Bütün insanlık birbirine muhtaç bir halde yaratılmıştır. Zayıfların güçlülere, fakirlerin zenginlere, hastaların doktorlara ve cahillerin alimlere ihtiyac içerisinde olduğu gibi. O halde muhtaçlık aynı zamanda yardımlaşmadır diyebiliriz..
Rasulüllah; Asıl veren Allahtır, ben ise verileni pay edip yerine ulaştırmakla görevliyim diye buyurarak ilahi vahyin insanlara ulaşmasında elçi görevi yaptığını vurguluyor, işte bu noktada Allah Rasulünün varisi hükmünde olan Kamil Evliyalar da ilahi feyzin ulaşmasında Allah’ın nuru ile himmet(yardım) ederler. Ki; Allah-ü Teala hadisi kudside; ‘Ben sevdiğim kulun gören gözü , işiten kulağı, yürüyen ayağı olurum’ beyan buyurarak veli kullarına celal nuru ile hem yakını hemde uzağı işittirir, gördüttürür ve güç yettirir. Tabii her şey Allah’ın takdiri ile gerçekleşir. Yüce Yaratan; ‘Rasulüm deki; Ben Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda ve zarar verecek güç sahibi değilim’(A’raf/188) diye buyuruyor.
Bir Allah dostunun himmet ve bereketi ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın belirlediği hududları geçemez. Bir tür kaderi ilahi vardır ki, o da sebeplere bağlıdır; dua, himmet ve sadakada olduğu gibi.
Zamanın Akka Valisi Abdullah Paşa, Mevlana Halid Zülcenaheyn’den zürriyetinin devamı için himmet istemiş, bunun üzerine Mevlana Halid(k.s) talep edilen himmetin sebeplere bağlı olan kaderle ilgili olduğu anlaşılmadan değil Veliler, Peygamberlerin bile aşan durum olup bu hususta Allah’a teslim olmaktan başka çare olmadığını belirterek konuyu açıklığa kavuşturmuştur..
Sufiler, ancak herhangi bir meşakkat, ya da daraldıklarında medet isteyerek sıkıntının giderileceğini düşünür, oysa bağlı olduğu Pir’i belki o yaşadığı çilenin devamını dilemektedir, kimbilir kendisine gerekli tedavi belkide kendisine verilen o çilede gizlidir, sufi neyin kendisi için hayırlı neyin kötü olduğunu bilemez. Sufi himmet dedikçe , aslında üstadı önce ‘oğul hizmet’ demek ister, ama bu anlayışta , bu şuurda sufi sayısı maalesef az. Himmet ve hizmet parelel seyreden ikili olsa gerek. Yani şartlarına uygun hareket edip istemek varken, gereken ilaçları uygulamadan himmet talebinde bulunmak havanda su dövmek gibi bir şey...
Bir işin merkezinde idare eden vardır; dünyevi işlerde kutup(merkez) hükmünde bu bir Cumhurbaşkanı, Başbakan, Vali yada bir dairenin amiri olabilir. Manevi işlerin merkezinde fetva ile ilgili iş ise müctehid , irşad ve ahlak-ı hamidiye ile ilgili ise kamil mürşid kutupdur. Kutup aslında bir sıfat olup manevi yönden irşadla ilgili unvandır. Ancak bu kutbul irşad görevini Rabbül Alemin sevdiği ve seçtiği kullarına vermektedir. Nasıl ki her şeyde işin ehli aranıyorsa, manevi alanda da mukarrebun, yani yakin ilmine haiz kullar kutup olarak seçilir. Kutbul irşadın nazarları kalbe yöneliktir, dünyevi insanın bakışları da mideye, ya da kalıba yöneliktir.
Kutup veya Gavs’ında hudut çerçevesi var, O makamda olanların her şeyden haberdar olduklarını , her şeye gücü yettiğini iddia etmek safdillik olduğu gibi insanı, şirke götürür. Ancak Onlara Allah bildirirse bilir, Allahın izniyle irşada vesile olurlar demek daha uygun düşer. Asıl sufi; Mürşidini abartarak göklere çıkaran değil, mürşidinin sevdiği ve tasvip ettiği talebe olmaktır. Onlar; övünülmek için irşad faaliyeti yapmıyorlar, dertleri davaları Rızai baridir, Allah’ın hoşnutluğunu kazanan mürtesiplerini gördükçe moral bulurlar. İrşad kutbu şifa dağıtıcı değil, Çünkü Seyda Hz.lerine şifa için gelenlere; biz doktor değiliz, doktora gidin demesi bu tür gerçeklere işaret içindir.
Allah’a gidilen yolda Allah dostları vesile olmak işleridir. Hz. Adem Cennet yurdundan dünyaya indirildiğinde Habib-i Kibriya’nın ismini vesile ederek tevbesi kabül edildi.. Ki, Habib-i Kibriya için Rabbül Alemin Adem’e;
-İzzet ve celalime yemin ederim ki, senin zürriyetinden gelecek son peygamberdir. Eğer o olmasaydı seni yaratmazdım buyurdu. Hakeza Hz.Ömer halifelik döneminde Hz.Peygamberin amcası Hz.Abbas’ı vesile edinerek yağmur duasına çıkıp yağmura kavuştular, Yine Yezid b. Muaviye, Dahhak bin Esved’den yağmur talebinde bulunup, onun duası yüzü suyu hürmetine yağmur yağıverdi. İmam Şafii Bağdat’a gittiğinde İmam-ı Azam’ın merkadına yönelerek O’nu vesile edinip, Allah’dan ihtiyacını talep ederdi. İmam Ahmed bin Hanbel’de İmam Şafii’nin yüzü suyu hürmetine dilek de bulunduğunda oğlu Abdullah itiraz etmiş. İmam Ahmed bin Hanbel;
- Bak oğul! İmam Şafii güneş gibidir nice insanlara fayda vesilesidir..
Değil avam , havas dahi vesile edinmiş; İmam Ebu’l Hasen Eş Şazeli İmamı Gazali’nin ruhaniyetine yönelerek Rabbül Alemin’e niyazda bulunurdu, vesile çünkü şefaatin adıdır, aynı zamanda Yakin kulların hatırına ve bereketine Allah’dan niyazda bulunmaktır. Onlar sevilmişlerin sevilmişi , seçilmişlerin seçilmişi olup naz ve niyaz konumundadırlar. Rabbül Alemin; Ey müminler! Allah’tan korkun ve O’na vesile arayın; O‘nun yolunda cihad ediniz ki kurtuluşa eresiniz(Maide,35) buyurarak Kamil İnsanların naz ve niyaz noktasında olduklarını ortaya koyuyor.
Vesileye itiraz edenler Fatiha’yı Şerifte geçen ‘yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım isteriz’ ayetini delil gösterirler. Oysa, ayeti kerime de çoğul ifade sözkonusu, tekil değil, yani ‘senden isterim’ ibaresi yerine ‘senden isteriz’ diye beyan buyrulmuştur. Burdan Topluca kulluk ediyor, ehil ve sana layık kulluk yapanlarla beraber yardımını taleb ediyoruz manası çıkar. Zaten vesileden amaç; Yaratan’a giden yolda kılavuzluktur, vesile edinmek, haşa tapınmak değildir. Vasıtalar; binmek ya da Hakka doğru yürüyüş için var, asla gaye değildir. Araçlar, sadece hedefe ulaşmak için ışık kandilleridir.
Sevginin kaynağı Allah, o halde yaratılanı da sevmek bir noktada Allah’ı sevmek gibidir. Kul olarak kişiye dua edilebilir, kötülüğe buğz edebiliriz, fakat şahsın kendisini karalama yetkimiz yok. Allah Rasulü; ‘Beni anneniz , babanız, evladınız ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe gerçek imanın tadına varamazsınız ‘ buyuruyor. İşte sevgi zinciri Habib-i Kibriya’dan Ashabına , Tabiine, Tebe-i Tabiin’e ve Rabbani Alimlere intikal ederek gelmiş ve zikir meclislerine yansımıştır. Rasulüllah(s.a.v); ‘Yeryüzünde zikir meclislerini seyreden meleklere Allah-ü Teala onların halini sorduktan sonra:
-Sizleri şahit tutarak onların hepsini affettim. Bunun üzerine içlerinden bir melek:
- Ya Rabbi! İçlerinden biri var ki onlarla beraber, ama bir ihtiyaç için aralarında bulunuyor, onuda mı affettin?
Allah-ü Teala:
- Olsun, onlar öyle bir topluluktur ki onlarla oturan asi olmaz, onu da affettim’ diye buyuruyor(Buhari, Müslim)
Bediüzzaman da bu meyanda; en edna bir sufinin, mensup olduğu silsileyi şerifeye ve kutbul aktab kabül ettiği mürşidine muhabbet duymasıyla imanını kurtarabileceğini, günaha girerse küfre girmeyeceğini müjdelemiştir.
Hadisi Kudsi de:
Benim için birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bu mahşer gününde onları kendi rahmet gölgemde gölgelendireceğim (Müslim) buyruluyor.
Yine Rasulü Ekrem(s.a.v); ‘Kişi sevdiği ile beraberdir’(buhari) beyan buyuruyor.
Ebu Zer(r.anh)sordu:
- Ya Rasulüllah! Hayırlı bir cemaati sevdiği halde, onlar gibi amel etmezse, ya da güç yetiremiyorsa onun hakkında ne buyurursunuz?
Rasulüllah(s.a.v);
-Ey Ebu Zer! Sen sevdiklerinle beraber olacaksın.
Ebu Zer(r.anh):
- Ya Rasulullah, şüphesiz ben Allah ve Rasulünü seviyorum.
Efendimiz(s.a.v):
-Muhakkak ki sen sevdiklerinle berabersin diye beyanda bulundu.(Buhari)
Tabiî ki sevgi dilde kalmamalı ta kalbe inmeli. Laf olsun diyerekden ifrata varıp benim mürşidimden başka mürşid yok farzetmek, ya da başka mürşidleri küçümseme noktasına gelmemeli. Sevginin de ölçüsü , adabı ve usulü mevcut. Bu arada mürşidini dünyevi emellerine alet edip dünyalık kazanma cihetine gidenlerin vay haline. Çünkü sevgi menfaat kabül etmez.
Allahü Teala :
- Ey Habibim! Dile benden ne dilersen dile?
Efendimiz(s.a.v):
_ Allah’ım senden sevgini, seni sevenlerin sevgisine ulaştıracak amellerin sevgisini diliyorum.(Tirmizi) diye niyazda bulundu.
MÜRŞİD
Mürşid deyince birçok müntesibiyle Allah yolunda el ele tutuşmuş veli demektir. Tasavvuf sadece nefsi terbiye değil cemaat halde bulunmanın adıdır, Cem olmaktır, Allah-ü Teala bu yüzden toplu hareket etmemizi , parçalanmamayı, dağılmamayı ve sadık kullarla beraber olmamızı istiyor. Onaların elinden beyat alırken aslında karşılıklı beyatlaşmış oluyoruz, biz Onun elinden tevbe alırken, O da bizim elimizden tevbe istiğfar etmiş oluyor, o tutulan el Allah Rasulüne kadar uzanıyor, ordan Yüce makamlara kadar ulaşıyor. Kelimenin tam anlamıyla araçlardan amaca ulaşılmış olunuyor. Öyle vasıtalar var ki uçuruma yuvarlar, öyle araçlarda var ki menzile eriştirir. Oluklar çift, biri şeytani , diğeri Rahmani. Unutmamalı ki şeytan son nefese kadar boş durmaz, onunda amacı imanı çalmak. Şeytanın yaratılmışlar içerisinde en nefret ettiği Peygamberler ve Kamil Mürşidlerdir, onların nurunu gördüğünde kaçmak zorunda kalır. Peygamberler ve Veliler dahi şeytanın hilesinden emin olmak için Allah’a sürekli sığınmışlardır. Şeytan kötülüğün dostu, Ehlullah ise hayırlarda yarışanların dostu. Kalpte ne kadar gösteriş, kibir, haset, gaflet, dünya sevgisi vs. herne var izalesi için Kamil Mürşid seferber olmuş vaziyettedir heran ve herdem. Onun için Mürşid şemsiyesine her zamankinden çok ihtiyacımız var. Onlara adap ve hürmeti tapınmak şeklinde gösterme çabaları boşuna. Biz biliyoruz ki onların meclisinde bulunanlara verilen talimatlarda hep Allah’ı anmakla ilgili reçeteler var ve uygulatılıyor da. Taliplilerine kalp zikri ,yani lafza-i Celal verilerek zaman içerisinde kalpten letaiflere dağıtılan zikir cerayanı ve ordanda nef-i isbatla Allah yolunda seyri alem sözkonusudur bu yolda.. Seyri süluk idmanında mürşide tapınma yok, sadece Allaha gidilen yolda yardımcı olma makamına hürmet, adap ve usul var. Habib-i Kibriya efendimiz; ‘Allah-ü Teala bir kulu sevdiği zaman Cibril-i Emine:
- Ben o kulumu sevdim sende sev, Cibrilde sever. Sonra sema ehline kelam ederek;
- Haberiniz olsun o kulumu sevdim, onu sizde sevin der, gök ehli de sever. Sonra o kul için yeryüzünde kabül ve kullar arasında ona karşı muhabbet hasıl olur.’ diye müjdeliyor. İnsanların dikkat etmesi gereken böyle kullar için ileri geri laf etmemeleridir, hele bir de dil uzatmaya kalkışılırsa bu durum O’nları hafife almak anlamına gelir ki, maazallah kendi kuyusunu kazmış olur. Çünkü Onlar kınından çıkmayan kılıç gibidirler, her ne kadar kılıç kınından çıkmasa da dokunmakla birtakım onarılmaz felaketlere marüz kalabilirler.
Mürşid-i Kamil irşad davetçisidir, davete icabet eden kazanır, icabet etmeyip de, yalnız saygı duymakla yetinirse mazur sayılır, daveti elinin tersiyle itip, aynı zamanda inkar eden cahil olsun bilgi sahibi olsun sorumludurlar. Bu yolda tek başına vuslata ereceğini sanan kendi vehim ve düşüncelerini hakikat sanarak şeytanın hile ve tuzağına düştüğünün farkına varamıyorlar. Oysa Rabbül Alemin, Ey İman edenler! Hep beraber Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz (Nur/31) diye beyan buyuruyor. Nasılki çobansız olan sürüyü kurt kaparsa tek başına topluluktan uzak kalmakla nelerin kaybedileceğini bir değil, bin düşünmek gerekir. Rasulü Kibriya Efendimiz; ‘ şüphesiz Allah, ümmetimi delalet üzerinde bir araya getirmez. Allah’ın eli cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe gider’ buyurmaktadır.
Rabbül Alemin,’ Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler de Rasul de onlar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı(Nisa/649 ayeti celileyle en hayırlı tevbenin O’nun elçisi elinde yapılan tevbe olduğu anlaşılıyor, dolayısıyla varisi hükmünde Rabbani alimler elinde tevbede hakeza öyle. Yine Allah-ü Tela; Onlara; Gelin, Allah’ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin denildiği zaman başlarını çevirip kaçarlar ve sen onların kibir içinde uzaklaştıklarını görürsün’(Münafıkun/5) diye buyuruyor.
Tevbeyi Hiristiyan papazların vaftizine benzeten bazı aklı evveller, beyatın hikmet ve sırrından yoksun olarak tavır sergiliyorlar. Allahü Teala; Ey Peygamber! İnanmış kadınlar beyat için sana geldiklerinde beyatlarını kabül et ve onlar için Allah’dan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir.(Müntehine/12) , Yine;
Rasulüm! Hem kendi kusurun hem de erkek ve kadın müminlerin günahları için istiğfar et’(Muhammed/19), ‘Rasulüm sana biat edenler hiç şüphesiz Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim yaptığı ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kimde Allah ile yaptığı ahdine vefa gösterirse Allah ona en büyük mükafat verecektir’(fetih/10) diye beyan buyuruyor.
BEYAT
Beyattan kasıt ister adına inabe, ister el alma, ister el verme, isterse tevbe etme diye telaffuz edilsin manevi bağ kurmak anlamını taşır. Kadınlar beyatlarını lafzı olarak perde ya da kapı arkasından alırlar, mahremi olmayan kadınlar musafaha veya göz göze gelmezler caiz değildir çünkü. Olsun bunda ne sakınca var, mürşid melek gibidir sözler yakışıksız olup, öyle olsaydı Rasulüllah hayatında uygulardı. Hiç kimse velilerin derecesini ölçme yetkisi verilmemiştir, manevi makamının hangi aşamada olduğunu bilmekde üstümüze vazife değil. Ki Allah Rasulü; ‘Vallahi sizin beni Allah’ın yücelttiğinden daha yükseğe çıkartmanızı sevmem’ diye buyuruyor
Mürşid-i kamile gidemeyenler mürşidin görevlendirdiği vekil vasıtasıyla inabe alabilirler, Rasulü Kibriya’nın Hz.Ömer’i ve Hz.Umeymi’yi görevlendirdiğinde olduğu gibi. Yine beyatlaşmada cemaat kalabalık izdiham sözkonusu ise sarık ya da şeritle tevbe verilebilir, çünkü zaruret sözkonusu. İntisapla sufi manevi şemsiye edinmiş olur, o artık manevi evladır, silsileyi şerifin bereketine kavuşmaya adaydır. Son nefesimize kadar her şey garanti değil, ama Allah Rasulü; kalbinde zerre miskal imanı olanın cehennemde azap görsede sonunda cennete gireceğini müjdeliyor. Önemli olan son nefeste bu dünyadan iman ile göçebilmektir.
Mürşidi Kamil cennete giden yolu gösterir, cennete gideceğine dair garanti belgesi sunmaz. Allah’a gidilen yolda önce samimiyet(ihlas) ve sabır gerekir. Yani iman itaat, hizmet sonrada istiğfar, peşinden dua ve ümit, bundan sonrası Allah’ın hükmüne kalmış bir şey.. İllada garanti beklentisi varsa Mürşid sufisine; Allah ve Rasulünün yolunda gider, tavsiyelerimize harfi harfine uyarsan imanla şerefleneceğine kefil olurum der, işte emniyet bu. Son nefes anında şeytan imanı çalmak için uğraş verirken, bir yandanda sekarat anında Mürşid müridini ruhaniyeti ile başı ucunda bulunarak imanla göç etmesine himmet eder. Bu yardımdan bazen o ruhaniyetin sahibinin haberide olamayabilir, olması da gerekmez. Rabbül Alemin sevdiği veli kullarına intisap edenleri ervahları ile destekler çünkü.
Mümin sekarat anında yalnız değil, gerek melekler, gerekse Saadatlar tam tekmil yardımcı olmak için oradalar. Sufinin mürşidin elinde gassal elinde (ölü yıkayıcısı) teslim olur gibi teslim olmalı düsturundan maksat bütün Allah’tan gayri şeytani esaretlerden kurtulup, hürriyetini ilan etmek demektir. Kuran’ül Muciz’ül Beyanda; Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Ona isyan edende Allah’a isyan etmiş olur(Nisa/80) buyruluyor Yine Rabbül Alemin;
Ey İman Edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve içinizden işlerinizi yürüten önder ve idarecilerinize de itaat edin’(Nisa/59) diye beyan buyurarak itaatin Hak yolunda vesile olanlara teslim olmak anlamına geldiğine işaret ediyor.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
|