ‘Yâ Rabbi! Şu sıkıntıda olan kulunu kurtar!’ diye dua ettim. Rabbim duamı kabul ederek onu kurtardı.”[20]
Anlatıldığına göre Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin talebelerinden birisi çok hastalandı. Öyle ki, hiçbir tabip derdine çare bulamıyordu. Vücudundaki ağrılara dayanamaz bir hâle gelmişti. Sonunda durumu Şeyh (Kuddise Sirruhû) hazretlerine bildirdiler. Bunun üzerine Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) terliklerini vererek: “Bunları ağrıyan yere sürün!” buyurdu. Dediği gibi yaptıklarında Allah’ın izniyle talebe iyileşti ve hiçbir ağrısı kalmadı.
Nakledildiğine göre bir gün İbn-i Sina Harakân’a uğradı ve Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini ziyaret etmek istedi. Evine gittiğinde hanımı hoş olmayan bir şekilde evde olmadığını, ormana gittiğini söyledi. Kocasının manevi büyüklüğüne inanmayan kadın, onunla alakalı uygunsuz birtakım şeyler de söylüyordu. Onun manevî mekânetinde şüphesi olmayan İbn-i Sina bu duruma çok şaşırarak oradan ayrıldı ve ormana gitti. Söylenilen yere ulaştığında bir aslanın kükrediğini duydu. Bir de baktı ki, Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) odunları aslana yüklemiş geliyor! Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) şaşkınlıktan hiçbir şey söyleyemeyen İbn-i Sina’ya şöyle dedi: “Biz evdekine sabrettik, Allah Teâlâ bize canavarları musahhar kıldı.”[21]
Eserleri
Kaynaklarda Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin birkaç eserinden bahsedilmektedir. Bunlardan en önemlisi onun nasihatlerini ve münacatlarını ihtiva eden Nûru’l-‘Ulûm ismindeki eseridir. Hazret-i Şeyh’in (Kuddise Sirruhû) vefatından sonra bir müridi tarafından on bölüm olarak derlenmiştir. Farsça olarak ilk defa Abdurrefî Hakîkat tarafından İran’da yayımlanmıştır. Tek yazması Londra’da (British Museum, Or., nr. 249) bulunan kitap Türkçe’ye de tercüme edilmiştir. Kendisine nispet edilen diğer eserler Beşâretnâme, Esrâru’s-Sülûk, Hidâyetnâme ve Fakrnâme’dir.[22]
Vefatı
Mevlânâ Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretleri 10 Muharrem 425 (5 Aralık 1033) yılında vefat etti.[23] Vefatı yaklaştığında şöyle vasiyet etmişti: “Kabrimi derin kazın; yatacağım yer hocam Bâyezîd’in (Kuddise Sirruhû) mezarından aşağıda bulunsun.”[24] Vefat yeriyle alakalı rivayetlerden doğrusu Harakân’dır. Bir diğer görüş ise Kars’ta şehit olduğu şeklindedir. Nitekim bu rivayete göre Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) dervişleriyle birlikte Kars muharebelerine katılır ve Kars hududundaki Yahniler dağında sağ bacağından ve sol pazusundan yara alarak kan kaybından şehit olur.
Bu görüşe göre Mevlânâ Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin kabrinin bulunmasıyla alakalı da çeşitli rivayetler bulunmakla birlikte meşhur olan Evliya Çelebî’nin Seyahatnamesi’nde zikrettiği rivayettir: Kars kalesi III. Murad döneminde Lala Mustafa Paşa tarafından tamir edilirken Hafız Osman isimli hâl sahibi, muhterem bir asker rüyasında Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini görür. Ona, “Oğlum Hafız Osman! Uzun zamandır toprak altında yatmaktayım; paşana söyle, kabrimi açığa çıkarsın ki okunacak fâtihalardan nasipdâr olayım!” der. Hafız Osman üç gece üst üste aynı rüyayı görünce bu durumu paşaya anlatır. Kabrinin nerede olduğunu ve Hafız Osman’ın ne yapması gerektiğini rüyada anlatan Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretleri aynı gece paşanın da rüyasına girer. Bunun üzerine hemen söylenilen yere gelirler ve kazı yaparak tabutu çıkarırlar. Âlimlerin de müsaadesiyle açılan tabutta Mevlânâ Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin çürümemiş olan bedenini bulurlar. Hatta savaş esnasında aldığı yara hala öylece durmaktadır. Bu durum padişaha bildirilince, Lala Mustafa Paşa’ya buraya bir tekke ve cami inşa etmesi emrini verir.[25]
Dipnotlar
[1] Çoğu yerde (Râ harfinin fethiyle) “Harakân” şeklinde mevcut olan zabıt bazı kaynaklarda (Râ harfinin sükûnu ile) “Harkân” olarak geçmektedir. Bazı kaynaklarda da (Râ harfinin teşdidi ile) “Harrakân” şeklinde geçmekle birlikte bu son iki zaptın Semerkand taraflarında bulunan başka bir beldeye isnad edildiği zikredilmektedir. Bkz. Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemü’l-Büldân, II/360; es-Sem‘ânî, el-Ensâb, II/399; el-Kazvînî, Âsâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l-‘İbâd, I/363; el-Bağdâdî, Abdülmümin b. Abdülhak, Merâsıdü’l-İttilâ‘ ‘alâ Esmâi’l-Emkineti ve’l-Bikâ‘, I/460; el-Hâzimî, Zeynüddîn, el-Emâkin, I/404.
[2] Üveysî yolla nisbet Nakşibendiyye yolunda zaman zaman görülmektedir. Nitekim Mevlânâ Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) hazretleri de zahirî nisbeti Mevlânâ Seyyid Emîr Külâl (Kuddise Sirruhû) hazretlerine olmakla birlikte Mevlânâ Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden de bâtınî tarikle terbiye görmüştür. Geniş malumat için bkz. el-Kevserî, Muhammed Zâhid b. el-Hasen, İrğâmü’l-Merîd, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1. Baskı, s. 36.
[3] el-Kazvînî, Muhammed b. Hüseyin, Silsilenâme-i Hâcegân-ı Nakşibend, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 1381, vr. 4a; Câmî, Mevlânâ Abdurrahman, Nefahâtü’l-Üns, trc. Lâmi‘î Çelebî, s. 338.
[4] el-Kevserî, İrğâmü’l-Merîd, s. 36.
[5] Mustafa İsmet, Garîbullah, Risâle-i Kudsiyye, trc. Mahmud Ustaosmanoğlu, Siraç Yayınevi, İstanbul 1995, II/578.
[6] İran’ın 31 eyaletinden birisi olan ve Gülistan şeklinde bilinen bölgedir.
[7] Rûmî, Mevlânâ Celâleddîn, Mesnevî Tercümesi, IV/37; Attâr, Ferîdüddîn, Tezkiretü’l-Evliyâ zeyli, trc. Süleyman Uludağ, s. 694; Hocazâde, Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliyâ, İstanbul 1318, s. 8; el-Hüseynî, Muhammed ‘Îd Abdullah Ya‘kûb, es-Silsiletü’z-Zehebiyye fî Menâkıbi’s-Sâdeti’n-Nakşibendiyye, Dâru’l-Fârâbî, Dımaşk 2004, s. 116.
[8] en-Nakşibendî, Ahmed b. Süleyman, Şemâil-i Silsile-i Nakşibendiyye, M. Ü. İ. F. Kütüphanesi, nr. 770-2, vr. 23b.
[9] Bazı son dönem çalışmalarda Mevlânâ Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin ümmî olduğu zikredilse de bu kesinlikle doğru değildir ki bu durum zaten eserlerinden anlaşılmaktadır. Nitekim Münâcât’ta bunu sarahaten zikretmiştir.
[10] Ebu’l-Abbâs el-Kassâb (Kuddise Sirruhû) Âmul ve Taberistan’ın önemli bir âlimi ve şeyhlerin kendisine yöneldiği hâl ve tasavvuf ehli bir zattır.
[11] el-Hânî, Abdülmecîd b. Muhammed, el-Hadâiku’l-Verdiyye, thk. Muhammed Hâlid el-Harse, Dâru’l-Beyrûtî, 1. Baskı, Dımaşk 1997, s. 336.
[12] Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 676.
[13] el-Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 336.
[14] A‘râf sûresi, 7/198.
[15] el-Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye, Dımaşk 1997, s. 339.
[16] es-Sem‘ânî, Abdülkerim b. Muhammed, el-Ensâb, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1998, II/347; ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, Dâru’l-Hadîs, Kahire, XIII/137.
[17] el-Fârûkî, Muhammed Fadlullah, Umdetü’l-Makâmât, Hakikat Kit., İstanbul 2014, s. 56.
[18] Necip Fazıl’ın şu dizeleri de bu söze temas etmektedir:
“Allah dostu odur ki, nefsine tek pay biçmez,
Kırk yıl bir ekşi ayran özler de onu içmez.”
[19] Câmî, Nefahâtü’l-Üns, s. 338-339; Hocazâde, Hadîkatü’l-Evliyâ, s. 10; el-Hüseynî, es-Silsiletü’z-Zehebiyye fî Menâkıbi’s-Sâdeti’n-Nakşibendiyye, s. 116-118; el-Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 336-337. Ayrıca Bkz. Necip Fazıl, Başbuğ Velîlerden, Büyük Doğu Yay., 11. Baskı, İstanbul 2009, s. 41-43.
[20] Hocazâde, Hadîkatü’l-Evliyâ, s. 9-10.
[21] Hocazâde, Hadîkatü’l-Evliyâ, s. 10.
Mezkûr kadın Mevlânâ Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin ilk hanımıdır. Kaynaklarda geçimsiz, kavgacı ve Şeyh hazretlerinin kötülüğünü isteyen bir kadın olduğu yer almaktadır. Bu hanımının vefatından sonra ise çok iyi kalpli olan bir hanımla evlenmiştir. Ebu’l-Hasan Harakânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin ilk hanımından iki oğlu dünyaya gelmiş, bunlardan birisi bir kavgada öldürülmüş, diğeri ise Şeyh hazretlerinin vefatından sonra Ebû Saîd Ebu’l-Hayr’ın ihvanı arasına katılmıştır.
[22] İsmail Paşa, Hediyyetü’l-‘Ârifîn, I/364; el-Kevserî, İrğâmü’l-Merîd, s. 37.
[23] Dara Şükuh, Sefînetü’l-Evliyâ, Kanpur, s. 74; ez-Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, XVII/421.
[24] Mustafa İsmet, Garîbullah, Risâle-i Kudsiyye, trc. Mahmud Ustaosmanoğlu, II/578.
[25] Muhibbî, Muhammed Emin, Hulâsatu’l-Eser, III/143; Evliyâ Çelebî, Seyahatnâme, II/330.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
|